22. Bölüm

AÇIK KAPI, KİLİTLİ YOL

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

 

@sedefkoc adlı kullanıcıya ithaf edilmiştir.

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

08.12.2024

 

 

 

 

10. BÖLÜM

 

 

AÇIK KAPI, KİLİTLİ YOL

 

💣

 

 

Saygı. Bu kelime çoğu dilde büyük önem taşırdı. Kimisi olması gerektiğinden, kimisi tatmin etme ihtiyacıyla yanıp kavrulan egoları için bu kelimeyi duyardı. Bu kelimeye muhatab birçok şey, unsur ve insan vardı.

 

Eğer çalışıyorsanız üst rütbenize saygı duymak zorundaydınız.

 

Eğer bir evlatsanız ailenize saygı duymak zorundaydınız.

 

Eğer aşıksanız, karşıdaki kişiye saygı duymak zorundaydınız.

 

Eğer insansanız, bir diğerine hatta bir hayvana saygı duymak zorundaydınız.

 

Ve eğer yaşıyorsanız...

 

Ölüye saygı duymanız gerekir miydi?

 

Saygı denen kelimeyi benim için hakeden kimse olmamıştı. Bu zamana kadar saygı duyduğum insanlar tek bir mertebede binlerce kişiden oluşuyordu ama fazlası yoktu. Benim için saygı demek, al bayrağa rengini veren o erlerdi. Benim için saygı demek vatana göz dikenin gözünü oyan o kahramanlardı. Bu vatan için kanını akıtan binlerce, on binlerce şehitti saygı demek.

 

Ama ölü...

 

Ben ölüleri tanımazdım.

 

Tanıdığım tek ölü bendim.

 

Katıldığım tek cenaze bana aitti.

 

Oysa şimdi bir mezarın başında bekliyordum. Sahipsiz bir şekilde bekliyordum. Karşımda koca bir anıt vardı. Sanki tek bir beden buraya sığmamış gibiydi. Girdikten yıllar sonra içinde yok olacağı mezara sanki sığmazmış gibi koca bir mezar vardı karşımda. Üzerindeki taşta "Kılıç Baydemir" yazan bir mezarın başında öylece bekliyordum.

 

Bir amacım vardı. Bir sebebe sahiptim. İçimde alevlenen bir duygu vardı. Yapmam gereken onca şeye sahiptim.

 

Karşımda babamın mezarına bakarken aklımdaki tek şey intikamdı. Bana babam böyle öğretmişti. Duygular yasaktı. Sevgi, merhamet, özlem ve nicesi...

 

Karşındaki babanda olsa, ez kızım.

 

Gözlerim karşımdaki mermer taşın üzerinde hızlı hızlı hareket ederken nasırlı ellerimi taşa sürttüm. Dudaklarım bir kez daha üzerindeki yazıları okudu.

Kılıç Baydemir

 

Kızının Babası

 

01.01.1998

 

Baba...

 

Baba... Kızının Babası. Ölüm tarihi yoktu o taşın üzerinde. Doğum tarihi yoktu. Ruhuna bir Fatiha beklememişti. Okuyanın olmayacağını biliyor gibiydi.

Ruhlara okunan Fatihalara sebep olan bir adamın Fatiha okuyacak kimsesi olmazdı ve o adam bunu biliyordu...

 

Baba kelimesinin üzerinde bir kez daha durdu gözlerim. Baba olmayı sevmiş miydi? Sanmıyordum. Öyle olsa beni bu kelimeye hasret kılmazdı. Benim bu kelimeyi bir kez bile teleffuz edemememe sebep olmazdı. Ama buradan bakınca nasılda iyi bir baba imajı çizmişti.

 

Ama o adam hiçbir zaman baba olamamıştı.

 

Taşın üzerindeki doğum tarihine bir kez daha baktım. Yeni bir yılın ilk yılı birçok insana ölüm getirmişti. Ve bu ölümde yaşayan tek kişi bendim.

 

Elimde tuttuğum kazmayı bir kez daha düşünmeden önümdeki kuru toprağa sapladım. Zaten kurumuş olan toprak bu darbemle daha da çatlarken bir kez daha vurdum toprağa. Sonra bir kez daha. Tüm toprak un ufak olana dek tekrarladım bunu. Sinirimi ondan değil ama ardında bıraktığı kuru bir topraktan çıkardım.

 

Elimdeki kazma işlevini yitirdiğinde bu defa hemen yanımda duran küreği aldım elime. Az önce parçalara ayırdığım toprağı bu defa yerinden ettim. O hiçbir zaman saygıyı hak etmemişti. Ama ben ona hak ettiğini veriyordum. Ona saygı duymuyordum. Tıpkı o gün bana dediği gibi.

Ne ölüme, ne dirime kızım. Ne ölüme, ne dirime...

Toprak alçaldıkça alçaldı. Derine indim. En dibe. Onun toprağı mezarından kalktıkça benim kalbimin üzerine örtüldü. Ama zemherinin buz ettiği kalbime bu toprak bile azdı.

 

Toprağa sapladığım kürek en sonunda sert bir yüzeye vurup tok bir ses çıkardığında dizlerimin üzerine çöküp mezara doğru eğildim. Hayattayken önünde baş eğmediğim adamın mezarı önünde diz çöktüm.

 

Parmaklarım o sert zeminde gezindiğinde bunun mezarın üzerini örten büyük bir tahta olduğunu fark ettim. Tüm deliğin üzerini kapatacak şekilde ayarlanmıştı. Aradığım şey buradaydı. Tahtanın kenarlarında ki toprakları hızlıca temizledikten sonra tahtayı köşelerinden birinden sıkıca tutup tek hamleyle kaldırdım. Kaldırdığım tahtayı tek hamleyle geriye doğru savurduktan sonra açığa çıkan manzaraya baktım. Aradığım şey kesinlikle buradaydı.

 

Hayır, bir mezarda olması gerektiği gibi kemikler, iskelet parçaları veya bir insandan geriye kalanlra yoktu karşımda. Onlarca sandık duruyordu hemen önümde.

 

Tıpkı bundan önceki mezarlarda olduğu gibi bunda da o yoktu. Kendi mezarında bile yer edinememişti o adam.

 

Mezarın içine tamamen inip ilk sandığın kapağını açtım. Karşımda küçük bir cephane bana göz kırptığında kısaca diğer sandıklara da baktım. Diğerlerine nazaran daha küçük olan sandığı gözüme kestirdiğimde hızlıca içine baktım. Bunda silah değil kağıtlar vardı. Birçok dosya, isim, gazete ve farklı farklı kimlikler. Sandığı incelemeye bir son verip kapağını kapattım. Elimdeki sandıkla beraber mezarın dışına atladığımda gözlerimi arkamdaki ağaçlara çevirdim.

 

"Bana ocüymüş gibi bakmayı kes. İnsanım." Ciğerlerime hapsettiğim nefesi saldım. Dakikalardır o ağacın ardından beni izlediğini anlatmayacağımı düşünüyorsa eğer yanılıyordu. Çünkü kendini fazlasıyla belli etmişti.

 

Derin bir nefes aldıktan sonra dolunaya baktım. Bu gece beni aydınlatmak ona düşmüştü. "Ayrıca göbeğin sana pek yardımcı olmuyor. O ağaç senden birkaç beden daha küçük." Beklediğim gibi birkaç homurtu duyduğumda ağacın arkasına saklanan genç çocuk kendini açık etti. Titreyen bedenini gördüğümde sıkkın bir nefes bıraktım.

 

"Şu gözlerini çek üzerimden velet."dişlerimi sıkarak söylediklerim onu daha da korkutmuş gibi titremesi arttığında kendimden bir kez daha iğrendim. Üzerimde üniformam ile birçok çocuğun hayalini süslerken başka bir çocuğu benliğimle korkutuyordum.

 

"Korkacak bir şey yok. Bir tanıdık." Kaşlarımla arkamdaki mezarı işaret ettiğimde çocuk kalkan kaşları ile bana sanki bir hayaletmişim gibi bakmaya devam etti. "Ne var ulan?! Babamızın mezarına ziyarete geldik işte! Niye mezardaki benmişimde dirilmişim gibi bakıyorsun?"

 

Sağ elinin işaret parmağı titrek bir şekilde havalanıp arkamdaki açık mezarı işaret ettiğinde "Babanın mezarını mı kazdın yani?"diye sordu. Sanki çok normal bir şeymiş gibi sakince omuzlarımı silktim. "Senin mezarını mı kazmalıydım?"

 

"Hayır tabiki de!"diye cırladığında diğer eliyle hızlıca ağzına kapattı. "Abla Allah'ını kitabını seversen senin akşam akşam başka işin yok muydu ya?!"

 

"Niye lan? Bu akşam müsait değil miydi?"

 

Cevap vermek yerine bana dik dik bakmaya devam ederken derin bir nefes alıp ona doğru bir adım attım. Benim adımımla oda geriye doğru bir adım attığında olduğum yerde durdum. "Sen bu saatte burada ne arıyorsun?" Etraftaki mezarlara baktım kısaca. "Ziyaret mi?" Yüzünde küçük bir tebessüm oluşurken oda benim gibi omuz silkti. "Ziyarete layık kimseyi bulamadık daha."

 

"Ne iş o zaman? Bekçi sen misin?"

 

"Yok be abla? Bize kim neyi emanet etsin?"

 

Ağzım bir hayli açılırken"Oğlum saf mısın lan sen?"diye soludum. Kaşları hızla çatılırken"O niye?"diye sordu oda. "Niye beni izliyorsun sen oradan kaç saattir?"

 

"Her gün önümüzde mezar açmıyorlar ya abla." Omuz silkti.

