25. Bölüm

13. ESKİ TANIDIKLAR

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

 

@Ekd_nw.a adlı kullanıcıya ithaf edilmiştir ☺️ ❤️

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

 

07.12.2025

 

 

 

13. BÖLÜM

 

 

 

ESKİ TANIDIKLAR

 

 

"Ne söyleyeceksin bize? Yada dur, şöyle sorayım; ne işin düştü de geldin bize Güneş Erna?"

 

 

 

🗝️

 

 

Arkadaşlar merhaba.

 

 

 

Yeni bölüme hoşgeldiniz ☺️

 

 

 

Kısaca vaktinizi ayırıp burayı okursanız beni çok mutlu edersiniz.

 

 

 

Arkadaşlar kitabın iyi kötü bir okuması var ama fark ettiyseniz eğer oy veya yorum yok. (İstisnaları saymıyorum. Sizi çok seviyorum 🤗❤️)

 

 

 

Buraya da farklı bir müjde vermeye geldim.

 

 

 

Arkadaşlar eğer kitabın tüm bölümlerinde ki oy sayısı beş yüzü geçerse geçtiği gün bonus bölüm yayınlayacağım.

 

 

 

Bölümü geçerken oy vermeyi unutmazsanız beni çok mutlu edersiniz...

 

 

 

Şimdi şuraya Güneş Erna şerefine bir kadeh koyalım 🍷

 

 

 

İyi okumalar ☺️

 

 

 

.........

 

 

 

 

 

 

Zamanın eskitemeyeceği tek şey zaten eski olanlardır derdi façacı. Zamanın değil, duyguların ve yaşanmışlıkların eskittiği eskiler. Façacı ve başkaları için bu ne demek bilmiyordum ama benim için bu, insanlar demekti. Eski dostlar, eski tanıdıklar. Onların her daim insanlar ve zaman için ayrı yerleri olurdu çünkü. Benim içinde öyleydi.

 

Eskilere değer verirdim. Özellikle geçmişimde hala dost olarak kalanlar. Şimdide onlardan birinin yanındaydım. Ökten Seçkin... Ökten benim en eskilerimden biriydi. Yetimhaneden önceki çocukluğum, Ökten ve diğerleriyle birlikte geçmişti.

Diğer çocuklar...

 

Biz gibi olanlar...

 

Diğer tutsaklar...

Hepimizin bir araya gelmeyi nadiren başardığı fotoğraflarfan birine bakıyordum.Diğerlerininde olduğu bir fotoğrafa. Komidinin üzerindeki çocukluk fotoğrafına bakarken beraber geçirdiğimiz yıllar zihnime uğrayıp duruyordu. Yüzümde yer edinen küçük tebessüm dışarıdan gelen sinirli bağırtılar yüzünden silinip giderken gözlerim hızlıca karşımda oturan Ömür'ü buldu.

 

Onunda önündeki kristal kadehe bakan gözleri beni bulduğunda tek kaşımı kaldırıp "Sakın içeyim deme."dedim kadehtekini ima ederek. Başını hızlı hızlı sallayıp "İçemem ben zaten abla."dedi.

 

Dışarıdaki sesler gelmeye devam ediyordu ama anlaşılan kimsenin yüreği içeriye girmeye yetmiyordu. Ökten'in evindeydim. Ne kadar ev denilirse tabii. Bir rezidansın on altıncı katına yerleşmiş, evide tabiri caizse küçük bir bilgisayara çevirmişti. Karşımdaki büyük duvarın neredeyse yarısını kaplayan dev ekran televizyonda bana göz kırpıp "Ökten'in dünyasına hoşgeldin fıstık."diye alt yazı geçen arayüzü dağıtmamak için zor dururken "Ökten!"diye bağırdım. "GELİYORUM, BİR DAKİKA!"

 

"ÖKTEN, BEŞ SANİYE İÇİNDE BURADA OLMAZSAN BU EKRANI PARÇALARA AYIRIRIM!"

