35. Bölüm

AKIMA AL

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

24. 01. 2025

 

23. BÖLÜM

 

AKIMA AL

 

"Bugün benden giden yabancı canımı yakıyordu."

 

🎭

 

SELAMÜN ALEYKÜM ARKADAŞLAR.

Çok kızmayın bana. Yokluğumu açıklayabilirim.

 

Bu birkaç gündür benim elimde olmayan sebepler yüzünden feci şeyler yaşadığım için telefonu bilgisayarı elime alacak vaktim olmadı. Ama şükür bitti bölüm.

 

(Şu an gece 02.22 ve ben daha tanıdık karım için bölüm yazmaya gideceğim 🥺)

 

Bölümü okuyup düzenleyecek mecalim yok. Ölüyorum yorgunluktan. Yazım yanlışı olursa satır arası yorumlarda belirtir misiniz size zahmet¿

 

Yeni bölümle geldim size ama önce küçük bir açıklama yapmak istiyorum. Arkadaşlar Güneş'in sarhoş olduğu kısımdaki Alp',i herkes başka biri sanmış ama o Cumhur Alp'ti. Ben ismi başta öyle düşünmüştüm. Yani aklınız karışmasın. Başka bir karakter yok.

 

İsim değişti bu arada. Bir sürü seçenek arasında zikzak yaptım durdum. Ağır bir karakter olacağı için gözüme kestirdiğim bir tanesinde karar kıldım. Bölüme kalsın isim. Sürprizi bozmayalım.

 

Cumhur Alp ismini unutuyoruz artık.

 

Birde arkadaşlar bence okuduğumuz karakterin ismini uyumlu veya güzel olduğu için değil yaşanmışlar için seviyoruz. Bölümler ilerlediğinde sizde isimden çok yaşanılan olayları düşüneceksiniz. O yüzden isim konusuna fazla düşmedim.

 

(Bir hafta sadec jsjsbk)

 

Neyse ben sizi tutmayayım. İyi okumalar.

 

Başlangıç tarihiniz¿

 

Bir kadeh alırız artık.

 

Bunlarda ihtiyaç listesi.

 

🍷

 

 

💬

 

.

 

İnsanların arkalarına saklandıkları maskeleri olabilirdi. Duvarlar, kimlikler, isimler ve daha niceleri. Ama bunu yaparken sebeplere ve olabilecek şeylere karşı değil, insanlara karşı yapabilmeleri gerekirdi.

 

Sebepler sizi tanımazdı.

 

Sonuçlarda öyle.

 

Ama bir insanın sahip olduğu gözler sizi fazlasıyla tanırdı. Bunun için fazla şeye gerek duymazlardı üstelik. Sesinizden tanıyabilirlerdi sizi. Belki de basit bir çizikten.

 

Ama benim karşımdaki adamları tanımak için buna ihtiyacım yoktu. Çok daha fazlasını vermişlerdi bana.

 

Hala onların evinde, salonlarında oturuyordum. Kollarımı göğsümde kavuşturmuş, karşımda bana bakan dörtlüye bakıyordum. Altemur gözlerini üzerimden çekmezken Araf hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kağan ve Yiğit olduğunu öğrendiğim ikilide karşımdaki koltuğa oturmuşlar, aynı ifadeyle beni izliyorlardı.

 

Azra mutfağa gidiyorum deyip ortadan kaybolduğundan beri bu dörtlüyle bakışıp duruyorduk. Konuşmak için onun gelmesini bekleyip beklemediklerini bilmiyordum ama konuşmaya kimsenin niyeti yok gibiydi.

 

Gözlerim duyduğum sesle kapıya doğru döndüğünde Azra'yı görmekle rahat bir nefes aldım. Elindeki tepsiyle içeriye girip önümüzdeki sehpaya elindekileri bıraktığında ciddi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum.

 

Ciddiydi.

 

Elindeki tepsiyi de bırakıp kendini benim yanıma attığında gülümseyerek baktı yüzüme. Bu kadının pozitifliği sinirlerimi bozmaya başlıyordu artık. Önündeki fincanı elleri arasına alan Yiğit göz ucuyla bana bakıp "Artık konuşacak mısın?" Diye sordu sakince. Başımı salladım. "Sizin konuşmanızı bekliyorum."

 

"Tesadüfe bak, bende birilerinin bana olan biteni anlatmasını bekliyorum." Araf'ın isyankar sesiyle bakışlar ona döndüğünde gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi. "Ne? Ne diye öyle bakıyorsunuz? Farkındaysanız sizin aksinize hiçbir şeyden haberim yok. Hikayenin başını öğrenmeden finale geçersem bir anlamı kalmaz."

 

"Başlangıcı arkadaşlar yapacak sarı. İnan giriş bölümünü bende bilmiyorum." Alayla gülümserken gözlerimi Altemur'a diktim. İlk karşılaşan bizdik. Bunca kişi bir araya geldiğine göre hepsinin bir amacı olmalıydı. Karşıma geçip herşeye rağmen bir rastlantıydı diyemezdi. Buna inanmazdım.

 

İnkar etmeye hazır duruyorlardı ama hayır, o kısmı çoktan geçmiştik. Kimse beni buradan çeviremezdi. Söyledikleri hiçbir şey onlara inanmamı sağlamazdı.

 

Araf hala herşeyden bir haber olduğu için bizden bir cevap beklerken Yiğit "Ne biliyorsun bilmiyorum ama düşündüğün gibi değil hiçbir şey." Dedi. Başımı aşağı yukarı salladım. "Ne düşündüğümü bildiğini sanmam. Ne bildiğime gelince-" başımla hemen yanında oturan Kağan'ı gösterdim. "Onun aranan bir hacker olduğunu-" karşıdaki Altemur'u çenemle işaret ederken gözlerime yerleşen nefrete engel olamıyordum. "Onun bir örgütün maşası olduğunu-" burada olmaktan nefret ediyordum. Bu insanların yanında olmaktanda öyle. "Senin bir yüzücü, sarının insan terzisi olduğunu biliyorum. Yeterli olur mu?"

 

Yiğit gergince gülümserken gözlerini yüzümde dolaştırdı. "Dersine iyi çalışmışsın. Anlaşılan haber kaynağın sağlamdı. Bir şeyi merak ediyorum?" Başımı salladım. "Seni dinliyorum."

 

"Tüm bunları nereden öğrendin?" Arkadaşlarına kısa bir bakış atıp koltuğuna yaslandı. "Bizi kim olduğumuzu bilecek kadar tanıyan yoktur. Biz sadece bizden ibaretiz." Bu kısa cümlenin altında yatan anlamların farkındaydım ama bir kulağımdan girdiği gibi diğerinden çıktı. Bu cümle başka bir gün daha çok işime yarardı. "Mubirinin bize ne kadar yakın olduğunu merak ettim doğrusu." Alaylı bir gülümseme yüzümde peyda olurken başımı omzuma doğru yatırdım. "Mubirimle..." diye konuştum alayla. "Aynı evin içinde birbirinizin gözlerinin içine bakıyorsunuz. Bu yakınlık senin için yeterli midir?"

 

Hepsinin bedeninde bariz bir gerilme vardı. Öyle ki bulunduğumuz ortamın bile havası bir başkaydı sanki. Hepsi birbirine bakarken gözlerini benden ayırmayan tek kişi beklediğim gibi Altemur'du. Yüzümdeki gülümsemenin bir benzeri onda oluştuğunda bahsi geçen muhbirle bakıştığını bilen tek kişi oydu.

 

Kimse benim olduğumu düşünmezdi. Hepsi içlerinden birinin benimle bunları konuşup konuşmadığını tartıyordu aslında.

 

Birbirlerine yeteri kadar güvenmiyorlardı.

 

Kilit nokta.

 

Onlara güvenen ya sadece Altemur'du, yada herşeyi en başından anlayacak kadar zekiydi. "Kes saçmalamayı. Kimse seninle bunu konuşmaz." Duyduğum sesle gözlerimi kızıllardan çekerken karşımda oturan Kağan'a baktım. Çatık kaşları ve her an üzerime atlayacakmış gibi hazırda bekleyen duruşuyla bana bakıyordu.