 

"Külahıma anlat sen onu." derken gözlerinin arkamdaki bir noktaya uğradığını gördüm. "Onlar senden değil galiba ha?"diye sordum baktıklarını kastederek. İrkilerek bana baktığında"Bir sorun mu var?"diye ekledim. Yutkunarak tekrar arkaya baktığında"Yardım et abla..."diye fısıldadı.

 

Onun ani değişimiyle bende yerimde dikleşirken "Anlat bana."diye onun gibi kısık sesle konuştum. "Bir durum varsa yardım ederim. Konuş." Gözleri kaçamak bir şekilde mezardaki silahlara kaydığında sertçe yutkunduğunu duydum. "Benden sana zarar gelmez. Askerim ben. Özel harekat. Yüzbaşı Güneş Erna Baydemir." Dilim dişlerimin arasında ezildiğinde söylediklerimin ağırlığıyla ezildim. Artık bu söylediklerimin hiçbiri değildim.

 

Duyduklarıyla yüzünde bariz bir rahatlama belirdiğinde "Yardım gelirse bana senden gelir abla"dedi aynı sesle. Başımı hafifçe aşağı yukarı salladım. "Mevzu ne, anlat önce "

 

"Mevzu uzun abla. Ama sana yemin ederim benim bir suçum yok. Dinlesen anlarsın beni. Ama yardım et Allah aşkına. Şunlardan bir kurtulayım, yemin ederim anlataca-"

 

"Yemin etme!"diye aniden çıkıştığımda olduğu yerde adeta sıçradı. Elimle yüzümü sertçe ovaladıktan sonra açıklama yapmak için ağzımı açmıştım ki "Ecnebi misin abla?"demesiyle yüzüne bakakaldım.

 

"Hay sizin ecnebinize lan!"

 

"Ne kızıyorsun abla?"

 

"Seni ecnebice öldürürüm velet. Eşek cennetine ani iniş yaparsın. Yemin etmeden anlat şunu!"

 

Araya iki adım daha mesafe koyduktan sonra tekrar konuştu."Müslü-"

 

"Lan konuş bak elimden bir kaza çıkacak!"

 

Gözleri far görmüş tavşan gibi açıldığında bana değil arkama bakıyordu. Az önce gizli gizli baktığı arkadaşları kendilerini açık etmiş, üzerimize yürüyorlardı. Anlaşılan olayın sebep kısmı sonraya kalacaktı. Yanımdaki hala ismini bilmediğim çocuğa göz ucuyla baktığımda onunda korkuyla bana baktığını gördüm. "Sen git abla. Kaç git, ben bakarım başımın çaresine. Sen bulaşma bunlara, Allah'ını-"

 

"Umarım yanlış yapan sen değilsindir velet yoksa aynından bir tanede sen yersin."

 

Merakla bana bakarken"Neyden abla?"demişti ki önümdekilere ilk hamleyi yapıp ilk yakaladığıma kafayı gömdüm. Arkamdaki çocuk birkaç adım gerilerken karşı taraftakilerden biri sert bir yumruğu bana doğru savurdu. Yumruğunu havada yakalayıp geriye büktüğümde çokta sert olmayan bir tekmeyle onu kendimden uzaklaştırdım. Arkamdaki çocuk hem korkuyor hemde "Bırakın lan! O asker!"diye bağırıyordu.

 

En yakınımdaki ikisinin saçlarını kavrayıp kafalarını birbirine sürttüğümde mezar taşlarından birine takılıp düştüler. Üzerime atlayan bir diğerinin karnına tekmeyi bastığımda birkaç adım geriledi. Bir diğerinin sağ kroşesi çenemde patladığında sinirle birkaç adım geriledim. Bana vuran adam sinsice sırıtırken gülümsemesine aynı şekilde karşılık verip hiç beklemeden tekmemi bacak arasına geçirdim. Biri elimi sıkıca tutup beni kendine çevirdiğinde bu defa havadaki tokadı yüzüme inmeden yakaladım. "O bir kere olur!" derken diğer elimle yakasından tutup karşımdaki adama sert bir kafa attım. Burnundan gelen kırık sesiyle yüzümdeki gülümseme büyüdü.

 

Fazla uğraşmaya niyetim yoktu. İçlerinden biri belinden çıkardığı çakısını korkusuzca bana sallarken aptallığı karşısında sadece güldüm. Gülümsemem kahkahayla dönüşürken elindeki metal parçasına güvenip üzerime doğru yürüdü. Herkes bana delirmişim gibi bakarken ben yerdeki adamlara baktım. Bir metal parçası tüm özgüvenlerini yerine getirmiş gibiydi.

 

Onların ayağa kalkmasına fırsat vermeden belimdeki silahı çıkarıp emniyetini açtım. "Bendeki daha iyi sanki ha?" diye sorarken yüzümdeki gülümseme silinmedi.Yerdekiler korkuyla gerilediklerinde arkamdaki bu defa çareyi bana yaklaşmakta buldu. Ceketimi tuttuğunu hissettiğimde göz ucuyla ona baktım. Hem rahatlamış, hem korkmuş duruyordu. Kısık bir sesle "Demiştim demekten hoşlanmam ama demiştim. Abla asker."diye mırıldansada hepimiz duymuştuk.

 

"Şimdi..."derken sesimdeki soğukluk ve yüzümdeki ciddiyetle karşımdaki adamlara baktım. On kişiye yakındılar. Dördü yerde dururken diğerleri hala ayakta dikilmiş bana bakıyorlardı. "Hepiniz hafiften kaçıyorsunuz. Ne ben burada sizi gördüm ne siz bizi burada. Bir daha karşılaşırsak-" silahı elimde yarım tur çevirip namluyu tekrar onlara yönelttiğimde sözlerimi"birinden bu geceye dair bir şey duyarsam o sandıkta ki bütün cephane üzerinize boşanır. Şimdi, defolun!" diye tamamladım.

 

Ayakta olanların birkaçı yerdekileri toplayıp gerilediğinde geriye kalanlar hala yanımdakine bakmaya devam ediyorlardı. Silahı ateşleyip dikkat çekmek istemiyordum ama biraz daha devam ederse gözlerinden birini oyardım. Silahı baktığı yere doğru kaldırıp sağa sola salladığımda hepsi yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı.

 

Onlar gözden kaybolana kadar uzaklaştıklarında elimdeki silahı belime yerleştirip kısaca etrafa baktım. Mezarlıktan çıkmışlardı. Hala yanı başımda, ceketimin omzunu tutan çocuğa göz ucuyla baktığımda hızlıca kendini toparlayıp araya birkaç adım mesafe koydu. "Kusura bakma abla... Öyle birden şey olunca... Yani, silahtı, bıçaktı derken..."

 

"Mezarı kapat."

 

Az önce yere bıraktığım sandığı almak için eğildiğimde "Af buyur?"abla diyen sesini işittim. Sandığı alıp tekrar ayağa kalktığımda başımla arkamda hala açık duran mezarı işaret ettim. "Mezarı kapat. Sonrada konuşacağız. Seninkiler buraya en yakın köşebaşında nöbetteler. Elini çabuk tutsan iyi olur. Fazla vaktim yok." Elimdeki sandıkla beraber yakındaki bir ağaca doğru yürüyüp gölgesine oturdum.

 

Son sözlerimle dumura uğrayan çocuk merakla bana bakıp "İyide mezarı niye ben kapatıyorum?"dediğinde gördüğü gözlerimle sustu. Daha fazla konuşmadan az önce çıkardığım tahtayı tekrar aynı şekilde kapatıp aldığı kürekle toprağı eşelemeye başladı. Gözlerim bir sandığa bir gökyüzüne gidip duruyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum az çok.

 

Herşeyden önce almam gereken bir intikamım vardı. Hayallerime el uzatan o soysuzları öldürüp küçük Güneş'ten helallik alacaktım. Sonrası ise hala muammaydı çünkü ne yapacağımı hiç bilmiyordum. Etrafım dört bir yandan kuşatılmış gibi hissediyordum. Yıllar sonrasının hesabıyla uyuyan ben beş dakika sonra feneri nerede söndüreceğimi düşünüyordum.

 

Mezarlığın dışındaki konuşma sesleriyle gözlerim oraya kaysada yanımda hissettiğim hareketlilikle oraya döndüm. Çocuk karşımda oturmuş bana bakıyordu. Onu avlamak için bekleyen çakallarsa mezarlığın ötesinde bu çocuğa. Kapattığı mezara hızlıca göz attıktan sonra tekrar ona odaklandım.

 

"Abla, be-"

 

"Burada değil. Gidiyoruz." Oturduğum yerden kalkarken elimle pantolonuma yapışan toprağı silkeledim. Oda panikle ayaklandığında "Nereye abla?"diye sordu. "Karakola falansa eğer ben gele-"

 

"Seninkiler hala burada. Üstelik benim işlerim var. Eve gidince konuşuruz."

 

"Evine mi gideceğiz?" Kaşlarını havaya dikmiş tedirginlikle bana bakarken ters bir ifadeyle ona bakıp "Yiyecek değilim seni."dedim. "Bu gece orada kalırsın. Sabaha seni görmek istemiyorum."

 

Cevabını beklemeden arkamı dönüp yürümeye başladığımda onunda peşimden geleceğini biliyordum. Nitekim öyle de oldu. Ben önde, o arkada mezarlıktan çıktığımızda söylediğim gibi ilk köşe başında az önceki adamları görmüştük. Benden sebep yanımıza yaklaşmıyor olsalarda ayrıldığım ilk an yanımdakine saldıracaklarını biliyordum.