 

Cümlem sonlandığında salonun kapısında beliren Ökten'in yüzüne ters bakışlarımı atıyordum. "Ekranımı rahat bırak Güneş."

 

"Asıl beni rahat bırakması gereken o. Kapat şu zımbırtıyı!"

 

Ökten bana onaylamaz bakışlarını atarken Ömür bu halimizi şaşkınlıkla izliyordu. Ökten ekranın yanına gidip birkaç şeyle uğraştıktan sonra ekranda kısaca "Bir sonraki sefere görüşürüz." Yazıp kapandıktan sonra inanmaz gözlerle Ökten'i izliyordum. "Hayır.Bu ekranı ne için kullandığını sormayacağım Ökten."derken kendimi de söylediklerime ikna ediyordum. Ökten'in o tekinsiz gülüşü yüzünde taht kurarken omuzlarını silkti. "İstersen sor. Cevap vermekten çekinmeyeceğimi biliyorsun."

 

"Herneyse." Oturduğum koltuğa iyice kurulurken kısaca salonun kapısına baktım. "Gelecekler mi, yoksa ben devam mı etmeliyim? Artık çıkmalıyım." Ökten sesini yükselterek"Geliyorlar!"dediğinde sözlerinin kapının diğer tarafında ayakta dikilenlere ikaz olduğunu biliyordum. Beklenen olupta diğerleri sonunda salona adımladıklarında gözlerimi yüzlerinde dolaştırdım.

Zaman, benim aksime onlara acımıştı.

 

Çünkü onlar hala benim geride bıraktığım o çocuklardı...

Aram ve Mazhar içeri girdiğinde Aram dayanamayıp soluğu kollarımda almıştı. Soluğumu kesmek ister gibi beni sararken "Öldük kızım!"diye soludu. "Ne diye haber vermeden gidiyorsun ki?!"

 

"İçeri gelmenize yetecek kadar merak etmemişsiniz anlaşılan. Bir kapı ötesine geçiremedi sizi merakınız."

 

"Saçmalıyorsun!"

 

Aram'ın sarılışından sonunda kendimi kurtarırken asık suratıyla beni izleyen Mazhar'ı buldu gözlerim. Bakışları fazla düzdü. Sadece düz. Bakışlarında merak veya endişe görmüyordum. Ama garip olan birşey vardı. Onda yıllar önce olduğu gibi nefretide görmüyordum.

 

Kuru bir "Hoşgeldin"diyerek kendini boş koltuğa bıraktığında Ökten bu haline burun kıvırıp "Sevimsiz"diye yakındı. "Hoşbuldum." Kalktığım yere tekrar oturduğumda Aram hemen dibime tünemişti. "Sökül hadi. Neredesin kızım sen kaç aydır. Karargaha bile girip çıkmadın. Neredeyse bir yıl oldu."

 

"Hastanedeydim."dedim kısaca. "Dokuz aydır mı?" diyen Ökten kaşlarını çatmıştı. "Dokuz aydır."

 

"Ne yaptın o kadar zaman hastanede? Yeme bizi Güneş?"

 

Umursamazca omuzlarımı silkerken "Patladım" dedim"Son görevde rehin düşmüştüm. Üzerime yelek giydirip mayının üzerine bıraktılar beni" Önce kısa bir sessizlik hakim oldu salonda, sonra da Ökten ve Aram'ın kahkahaları doldurdu salonu. Ömür anlattıklarımın doğruluğunu bildiğinden Mazhar'sa kendince bunu değerlendirdiğinden sessiz kalmayı seçmişlerdi. Ökten'le Aram'ın kahkahaları da yüzümdeki ciddi ifadeden sonra durduğunda Aram kekeleyerek "Ciddi misin?" diye sordu. Başımı aşağı yukarı salladım.