 

"Kimsenin benimle bunu konuştuğunu ima etmedim." Derken kaşlarım kalkmıştı."Zihnimle iletişime geçebileceğinizi düşünmüyorum." Zira mevzu bahis muhbir bizzat benim zekamdı. Onları tanımak için insanlara değil, zekama güvenmiştim. Sonuçtan memnundum. Gülümsemeye bir an bile son vermezken gözlerimi kıstım. "Tabii şu meşhur Karayip bunun içinde bir yol bulmadıysa." Karşımdaki adamın yüz ifadesinde bariz bir bozulma yaşanırken dişlerini sıktığını kasılan çenesiyle anlamıştım.

 

"Nasıl emin olabilirsin ki bu kadar? Kimsenin sana ötmesini beklemem. Bunu yapacak cesarette akılda yok kimsede." Derken tüm öfkesine rağmen rahat bir tavır takınmaya çalıştığının farkındaydım. Omuz silkerken "Cevap basit." Dedim kısaca. "Üst kattaki odalardan birinin kapısı aralıktı ve içerideki teknolojiye az çok şahit oldum." Bilgisayarlardan çok ekranda yanıp sönen ambleme şahit olmuştum aslında. "Mükemmel bir ortam gerçekten." Fazla bakmaya zamanım olmasa da karşımdaki adamı gördükten sonra emin olmuştum. Bunu onlar bilmesede olurdu.

 

Bilgisayar ekranında Façacının bize gönderdiği ve Ömür'ün Karayip diye adlandırdığı hackerin kullandığı yarısı 'K', diğer yarısı yılan olan o resmi görmüştüm. Üstelik bu elemanın ensesinin sol kısmındaki karışık dövmenin içinde bulunan 'K' harfi ve yılan sembolüde diğer çizimlerin arasına gizlenmeye çalışılsa bile gayet net bir şekilde ayırt edebilmiştim.

 

Güldüm. "Tabii ensendeki şu dövme ve parmak uçlarında dahil buna."

 

"Parmak uçlarım?" Dediğinde kaşları kalkmıştı. Elinin ensesindeki dövmeye gittiğinin farkında mıydı bilmiyorum. Ama farkında değil gibiydi. Zira şu an sol eli ensesindeki dövmenin üzerini ovuyordu. "Bilgisayar kullanan biri nasıldır bilirim." Kıstığım gözlerimle ellerini işaret ettim. Benim işaretimle ensesindeki elini çekmişti ama kaşları da çatılmıştı. Bunun kendine ve ondan bağımsız parmaklarına komut veren bedenine verilmiş olan bir tepki olduğunun farkındaydım. Eli tamda tahmin ettiğim gibi iç güdüsel bir şekilde o dövmeyi bulmuştu. "Ellerin en az bir cerrahın ki kadar bakımlı. Parmakların uzun ve kemikli. Üstelik dün gece klavye başında mesai yaptığın hala şiş olan parmak uçlarından belli."

 

Yumruk yaptığı ellerine gülerken amacının parmak uçlarını benden saklamak olup olmadığını merak ediyordum. Eğer buda iç güdüsel bir tepkiyse bu çocuğun ciddi sorunları olmalıydı.

 

"Peki ben? Benim nerem bakımlı? Nerem mükemmel ötesi de tanıdın beni aynasız? Söylede duysunlar." Araf'ın söze dalan sesiyle silkelenip kendime gelirken bakışlarımı da ona çevirdim. "Yukarıda beni diktin sarı. Doktor olduğunu düşünmüyorum ama intörn veya tıp öğrencisi olduğundan eminim. O dikişler alelade atılmamıştı." Otuz iki diş sırıtan Araf'la doğru tahmin olduğundan artık şüphem kalmamıştı.

 

Gözlerim bir kez daha burada olma amacımı bulduğunda çenemi dikleştirip karşımdaki adama diktim gözlerimi. "Şimdi sadede gelelim." Derken başımı da onaylarcasına salladım. Uzatmaya niyetim yoktu. Bir an önce aramızdaki şu meseleyi halledip gitmeliydim. "Yardımına ihtiyacım var Karayip." Dediğimde ortamdaki gergin havanın nasıl bir bıçak gibi kesildiğini sanki bedenimde hissetmiştim. Kağan anlamaz bir şekilde kaşlarını kaldırıp yüzümü incelerken sessiz kaldı. O konuşana kadar benimde konuşmaya niyetim olmadığı için sustum.

 

Karayip, Kağan'dı. Yani bana yardım edebilecek tek kişide oydu. "Ne gibi bir yardım bu tam olarak?" Araf, Kağan yerine sözü alırken benim dikkatim hala Kağan'ın üzerindeydi. "Senin geliştirdiğin yazılımla şifrelenmiş bir bilgisayar var."

 

Kaşlarını çatarken gözlerinde ki öfkenin farkındaydım."Son bir aydır bu işi yapmıyorum. Üstelik parmaklarım o klavyede sadece bizim için hareket eder. Herhangi bir bilgisayarı hacklemedim." Başımla onu onayladım. "Zaten bunu yapan sen değilsin. Yöntem sana ait. Ama bu defa korsan başkası." Dediklerimi alaya aldığı yüzündeki ifadeden bile anlaşılıyordu. Ama benim şakm yoktu.

 

"Benim yazılımlarımı benden başka kimse kul-" gözleri hızla Araf'ı bulduğunda Araf, oturduğu yerden kalkıp benim diğer yanıma oturdu. Ben onun bu tavrına anlam vermeye çalışırken Kağan sinirle ayaklanmıştı. "Sen yaptın değil mi? Araf bunu yapmadığını söyle yoksa fena olur."

 

"İnanacaksan eğer öyle. Ben yapmadım." Araf omuz silkerken karşısında ki Kağan'ı yanıtladı. Fail artık meçhul değildi. "Araf!"

 

"Odamdaki posterleri yırtmak senin suçundu tamam mı? Sana bunun bir karşılığı olur demiştim!"

 

"Birkaç basit kağıt parçasıydı onlar sadece! Benim kodlarımla karşılaştırma!"

 

"Sende birkaç basit rakamı benim posterlerimle karşılaştırma! Üstelik odamdaki iskeleti çöpe atanda senmişsin. Yiğit itiraf etti!"

 

Kağan'ın öfkeli bakışları Araf'ı es geçip Yiğit'e uğradığında artık hedefinde o var gibiydi. "Cidden bunu söyledin mi?!"

 

Yiğit gülmemek için dudaklarını ısırırken masumca omuzlarını silkti. "Prensip meselesi yalan söyleyemem!"

 

"Siktir lan oradan! Senin diğer adın zaten yalan!"

 

"Atıyorsun!" Yiğit kocaman açtığı gözlerle karşısındaki arkadaşına bakarken başını sağa sola sallayıp"Umutsuz vaka..." Diye mırıldandı. Kağan'ın bakışları anlık olarak Araf'a döndüğünde "Odanda sakladığın o insan cesedini atarken Yiğit'te yanımdaydı. Ben çöpe atmış olabilirim ama gömmeyi teklif edende oydu!" Diye döküldü ortaya.

 

"İnanamıyorum size! Birde gömdünüz mü?! Profesörle neler yaşadığımı biliyor musunuz siz?!"

 

"Ne yapsaydık Araf? Mefta birde çöplerde mi sürünseydi? Senin odanda aylarca kaldığı yetmedi mi?" Yiğit kendini zar zor tutuyor gibiydi.

 

"Ondan bir tane bulmak için ne kadar uğraştım haberin var mı senin?"

 

"Ne abarttın be! Alt tarafı etsiz kemik. Bizim mefatalardan birinin etini budunu ayı-"

 

"Yeter artık ama!" Azra'nın gür sesi Yiğit'in cümlesini yarıda kesmesine sebep olurken ben inanmaz bir şekilde karşımdaki adamlara bakıyordum. Odaklanmamız gereken konu Araf'ın mefta iskeleti değil, benim şifreli bilgisayarım olmalıydı. "Yazılımlarımla nasıl uğraştığımı biliyorsun Araf! Aklın neredeydi bunu yaparken cidden?!"