 

Elimin altında ki sandığa daha sıkı sarılırken yürümeye başladım. Bu gece bir hayli uzun olacaktı ama benimde durmam gerekiyordu. Daha fazla böyle devam edemezdim. Aylardır yatmaktan başka hiçbir şey yapmayan bedenim hamlamıştı. Bir an önce silkelenip kendime gelmem gerekiyordu çünkü şu an ki halim gitmem gereken yolda bana zorluk çıkarmaktan başka hiçbir şey yapmazdı.

 

Bu gece gidecek başka bir yerim olmadığından evime gitmeliydim. Üstelik her ne kadar uyarsamda Gökalp'in beni kontrol etmek için sabah eve geleceğini biliyordum. Arkamdaki elemanı da bu gece yalnız bırakamazdım. Eğer söylediği gibi bir suçu yoksa bensiz bu geceyi atlatması pek mümkün olmazdı. Derin bir nefes alıp bir kez daha sandığa baktım. Anlaşılan mesai şafaktan sonra devam edecekti.

 

Önümdeki yola baktığımda olduğum yerde durup arkama baktım. Hala ismini bilmediğim çocuğu es geçerken yolda bizi takip eden kırmızı Tofaş'a kaydı gözlerim. Güya arkadan bizi takip ettiklerini sanıyorlardı.

Disko topu gibi, her yanından rengarenk ışıklar saçan bir arabayla.

Boşta ki elimi kaldırıp gel der gibi salladığımda araba durup ışıklarını söndürdü. Tekrar yanması için birkaç saniye bekledim ama onların gelmeye niyeti yoktu anlaşılan. Arabaya baktığımı fark eden çocuk bana iyice yanaşıp "Ne yapıyorsun abla? Gidelim işte."diye fısıldadığından "Düş önüme."diyip ben arabaya doğru yürüdüm.

 

Benim yürümemle tekrar çalışan araba geri vites yaptığında ben çoktan elimi açık camdan içeriye sokmuştum. Şoför koltuğunda oturan adama sert bakışlar atarken "Durdur arabayı."dedim. Dört kişiydiler arabada. Bunlarla mezarlıkta herhangi bir temasın olmamıştı. Şoföre attığım kafayı saymazsak tabii.

 

Yanımdaki çocuğa arka kapıyı gösterirken "Bin."dedim. "Abla, ben giderim valla bak. Beni verme bunlara." Gözlerim anlık olarak arabanın içindekilere kaydığında onlarında keyifle yanımdaki çocuğa baktıklarını gördüm. Onu bırakacağımı mı düşünmüşlerdi?

 

"Ne diyorsun oğlum sen? Bin şu arabaya, uğraştırma beni." Tuttuğum camdan içeriye bakarken ön koltukta oturan adama bakıp "Sende arkaya geçiyorsun"dedim.

 

"Anlamadım?"

 

"Anlatırız. Arkaya geç şimdi sen." Belimdeki silahı çıkarıp elimde tutarken arka kapıyı işaret ediyordum. Yanındaki arkadaşlarından bulamadığı destek ile arabadan inip arka kapıya yöneldiğinde hala benim yanımdaki çocuğa ters ters bakıyordu. Kapıyı açıp binmek için hareketlendiğinde elimle durdurdum. "Sen değil-" adını hala bilmemek sinirlerimi bozarken "Önce sen bin. Ortaya geç."dedim benim yanımdakine. O istemeye istemeye arabaya bindiğinde diğeride onun yanına geçti. Bende fazla beklemeden ön koltuğa attım kendimi.

 

Sandığı kucağıma koyup silahıda namluyu yanımdakine bakacak şekilde üzerinde tuttuğumda "Taşlıtarla'ya sür"dedim. Çocuğu arabaya bindirmemle gelen mutluluk benim arabaya binmemle uçup gitmişti. Beni tanımıyorlardı ve buna rağmen yanımdaki adamı onlara vereceğini düşünmeleri büyük bir hataydı çünkü ben eskide olsa bir askerdim. Ve bize herşeyden önce yanındakini yaşatmayı öğretmişlerdi. Ne yaptığını umursamıyordum eğer bir kez yanımda tuttuysam zarar gelmesine izin vermezdim.

 

Araba tekrar çalıştığında her yandan ışıldayan ışıklara burnumu kıvırdım. "Bununla mı takip ediyorsunuz lan siz bizi?" Namlunun ucuyla yanımdaki ledlerden birine vurduğumda bu defa ışıklar yanıp sönmeye başladı. "Hay sizin beyninizi lan! Bu nasıl araba?!" Arabadakiler korkuyla silaha bakarken arkadakilerden "Şeytan doldurur abla,aman diyeyim. Sen sok onu cebine"dedi.

 

Hışımla arkamı dönerken silahıda oraya çevirmiştim. "Şeytan mı diyorsun lan sen bana?!"

 

"Yok abla, ne haddime?!"

 

"Silahı ben doldurdum oğlum. Ağzını topla."

 

Tekrar önüme döndüğümde can sıkıntısıyla yanımdakine baktım. Attığım kafa sağ gözünü morartmıştı. "Eee, sizin derdiniz ne? Anlatın, yol uzun." derken arkadakine baktım göz ucuyla. "Niye sıkıştırdınız çocuğu? Kaç tane adamsınız, bir çocuğa mı yetti gücünüz?"

 

"Ne çocuğu abla, koskoca adam."diyen arkadakilerden biriydi. Onu duymazdan gelirken"Sigarası olan var mı?"diye sordum. Arkadaki dörtlü anında birer paket çıkardığında öfkeli gözlerim bu defa benimkindeydi. Yaşının büyük olmadığı belliydi ama cebinde sigara dolaştırıyordu. Öfkeyle ona bakarken "Şok onu cebine, bir daha görmeyeyim!"diye soludum. Sarışın olan oğlanın elindeki paketi aldığımda bu defa esmer olan çakmak uzattı. Paketten aldığım bir sigarayı yakıp dudaklarımın arasına koyduğumda çakmakla paketi sahibine verdim.

 

"Sizi dinliyorum." Ağzımdaki dumanı açık camdan üflerken kulağım arabadaki adamlarda gözlerim akıp giden yoldaydı. "Bizim bir derdimiz yok. Derdi olan kardeşimiz."

 

Konuşan kişi yanımdaki şofördü. Kaşlarım çatılırken "Kardeşiniz?"diye sordum. "Mezarlıkta sana yumruk atan." Gözlerimde haylaz pırıltılar oluşurken "Hani hayalarını patlattığım mı?"diye sordum. Arkadakiler gülerken bu defa sinirle bakan şoför olmuştu.

 

"O işte."dedi sıktığı dişleri arasından. "Madem derdi onunla siz niye toplanıp çocuğun üstüne geliyorsunuz?"

 

"Derdi ne bilmiyorum, diğerleri de bilmez. Geçmişten kalma birşey."derken bir kırmızı ışığı geçmişti. Ona baktığımı fark ettiğinde az önce benim yüzümdeki gülümsemenin bir benzeri şimdi onun yüzündeydi. Kırmızı ışığa baktığımı fark etmiş gibi omuzlarını silkerken "Çalıntı araba aynalı, dert etme."dedi.

 

Bir tek çalıntı arabaya binmediğim kalmıştı zaten akşam akşam. Sabır çekerken tam konuşmak için ağzımı açmıştım ki "Araba mezarlığından"deyip susturdu beni. "Sahibine ceza yazsalar bile parasını alamazlar,dert etme." Mezarlık kelimesinin altında yatan imanın farkındaydım ama uğraşacak enerjim yoktu. Başımla onayladım sadece. İleride gözüken evime bakarken hepsine kısaca bakıp "Bu gece tantana çıkarmayın. O benim yanımda kalacak. Eğer bir daha kardeşinizin kardeşime elinin uzandığını görürsem sadece onun değil, bütün kardeşlerinin elini kırarım. Mevzu olursa buraya gelip beni bulun." dedim.

 

Elimle ilerideki mavi gecekonduyu gösterip"Burada dur."dedim. İkiletmeyip arabayı durdurduğunda önce ben sonrada arkadaki eleman çıktı arabadan. "Eyvallah "diyip arabadakilere selam verdiğimde hepsi pür dikkat beni izliyordu. Arkamda bana bakmaktan hareket etmeyi unutan çocuğun şapkasından tutarken evime doğru adımladım.

 

Aylardır uğramadığım evim beklediğimden daha iyi duruyordu. Buradayken çiçek açmasın diye kazıp durduğum toprak düzeltilmiş üzerine çiçek ekilmişti. Camlar ve kapı temiz duruyordu. Hatta evin dış cephesine boya vurulmuştu. Evimin bu değişimine çatık kaşlarla bakarken merdivenleri çıkmaya başladım. Anlaşılan ben yokken evime fazlasıyla iyi bakmışlardı. Kapı kolunu çevirdiğimde hiçbir zaman kilitlemediğim kapımın kilitli olmasıyla duraksadım.

 

Elim sinirle kapının üzerindeki çıkıntıyı bulduğunda anahtarı hızlıca deliğe sokup kapıyı açtım. Bizimkiler yine yapmıştılar yapacaklarını. Kapıyı açık bırakıp içeri girdiğimizde arkamdaki çocuk benim aksime kapıdaki anahtarı alıp içeriye girdi. Ben elimdeki sandıkla beraber yatak odasına doğru yürürken oda salondaki koltuklara doğru ilerliyordu. Sandığı odaya bırakıp mutfağa geçtiğimde kahve makinesini çalıştırıp dolaptaki fincanları çıkardım.

 

Elimde iki fincan kahveyle salona gittiğimde hala üzerinden çıkarmadığı montuyla koltuğun ucuna iliştiğini gördüm. Bir ayağı diğerinin üstündeydi. Yırtık çorabının üzerini örtüyordu. Elleri eski pantolonunun üzerinde hızlı hızlı gidip gelirken gözlerim kısa bir an parmaklarına kaydı. Dış görüntüsüne nazaran fazla bakımlı olan elleri fazlasıyla sırıtıyordu. Üzerindeki toprağı silkelemek yerine avucunun içiyle kıyafetlerine daha fazla sürttüğünü gördüğümde bunu oturduğu koltuğu kirletmemek için yaptığını fark ettim.