 

"Ciddiyim, yalan söylüyor gibi mi gözüküyorum? Son görevde patlamışız, sonra hastaneye kaldırmışlar" Ökten "Hadi lan oradan!" diyerek ayaklandığında bu defa gülme sırası Mazhar'a geçmişti. Aram hala inanmazca bana bakarken "Benim de uyandıktan sonra haberim oldu." dedim. Sonuçta bir yere kadar doğruydu. Uyanana kadar bende ne hallerde olduğumdan bir haberdim.

 

"Mümkünatı yok! İsmini Türkiye'de ki tüm hastanelerde arattım Güneş. Hastanede olsaydın bilirdim."

 

"Komadayken suikast girişiminde bulunulmuş. Sistemlerden silinmişim. Bende bunları yeni yeni öğrendim Ökten." Doğruydu. Uyandıktan sonra gelen adam tek değildi. Ondan öncede gelenler olduğundan hastanedeki varlığım gizli tutulmuştu.

 

Ökten hala kahkaha atan Mazhar'a baktığında "Komik olan ne?!" diye bağırdı. "Kız gelmiş havaya uçtum diyor ama bizim haberimiz bile yok!" Ökten sinirle ellerini saçlarının arasından geçirirken bana baktı tekrar. "Bize ne zaman haber vermeyi düşünüyordun Güneş?!"

 

"Hastaneden çıkalı zaten çok olmadı Ökten . Geldim işte, buradayım."

 

"Façacıya uğrayacak kadar çok olmuş ama?!"

 

"Ne bir de Façacıya mı gittin?!" diyerek sessizliği bozan Aram'ı onayladım kısaca. "Gittim."

 

"Orada ne işin vardı senin Güneş?"

 

"Ondan almam gerekenler vardı. Herneyse, size anlatmam gerekenler var. Sonrada çıkacağım. Gitmem gerekiyor." Mazhar bir kez daha kahkaha attığında sinirle gözlerimi yumdum. "Ne söyleyeceksin bize? Yada dur, şöyle sorayım; ne işin düştü de geldin bize Güneş Erna?"

 

"Mazhar, o dilinin ayarına sahip çık oğlum!" Ökten'in bakışları ok gibi Mazhar'ın üzerine düştüğünde sert bir soluk bıraktım. "Dinlemeyeceksen gidebilirsin Mazhar. Ama benim oyalanacak vaktim yok."

 

"Anlat sen Güneş Erna. Ben dinlemesem bile Aram ve Ökten hep burada. Hep dinlerler seni. Emin ol."

 

"Neyden nem kaptın sen Mazhar? Açık açık konuşsana benimle."

 

"Nem kapmama gerek yok Güneş Erna! Senin yüzünden hepimiz pas tuttuk! Senin yüzünden hiçbirimiz olmamız gereken yerlerde değiliz ve sen on ay sonra ortaya çıktığın ilk an sadece gideceğim diyorsun. Biz hak ettiklerimizi ne zaman alacağız Güneş Erna?"

 

"Mazhar, susana oğlum sen-"

 

"Geldikten sonra." Ökten'in sesini bıçak gibi kesen sesim salonda yankı yapıp tekrar bana ulaştığında Mazhar'ın yüzündeki ifade donmuştu. "Anlamadım. Ne?" Gülen suratının anbean nasıl bozulduğunu izlerken gülümsedim.

 

"Ne diyorsun sen Güneş? Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu senin" Ökten yanımda bitip, oturduğum koltuğun önünde diz çöktüğünde ellerini iki yanıma yaslayıp bana baktı. "Ne demek geldikten sonra Güneş? Ne var aklında, neyin içindesin sen yine?" Omuz silktim. "İçinde olduğum birşey yok Ökten. Patlamadan sonra hastaneden çürük raporu vermişler bana." Acıyla tebessüm ettim. Ne basitti bana yapılan şeyi birkaç cümleyle özetlemek.

 

"O ne demek Güneş?"