 

"Anotomiden kalabilirdim! Büt-"

 

"Konumuz!" Diyerek yüksek sesle araya girdiğimde artık sabrım kalmamıştı. Kavgalarına benden sonrada devam edebilirlerdi. Anlık olarak tüm gözler tekrar beni bulduğunda dikkatleri dağılmadan konuşmaya devam ettim. "Şu an ne Araf'ın dersleri, nede senin yazılımın." Derken gözlerim Kağan'ın üzerindeydi. "Yardımına ihtiyacım var."

 

Başını sağ omzuna yatırıp dövmesinin tamamen açığa çıkmasına sebep olurken kıstığı gözleriyle yüzüme baktı. "Ne istiyorsun benden?"

 

"O bilgisayarın içindeki bilgilere ulaşmam gerekiyor. Bunu yapabilecek tek tanıdıkta sensin."

 

"Tanışıyor muyuz?"

 

"Tanışırız." Derken alayla yüzüne bakıyordum. Dudağımın kenarı yukarı doğru kırılırken "Bunu benim için yapabilirsin diye umuyorum." Dedim alayla. "Hiçbir sebep yokken neden bunu yapacakmışım?" Sesindeki umursamaz tını küçük dağları ben yarattım havası versede onu dikkate almadım. Benim için bunu yapacaktı. Öyle yada böyle. İsteyerek veya istemeyerek. Fark etmezdi.

 

"Çünkü Kağan..." Dirseklerimi dizlerime yaslayıp öne doğru eğildim. Varlığını bir kez daha unuttuğum yaram içinde bulunduğum durum yüzünden kendini belli edip sızlarken acımı yüzüme yansıtmadım. Bedenim akılsız başımın cezasını bir süre çekebilirdi. "Yada Karayip. Her kimsen. Sen bana istediğimi vermezsen-"

 

"Orada dur! Benim çöplüğümde bana posta koyup buradan elini kolunu sallayarak çıkacağını sanıyorsan yanılıyorsun. O yüzden kelimelerini iyi seç. Hem-" derken oda benim yaptığımı yapıp dirsekleriniz dizlerine dayayıp bana doğru eğildi. Bir hayli uzun kirpiklerinin altından bana bakarken"Ne yapabilirsin ki?" Diye fısıldadı. "Ölü bir kadından ibaretken bana en fazla ne yapabilirsin ki?"

 

Ciddiyetine karşılık yaptığım tek şey gülümseyerek devam etmek olurken olduğum pozisyonu hiç bozmadım. Çöplüğün kime ait olduğu umurumda değildi. Horozun kim olduğu da. Ben borumu öttürmesini iyi bilirdim. "Birçok düşmanın var Karayip. Ve inan, ben hiç düşünmeden atarım seni o adamların önlerine." Bunu yapabileceğime inanmıyordu. Bunu sadece gözlerine bakarak bile anlayabiliyordum. Ama o hala benim gözlerimde ki kararlılığı görmemiş gibiydi.

 

"Beni kimseye verecek değilsin. Bir baksana etrafına. Kim olduğunu bile bilmediğin bu insanların arasından sen kardeşlerini alacaksın ve onlarda öylece duracaklar öyle mi?" Kısık kahkahası odayı çepeçevre sararken ben etrafımdaki insanları görmezden geldim. Onların bu adamı bana vermesini beklemezdim. Ama benim de bu adamı almaya zaten niyetim yoktu. Bu adam bana kendi çöplüğünde lazımdı.

 

"Buradan beni alamazsın. Buradan hiçkimseyi alamazsın. İstediğin o bilgisayarda buna dahil. Kendini yorma. Yapman gereken arkana bile bakmadan buradan toz olman sadece." Tek kaşımı yukarı kaldırırken tek yaptığım drssizce olduğum yerde oturmaktı. İstediği herşeyi söyleyebilirdi. Hiçbiri bana etki etmeyecekti. "Bu kadar aptal olmanı beklemezdim. Sendeki zeka değil aynasız." Gülen dudakları düz bir çizgi halini alırken gözleriyle beni öldürür gibiydi. Kim bilir zihninde beni kaç farklı şekilde infaz etmişti şimdiye.

 

"Deli cesareti..." Diyerek az önceki cümlesine açıklık getirdiğinde bu defa gülen bendim. Başımı hızlı hızlı iki yana sallarken "Sen..." Dedim gülüşlerimin arasında. "Delilik ve dahilik arasında ince bir çizgi var derler. Bilir misin?"

 

"Senin olduğun tarafın dahiler kısmında olmadığını bilecek kadar iyi biliyorum hemde." Attığı taşı umursamadım. Hedefi şaşıracaktı nede olsa. "İyi." Dedim arkamı koltuğa yaslarken. Ayak ayak üstüne atıp yüzümdeki gülümsemeyi sildim. "Doğru tahmin. Çünkü Kağan, seni temin ederim ne dahiyim... Ne deli. İkisi arasındaki o ince çizgi benim meskenim. Ve sen..." Kaşlarımla onu işaret ettim. "Sen tam sınırımdasın. Olduğun yer ben tehlikeyim diye bağırıyor. Neden biliyor musun? Dur ben söyleyeyim. Çünkü deli bir insana güvenemez, dahi bir insandansa kendini koruyamazsın. Benim en saf halim bile sadece karanlık. Tehlike. Ne sanıyordun ki? Bu saçma tesadüf karşılaşmalara inandığımı mı?" Göz ucuyla Altemur'a bakarken sözlerim bu nevi onaydı.

 

"Buraya öylece geldiğimi mi? Yalan söylemeyeceğim. Başta Karayip denilen adamın sen olduğunu bilmiyordum. Ama ben seni tanımazken bile seni çok iyi biliyordum. Senden önce Karayip'i öğrendim. Sonrada düşmanlarını. Ve şimdide bizzat sen karşımdasın. Böylesi hızlı bir karşılaşma hiç beklemedim ama memnun olmadığımı söyleyemem." Omuzlarımı silkerken karşımdaki insanlara teker teker baktım.

 

"Şimdide senden yardım istiyorum. Yapman gereken şey yabancısı olduğun birşey değil. Kendi kurduğun kilidi kendin açmalısın sadece. Bunu benim için yapmalısın."

 

"Ya yapmazsam?" Diye soran Kağan'ın kısılan gözleri ve çatık kaşlarıyla muhtemel senaryoları zihninde canlandırdığını anlamak zor değildi. "Gece yarısından önce seni arayan tüm adamlara bu evin adresinin ve güzel bir fotoğrafının ulaşmasını sağlarım." Sırıttım. "Şanslıysan önce polislere yakalanırsın. Aksi halde Araf yeni iskeleti için senin bedenini kullanmak zorunda kalabilir."

 

Karşımdaki insanlar beni ne madar ciddiye alıyordu bilmiyordum ama yapardım. Bunu bir an bile düşünmeden yapardım. Getirisini düşünmezdim. Benim işimi çözecek birini bulabilirdim. İşim uzandı. Gereğinden fazla hatta. Bu canımı sıkardı ama benim sorunum çözülmüş olurdu. Benim istediğim şeyse sorunumun hızlıca çözülmesi ve karşımdaki bu adamın hayatta kalmasıydı. Eğer işime yaramayaacksa yaşamasına gerek duymazdım.

 

"O adamların beni öldürebileceğini mi düşünüyorsun sen?" Kafamı omzuma doğru yatırırken burnumdan sertçe nefes verdim. "Sana ne yaptıkları umrumda olmaz. Ama düşmanlarını tanıyorum. İnsaflı canlılar olduklarını söyleyemeyeceğim. Yüzlerce kobrabın olduğu bir kafesine öylece girmek gibi bir şey olur bu. Ayrıca rahat ol." Burada oturup bunları konuşacak kişi ben olmamalıydım. Bu konu gereksiz bir şekilde uzuyordu ve hala elimde kayda değer hiçbir şey yoktu. "Seni öldürmezler çünkü sana ettikleri muamele daha beteri olur. Gururlu bir adam oluşun inatla dik tuttuğun o çenenden bile belli. Önce o çeneyle başlarlar işe Karayip. Ne kadar başarılı olurlar bilmiyorum ama inmediği yerde artık bir çenenin kalmayacağının garantisini veririm sana."