 

Elimdeki fincanları hızlıca orta sehpaya bıraktığımda antrede ki dolaptan bulduğum bir çift terliği alıp tekrar salona döndüm. Bedeni hariç her yere baktığımda hızlıca önüne bıraktığım terlikleri giyinip ayaklarını sakladı. Ben onun aksine rahat bir şekilde koltuğa oturduğumda kahvelerden birini ona uzattım. "Eve uzun zamandır gelemiyorum, temizlemedim de. Koltuklar biraz pis ama eğer istersen üzerindekini serip oturabilirsin. Isı birazdan yükselir. Rahat ol."

 

Gözleri hızlıca beni bulduğunda arkama yaslanıp kahvemden birkaç yudum aldım. Kesinlikle hastanedekilerden daha iyiydi. "Abla, Allah senden razı olsun. Sen olmasan bu-"

 

"Ben olmasam da kimse sana birşey yapamazdı. Kahveni iç. Ev ısınana kadar içini ısıtsın hiç olmazsa. Sonra konuşuruz. Bu gecede burada kalırsın."

 

Karşımdaki çocuğun kirli yüzünde boy gösteren mavi gözleri ışıldarken, yüzünede sıcak bir tebessüm yayıldı. "İçim ısındı abla. Sağol." Fincanı parmaklarının arasına alırken ben evimi inceliyordum. Salonumda göze çarpan bir eksiklik yoktu. Hatta evim ilk kez bu kadar temizdi. Küçük bir gecekonduda kalıyordum. İki katlı bir binanın üst katıydı bana ait olan kısım. Kiraydı burası ben ilk yerleştiğim yıldan itibaren yaklaşık on yıllık peşin ödemesini yapmıştım.

 

Bir antre, bir yatak odası mutfak ve salondan oluşuyordu. Benim için yeterliydi. Evin dışı mavi olsada içi her telden çalıyordu evimin. Yatak odamı bordoya boyamıştım. İçindeki mobilyalarda gri-bordo ikilisinden oluşuyordu. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde antrem beyaz siyah duvar kağıdıyla bezenmişti. Sebebi Eren'in Beşiktaş'lı olmasıydı elbette. Timle sürekli benim evimde toplanırdık. Burada kalırlardı bol bol. Ben kapıyı kilitlemezdim ama diğerleri ben olmadığında eve geldiklerinde kapıyı hep kilitlerlerdi.

 

Eren antreyi kendi takımının renklerine göre süsledikten sonra takımın Cimbomlu üyesi Caner salonu sarı kırmızı, fanatik Kanaryamızda mutfağımı sarı lacivert yapmıştı. Bir Fenerbahçeli olarak evimin bu hali beni zorlasada Gece'nin Karadeniz damarı tutup yatak odama mavi renk katmıyor oluşuna minnettardım. Her yerde timle olan fotoğraflarımız vardı. Beraber gittiğimiz maçlardan kalanlar, beraber ilk günümüz,ilk görevden sknraki akşam yemeği... Böyle böyle birçok anı vardı evimin duvarlarında. Geçmişim benimle olmasada evimle beraber hayattaydı...

 

"Ömür ben abla." Bakışlarım fotoğraflardan ayrılıp koltukta oturan çocuğa çevirdim. Elindeki fincanı iki eliyle sarmış, bana bakıyordu. Fincanın üzerinde tüten dumana onun nefesinin buğusu karışıyordu. Gözlerini kaçırken "Adım yani."dedi."Adım Ömür."

 

Kafamla onu onaylarken ifadesini ölçüyordum. "Güneş Erna bende." Ürkek bakışları kahveye değdiğinde "Ömür"dedim sıkkın nefeslerimin arasında. "Kahve içmek istemiyorsan eğer çay getirebilirim." Kahvesinde ki gözlerini bana çevirip kafasını salladığında bende daha fazla üstelemedim. "Bu gece olanlar için özür dilerim. Böyle olsun istemezdim ama seni orada tek başına görünce tek umudum sendin. Peşimdekileri tanırım. Vicdanları yoktur ama bir kadının yanında bana vuracak değillerdi. O kadarda şerefsiz değillerdir."

 

"Kimdi onlar? Niye senin peşindeydiler peki? Tanıyor olduğun aşikar. Bir derdiniz mi var?"

 

"Yanlarında ki, kardeşim dedikleri var ya hani?" Başımı devam et der gibi salladım. "O çocuk ailemizin davalıları."

 

"Nasıl yani?"derken elimdeki fincanı önümdeki sehpaya bırakıp dikkatlice onu dinledim. Omuzlarını kaldırıp, indirdi. "Benim babam, onun ailesinin katili. Yani öyleymiş. Ben babamı hiç tanımadım. O yüzden bir şey söyleyemem. Biz onlarla aynı yetimhanenin çocuklarıyız. 18 yaşıma bugün girdim ben." Yüzünde buruk bir tebessüm oluşurken bende onun gibi gülümsedim. Herhalde en son isteyeceği şey doğum gününde kendi babasının mezarını kazan bir kaçıkla beraber olmaktı.

 

"Ben yetimhanede olduğum için bulaşamazlardı bana. Diğerleri genelde onun yanında olmazlar ama bugün neden gelmişlerdi bilmiyorum. Ben onunla karşılaşmamak için yetimhaneden bile yalnız çıkmam zaten uzun zamandır. Ama bugün çıkmak zorunda kaldım."

 

Kaşlarımı çatarken"O neden?"diye sordum. "Erkekleri yetimhanede fazla tutmazkar abla. On sekizine girdin mi tamamdır. Git kendi başının çaresine bak diyorlar kibarca. Ben bizim yurdun müdüründen in beş gün daha istedim. İş bulacaktım. Ama ben iş bulamadan onlar beni buldular işte."

 

"Kimsenin aklına gelmemiş mi sizi ayrı yurtlara yerleştirmek?"

 

"Kim uğraşsın bizimle abla. Zaten oraya bıraktıktan sonra kimse bir daha bakmıyor yüzümüze."

 

"Yanında gelenler peki?"

 

"Onlarda bizim yurtta kalırlardı önceden. Senin kafa attığın vardı ya hani, o öncüleri gibi bir şeydir. Yurttan çıkanlara kol kanat geriyorlar hep birlikte."

 

"Sen niye onların yanına gitmedin? Yada daha doğrusu herkese kol kanat gerenler senin niye kolunu kırmaya çalıştılar?"

 

"Benden önce Yusuf'u, yani diğerini tanımışlardı çünkü. Ne anlattı bilmiyorum. Ama beni seçip kardeşlerine sırtlarını dönmezlerdi. Bende onlara gitmedim. Ben babamı hiç tanımadım abla. En eski anım bile yetimhanede ki yemek kuyruğudur benim. Ama gelmiş benden onun intikamını isitiyor. Kana kan dedi bana. Benim kanım bile üç kuruş etmez. Neyin derdinde onuda anlamadım. Benim kanımı akıtmadan durmaz o." Başını eğdiği yerden kaldırıp hızlıca bana baktığında yüzünde mahcup bir ifade vardı.

 

"Seninde başını ağrıtmam abla merak etme. Sabah çeker giderim. Görmezsin beni bir daha-"

 

"Benim de on bir tane kardeşim var Ömür, biliyor musun?" Gözlerimle duvardaki resimleri gösterdim. "Bugün hepsinin kapımdan kovdum. Bir fırça çektim ki sorma. Daha gelmeden evden kovdum. Ama yarın kapıdalar. Çünkü onların gözünde benim şu an onlara ihtiyacım var. Yarın kapıya geldiklerinde bir daha kovacağım. Ondan sonraki gün bir daha buradalar. Ben bu kapıyı onlar çaldığında bir daha açmam ama başlarına bir şey gelse yanlarında ilk ben olurum. " Gözlerimi tekrar Ömür'e çevirdim. "Yalan yok. Kim olduğunu bilmiyorum. Anlattıkların doğru mu diye sormam. Bize bunu adamın gözünden anlayalım diye kırk tane eğitim veriyorlar. Peşinde hangi itin kopuğun olduğunu da umursamıyorum. Ben bugün sana kardeşim dedim. Bundan sonrada öylesin. Evden gitmeyi unut."

 

Ayağa kalktığımda fincanları gösterdim. "Sabah kalktığımda seni bulamazsam ararım. Bulursam eğer ne olacağını söylemek istemiyorum. Fincanları mutfağa bırak. Bu gece salonda uyursun. Sabah kapı çalarsa da sakın açma." Ömür'ün gözünden akan yaşı görmemek için kafamı çevirip odamın kapısına baktığımda"Hadi iyi geceler."diyip oraya doğru yürüdüm. Bu gece daha fazla konuşmak istemiyordum. Daha fazla şey öğrenmekte. Bildiklerim bana yeterdi. Zaten yarın fazlasıyla çok şey öğrenecektim.

 

...........

 

"Hiçbir şey imkansız,

olmadı senin kadar

Ve ben kimseyi,

Sevmedim senin kadar."

 

Kafamı kaldırıp havaya baktığımda gözlerimi bu defa yıllardır uğramadığım mahalleme çevirdim. Sabah yediği geçiyordu. Koşuya çıkmış, iki ekmek almış evime gidiyordum. Yanımdan geçen eskiciyi aylar önce bu mahallede çıktığım her koşuda görsemde adını bilmediğimden verdiği selamı başımla alıp yoluma devam ettim.