 

"Güneş demek işte Ökten. Sadece Güneş. Yüzbaşı Güneş Erna yok demek." Aram kollarını tekrar bana doladığında Ökten'de çöktüğü yerden kalkıp diğer yanıma oturdu. "Malulen emekli ettiler beni."diyerek anlatmaya devam ettim" Ölmeden ayrılık yok sanıyordum ben meslekten. Varmış.Ben uyurken olmuş bitmiş herşey. İtin birinin eğlencesi yüzünden Erna hayallerinden oldu işte." Yutkunurken bir kez daha kaldırım kenarında oturan küçük kızı görür gibi oldum. "Ne söylersem söyleyeyim bir işe yaramadı."

 

"Kardeşlerin peki,uğruna hepimizi arkanda bıraktığın, onlar neredeler?" Mazhar gözlerini benden kaçırken sorduğu soruyla gülümsedim. Gehenna hala onun için uğurlarına onu terk ettiğim adamlardı. Ama beni buradan vurmamalıydı çünkü o yara hala çok tazeydi. "Karargahtalardır, nerede olacaklar?"

 

"Seni kapının önüne koyduklarında onlar neredelermiş peki?! Sikerler oğlum böyle işi!" Ökten sinirle soluyordu. Önlerinde ağladığım, yalvardığım anlar bir kez daha gözlerimin önünde kendine perde araladı.

 

Bir kez daha omuz silktiğimde Aram'ın kollarının altına iyice sinmiştim. "Gidecek bir yerim kalmadı..." Diye fısıldadım . Bir evim olabilirdi, bir çevrem ve paramda. Ama artık bir ailem yoktu... "Kılıç Baydemir..." Verecekleri tepkiyi görmek için yüzlerini kısaca süzdüm. "Kapıma geleceksin demişti. Biliyorsunuz hepiniz." Asker olmak istediğim zaman karşıma geçip"Kapıma geleceksin "demişti bana. "Şimdi git kızım. Ama bir gün gidecek bir yerin kalmadığında tek seçeneğin ben olacağım." O gün gitmeme izin vermesi için tek şartı bir gün kapılar yüzüme kapandığında kendim dönecek olmama söz verdiğimdendi.

 

Dediği gibi olmuştu. Kapılar bir şekilde yüzüme kapanmıştı ve ben ona kendim dönmüştüm. "Gördün mü babanı?" diye soran Ökten'i başımla reddettim. "Görmedim. Ama biliyorsunuz, gitmeme izin verdiği gün koştuğu şartı. Dediğini yapıp ona gittim. Burada ki mezarlarından birini açtım."

 

"Ne çıktı peki?"

 

"Bir sandık. Küçük bir cephane ve bolca para."

 

"Sandıkta ne vardı?" Diyen Ökten endişeyle beni dinliyordu. "Kimlik

Kılıç Baydemir adına bolca sahte kimlik. Bilgiler. Küçük notlar. İstanbul'da ki bazı mezarlıkların haritaları. Birde façacının adresi."

 

"O ne arıyormuş sandıkta?"

 

"Kılıç Baydemir adresin yanına elçisi olduğuna dair bir not bırakmıştı. Elçi façacıymış işte. Gittim konuştum. Ama benimde bir şartım vardı."

 

"Ne şartı Güneş Erna? Ne dönüyor yine Allah aşkına?"

 

"Hesap sormak istedim Ökten. Benim bu hale gelmeme neden olan adam yabancının teki. Kılıç Baydemir'le alakası var mı yok mu öğrenmek istedim."

 

"Bunu nasıl yapacaksın peki Güneş? Orayı da düşündün mü?" Ben ve Ökten konuşurken herkes susmuş bizi izliyordu. "Sorsam söyleyecek değildi herhalde. Bende başka birşey istedim.Façacı istediklerimi yolladı. Yarın Matthew Swift'in olduğu terör kampına sızacağım."

 

"Siktir Güneş Erna! Bu bildiğin intihar! Seni oraya tek başına yollamam." Ökten sinirle ayaklandığında ifadesiz gözlerle yüzünü izliyordum. Ondan izin almak için burada değildim.