 

"Fotoğrafımı onlara veremezsin." Derken söylüyor değil, soruyor gibiydi. Kendini inandırmaya çalışıyordu sanki. Boşa bir çabaydı bu. Ben kendimi tanıyordum. O fotoğrafı bu gece önüme gelen her yere rastgele bile asıp"Bakın bu adam aranan bir hacker!" Diye başlık bile atabilirdim. Başımı güven verici bir şekilde aşağı yukarı salladım. "Vereceğimden emin olabilirsin."

 

Kağan'ın gözleri belki de en başta yapması gereken şeyi yapıp koltukta pür dikkat bizi izleyen Altemur'u bulduğunda omuzlarının indiğini görebiliyordum. Gözlerindeki öfke hala diriydi. Altemur göz kapaklarını açıp kapatarak kızıllarını kısa bir an gizledi. Kağan istemeye istemeye gözlerini bana tekrar çevirdiğinde "Bilgisayar." Dedi tek nefeste. "Onu bana getir ve şu iş bir an önce bitsin."

 

"Biliyor musun?" Derken ellerimi dizlerimin iki yanına dayayıp oturduğum koltukta kalkmak için destek aldım. "Fazla inatsın. Boşa zaman harcıyorsun."

 

"Bilgisayar." Diye kendini tekrarlayan Kağan az önce söylediğim şeyi duymamış gibi davranıyordu. Onun aksine kendimi tekrarlama gereği duymadan "Bu akşam eline ulaşır. Bir aksilik çıkmazsa eğer iki saat sonra bilgisayarla birlikte burada olurum."

 

"Gidiyor musun yani?" Sözlerimle oturduğu yerden kalkan Azra'nın gözleri doğrudan benim üzerimdeydi. Gitmemi istemediğin farkındaydım. Ama onun isteklerine öncelik verecek bir konumda değildim. Bilgisayarı almak için dönmem gerekiyordu. Başımı kısaca salladım.

 

"Bilgisayarı almam gerekiyor. Otele dönmeliyim."

 

"Kapıda o kadar adam beklerken mi? Hayatta olmaz Güneş!" Azra hızlıca yanıma gelip kolunu usulca benimkine sararken gülümsedi. "Eşek kadar adamlar. Neden onlar dururken sen gidiyorsun? Kağan ve Altemur alırlar." Kaşlarımı çatarken başımı çevirip hemen yanımda hala bana gülümseyen kadına baktım. "Altemur ve Kağan?"

 

"Öyle. Seni tehlikeye atamayız. Ya adamlardan biri seni tandırsa? O zaman işler sarpa sarar."

 

"Ne diye Altemur ve Kağan gidiyor? O bilgisayara dokunmamak için görür görmez parçalara ayıracağına eminim."

 

"Altemur ve Kağan dayak yemez diye düşündüm. Ama istersen Yiğit ve Altemur'da gidebilir."

 

"Resmen evlat ayrımcılığı var burada! Ben dayak yersem ne olacak?" Yiğit'i duymazdan gelen Azra'ya gülerken"Olmaz."dedim. "Oraya ben gideceğim. Ve itiraz istemiyorum Azra çünkü senin itirazların başıma fena şeyler getiriyor." Dudaklarımı büzerek omuz silkti. Gözleri yüzümde kısa bir an dolaşsada sonradan hızlıca ayrıldı benden. Kolumu Azra'dan kurtarıp başka bir şey konuşmadan salondan çıktım. Az önce aceleyle çıkardığım spor ayakkabılarımı sakince giyinip kendimi evden dışarı attım.

 

Bu evden çıkmak girmek kadar kolay değildi kesinlikle. Önüme gelen saçlarımı elimle arkaya doğru atarken derin bir nefes alıp yol boyunca yürümeye başladım. Otelde birilerinin bekliyor olması hiç hoşuma gitmemişti. Ölü bilinen birini kim öyle bir otelde arardı ki? Babam olma ihtimalini mantığım elese bile korkak kalbim sürekli önüme sürüyordu. Eğer beni bulan babam olsaydı şimdi olduğum tek yer onun yanı olurdu. Ne yapar ne eder beni yanına dönmeye mecbur bırakırdı.

 

Ama hayır, hala onun yanına dönmemiştim. O halde bu işin altında başka biri vardı ama sorun şu ki ben bunu yapacak kimseyi tanımıyordum. Ellerim tekrar önümü kapatan saçlarımı bulduğunda sıkkın bir nefes verip olduğum yerde durdum. Gözlerim ayak uçlarımı bulduğunda aldığım nefes yüzünden omuzlarım inip kalktı.

 

Herşeyi yoluna koydum sanıyordum. Öldüğümü düşünmeleri herşeyi çözer sanıyordum. Ama olmuyor gibiydi. Buradan sonra yapacağım tek şey gerçekten ölmek olurdu yalnızca. Gözlerimi sıkıca yumarken ellerim tekrar şakaklarımı buldu. Akmak için hazırda bekleyen göz yaşlarım yüzünden gözlerimi açmaktan kaçınırken dudaklarımdan kaçan hıçkırık benim için son nokta olmuştu.

 

İnsanların yanında güçlü gözükebilirdim. Yada bunları karşımdaki insanlara düşündürtmek için türlü şeyler yapabilirdim. Ama hayır. Ben sadece acizdim.

 

Başımı kaldırıp etrafıma bakınırken kimseyi görmemek beni rahatlamıştı. Göz yaşlarım usul usul akarken hızlı adımlarla yürümeye başladım.

 

Ölmeyecektim. Öldürürdüm. Ama ölmezdim. Öylede olacaktı. Ben öldürmek için yaşıyordum. Eğer birileri hala yaşadığımı biliyorsa bu sadece onların ölüm fermanını imzalamak olurdu. Çünkü ben bu defa sadece öldürmek için değil, yaşamak için öldürecektim.

 

............

 

Oturduğum koltukta öylece karşımdakilerin kavgasını izlerken Azra'nın bana attığı mahzun bakışların farkındaydım. Onu görmezden gelmeyi seçerken Kağan oturduğu yerden sinirle ayaklanıp gözlerini bana dikti. "Ona öylece tamam demek hataydı. O kız hakkında çıkmış bir ölüm emri var. Kahretsin! Bizim yanımızda kalması ne kadar mantıklı ki?!" Sorusuna cevap vermek yerine yan yana oturan ikiliyi işaret ettim ona gözlerimle. "Azra burada kalmasını istiyor."

 

"Ve tabii bende öyle." Konuşan Araf'a bakarken gözlerimi kısıp yüzüne baktım. "Güneş sevginizin nereden geldiğini anlamadım." Derken kaşlarımı kaldırmıştım. "Ne bekliyorsun ki? D vitaminim bu aralar biraz dengesiz. Ayağıma kadar gelen Güneş'i geri mi gönderseydik yani?" İmayla sarf ettiği sözlerini ciddiye almazken Azra "Kesin artık." Dedi. "O kız burada kalacak. Neyi nasıl yaptığınızı umursamıyorum. Güneş bu gece buraya gelecek ve burada kalıyor. Umarım anlamışsınızdır. Aksi halde hemen şimdi kendinize kalacak yer bulmanız gerekiyor."

 

"Hemen şimdi notere gidip tapuyu Azra'nın üzerinden almayı teklif ediyorum. Yoksa olası her kavgada kapıya koyulma ihtimalimiz var." Yiğit tek elini kaldırıp bize baktığında bizim yaptığımız tek şey onu izlemekti. "Yiğit sen şimdiden evden çıksan iyi edersin." Diyerek sırıtan Araf'ın gözleri Azra'daydı. Azra Araf'ın aksine Yiğit'i duymazdan gelerek bana yöneldi. Beline dayadığı elleri ve kıstığı gözleriyle sıradaki hedefin ben olduğumu anlamıştım. Sıkkın bir nefes verirken "Söyle hadi." Dedim. Benden aldığı cevapla kaşlarını çatarken ondan gelecek herşeye hazırdım artık.