 

"Anıların altında

Çırpındığıma bakma,

Aksın damla damla

Dokunma, dokunma."

 

Evimin olduğu sokağa girdiğimde gördüğüm bakkalla adımlarımı oraya yönelttim. Evde ne var ne yok bilmiyordum ama bizimkilerin boş bir evin mutfağını dolduracağını düşünmüyordum. Bakkalda bu defa eskiden bildiğim ihtiyar adam değil, otuzlarının başında gibi duran bir adam vardı. Konuşma zahmetine girmeden kahvaltılıkların oluğu rafa doğru yürüdüm.

 

"Yanıyorum ardında,

Sen kal dememe bakma.

Bir tek bendeki sen kalsın

Dokunma dokunma."

 

Rastgele bir peynirle bir zeytini aldığımda diğer rafta gördüğüm çikolata kutusunu aldım elime. Ben yemezdim ama Ömür'ün neyi sevip neyi sevmediğini bilemezdim. Aldıklarımı adamın oturduğu masaya bırakıp elime aldığım bir poşetle dışarıya çıktım. Bakkalın önüne dizilen domatesleri poşete doldururken içine birkaç tanede salata sıkıştırdım. Yemek yapamazdım ama menemen işten bile değildi.

 

"Üşüyorum aldırma

Sen ağlamama bakma

Bir türlü benim olmayanım.

Ölüyorum aldırma

Sen kal dememe bakma

Bir türlü benim olmayanım..."

 

Aldıklarımla beraber bakkala tekrar girdiğimde az önce masaya bıraktıklarımın da poşete koyulduğunu gördüm. Elimdeki poşeti de masaya bıraktığımda adamın hesaplamasını beklerken arka cebimdeki telefonu alıp kılıfına sıkıştırdığım kartımı çıkardım. Kulaklığımı çıkarıp omuzlarıma bırakırken adamın uzattığı cihaza kartımı okuttum.

 

Ödemenin onaylandığını gösteren sesi duyduğumda daha fazla beklemeden masadaki poşetleri alıp çıktım bakkaldan. Sokakta ilerlerken kulaklığımı takmak için yeltenmiştim ama duyduğum çığlıkla elim havada duraksadı. Hayır,durma sebebim birinin çığlık atması değil çığlık atan kişinin tanıdık olmasıydı. Elimdeki poşetleri daha sıkı kavrarken hızla eve doğru koştum.

 

Ve evet kesinlikle evime geldiğimde görmeyi beklediğim şey bunlar değildi. Dün ismini öğrendiğim Yusuf evimin karşısında durmuş avaz avaz bağırırken Gökalp merdivenleri tırmanmış, yan taraftaki camdan içeriye elini uzatmış Ömür'ü yakasından yakalamıştı. Ömür'ün yarı bedeni evin içindeyken diğer tarafı Gökalp tarafından dış tarafa çekilmişti. Merdivenlerin altında durup Yusuf'lara ter ters bakan kişilerse Bertuğ ve Bartın'dan başkası değillerdi.

 

Ben ters bir ifadeyle onları izlerken Yusuf benim geldiğimi fark edip sustu. Diğerleri anın rehavetiyle beni görmüyordu ama ben Ömür'ün korkuyla "Vallahi doğru söylüyorum abi, Güneş abla aldı beni eve."diyen sesini duyduğumda öfkeyle bağırarak kendimi belli etmiştim. "NE OLUYOR LAN BURADA?!"

 

Yolun ortasına gelip durduğumda bir tarafımda Yusuf ve asalak tayfası, diğer tarafımda bizim tayfa vardı. Yusuf alık alık sırıtırken bizimkiler çoktan yanımda bitmişti. Gökalp'in Ömür'ü kavrayan parmaklarına sinirle baktıktan sonra gözlerimi yüzüne çıkardım. Elleri sonunda olması gerektiği gibi Ömür'ü bıraktığında Bartın elimdeki poşetleri almıştı. Üçünün de üzerinde üniformaları vardı. Tahmin ettiğim gibi karargaha gitmeden önce bana uğramışlardı.

 

Bizimkilerle diğerlerinin önünde hesaplaşamayacağım için yönümü diğerlerine çevirdim. Yusuf yüzünde ki pis sırıtmayla bana bakarken ben Ömür'ün korkuyla açılan gözlerine bakıyordum. Dün bana minnetle bakan mavilerinde şimdi korku ve endişe vardı. Koşuya giden aklıma küfürler saydırırken "Ne yapıyorsun lan sen burada?!"diye gürledim Yusuf'a doğru. Ellerini rahat bir tavırla cebine koyup bana doğru bir adım attığında Bartın ve Bertuğ iki yanıma geçtiler.

 

Başıyla arkamdaki evi işaret ederken "Açık adres verip davet etmişsin"dedi. "Davete icabet adettendir aynasız."

 

"Sende icabetlik hal bırakmam şerefsiz! Ben kardeşime dokunursan dokunacak el bırakmam demedim mi lan?!" Bizimkiler olay olduğunu anlamış gibi yerlerinde dikleşirken Gökalp bana yaklaşıp "Bir durum mu var abla?"diye sordu.

 

"Var durum Gökalp." Gözlerim hala camda duran Ömür'e kaydı. "Durum var Gökalp. Birazdan göreceğim hesabını senin. Ötede dur." Nereye baktığımı fark edip Ömür'e baktığında tekrar Yusuf'a döndü oda. Yusuf'a doğru birkaç adım attığımda bu defa arkadan "YUSUF!"diye gürleyen başka bir ses duydum. Dünkü şoför ve arabada ki diğerleriydi. Onları umursamadan Yusuf'un üzerine doğru yürümeye başladığımda inun ardındakiler de bana doğru gelmişlerdi ama şoför "Durun ulan durduğunuz yerde!" diye bağırıp engel oldu.

 

Yusuf'un yanına ulaştığımda hiç bekletmeden sırıtan yüzüne kafayı gömdüm. Sersemlemesine izin vermeden tuttuğum yakalarından kendime doğru çekip yüzüne yumruk attım. Yumruğumu yüzünün diğer tarafına da eşitlediğimde yakalarını bırakıp yere düşmesine izin verdim. Elleri hızla burnuna kapandığında arkasındaki kalabalığa bakıp "Ne duruyorsunuz lan?!"diye bağırdı. Ama kimsenin umrunda olmamıştı. Yüzüne doğru eğilip yakalarını bir kez daha tuttum.

 

"Benim borumun öttüğü yerde seninki kim oluyor Yusuf?!" Elimle arkasındaki kalabalığı gösterdim. "Şimdi toplanıp giriyorsunuz, bir dahada burada görmeyeceğim sizi! Eğer bir daha kardeşime el kaldırdığını görürsem, veyahut teşebbüs edipte karşısına çıktığını duyarsam ecelin olurum Yusuf! Ne saçma inançların kalır senden geriye nede üç kuruş etmeyen intikamın! Duydun mu lan beni?!" Elimdeki yakasını ittirdiğimde sanki bunu bekliyormuş gibi asfaltın üzerine düştü.

 

Şoför diğerlerinin aksine kayıtsız kalmak yerine yanımıza geldi. Onun bu hamlesiyle benimkilerde hemen yanımda bitmiştiler. Şoför Yusuf'a yandan bakışlar atarken Yusuf özellikle ona bakmaktan kaçınır gibiydi. Konuşmayı uzatmaya gerek yoktu. Karşımdaki şoföre bakarken karşıdakilerden biri "Yusuf'u alalım mı Alp abi?"diye sordu. Anlaşılan karşımdaki şoförün adıydı Alp. Başıyla onayladığında adamları Yusuf'u kollarından alıp kaldırdılar. Anlaşılan onlarda yetki mercii Alp'ti.

 

Mahalle çıkardığımız gürültüyle iyice canlanmıştı. Herkes bu saatlerde işe gitmek için uyanık olduğu için bu kalabalığı yadırgamadım. Beni şaşırtan şey balkona çıkan teyzelerden birinin "Hayırdır sabah sabah Alp oğlum?"demesi olmuştu. Alp gözlerini üzerime dikmiş bana bakarken gözlerim kısa bir an yüzündeki morluğa kaydı. Tekrar gözlerine baktığımda çoktan bana bakan irislerini gördüm.

 

"Dün akşam sizi uyarmıştım."dedim gözlerim arabadaki tayfanın üzerinde dolaştığında. "Kardeşiniz, kardeşime elini uzatırsa kırarım demiştim." Dişimi sıkarak söylediklerime Alp'in tek cevabı"Onun elini değil ama kendi dişini kuracaksın. Sıkma çeneni komutan."olmuştu. Gözleri kısa bir an yanımdaki askerlere kaydıktan sonra tekrar bana baktı. "Elini kırmamışsın ama ben kırarım"

Konuşmak için ağzımı açtığımda benden önce davranıp o konuşmaya devam etti. "Ona buraya gelmemesini söylemiştim. Beni dinlememiş. Sabah haberim oldu."

 

"Onu bir daha bu çevrede görmek istemiyorum. Ne yaptığın beni ilgilendirmiyor. Kardeşinin tasmasını sağlam tut. Kardeşimin bir yanlışı yok." Gözleri dişlerimi sıktığım için belirginleşen çene kaslarıma kaydığında başımı iki yana çevirip kütlettim. Bu hareketimle gözleri tekrar gözlerime çıkmıştı. "Kardeşlerime tasma takmam. Adı üstünde, kardeşlerim onlar evcil hayvanım değiller."

 

"Ne olduğuyla ilgilenmiyorum. Bir kez daha uyamayacağım. Kimseyi bu evin çevresinde görmek istemiyorum. Bertuğ!" Hemen yanımda dikleşen Bertuğ sert bakışlarını karşımızdaki adamlardan çekip "Emret komutanım!"diye bağırdı. "Eve girin. Elinize ayağınıza da ben gelene kadar hakim olun."