 

"Yollar mısın diyen yok Ökten. Buraya haber vermek için geldim. Ben bu akşam yola çıkacağım. Sizde hazır olun. Geldikten sonra Baydemir'in istediği soy adını alacağım. Masaya da-" gözlerim Mazhar'ınkilerle buluştuğunda bu defa dik dik bakmak yerine gözlerini kaçırdı. "Oturacağım. Hepiniz hak ettiklerinizi alacaksınız. Ama bilmenizi isterim hepinizin..." Başta Mazhar olmak üzere hepsinde gezindi gözlerim. "Bu kadar sene yapmaya çalıştığım şey sizi hakkınız olan şeylerden mahrum etmek değil korumaktı. Baydemir size verdiği koltuklarla sizi siz olmaktan çıkarırdı."

 

"Güneş, ani karar verme. Sen o masaya oturamazsın. Sen sırf bunun için herşeyi geride bırakıp gitmedin mi? Nasıl şimdi hiçbir şey olmamış gibi geri geleceksin ki? Siktir et hakkımız olanları!" Ökten burnundan solurken gözleriyle Mazhar'ı delik deşik etmek için herşeyi yapabilecek gibi duruyordu. "Kimse o masa için ölmüyor. O masa yokkende hepimiz gayet iyiyiz. Koltuklar bunca yıldır boş. Bundan sonrada boşta kalsa kimse bir şey kaybetmez. Biz yokken de dengeyi gayet iyi sağlıyorlar."

 

"Sözümden dönecek halim yok Ökten. Asker olmama izin verirken bile bir gün geri döneceğimi biliyordu o adam. Şimdi sözümü çiğneyemem. O dediğini yaptı."

 

"Güneş..."

 

"Uzatmaya gerek yok Ökten. Gideceğim, geldiğimde de o koltuğa oturacağım. Herkesin istediği bu değil mi işte?"

 

"Yapma. Bu sana ters."

 

"Artık değil. Sorgulama. Şimdi zamanı değil." Konuyu değiştirmek için geldiğimizden beri sessiz sedasız bizi izleyen Ömür'e döndü bakışlarım. "Ökten"dedim başımla Ömür'ü işaret ederken. "Bu Ömür. Benimle birlikte

Dün seninle konuşan oydu." Ökten Ömür'e bakıp kısaca başıyla selamladı. Geldiğimizde gelişen klasik hoşgeldin beş gittin lafından başka bir şey konuşulmamıştı. "Onu benim evimde bırakacaktım Ökten. Ama dün seninle konuştuktan sonra kararım değişti. Mesleki eğitim lisesinde bilişim dalında eğitim görmüş. Dün sende gördün, becerisi var. Senin içinde sorun olmazsa eğer seninle bırakmak istiyorum. Kendini geliştirsin."

 

Ökten varla yok arası başını sallayıp onayladı beni. "Güneş, oturup adam akıllı konuşalım şu gitme işini. Bak bi-"

 

"Hayır Ökten. Gideceğim." Aram'ın beni saran kollarından ayrılıp ayaklandım. Benimle beraber hepsi kalkmıştı. "Şimdi çıksam iyi olur hatta. Uçağa yetişmem lazım."

 

"Güne-"

 

"Döneceğin tarih belli mi bari?" Diyerek Ökten'in sözünü kesen Mazhar'ı buldu bakışlarım. "En kısa zamanda kıçını layık olduğu koltuğa koymanı sağlayacağım Mazhar. Şüphen olmasın."

 

"Niyetimin bu olmadığını biliyorsun. Sana hiçbir zaman bunun için kızmadım."

 

"Evet. Sen bana sözde sizi bırakıp gittiğim için kızmıştım değil mi? Doğru." Alayla Mazhar'a bakarken daha fazla beklemeyip yanına gittim. Yumruk yaptığı ellerini pantolonunun cebine sokarken gözleri bana bakmamak için inat ediyordu. "Ama sende sizi asla bırakmadığımı biliyordun Mazhar. Bir şey değişti mi?"