 

"Hemen kalkıp kızın peşinden gidiyorsun. Eğer senin yüzünden başına bir şey gelirse hiç iyi olmaz. O kız bu gece eve sağ salim gelmeli."

 

"Abartıyorsun Azra. Korumaya çalıştığın kızın kim olduğunu unutma." Yiğit rahat bir ifadeyle Azra'ya bakarken söylediklerine hak veriyordum. O kadına birşey olmazdı. Azra sinirle Yiğit'e baktığında"Unutmadım!" Dedi öfkeyle. "O kadının kim olduğunu biliyorum."

 

"Öyleyse eski bir bordo bereli olduğunu hatırlatıyorum sana Azra. Kendi başının çaresine bakabilir."

 

"Bu kadar aptal olma Yiğit! Kızı süper kahraman falan mı sanıyorsunuz siz? Eski askermişte bilmem ne! O kız yaralı, beni kurtaramaya çalışırken yaralandı."

 

"Bize ulaşmak için bunu bir koz olarak kullanıp kullanmadığını bilemeyiz." Diyerek araya giren Kağan, Azra'nın tüm öfkesini kendi üstüne çekmeyi başarmıştı. "Anlamıyor musunuz siz?! Nasıl olduğunu anlattım size. Planlı olamaz. Üstelik sarhoştu."

 

"Alkol eşiğinin ne kadar olduğunu bilemeyiz. Daha önce karşılaştığımız birçok kişide bunu gördük. Belkide rol yapıyordu."

 

"Sarhoştu çünkü dün olan hiçbir şeyi hatırlamadı. Bahanelerinizi sıralamaya bir son verin. Kız yaralı. Üstelik dağda geçirdiği sürede de çok iyi şeyler yaşamışa benzemiyor. O kız o bedenle ne kadar dayanabilir ki?!"

 

"Azra-" Kağan'ın itiraz etmeye hazır sesi Azra'nın öfkesiyle bölündüğünde gözlerimi kapatıp açtım.

 

"Yeter!" Azra'nın gözleri tekrar beni bulduğunda pek bir seçenek kalmadığını anlamıştım. "Şimdi gidip o kızın yanında oluyorsun yoksa çok fena olur. O kızı bu gece bu evde ve sağlam bir şekilde görmek istiyordum. Bedeninde ikinci bir delik olmasın Altemur."

 

Konuşmak yerine ayağa kalktığımda Araf ve Yiğit'te benimle beraber ayaklanmıştı. Yüzlerine baktığında Araf omuzlarını silkip "Bizde geliyoruz." Dedi. "İkinizi yalnız bırakmak benimde aklıma çok yatmıyor." Diyen Yiğit'e baktıktan sonra daha fazla oyalanmayıp salondan çıktım. Ayakkabılarımı alıp giyindikten sonra diğerlerini beklemeden çıktım evden.

 

Güneş ortalarda gözükmüyordu. Gözden kaçırmamak için hızlı adımlarla bahçeden çıkıp nerede olduğuna baktım. İleride arkası dönük bekleyen kadını görmek beni rahatlatmıştı. Hala tepinip duran Araf ve Yiğit'e son kez bakıp arkasından ağır adımlarla yürümeye başladım. Kafasını kaldırıp etrafına baktıktan sonra tekrar önüne dönüp yürümeye başladı.

 

 

 

(Şarkı bittiyse Sancak - Üşüyorum aldırma açabilirsiniz :))

 

 

Belli bir mesafe koyarak onu takip ederken ellerimi kumaş pantolonunumun cebine koyup etrafa bakındım. Araf ve Yiğit ortalıkta yoktu hâlâ. Bizim evin olduğu sokaktan bu şekilde çıktığımızda ellerini ceketinin ceplerine sıkıştırırken yana doğru dönüp yola bakmaya başladı. Taksi bekliyor olmalıydı.

 

Yan profilden yüzünü izlerken birkaç adım daha ilerleyip onu daha rahat görebileceğim bir konuma geçtim. Burnunu kırıştırırken boş sokakta duyulan hıçkırık sesi kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Ağlıyor gibiydi.

 

Bu kadının duyguları olduğunu görmek garip hissettiriyordu. Dört kez karşı karşıya gelmiştik. Her karşılaşmamızın arasından aylar geçmişti ama dünden sonra daha fazla uzayacağını düşünüyordum bu sürenin. Düğünden hemen sonra çalıştığım bara gelmesi bunun en basit örneğiydi.

 

İlk karşılaşmamızda benim için basit bir askerdi.

 

İkincideyse hiç olmadık birinin mezarını kazan şüpheli biri.

 

Ve üçüncüde sadece kadındı.

 

Dördüncüsüyse bir sarhoştan ibaretti.

 

Ama hiçbirinde duyguları olan bir kadın olarak görmemiştim onu. Şimdi ağlıyor olması bile onun duyguları olduğuna inandırmamıştı beni. Başını dikleştirip elleriyle yüzünü sildiğini gördüğümde sokağın başında ki taksiyi daha yeni fark etmiştim. Dağılmış ifadesini hızla toparladığında önünde duran taksiye bindi birkaç saniye içinde.

 

Gideceği adresi önceden biliyor olmamın verdiği rahatlıkla giden aracın ardından rahatça mahalledeki taksi durağına doğru yürüdüm. Durağa varıp bekleyen taksilerden birine bindikten sonra otelin adresini verip geriye yaslandım.

 

Sadece yarım saat sonra küçük bir mahallede bir oteldeydik. Taksiden inip etrafı kolaçan ederken ilk dikkat ettiğim şey geçen sefer burada Güneş'i bekleyen adamların olup olmadığıydı. Buradaydılar. Kafenin önünde oturan adam ve güya kaldırımı süpüren çöpçü hala burada, onu bekliyorlardı. Gizlenmek için gösterdikleri üstün çabayı alayla izlerken otele doğru yürüyüp içeri girdim.

 

Resepsiyonda bekleyen genç çocuğun yanına ulaştığımda ellerimi masaya dayayıp "Beyaz saçlı bir kadın geldi mi?" Diye sordum. Ön kapıdan girmiş olamazdı. Adamlar onu doğrudan enselerdi çünkü. Kendini resepsiyona da göstermezdi aslında ama eğer yanında oda kartı yoksa bir şekilde buraya gelmek zorunda kalırdı. Ve o saçlarla dikkat çekmemesini ummak saçma olurdu. Metrelerce öteden bile ben buradayım diyorlardı zira.

 

"Bu kadında ne varda herkes gelip soruyor anlamıyorum! Kadın yok kardeşim. Gelmiyor!" Çocuğun isyanını kulak ardı ederken"Oda numarası kaç?" Diye sordum bu defada. "Kardeşim, öyle her önümüze gelene oda-" resepsiyon kısmını koridordan ayıran yerdeki turnikeyi açıp masanın diğer tarafına geçtiğimde çocuk faltaşı gibi açtığı gözlerle beni izliyordu. "Abi ne yapıyorsun sen? Pe

rsonel hari-"

 

"Az konuş. Kadının adı ne?"

 

"Abi-"

"Adı ne?"

 

"Luna, Luna demişti. Abi bak burada değil diyordum. Olsa görürüz-" masanın üzerinde duran bilgisayara Luna ismini aratırken kendi için seçtiği isme güldüm. Gerçek ismi Güneş'ti. Kendi için seçtiği sahte ismin anlamıysa ay.

 

Bilgisayarda kayıtlı olan oda numarasını gördükten sonra arkamda kalan dolaba dönüp odanın yedek anahtarına bakındım. Gözüme ilişen anahtarı da alıp tekrar koridor kısmına geçerken "Beni görmedin."dedim arkamda bıraktığım çocuğa. "Ben hiçbir şey almadım. Hatta busys gelmedim bile." Sol elimi belime yaslayıp ceketin havalanmasına sebep olurken belimde taşıdığım tabanca gayet net bir şekilde gözüküyordu. Çocuğun gözleri belimden ayrılmazken arkamı dönüp merdivenleri çıkmaya başladım.