 

"Abla-"diyen Gökalp'in sesi "Emredersiniz komutanım!"diyen Bertuğ ve Bartın sayesinde kesilirken onuda alıp eve doğru yürüdüler. Ömür hala camda durmuş korkak gözlerle burayı izliyordu. Etrafımdaki insanlar artık bana daha dikkatli bakıyordu. Onların bakışlarını umursamazken Alp"Bu mahallede daha önceden görmemiştim seni?"diye sordu.

 

Ters ters ona bakıyordum. Ve bundan gram rahatsız değildim. "Mahallede ki herkesi görür müsün sen?" Yüzüne eğreti dursada yakışan bir tebessüm yerleştiğinde "Genelde kim var kim yok bilirim."diye cevapladı beni. Cıkladım. "Mahallede kim var kim yok ilgilenmiyorum. Dün akşam takip ettiğiniz yetmedi birde gidip Yusuf'a yerini mi haber verdiniz?"

 

Bakışları sertleşirken "Takip etme sebebim zarar vermek veya Yusuf'a götürmek değildi."diye yanıtladı beni. "Bak sen, niye takip ettiniz o zaman Ömür'ü?" Kollarımı göğsümde bağlamış karşımdaki dörtlüye bakıyordum. Sarışın olan gülümseyerek bana el salladığında kaşlarımı çatarak karşılık verdim ama bu hiçte neşesini kaçırmışa benzemiyordu. "Mezarlığa gelme sebebimde Ömür'e saldırmak değildi"gözlerim karşımdaki adamı buldu tekrar. "Düşündüğünün aksine"diye eklerken büyük ihtimalle arkamdaki Ömür'e bakıyordu.

 

Kuru öksürüğüm tekrar bana bakmasını sağlarken "Ne işin vardı orada o zaman?"diye sordum. Onun yerine cevabı veren arkasındaki sarışın olmuştu. "Çok yanlış anladın bizi be aynasız! Abim Ömür'ü oracıkta dümdüz etmesinler diye gitti oraya."

 

"Nasıl dümdüz ediyorlarmış Ömür'ü?"diye sorarken yüzümdeki soğuk ifadenin farkındaydım. Sarışın geriye çekilirken dün akşam çakmağını aldığım lafı aldı bu defa. "Yusuf'un mezarlıkta Ömür'ü sıkıştırdığını öğrendiğimizde engel olmak için mezarlığa geldik. Takip etmemimizin sebebiyse Yusuf'un başka bir şey yapmasını engellemekti. Bizden olana zarar verecek değildik."

 

"Sizden olan?" Kaşlarımı alayla kaldırıp karşımdakilere ve onların arkasında duranlara baktım. "Sizden olan Ömür olmuyor sanırım?" Hepsinin elinde sanki savaşa gelmiş gibi tahta ve Demir sopalar vardı. Ayak bileklerinde gördüğüm şişkinliğin sebebinin sakladıkları küçük çakılar olduğunu bilecek kadar tanıyordum sokakları. Alp ve onun yanında gelenlerle beraber on beş kişiydiler karşımda. Bulunduğumuz mahalle Taşlıtarla'nın en belalı mahallelerinden biriydi. Bu sokak böyle eli sopalı tiplere, kalabalık kavgalara alışıktı. Bu yüzden ne camlarda ki meraklı yüzler nede ben karşımdaki bu kalabalığı yadırgamamıştım.

 

"Ömür'ün bizden olmadığını sana düşündüren ne komutan?"

 

"Ben sizden miyim?"diye sorarken özellikle karşımdaki adama bakıyordum. O cevap vermeden ben konuştum. "Sizden olsam ardında olurdum karşında değil. Ömür'de sizden olsa ardında olurdu, ardımda değil. Ömür dün o kargaşada sana sığınmadıysa eğer ona o güveni verememişsin demektir."

 

Kaşları söylediklerimle çatılırken kaşları arasındaki uçurum genişledi. "Ömür bana hiç gelmedi. Yolları tıkayan ben değilim, yürümeyen o."

 

"Ona o güveni verseydin eminim gelirdi. Zira Yusuf'a yakalanmamak için yurttan çıkmıyor oluşu bile bunu açıklıyor." Alp'in gözleri dün akşamdan beri hiç konuşmayan kumral çocuğa kaydığından çocuk bilmiyorum dercesine omuzlarını silkti. "Ömür olması gerektiği yerde. Karşısına çıkıp durmanızı istemiyorum. Kardeşimin sığınacak birine ihtiyacı yok. Diğerlerine sahip çıkman yeterli olur. Üste-"

 

Sokakta yankılanan tekerlek sesiyle sözlerim yarım kaldığında bakışlarım yolun başındaki arabaya kaydı. Gördüğüm BMV i5 model arabayla benimde kaşlarım çatılırken tekerleklerin asfaltı ağlatan sesini dinliyordum. Mahallelinin çoğusu sokağa çıkmıştı. Siyah arabanın ardından gelen Doblo ağlama isteğimi körüklerken çok geçmeden arabalar hemen önümüzde sert bir fren yaparak durmuşlardı. Onlar olaya karışmadan karşımdaki adamları göndermem gerektiği gerçeğiyle yüzyüze geldiğimde "Tek yapmanız gereken çekip gitmeniz."dedim ama geç kalmıştım.

 

Siyah arabanın şoför koltuğu açıldığında içinden inen Ozan Cem'le sinirlerim tavan olurken diğer kapıdan inen Eren'e baktım. Arkadan çıkan Caner ve Gece ile sinirlerim iyice yıprandı. Ozan Cem ve Eren gözlerindeki güneş gözlüklerini havalı olduklarını düşündükleri bir şekilde çıkarırken ortamı fark etmiş olsalar gerek kaşları hızla çatıldı ve gözlükleri hızlıca çıkardılar. Vakit kaybetmeden arabadan inip arkama geçtiklerinde daha fazla ne olabilir ki diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Doblodan inen Eray, Mehmet, Zülküf ve Yakut'ta hiç beklemeden gelip arkamdaki yerlerini aldıklarında içinde olduğumuz duruma sinirle güldüm. Arkamda eski timim, karşımda on beş adamla bir sokak ortasında öylece dikiliyordum. Bizimkiler üniformaları ve bütün heybetleriyle arkamda dikilirken sağımda Mehmet abi, solumda Zülküf vardı.

 

"Mevzu mu var komutanım?"diyen Gece'yle Mehmet abinin kolu sahiplenici bir şekilde omzumu buldu. Gece'nin adamların ayak bileklerine baktığını fark ettiğimde çakılara baktığını anlamıştım ama benim müdahale etmeme vakit kalmadan Gece, beylik tabancasını çekip karşıdakilere doğrulttu. Onun bu hamlesiyle arkamdaki diğer sekiz adamda tabancalara sarıldılar. Arkamda duyduğum kapı sesiyle evdekilerin de çıktığının farkındaydım. Ömür'ün sesini duyduğumda arkamı dönüp ona baktım. Evden çıkmış, yalın ayak bana doğru koşarak geliyordu.

 

Timi yarıp bana ulaştığında hızlıca önüme attı kendini. Kimsenin konuşmasını beklemeden nefes nefese konuşmaya başladı. "Abi, Yusuf ne anlattı bilmem ama yemin ederim kardeşine zararım dokunmadı. Ablamda dün bir bugün iki gördü Yusuf'u. Nereden tanısın senin kardeşini? Eli her kalktığında sende yanındaydın. Al-"

 

"Nefes al Ömür. Arkama geç." Ömür tepkisiz bir şekilde ıslak gözlerle bana bakarken kafasını iki yana salladı. Gözlerim o hengamede Caner'i bulduğunda Ömür'ü almasını işaret ettim.Caner dediğimi anlayarak Ömür'ü önümden aldığında Mehmet abinin silah tutan elinin üzerine elimi koyup elini indirdim. "Silahlarınızı indirin. Kim olduğunuzu da nerede olduğunuzu da unutmayın!"

 

Ben inmeyen silahlara bakarken Eren "Asıl onlar kime karşı durduklarını unutmasınlar. Kusura bakma abla ama kimse adam toplayıp senin karşında duramaz." diye soludu. "Kimsenin bir şey yaptığı yok Eren. İndirin silahlarınızı, onlarda gidiyorlar şimdi."

 

"Gidiyor muyuz?" diyen sarışın merakla bizim çocuklara bakarken bir kez daha bana bakıp gülümsedi. "Hayatta olmaz aynasız. Abim sabah beni evden zorla çıkarırken çayı aynasızda içersiniz dedi diye çıktım o evden. O çayı içmeden şuradan şuraya gitmem." Yüzü hızla buruşurken aklına birşey gelmiş gibi bana mutsuzukla baktı. "Sende kaçak çayda yoktur gerçi aynasız. Tüh! Desene kaldık yine bizim Memo'nun kahvehanesine!"

 

Onun pişkinliği karşısında şaşırıp kalırken yanındakiler güldüler. Gözlerim öfkeyle Alp'i bulduğunda onunda gülmemek için alt dudağımı ısırdığını fark ettim. Ben ortada komik olan birşey göremiyordum oysa. Gözlerimi devirirken sarışına cevap vermek yerine tekrar bizimkilere bakıp gözlerimle silahları işaret ettim. Karşı tarafta ellerindeki sopalarla iyice sarılmışlardı.