 

Adem elması aşağı yukarı oynarken gülümsüyordum. "Bak gördün mü? Pek bir şey değişmiyormuş?" Tekrar salonun ortasına geçtiğimde Ökten ve Aram'ın kolları arasına girmiştim. Gideceğimi kabullenmişlerdi çünkü bundan başka yapacak birşeyleri yoktu. Mazhar veda etmek yerine köşeden bizi izlemekle yetinirken Ömür'e sarılan ben oldum. Ben yapmasam hayatta gelipte veda edecek değildi. "Abla, ne gerek var buna. Ben senin evine geçsem olmaz mı?"

 

"Olmaz Ömür. Madem elinden geliyor bu iş, o zaman kal Ökten'in yanında. Emin ol senin içinde böylesi iyi. Ben döndüğümde yine yanımda olacaksın zaten."

 

Vedalaşma işini bitirir bitirmez oradan ayrıldığımda bu defaki hedefim havaalanı olmuştu. Bu gece Hatay'a inecektim. Oradan da sınırı geçmem gerekiyordu. Uzun bir yol, yine önüme serilmişti ve şartlar beni her adımda örselemekten geri durmayacaktı.

 

.........

 

 

 

 

Araba arazi yolda sallanıp dururken yüzüme sardığım puşiyi gözlerimin altına gelene dek çektim. Elimde ki tabancaya daha sıkı sarılırken gözlerim zifiri karanlık gecede etrafı izleyip duruyordu biçare. Toprak yol, tüm tozu yukarı kaldırdığından nefes alacak yer bırakmamış gibiydi bize. Kolumdaki saat, dörde vururken biz çoktan sınırı geçmiş, Suriye topraklarında yol alıyorduk.

 

"Gel git yapıp duruyoruz ama bizde alışamadık şu yollara. Hep toz toprak heval." Geçtiğimiz iki saat boyunca yaptığım gibi yanımdaki adamı duymazdan gelirken dışarıyı izlemeye devam ediyordum.

 

Dün gece Hatay'a inmiştim. Oradanda façacının gönderdiği adamla sınıra gelmiştim. Şimdi de teröristleri getir götür yapan şerefsizin tekiyle inlerine gidiyordum. Sınırı akla hayale gelmeyecek yöntemlerle geçmiş, kampa doğru yol almıştık çoktan.

 

Façacıya ne pahasına olursa olsun sızdığım kampta kimsenin ağız kokusunu çekmeyeceğimi söylediğimden beni kendi ayarladığı sahte bir kimlikle yolluyordu oraya. Yarı İspanyol, ruh hastası bir terör üyesinin kimliğini kullanarak girecektim kampa.

 

İleride gözüken arabalarla elimdeki silahın emniyetini açtığımda yanımdaki adam "Dur heval!" diye bağırdı. "Ne yapıyorsun, onlar bizdendir! Seni almaya gelmişler." Adama yandan bir bakış atsamda silahımı indirmedim. Görmeden emin olamazdım. Arabalar arasında beş altı metre kala elimi kaldırarak "Durdur arabayı"dedim. "Gidiyoruz iş-"

 

"Durdur arabayı!" Adam homurtular eşliğinde arabayı durdururken ben kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Silahı kaldırıp gördüğüm adamlardan birini hedefe alırken "Kimsiniz?!"diye bağırdım. Adım atmayı kesmiştim. Aramızda yeterli bir mesafe vardı.

 

"Yolun geri kalanını bizimle geleceksin! Matthew bizi yolladı."

 

"Hewar yanınızda mı?" Hewar, façacıya verilen isimdi. Beni yolun devamında kampa götürecek adam oydu. "Buradayım!" diyen başka bir ses duyduğumda ilerideki arabalara doğru yürüdüm. İki arabayla gelmişlerdi. "Hanginiz Hewar?" derken birbirinin aynı kıyafetleri giyen dört adamın karşısında duruyordum.