 

İlk katta kalıyordu. Kata girip odayı bulduktan sonra kapıyı açıp içeri girdim hızlıca. Anahtarı delikten çıkarıp kapıyı arkamdan tekrar kilitleyerek anahtarı cebime attım. Ellerimi rahat bir ifadeyle silkeleyip odayı görmek için arkamı döndüğümde odağımda bir otel odası değil, birkaç santim uzağımda duran bir silah namlusuydu.

 

.............

 

Kapıdan gelen seslerle nefesimi tutarken elim hızlıca belimdeki silahımı buldu. Anlaşılan dışarıda beklemekten sıkılıp içeriye girmiştiler. Daha bilgisayarı almamıştım. Şimdi çıkacak herhangi bir kargaşa hiç iyi olmazdı. Soluğumu tutarken etrafta işe yarar birşeyler aradım. Bir yanım bilgisayarı alıp geldiğim gibi buradan hızlıca tüymemi söylesede kilit yuvasında çevrilen anahtarın sesi bunu yapamayacağımı gayet net bir şekilde söylüyordu bana.

 

Hızlı davranmam gerekiyordu. Öylede yaptım. Silahı çekip kapının ardında kendime yer bulduğumda kapının ağırca açıldığını işittim. Kapı kapanıp anahtar tekrar kilide sokulduğunda birkaç adım öne çıkıp bana arkası dönük duran adamın yüz hizasında kaldırdım silahımı. Metal anahtarı pantolonun cebinden çıkarıp yavaşça bana döndüğünde gördüğüm yüzle afallasamda hareket edemedim.

 

Karşımdaki adamın gözleri silahımın namlusundan bir an bile ayrılmazken benimde odağımda onun yüzü vardı. Ne arıyordu burada? Kaşlarımı çatıp hala elimde tuttuğum silahı yavaşça infirsemde elim hala tetiğin üzerindeydi.

 

Sol elimi hızlıca saçlarımın arasından geçirirken "Senin ne işin var burada?" Diye sordum sinirle. "Ne diye arkamdan geldin sen?!"

 

"Böyle bir karşılama beklemiyordum."

 

"Tesadüfe bak. Bende senin buraya gelmeni beklemiyordum."

 

"Bilgisayarı aldın mı?" Konuyu hızlıca çeviren adama göz devirirken"Niye geldin?" Diye sordum tekrar. "Vaktimiz yok. Bilgisayarı al çıkalım şuradan." Onunla kavga ederek vakit kaybetmek yerine uysal davranmayı seçerek sustum. Adımladım doğrudan duvardaki tabloyu bulduğunda İstanbul boğazının acemice karalandığı resmi sertçe çekip duvardan ayırdım. Bilgisayarı dayandırabilmesi için birkaç vidayla tutturmaya çalışmıştım.

 

Tabloyu ters çevirip arkasındaki bilgisayarı elime alıp ayaklandım. "Gidelim." Derken adımlarım pencereye doğru yol almıştı bile. Altemur önümde biterken "Nereye?" Diye sordu. Kaşlarımı kaldırdım. "Diğerlerinin yanına."

 

"Kapı diğer tarafta aynasız."

 

"Kapıdan girmedim." Derken sıkıntıyla bıraktım nefesimi. "Nasıl girdin o zaman içeri?" Sorduğu soruyla gözüm yarısı açık olan cam ve Altemur'un bedeni arasında gidip gelirken onunda gözleri camı buldu. Anlamıştı. Gözlerinde haylaz parlatılar oynarken "Camı mı tırmandın?" Diye sordu.

 

Evet. Öyle yapmıştım. Neticede birinci katta kalıyordum. Bu mesafeyi tırmanmak benim için çokta zor sayılmazdı. Yaralı olduğum için zorlanmıştım belki ama sağlam olsam çoktan girip çıkmıştım bu odaya. Konuşmak yerine sorduğu soruyu başımı sallayarak yanıtladım.

 

"Niye kapıyı kullanmıyorsun aynasız? Camdan mı çıkacaksın?" Derken alay edip etmediğini anlamaya çalışıyordum. Ciddi miydi bu adam? Ne diye ön kapıdan girip 'Gelin beni alın!' der gibi reklam verecektim ki? Kapıdaki adamları fark etmemiş olabilir miydi?

 

Gözlerimi kısıp Altemur'a bakarken "Sen kapıdan girdin sanırım." Dedim. "Öyle yaptım." Derken başını salladı. "Şüpheni çeken kimse olmadı mı yani?"

 

"Dışarıda biri mi var?" Derken gözleri camdan dışarıya bakıyordu. "O cam otelin arka sokağına bakıyor." Dedim bıkkın bir şekilde. "Ve sen diğer taraftan geldin. Buradan birini görmüş olman imkansız." Bunları biliyor olduğu aşikardı. Yinede kendimi söylemek zorunda hissetmiştim. Kendi düşüncelerime omuz silkerken Altemur yönünü bana çevirip"Bir şey mi dedin?" Diye sordu.

 

"Birşey yok." Dedim tekrar anlatma zahmetine girmekten kaçınırken. "Camı tırmandım çünkü büyük ihtimalle dışarıda birileri hala benim buraya gelmemi bekliyor. Otelin bu kısmında hiç kamera yok. Üstelik bu yoldan sonra karşına çıkacak sokakların labirentten farkı yok. Olası bir durumda kaçmak için sana fazlasıyla avantaj sağlar." Adımlarım tekrar cama yöneldi. Altemur'un hemen önünde durduğumda gözlerimi kızıllarına diktim. "Ve evet." Dedim ilk sorusuna cevap olarak. "Ben camdan çıkacağım. Eğer beğenemiyorsan kapıyı kullanabilirsin." Aralık pencereyi tamamen açarken etrafıma bakınıp işime yarayacak bir şeyler bakındım.

 

Gözüme kestirdiğim yastığa doğru yürüdüm bu defa. Yastığın kılıfını ikiye ayırıp yırttıktan sonra içindeki pamukların yere boşanmasına için verdim. Elimdeki kumaş parçasını bilgisayara sıkıca sarıp karnımın üzerinde tuttum. Yırttığım kumaşın iki ucunu arkamdan sıkıca bağladıktan sonra üzerimdeki ceketin önünü kapattım. Bilgisayar güvendeydi.

 

Kafamı kaldırıp beni izleyen Altemur'la göz göze geldiğimde yüzündeki ifade nedense ürpermeme neden olmuştu. Ve kesinlikle ne gözlerinden nede gözlerinde gördüğüm o ifadeden hoşlanmamıştım. Bakışmamıza son veren ilk o olurken "İlk ben iniyorum." Dedi. Bunu reddetmedim. Arkamda o varken öylece sırtımı dönüpte buradan inmeye çalışamazdım. Beni tek hamlede aşağıya itmeyeceğinin garantisi yoktu.

 

Sessizliğimi tamda olması gerektiği gibi evet kabul ederken tek ayağını camdan dışarı atıp eliyle pervazs tutundu. Sadece birkaç saniye sonra görüş açımdan çıkmıştı. Ne olduğunu anlamak isterken gözlerim sonuna kadar açılmıştı. Camdan düşmüş olamazdı değil mi? Korkuyla birkaç adım atıp pencerenin yanına ulaştım. Kafamı dışarı çıkarıp aşağıya bakarken soluklarım boğazıma dizilmiş gibiydi.

 

Aşağıdan elleri cebinde bana bakan bir Altemur bulmak içimdeki korkuyu alıp götürürken nefes almadığımı fark edip olduğum yerde doğruldum. Hızlı hareket etmişti ama buradan atladığını düşünmek yerine düştüğüne inanmak daha kolaydı. Gerçekten hızlıydı.

 

Ona daha fazla bakmayıp tekrar cama odaklandığımda hiç beklemeden tek ayağımı dışarı atıp demir korkuluklara yasladım. Ellerim sıkıca pencerenin kenarlarına tutunurken diğer bacağımı da aşağıya sarkıtıp onuda korkuluklardan birine yasladım. Ellerim ağır ağır beni aşağı bırakırken ayaklarım adım adım daha da aşağılara iniyordu.