 

"Gehenna!"dayanamayıp bağırdığımda refleks olarak arkamı dönmüş, time bakıyorum. Hitap şeklime karşılık kimse pozisyonunu bozmasada hepsi bir ağızdan "EMRET KOMUTANIM!"diye bağırdığında sesleri sokakta yankılanmıştı. "Emekliliğimin ilk gününü evimde yatarak geçirmek istiyorum asker! Bir grup asker ve sokak çetesi kavgası ayırarak değil! Şimdi ya o silahları indirip eve geçin, yada ben karargaha telefon edeyim gelip hepinizi alsınlar!"

 

Kısa bir an için hepsi göz teması kurduktan sonra hepsi teker teker silahlarını indirdiler. "ANLAŞILDI KOMUTANIM!" Gözlerimle evin kapısını işaret ettiğimde hiçbiri eve gitmek için hamle etmedi ama hepsi iki adım kadar uzaklaştığında en azından olaya dahil olmayacaklarını belli etmişlerdi.

 

Tekrar Alp ve yanındakilere döndüğümde uzatmadan "Gidin!"dedim. "Sokak kavgası çekecek değilim." Başka kimsenin konuşmasına izin vermeden hala Caner'in yanında kurbanlık koyun gibi bekleyen Ömür'ün yanına gidip elinden tuttum. Ömür'ü arkamdan çekerken kalabalığın içinden geçip eve doğru yürüdüm. Timde hemen arkamızdan gelirken önce ben ve Ömür, ardından herkes eve girmişti. Eray soluğu salonun camından aldığında sokaktakilerin gidip gitmediğini kontrol ettiğini biliyordum.

 

Ömür'ü salondaki koltuklara bırakırken sehpanın üzerindeki sürahiden doldurduğum suyu eline tutuşturdum. "İç şunu Ömür. Sakin ol, birşey yok." Elimdeki bardağı zor bela içip tekrar masya bıraktıktan sonra oturduğu koltuğa iyice sinmişti. Koltukta küçücük kalan bedenine baktıktan sonra gözlerim Gökalp'i buldu.

 

"Ne işiniz var sabah sabah evimde lan?"

 

"Komutanım-"

 

"Komutanım yok. Adam akıllı cevap ver. Sizin, sabah,sabah, evimde, ne işiniz, vardı?"

 

"Karargaha geçmeden uğrayalım dedik abla. Bartın'la Bertuğ'da bende kalmıştı dün. Sabahta buraya geldik."

 

"Lan hadi evime geliyorsun, içerideki çocuğun niye yakasına yapışıyorsun?!"

 

"Senin evinde başkasını görünce hırsız falan sandık abla. Kapıyı da açmadı zaten. Anahtarda bıraktığımız yerde-"

 

"Benim evime giren her hırsız adımı bilipte abla mı diyor Gökalp, bozma asabımı! Her şeyden önce çocuk lan bu, çocuk?!" Gökalp başını yere eğdiğinde bu dağa sözü Bartın almıştı. "Bilemedik abla. Sende dün ben yarın evde olmayacağım gelmeyin boşuna diyince..."

 

"Gelmeyin deyince ne anlıyorsunuz? Gelmeyin eve dedim size. Ama siz daha ilk günden tam takım kapımdasınız."

 

"Abla, kontrol edelim dedik işte."

 

"Konuşmayın daha fazla sinirlerim zıplıyor! Kimi kime emanet ediyoruz birde! Ozan Cem!"

 

Ömür'ün yanında oturan Ozan Cem hızla ayaklanıp tekmil durduğunda Ömür, sıçrayarak ayağa kalktı. Sabır çekerken bir Ömür'e, bir Ozan Cem'e baktığımda Ozan Cem'de hatasını anlamış gibi Ömür'e bakıyordu. "Ne diye hız yapıyorsun lan sen? Taşlıtarlan sokağındasın, ralli pistinde değil!" Ozan Cem kirpiklerini kırpıştırıp alttan alttan bana bakarken ben sabır çekmekle meşguldüm.

 

"Bakma öyle aval aval. Mutfağa geçin, kahvaltı hazırlayın. Ömür, sende kalk yardım et. Silahları da uzak tutun bizden."derken Ömür dahil herkesin gözleri beni buldu. Ömür'ün bakışlarından korktuğunu anlamıştım. Zaten gerginken onu daha fazla germeye gerek yoktu. Mutfağa diğerleriyle beraber göndermem kendini rahat hissetmesi, misafir olmadığını anlaması içindi.

 

Tabancaları orta sahleye koymak yerine antredeki dolabın üst rafına bırakırken hepsinin tek amacının Ömür'ü sınamak olduğunun farkındaydım. Bir başkasının olduğu yere silahlarını bırakacak değillerdi. Mehmet abi, Zülküf ve Eray salonda kalırken diğerleri mutfağa doğru yol aldılar. Bende son kez Ömür'e bakıp üzerimi değiştirmek için odama geçtim.

 

Üzerimdeki eşofman takımını çıkarırken yerine boğazlı krem bir kazak, altına da beyaz yüksek bel bir pantolon giyindim. Saçlarımı yukarıdan toplayıp beyaz spor ayakkabılarımı giyindikten sonra dün akşam yatağın altına bıraktığım sandığa baktım. Evdekileri bir an önce postalayıp işime dönmem gerekiyordu. Sandığı tekrar eski yerine bırakıp odadan çıktım.

 

Bizimkiler mutfaktaki masayı salona taşımış koltuğun önüne bırakmışlardı. Genelde kalabalık olduğumuz için hep böyle yerdik. Mutfaktaki altı sandalye ve üç tabure de masanın etrafına sıkış tıkış bir şekilde dizilmişti. Bertuğ ve Gece hariç herkes sofradaydı. Onlarda mutfağın kapısında birinde demlik birinde tava göründüklerinde beklemeden boşta ki sandalyelerden birine oturdum.

 

Çay demlenmiş, menemen yapılmış, salatalıklar doğranmış ve kavurmalı yumurta masadaki yerini almıştı. Anlaşılan bizimkiler eli boş gelmemişlerdi. Beleşe kon misali önümdeki ekmeği yumurtaya banarken çoktan yarısını ağzıma teptiğim ekmek havada asılı kalmıştı. Masanın etrafındaki on iki erkek pür dikkat bana bakarken benim şu an ki tek derdim ekmeği ağzıma koyabilmekti. Ekmeği hızlıca yutup yanımda ki suyuda ardından gönderirken diğerlerine bakıyordum.

 

Son beş dakika geri sayımına başlamış mıydık yoksa daha var mıydı acaba? Gelecek olan sorulara hazır bir şekilde bir diğer lokmayı ağzıma attığımda çiğnendiğim ekmek ağzımda büyüyüp duruyordu sanki. Ömür'ün de benimle beraber diğerlerine dik dik bakarken gözlerimle masadaki ekmeği işaret ettim ama o beni anlamamış olacak ki kaşlarını "Ne oluyor?" Der gibi oynatıp duruyordu. Çay bardağını Eren'e doğru uzatıp kolumla dürttüm.

 

Eren bir bardağa bir bana bakarken dayanamayıp elimdeki çatalı masaya bıraktım. "Çay verecek misin Eren yoksa bende Memo'nun kahveye mi gideyim?"

 

"Memo'nun kahveye niye gidiyordunuz komutanım? Mahallenin tüm kıroları toplanmıştır şimdi oray? Hem siz, bizsiz kahveye mi gidiyorsunuz?"

 

Oturduğum sandalyede geriye yaslanıp karşımdaki adamlara bakarken kollarımı da göğsümde kavuşturdum. "Ben kahveye mi gidiyorum Eren?"

 

"Memo'nun kahvesine gitmiyor musunuz komutanım?"

 

"Memo kim Eren? Sırf merakımdan soruyorum bak. Yedi yıldır bu mahalledeyim ilk defa senden duydum."

 

Oturduğu tabureye iyice sinerken "Ne bileyim komutanım?"diye mırıldandı. "O sarı öyle konuşunca ben tanışıyorsunuz sandım."

 

"Yok, tanışmıyoruz." Gece'nin boşta kalan bardağıma çay doldurduğunu gördüğümde Bertuğ'un sesiyle ona baktım." Komutanım, haddimiz değil ama kimdi onlar? Anladığım kadarıyla ilk karşılaşmanız değil?"

 

"Birde sopayla, çakıyla gelmiş tiplerini si-" Gece'nin elinden aldığım çayı sert bir şekilde masaya bıraktığımda Bartın edeceği küfürü yutmuştu. "Mahalleden çocuklar anladığım kadarıyla. Eğlence anlayışı değişik şimdi ki neslin. Asıl siz burada ne yapıyorsunuz? Ben daha dün size eve gelmeyin demedim mi?"

 

"İyide komutanım siz bize dün, ben yarın evde olmayacağım da demiştiniz."

 

"Sen hep böyle zeki miydin Ozan Cem?" Diye sorarken gayet ciddi bir şekilde Ozan Cem'in vereceği cevabı bekliyordum. Gözlerini kaçırken kalbini kırdığımı düşündüm kısa bir an ama umrumda olmadı. Yokluğuma alıştıracağım derken iyice kendime bağlamamalıydım.

 

Şu an bu masada hep beraber oturmak bile bir hataydı aslında. Onlara umut vermemli, varlığımı hissettirmemeliydim. Sıkıntılı bir nefes verirken"Son kez"diye avuttum kendimi. "Son kez daha onlarla kahvaltı edeceksin. Bu son. Sonra onları göremeyeceksin."

 

"Abla?" Gökalp'in sesiyle irkilirken gözlerim hızlıca onu buldu. Çekingen bakışlarla Ömür'e bakarken oda gözlerini bana çevirdi. "Arkadaş kim? Biz onu öyle evde görünce biraz ayıp etmiş olduk ama?"

 

"Arkadaş, kardeşim Gökalp. Yabancım değil. Ben buralarda yokken Ömür burada olacak."