 

"Benim." diyen esmer adam öne çıkıp elini uzattı. "Bizimle temasa geçen senmişsin." Uzattığı ama benim sıkmadığım elini indirirken "Doğru"diye onayladı beni. "Sende Rosalinda olmalısın."

 

"Öyleyim."

 

"Gidelim öyleyse. Açık alanda fazla kalmak iyi olmaz."

 

Başımla varla yok arası onaylayıp arabaya doğru yürüdüm. Öndeki siyah arazi arabasına geçip oturduğumda Hewar denilen adamda yanıma oturmuştu. Arabalar yola koyulduğunda "Yapılacak teslimata kadar bizimle kalacaksın. Biliyorsun değil mi?" diye soran Hewar'ın sesi doldurdu arabayı.

 

"Tıpkı Matthew'in kız kardeşinin bizde kaldığı gibi. Biliyorum." Yandan bir şekilde yanımda oturan adama bakıp tekrar cama çevirdim gözlerimi. İspanyol bir çete ve Matthew denilen adam arasında yapılacak büyük bir sevkiyat söz konusuydu. Ve her iki tarafta teslimat gününe kadar birer rehine tutuyordu elinde. Tabii İspanyolların rehinesi son anda ben olmuştum.

 

Yol boyunca başka bir konu konuşulmadığından bende kimsenin sesini duymak zorunda kalmıştım. Bir saat kadar yol gittikten sonra toprak rengi çadırlarla doldurulmuş büyük bir araziye gelmiştik. Her yerde arazi arabaları, çadırlar ve bolca it soyu vardı. Arabadan indiğimizde Hewar kısaca "Buradan."deyip yürümeye başladı. Bende ardından onu takip ediyordum. Çadırlardan birinin önüne geldiğinde "Burada kalacaksın"dedi.

 

"Matthew ile görüşmek istiyorum. Nerede şimdi?"

 

"Matthew buralarda yok. Bir süre de olmaz. Bu hafta göremezsin onu."diyen adamla sinirlerim gerilirken "Bu ne demek?"diye sordum. "Beni karşılamaya gelen kişi de kendisi olmalıydı. Bunu bile yapmadığı halde bir hafta boyunca ortalarda olmayacağını mı söylüyorsun?"

 

"Sorun çıkan sevkiyatlardan biri için İran'a gitmek zorunda kaldı. Bu hafta olmasa bile önümüzdeki hafta burada olacaktır. Özürlülerini iletip senin onu anlatacağını düşündüğünü belirtti. Gelir gelmez görüşecek seninle."

 

"Elini çabuk tutsa iyi olur!" diye patladıktan sonra yanımdaki çadırın bez kapısını açıp kendimi içeri attım. Matthew'in bir hafta ortalarda olmayacağını bana söylemeliydi façacı. Bilmiyor olduğunu düşünmüyordum ama söylemediğine göre aklında birşey olmalıydı.

 

Façacıya bolca saydırdıktan sonra çadırda ki demir ranzada gözlerimi kapatıp uykuya daldım. Öğlene doğru uyanıp yemek diye önüme koydukları şeyi yedikten sonra kampı kısaca gezip kendimce bir harita çıkarmıştım. Beni harekete geçirecek herhangi bir şey olmamıştı henüz.

 

Farklı bir şey olmadığından günler yemek için çadırdan çıktığım, ve etrafı gezdiğim süre haricinde çadırda geçip gidiyordu. Her gün kampın farklı bir kısmını gezip planımı ona göre şekillendiriyordum. Façacı iletişim için bir telefon vermişti ama ondanda ses seda çıkmıyordu.

 

İlk hafta geçipte Matthew kampa dönmediğinde dayanamayıp façacıyı arayan ben olmuştum. Herşey olmuş olabilirdi neticede. Belki de ifşa olduğum için kampa dönmüyordu bu soysuz it. Façacı gayet sakin bir şekilde İran'da ki teslimat sırasında vurulduğunu söylediğinde kan beynime sıçramıştı adeta. Birde üstüne tedavi için Rusya'da ki bir kampa götürülmüştü.