 

Sorunsuz bir şekilde iniyordum aslında. Tabi ayağım boşluğa gelip korkuluklara sarılan elime batan demirin sivri ucu olmasaydı...

 

Bedenimin zihnime ulaştırdığı düşme hissiyatı ile karnımın kasıldığını hissederken tutunacak bir yerimin kalmadığının farkındaydım. Yapılacak tek şeyi yapıp gözlerimi kapatırken diğer elimide demirden çekip karnımın etrafına sardım. O bilgisayar bana sağlam lazımdı.

 

Nefesimi tutup bedenimin birkaç saniyeliğine aşağıya süzülmesine izin verirken o kısa süre sanki bana saatler gibi gelmişti. Tüm bedenim korkuyla kasılırken omzumda hissettiğim acı ve beraberinde tüm bedenimi kaplayan keskin bir sızı düştüğümü söylüyordu bana.

 

Bedenimi çepeçevre saran kollarımın etrafına bir başka kol sarıldığında düştüğüm yerin otelin arka bahçesi olmadığını anlamıştım.

 

Çünkü ben Altemur'un üzerindeydim...

 

Gözlerimi sıkıntıyla yumarken kısa bir an için bedenimdeki kasılmanın geçmesini bekledim. Gözlerimi açarsam onu görecek olma düşüncesiyle kalbim sıkışırken ellerim benden bağımsız bir şekilde karnıma sardığım bilgisayarın üzerinde gezindi.

 

Beni korumak için etrafıma sarılan Altemur'un kolları bu hamlemle birlikte çözülürken daha fazla beklemeyip kendimi yana doğru attım. Kalkmak yerine kısa bir süre açık gökyüzüne bakarken sağ elim dön zamanlarda hep olduğu gibi yine başımı buldu. Alnımı sıkıntıyla ovarken göz ucuyla Altemur'un ayaklandığını fark ettim. O tepeden öylece bakarken benim sere serpe burada uzanmam pekte mantığıma uymadığından bedenimdeki sızıya direnip ayaklandım.

 

Ölümüm aldığım yaralardan değil, umursamazlığımdan olursa diye korkuyordum son zamanlarda artık. Dün vurulurken bugün bir otelin camından aşağı düşmek bana sadece bunu düşünürüyordu çünkü. Gözlerimi kaçırmak yerine doğrudan kızıllarına dikerken "Ne diye düştüğüm yerde duruyorsun?" diye sordum öfkeyle. Evet, ilk söylediğim bu olmuştu.

 

Kaşları benim tepkimle ağır ağır çatılırken"Cidden mi?" Diye soludu güler gibi bir sesle. "Üzerime düşen sendin!"

 

"Düşeceğimi anladığın an geri çekilmeliydin!"

 

"O an bunu akıl edemediğim içn suçlu ben mi oluyorum! Gökten düşer gibi düşüpte beni yere savuran sensin!" Bu kavganın dahada uzayıp gideceğinin farkındaydım. Başımı iki yana sallarken sağ yanağımda hissettiğim acıyla ellerim yüzümü buldu. Altemur'un gözleri de ellerimle beraber yüzümü bulduğunda yüzündeki öfkenin anbean nasıl katlanarak arttığına şahit oldum. Aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi sert adımlarla kapattığında "Sen..." Diye fısıldadı dişlerinin arasından. "İnatla akına al bulaştırıyorsun aynasız!"

 

Söylediği cümleye anlam vermeye çalışan zihnim dibimdeki bedeni yüzünden allak bullak olurken o benim konuşmama bile izin vermeden ellerini kaldırıp yüzüme koyduğum ellerimi çekti tek hamlede. Sol eliyle yüzüme gelen saçlarımı alelacele bir şekilde geriye atarken diğer eli sızlayan yanağımı buldu.

 

"Demirler çizmiş olmalı. Derin değil ama uzun. Aklın ne-" gözleri gözlerimle kesiştiğinde anlamsızca baktım kızıllarına. Tek yaptığım buydu. Gözlerim, tıpkı onunkiler gibi gözlerine takılı kalırken tek eli saçlarımda, diğer eliyse yaralı olduğunu tahmin ettiğim yanağımdaydı. Nasırlı avuç içini yüzümde hissederken içime dolan huzursuzluk yerini başka duygulara bırakıyordu.

 

Tatlı tatlı esen meltem onun az önce arkaya savurduğu saçlarımı tekrar önüme getirdiğinde göz ucuyla saçlarıma baktım. Yarama bakmadan önce saçlarımı uzaklaştırmıştı benden. Şimdi sebebini anlıyordum.

Akıma allar bulanmıştı...

Gözlerimi ucuna kanımın bulaştığı beyaz saçlarımdan çekip tekrar onun gözlerine bıraktım irademi. Fazla değildi bulaşan kanlar belki ama fark ediliyordu. "Sen..." Dedim derinlerde bir yerlerde benden köşe bucak kaçmaya çalışan sesimi bulduğumda. Yutkundum. "Dün gece gelen..." Dedim usul usul. "Sendin." Evet demesini bekledim ama sustu. Onayına ihtiyacım yoktu oysa. Gelenin o olduğunu o susarken bile biliyordum.

Başımda ki keskin ağrı gözlerimi açmama izin vermezken kendimi zorlamak yerine karanlığı kabullendim. Kapının ardındaki küçük sesleri duyuyordum ama kimsin diyecek halim bile yoktu. Ağır ağır açılan kapıyla adım sesleri netlik kazanırken zemindeki tok sesler doldu kulağıma.

 

Mantığım beni terk ettiğinden kendimi savunmak yerine öylece durmayı kabullenmiştim. Gelebilecek herhangi bir darbeye karşı hazırlıklıydım. Ayak sesleri gittikçe bana yaklaşırken çok geçmeden baş ucumda durduğunu hissettim. Üzerime düşen gölgenin altında eziliyordum sanki.

 

Bana zarar vermemeyecekti. Verecek olsa içeri girmek için bu kadar düşünmezdi. Bunun rahatlığıyla kapalıydı gözlerim belki de hala. Yanımda küçük bir hareketlilik hissettiğimde üzerime düşen gölge artık yoktu. Baş ucumda oturuyordu.

 

Yattığım yerde öylece ne yapacağını beklerken o sessizce oturmaya devam etti. Uyanık olup olmadığımı kontrol etmeye çalışıyordu. Çok geçmeden bir el hissettim saçlarımda. İrkildim. Ama belli etmedim. Yinede saçlarımdaki eller çekilmişti geriye. Tekrar gelmesini bekledim o ellerin. Nedeni yoktu. Sadece bekledim. Uyumadığımı anlamış mıydı?

 

Yanımdaki hareketlilik artarken gitmesini bekledim bu defa. Uyanık olduğumu anlamış olmalıydı. Ama öyle olmadı. Gitmesini beklediğim eller tekrar buldu saçlarımı. Hissettiğim yabancı temasla bedenim kasılırken yanımda oturan beden ayağa kalktı. Gölgesi tekrar üzerime düşüyordu artık.

 

Parmak uçları saçlarımla teması kesmek yerine hala saçlarımda oyalanırken yutkundum. Kimdi ki bu şimdi? Ne diye dokunuyordu saçlarıma? Ne diye rahatlatıyordu bu basit temas beni? Göğsüm sıkıntıyla kavrulurken sanki bir kuş göğüs kafesime konmuş gibiydi. Kendi kafesini kırmış, benim kafesime konmuştu. Pençeleri özgürlüğünün verdiği cüretle göğüs kafesimin altında duran kalbimi sıkıyordu sanki.

 

Başka bir ağırlık var gibiydi üzerimde. Yutkunmak bile benim için zor olurken gözlerimi araladım yavaşça. Yarısı aralık bir kapıya bakıyordum. Tüm sinir uçlarım korkuyla uyarılmıştı. Gözlerimi bir kez daha sıkıca yumup açtım. Artık baktığım yer açık bir kapı değildi.