 

"Niye yine gidecek gibi konuşuyorsun abla?" Çatık kaşlarla bana bakarken onun bu haline güldüm. "Bu gece burada kalmam bile Ömür içindi. Gideceğimi söylemiştim. Sanki yeni duymuşsunuz gibi tepki vermeyi bırakın." Oturduğum masadan kalkarken gözlerim duvardaki futbol topu şeklindeki saati buldu. "Ben çıkıyorum Ömür. Evden çıkma." Bu kısaca diğerlerine de gidin demekti ama hiç oralı olan yoktu. Evden yanımda sandık olmadan çıkamayacağım için mahallede dolaşıp geri dönecektim. Zaten tim, birazdan karargaha gitmek zorundaydılar.

 

Kapıya gidip deri ceketimi üzerime geçirirken karargahtan getirdiğim siyah sırt çantasınıda omzundan astım. Ömür'de peşimden gelmiş kapının önünde beni bekliyordu. Tanımadığı on küsur koskoca adamla evde kalmak çokta hoş bir şey olmasa gerekti. Siyah postallarımıda giyip Ömür'e döndüğümde salona kısaca bakıp tekrar ona döndüm. "Telefonun var mı Ömür?"

 

"Var abla."

 

Kafamı salladım. "İyi, yaz şuraya numaranı." Elimdeki telefonu ona uzatırken salondaki seslerinde kesildiğinin farkındaydım. Akılları sıra bizi dinliyorlardı. Ömür telefonu geri uzattığında hızlıca onu çaldırıp onunda beni kaydetmesini izledim. Caner'in içeride kulak kesilip burayı dinlediğini bildiğim için Ömür'ün kaydettiği numaraya yazmaya başladım.

 

"Dün akşamla ilgili hiçbir şey söyleme. Onlar gittikten bir saat sonrada bana haber ver. Sana bir konum atacağım."

 

Mesajı okuduktan sonra başıyla onayladı beni. "Hadi görüşürüz."

 

Evden dışarı kendimi attığımda sokak az önceye göre bir hayli sakindi. Sabah koşarak geldiğim yolları şimdi adımlayarak geçerken karşıma gelen ilk taksiye binip dün gece telefonuma gelen konuma baktım. Araba oraya doğru yol aldığında bende yanımdaki cama kafamı vurup gözlerimi kapattım. Bizimkilerin goy goy yapmasını beklerken zamanımı harcayamazdım. Özellikle fazladan bir saatimin bile kalmadığı bu günlerde.

 

.........

 

 

 

 

"Açıl artık Allah'ın cezası!" Etrafıma kaçamak bakışlar atarken önümdeki arabaya tekme attım. Artık açılması gerekiyordu çünkü benim fazla zamanım kalmamıştı. Yanımda aldığım yerdek anahtarı bir kez daha denedim ama yine sonuç aynıydı.

 

Kocaman bir hiç!

 

Sinirli bir şekilde etrafıma baktığımda asıl aradığım şey bir taş veya benzeri bir şeydi çünkü bu arabayı başka türlü açamazdım. En azından camı kırıp içeri girebilirsem arabayı çalıştırabilirdim.

 

Kaldırım kenarında gözüme ilişen taşı gördüğümde hızlı adımlarla oraya gidip taşı elime aldım. Avucuma sığdıgı söylenemezdi. Yani arabanın camını kırmak için yeterliydi. Kırık cama daha sonra ödeyeceğim paraya yanarken tekrar arabanın yanına döndüm. Elimdeki taşı kaldırıp vurmak için hareketlendiğimde "YOK ARTIK DAHA NELER?!"diyen bir sesle olduğum yere çakılıp kaldım.

 

Elimdeki taş benden alındığında aynı kişi beni kolumdan tutup kendine çevirdi. "Sen nasıl askersin abla? Dün mezar kazıp içinden silah çıkardın, bugün araba çalıyorsun. Bak bu mezara benzemez. Sahibi vardır bunun. Yakalanırız. Gel etme, biz sana başka bir araba bulalım."

 

"Ne diyorsun Ömür sen?"derken elimi Ömür'den çektim. "Mezarın sahibi çıkıp karşımıza dikilmezdi ama bu arabanın sahibi canımıza okur. Zaten bu arabayla-" arkamdaki arabaya kısa bir an baktığında gözlerindeki beğeniyi görmüştüm. "Sahibi kim bilir nasıl zengindir. Burnumuzdan getirir abla!"

 

"Birşey yapamaz." derken sakince omuz silktim. "Ne demek yapamaz?" Derken gözleri faltaşı gibi açılmıştı.

 

"Züürtün tekidir kendisi. Bir halt yiyemez. Tanıyorum ben."

 

"Ha birde tanıdık arabası çalışıyorsun yani! Öldürecek misin sen bizi abla. Gel çekil gidelim-"

 

"Aptal mısın Ömür?"

 

"Ne diyorsun abla, kimse görmeden gidelim hadi."

 

"Ömür, saf saf bakınıp durma etrafa. Araba benim. Ne çalması?"

 

"Ciddi misin? mi yoksa "Ne diyor bu?" mu olduğuna karar veremediğim gözlerle beni izlerken ben onun bu tavrına göz devirdim. "Neyine inanmıyorsun Ömür?"derken az önce arka cebime sıkıştırdığım yedek anahtarımı çıkardım. Bir anahtara bir arabaya bakarken aralarındaki bağı çözmeye çalıştığını anlamıştım. Emin olmuş olmalı ki sonunda gözleri beni buldu.

 

"O züürt sen misin?!" Diğer elimle ensesine tokadı geçirdiğimde birkaç adım uzaklaştı benden."Ne yapıyorsun abla ya?!"

 

"Ağzını topla lan, züürt ne demek?"

 

"Sen demedin mi abla züürtün tekidir diye?"

 

"O benim Ömür. İkimiz bir miyiz? Hem sen niye bu kadar geç kaldın?"

 

"Senin evden buraya kaç otobüs değiştim biliyor musun abla?"

 

"İyi tamam. Onu bunu bırakta sen şu arabanın kapısını açabilir misin ona bak bir."

 

Gözleri tekrar şüpheyle kısıldığında "Niye?"diye sordu. "Madem yedek anahtarın var, açsana işte? Hem sen niye kendi arabanı çalıyorsun?"

 

"Kendimizden değil herhalde! Anahtar işe yaramadı. Kapı açılmıyor."

 

"Yani senin arabanı mı çalacağız şimdi?"

 

"Onun gibi birşey işte. Önce bir kapıyı açalım da sonra bakarız."

 

"Sen çekil abla, ben bakayım birde." Tek elimle arabayı gösterirken olduğum yerden birkaç adım geriledim. "Uzun demir tarzı birşey var mı? Yada ne bileyim,levye falan?"

"Burada nereden bulayım levyeyi Ömür? Yanımda anahtarım olduğu için başka birşey getirmeye de ihtiyaç duymamıştım."

 

"O zaman eldeki imkanları kullanacağız?"

 

Tek kaşımı kaldırırken kollarımı göğsümde kavuşturup önünde durduğum duvara yaslandım. "Elde imkan mı var Ömür?"

 

"Hemen geliyorum abla."derken gözleri etrafta tabiri caizse fıldır fıldır dolaşıyordu. Yanımdan uzaklaşırken tek yaptığım onu izlemekti. Buraya gelirken bu kadar iş çıkacağını düşünmüyordum açıkçası. Sonuçta elimde anahtarımla buraya gelmiş, tüm bunlara rağmen kendi arabamı bir hırsız gibi çalmaya çalışıyordum. Ben kendi düştüğümü hale gülerken Ömür nereden bulduğunu bilmediğim uzun bir demir ve bir alet çantasıyla yanımda bitmişti.

 

Çalan telefonla dikkatim oraya odaklanırken Ömür'ü arkamda bırakmıştım. Ekranda gördüğüm "Bilinmeyen Numara" yazısıyla kaşlarım çatılırken aramayı cevaplayıp telefonumu kulağıma dayadım. Açılan telefonla beraber kulağımda üç farklı erkekten üç farklı ses duydum ama kesinlikle duymak istediklerim bunlar değildi.

 

"Açtım kapıyı abla!"

 

"Hemen oradan uzaklaşın, polis geliyor!"

 

"KALDIR ELLERİ, POLİS!"

 

Telefonu tutan ellerim öfkeyle kasılırken hızla arkamı döndüm. Ama beklediğim şey kesinlikle bir araba dolusu polis, arabamın hemen yanında ters kelepçelenmiş bir adet Ömür ve kapısı açık arabam değildi. Ah pardon, aslında istediğim tek şey arabamı alıp gitmekti. Gözlerim polislerden kaydığında görmek istemediğim bir diğer şeyle karşılaştım. Hayır. Kesinlikle uzaktan, elinde tuttuğu ince belli çay bardağıyla gülümseyerek beni izleyen bir sarışın görmek istediğim bir şey değildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BURAYA KADAR GELDİĞİN İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM. 😊

 

UMARIM GÜNEŞİN ÇOCUKLARI'YLA ARAN İYİDİR. BU BÖLÜM TAMI TAMINA 7.556 KELİME OLDU. YANİ ŞU AN KİTABIN EN UZUN BÖLÜMÜNÜN SONUNDASIN.

 

HAZIR BURAYA KADAR GELMİŞKEN BİR OY VE GÖNLÜNDEN GEÇEN HERHANGİ BİR CÜMLEYİ YORUMLARA ALABİLİRSEM BENDE ÇOK MUTLU OLURUM.

 

DİĞER BÖLÜMDE

GÖRÜŞMEK ÜZERE.

 

HOŞÇAKAL 🌙😊

 

Bölüm : 07.01.2025 17:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...