 

Bundan hemen sonra Hewar denilen adam da gelip façacının söylediklerini daha yüzeysel bir şekilde anlatıp geri gittiğinde çadırıma kapanmıştım. Matthew denilen adamın kampa dönmesi en erken bir ayı bulurdu. Hewar bunu söylemese de façacı bunu gayet net bir şekilde imalarıyla belli etmişti. Kamptan çıkıp adam geldiğinde tekrar dönmek gibi bir lüksüm olmadığı için yapabileceğim en iyi şey çadırımda günleri sayıp adamın gelmesini beklemek olmuştu.

 

Matthew'in durumu İspanyollarla olan teslimat tarihinin de ertelenmesine sebep olduğundan kamptan çıkacak bir yolumda kalmamıştı.

 

Günler eziyet verecek şekilde yavaş bir şekilde akıp giderken ilk ayı çoktan devirmiştim. Güneş ışıkları içinde bulunduğum çadırın uyduruk penceresinden içeri sızarken yatağın ucuna bıraktığım kıyafetleri alıp giyindim. Haki yeşili boğazlı kazağın altına siyah bir pantolon giyinirken çadırın girişine bıraktığım siyah botlarımı ve kampa gelirken üzerimde olan siyah deri ceketi üzerime alıp çıktım çadırdan.

 

Bir aydan fazla bir süredir buralarda dolaşıp durduğumdan varlığımı kimse garipsemiyordu. Burada bulunduğum süre boyunca bana sataşan birkaç kişiye sıktığımdan kimse benimle konuşmuyordu da. Hatta bana alışmış bile sayılabilirlerdi. Bundan mütevellit rahat bir şekilde ortalıkta dolaşırken Hewar'ın çadırına doğru yola koyuldum. Kapıda bekleyen adam beni görür görmez içeri girip haber uçurmuştu. Çadırın bez kapısını aralayıp destursuz bir şekilde daldım içeri. Hewar masasının başına kurulmuş önündeki kağıt tomarına gömmüştü kafasını. Başını kaldırıp beni gördüğünde ayağa kalktı. "Hoşgeldin."

 

"Gezineceğim. Yemeğe kadar ortalıkta olmam. Matthew'den haber alırsan eğer buralardayım."

 

Başını aşağı yukarı salladı. "Haber alırsam bizim çocuklardan birini yollarım sana. Rahatına bak."

 

Çadırdan geldiğim hızla çıkarken adımlarımı kampın dışındaki kırsal araziye doğru yönlendirdim. Kamp bir hayli kalabalık olduğundan gezintilerimin çoğunu arazi dışında yapıyordum. Gözlerim boş topraklarda gezinirken birkaç saat boyunca etrafta gezinip durdum.

 

Matthew'in artık gelmesi gerekiyordu çünkü daha fazla bekleyemezdim. Bir an önce geri dönüp söz verdiğim gibi üstüme düşeni yapmalıydım. Matthew'in benden şüphelenmiş olma ihtimali içimi kemirip dururken "Heval! Roza heval!"diye bağıran sesle başımı dikleştirdim. Ama görmeyi beklediğim şey kesinlikle bunlar değildi.

 

Bugün arazide devriyeye çıkan terör grubu vardı karşımda. Kısa bir an arkamı dönüp geldiğim yere baktım. Kampı göremeyecek kadar uzaklaşmıştım. Tekrar arkamı dönüp karşımdaki adamlara baktım anlamsızca.

 

On terörist

ve yedi asker.

 

Hayır, on it ve zincire vurulmuş yedi kurt yavrusu...

 

Tabii birde ne olduğu bile belli olmayan ben...

 

 

 

 

 

 

​​​

Bölüm : 10.01.2025 16:09 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...