 

O kapıyı aralayıp bana gelen adama bakıyordum. Yatağımın yanıbaşında çöken adam kim, bilmiyordum. Parmaklarının arasında saçlarımı tutan, dokunuşu beni huzura kavuştururken canımı yakan bu adam kim bilmiyordum. Bana bakmıyordu. Gözleri ellerinin arasında tuttuğu uzun saçlarımın üzerindeydi.

 

Odadaki pencereden sızan ay ışığı onun yüzünü aydınlatmaya yetmiyordu. Ben yüzünü görebilmek için yanıp tutuşurken elleri bir kez daha ayrıldı benden. Fazla uzaklaşmadan aynı dokunuşu tekrar saçlarımda hissettiğimde o kuş, bir pençe daha attı kafesimin altında ezilen kalbime.

 

Ay ışığı belki onu değil ama eli arasında tuttuğu şeyi aydınlatıyordu. Konuşup kim olduğunu, burada ne aradığını sormak istesemde sustum. Konuşursam gider diye korktum. O ağır ağır elinde tuttuğu mendille saçlarımın her bir telini teker teker silerken sessizce izledim onu. Önce temizledi saçlarımı. Kanın kızıllığının kirlettiği saçlarımın her bir telini usanmadan elleriyle temizledi. O bununla ne kadar uğraştı veya ben onu ne kadar izledim anlayamadım.

 

Babamın kendi kanımda yıkadığı saçlarıma bulaşan birkaç damla kanı benden silip atmak için gelmişti.

 

Babamın benden almak için can attığı saçları bir yabancının nasıl okşadığını izledim sessizce. Sonra bir tarak değdi saçlarıma. Usul usul, durumumuzun el verdiği kadarıyla saçlarımı taradı gamsızca. Tıpkı benim onu izlediğim gibi.

 

Bir süre sonra tarak, onu tutan ellerle birlikte saçlarımdan ayrıldığında yabancı bir kez daha ayaklandı. Tarağı ve diğer elinde tuttuğu mendili cebine koyuşunu izledim. Gözlerinin bana döneceğini hissettiğimde hızla yumdum gözlerimi. Beni görsün istemedim. Gölgesi bir kez daha tüm heybetiyle üzerime düştüğünde soluklarını artık yüzümde hissediyordum.

 

Elleri tekrar saçlarımı bulduğunda korkar gibiydi. Saçlarıma değen parmak uçlarının nasıl titrediğini hissediyordum. Az önce özenle taradığı saçlarımın üzerinde gezinen elleri saçlarımı dağıtırken bunun büyük ihtimalle yarın uyandığımda saçlarımın tarandığını fark etmemem için yapıldığını anlamıştım. Özenle düzelttiği saçlarımı dağıtırken "Akına..." Diyen fısıltısını duydum. "Al bulaştırma. Ben sana alı hiç yakıştıramadım."

 

Nefesi yüzümü yalayıp geçerken elleri bir kez daha ayrıldı benden. Bedeninin uzaklaştığını fark ettim. Gözlerimi son kez açtığımda tek amacım yüzünü görebilmekti. Öylede olmuştu. Yüzünü görememiştim belki ama denizlerimi ateşe veren kızıllar gözlerimi kapatmadan önce gördüğüm son şeyler olmuştu.

Dün yanıma gelip saçımdaki kan lekeleri silen oydu. Yıllar sonra saçlarıma şefkatle değen tenin sahibi oydu. Al ettiğimi ak eden oydu.

 

Vurulduktan sonra kanımla kızıla dönen saçlarımı gece odaya gelip her bir teliyle silen oydu.

 

Dans ederken üzerindeki gömleğiyle saçımdaki kanı silende oydu.

 

Güya gömleği lekelendi diye kavga eden adam akımdaki lekeleri temizlemişti.

 

Ben konuşmak için hareketlenirken bir kez daha onun sesi doldurdu kulaklarımı. "Kızı alabilirsiniz." Ne olduğunu anlamak için yüzüne bakarken arkamdan duyduğum adım sesleriyle kalakaldım. Saçlarımdaki elleri artık bir silah tutuyordu. Namludaysa ensem vardı. Bana silah çekmişti . "Bilgisayar bende kalıyor." Konuşmak istedim ama sustum. Gözlerimin dudaklarım yerine bunu yaptığını biliyordum.

 

Güvenip arkamı bile dönmemiştim belki ama o beni arkadan vurmanın başka bir yolunu bulmuştu.

 

Elini ensemden çekip namluyu yüzüme tutarken diğer eli ceketimin önünü hızlıca açıp belime sardığım kumaşta ki düğüme gitti. Sessizce izledim. Yapacak başka birşeyim yok gibiydi. Arkadamda ki adamların beni bırakacaklarını sanmıyordum. Karşımdaki yabancının da öyle.

 

Altemur bilgisayarı benden söküp alırken öylece izledim onu. Ay ışığı yüzüne vurup geçerken uzun kirpiklerini bu kadar net görememiştim. Bunun farkındalığıyla dudaklarımı araladığımda "Kipriklerin..." Dedim. "Canını kim yaktı?" Kaşlarımı çatmıştım. Kim yapmıştı bunu?

 

Bilgisayarı tutan eli yanına düştü. Silahı tutan elinin hedefinde hala ben vardım. Ama artık onunda gözlerinde büyük bir boşluk vardı. Varlığı birkaç dakika bile olsa iyi gelmişti benliğime. Ve o diğerleri gibi gitmesi gereken yerde gidiyordu benden. İçerideki huzursuzluk büyümüştü şimdi. Kanatlarını açmış, kalbime konmuştu. Dün gece kafesimi perçinleyen kuş bile o kanatların arasında yitip gitmiş gibiydi.

 

Dün bana gelen yabancı beni korkutmuştu.

 

Bugün benden giden yabancı canımı yakıyordu.

 

Gözlerimde ki kırıkların ruhuna battığını en derinlerinde hissederken buruk bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. "Onu bulacağım." Derken kendimden emindim. "Canını yakanı bulacağım. Ve inan yanacak bir canı bile olmayacak." Bir adım attım geriye. "Benden aldığın allara sayarsın, ödeşiriz." Gülümsedim. "İyi ki gittin benden Altemur." Gelmemen gerekiyordu. Tanıdım seni Altemur. "Biraz daha kalsaydın o kafesten sende çıkamazdın." Arkamdaki adamlar iki kolumdan tuttuklarında gülümsemem soldu.

 

"Akıma allar yakışır mı bilemem ama bana bulaşan hep karaydı. Bir onu silemedim ak olandan..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

Oldu oldu. Bu bölüm diğerlerinin aksine sindi içime. Umarım sizde beğenmişsinizdir.

 

Bu bölüm de bize Ahmet Kaya ve Sancak eşlik etti. Şarkıları dinlemenizi tavsiye ederim ❤️

 

En sevdiğiniz sahne?

 

Tutsanız bir kaşık suda boğacağınız o karakter 😈

 

En sevdiğiniz o minnoş şahsiyet???

 

Olmamış veya başka şekillerde gelişebilirdi dediğiniz kısımlar¿

 

Evet evet, soruyorum şimdi.

 

Sizce bizim kız, bu haini nereden tanıyor?

 

(Ben bile sinir oldum sana Altemur 😈)

 

Azra? 

 

Araf?

 

Kağan?

 

Yiğit?

 

Altemur?

 

Güneş Erna?

 

Ömür?

 

Ökten?

 

Mazhar?

 

Aram? 

 

Ben😁

 

Güneş'in Çocukları family ❤️

 

Spoi için Instagram hesabını takip edebilirsiniz.

 

Arkadaşlar kitap için Spotify listesi oluşturdum okurken dinleyebilmeniz için ama şu an hala düzenliyorum. Tamamlayınca onuda paylaşacağım.

 

Öneriniz varsa alırım.

 

Oy ve yorumunuza talibim.

 

Bir sonraki bölümde görüşürüz artık sohbet muhabbet çok uzadı ❤️☺️

 

Bölüm : 23.02.2025 01:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...