23. Bölüm

BİR SANDIK DOLUSU YALAN

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

 

 

 

 

 

@maiatuncel adlı kullanıcıya ithaf edilmiştir ☺️

 

 

 

 

 

 

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

 

 

 

 

16.12.2024

 

 

 

 

 

 

11. BÖLÜM

 

 

 

 

 

BİR SANDIK DOLUSU YALAN

 

 

 

 

 

 

❄️

 

 

 

Zaman. Aklımı tırmalayan sonu olmayan bir kelimeydi benim için. Evren, beni sürekli sınamayı severdi ama zaman, benimle alay etmeyi alışkanlık haline getirmişti. Hayatım belli zaman dilimlerinin, bir araya gelip saçma bir karmayla beni çıldırtmasıyla geçiyordu...

 

Zaman sonsuzdu.

 

Hayır, zaman herşeyin sonuydu.

 

Bu beş harf aslında bir çok şeydi.

 

Zaman benim için önemli ama anlamsızdı.

 

Yurtta kaldığım zamanlar bodrum katından çıkmak için müdürün istediği süre kadar orada kalmam istenirdi. Bu zamanlar benim için önemsizdi. Çünkü ben bir bodrum katını dünyaya değişebilecek bir insandım.

 

Kılıç Baydemir, beni soğuk sularda bekletip boğulmamı istediği zamanda anahtar kelime zamandı. Tek gereken belli bir zaman boyunca ölmemekti mesela.

 

Bedenime gelen kurşunlardan kaçarken de tek yapmam gereken zaman denen kavramam meydan okumaktı.

 

Ve şimdi yeni bir yola geçmişimle beraber girecekken de tek ihtiyacım olan zamandı. Ama bu defa zamana karşı mağlup oluyordum.

 

Demirliklerin ardında oradan oraya koşan polisleri izlerken zihnim belkide hiç olmaması gerektiği kadar boştu. En olmaması gerektiği zamanda hiçbir şey düşünmüyor, kendince şeyler üretmiyordu. Yanımda Ömür'le beraber olduğumuz yerde elimiz kolumuz bağlı beklerken açılan kapıyla başımı oraya çevirdim.

 

Kapıda bekleyen görevli konuşma zahmetine girmeden önümüzdeki kapıyı açıp başıyla dışarıyı gösterdiğinde hiç beklemeden çıktım oradan. Ömür'ün de arkamdan geldiğini gördüğümde yürümeye devam ettim.. Kapıyı geçtikten sonra adımlarımı yavaşlatırken arkamdaki polis memurunun önüme geçip bana yol göstermesini bekledim.

 

Beklediğim gibi polis öne geçtiğinde Ömür ve bende ardından yavaş adımlarla yürüyorduk. Çalışma masalarının ve polislerin daha fazla olduğu büyük bir salona geldiğimizde bir memur elindeki dosyalarla yanımıza gelip önümüzdeki polise birşeyler söyledi. Polisin gözleri kısa bir an bana değsede yanındaki memuru gönderip hızlı adımlarla yürümeye devam etti.

 

Salonun diğer ucunda ki odanın kapısına geldiğimizde sağ üst köşedeki tabelada yazan "Emniyet Müdürü Mehmet Kara" yazısı gözüme ilişti. Anlaşılan ifadeyi burada verecektik. İçeriden gelen komutla önümüzdeki polis kapıyı açtığında bizde hemen ardından odaya girdik.

 

Yaşını fiziki özelliklerinden çıkaramasamda otuzlarının sonunda gibi görünen dinç bir adam masasında oturmuş, ters bir ifadeyle bize bakıyordu. Ben onun aksine ifadesiz bir şekilde odayı izlerken polis, adama doğru gidip birşeyler söyledi. Gözleri konuşurken arada bana kaysada tek yaptığım Ömür'ün yanında dikilmekti.

 

Polis son kez bize baktıktan sonra odadan çıkarken Mehmet müdür masasının önündeki deri koltukları gösterip "Oturun"dedi. Ömür'e bir kez gözlerimi açıp kapattığımda benden aldığı destekle masaya doğru yürüdü. Ama müdürün söylediği gibi koltuğa oturmadı. Aksine benim oturduğum koltuğun hemen arkasında, ayakta durmaya devam etti. Kaşlarımı çatmış, ne yaptığını anlamaya çalışırken o dik bakışlarıyla müdüre bakıyordu.

 

"Konuşmaya nereden başlamak istersiniz?" Odada yankılanan tok erkek sesiyle gözlerim müdürü bulduğunda derin bir nefes aldım. "Önce neden burada olduğumuzu öğrenmem daha iyi olur."derken sıkkın bir ifadeyle karşımdaki adamı izliyordum. Şu an olmam gereken yerde değildim zira. Bu kadar olayın içinde iki gündür hiç olmadık durumlarda bulunmak ve zamanımı hunharca öldürmek yapmam gereken son şey bile değildi.

 

 

"Ne yaptığınızı bildiğinizi sanıyorum?" Tek kaşını kaldırmış imayla bana bakarken bozulan sinirlerimle gülümsedim. Masanın üzerindeki elinin yumruk olduğunu gördüğümde yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Araba çalarken görmüşler sizi. Üstelik çokta rahatmışsınız. Gündüz gözüyle, üç kameranın odağında, onca insanın vızır vızır geçtiği bir yerde." Gözlerimi devirirken "Çalmadık araba filan." dedim.

 

"Çaldık demenizi zaten beklemem. Ne yaptınız o zaman? Ödünç mü aldınız?" Yüzünde alayvari bir gülümseme oluşurken Ömür'ün elini omzumda hissettim. Oturduğu koltuğa yaslanırken"Üstelik çaldığınız araba bir özel harekat mensubuna aitmiş. Sizden şikayetçi olacağına eminim. İtiraf ederseniz kendisiyle konuşabilirim." diye ekledi. "Bak sen" derken içinde olduğum duruma alayla gülüyordum. "Kendisini tanıyorsunuz sanırım?"

 

"Şahsen olmasada ismen elbet tanıyorum."

 

"Ama yanılıyorsunuz."

 

"Anlamadım?"

 

"Arabayı ne çaldım, nede ödünç aldım. Zaten benimdi."

 

"O nasıl oluyor?"

 

"Neden zaten benim olan birşeyi çalayım ki?"

 

"Arabanın sizin olduğunu mu iddia ediyorsun?"

 

"İddia etmiyorum, söylüyorum. Araba, bana ait."

 

Konuşmasına müsaade etmeden bende oturduğum yerde dikleştim. "El konulan eşyaların arasında araba anahtarıma ulaşacaksınız. O araba şahsıma ait." Kısa bir süre gözlerime baktıktan sonra, gözlerini üzerimden çekmeden elini masadaki telefona uzattı. "Kerem, bir saat önce hırsızlık şüphesiyle getirilen kadının el konulan eşyalarını odama getir."

 

Kapanan telefonla gözlerim duvarın neredeyse yarısını kaplayan cama kaydı. Birçok kişi gözlerini buraya çevirmişti. Anlaşılan bir bordo berelinin arabasını çalmaya çalışan iki deli herkesin dikkatini çekmişti. "Arabanın sahibi olan arkadaşın karargahıyla irtibata geçildi. Yüzbaşı yakında burada olur. O gelmeden itirafçı olmanız, sizin lehinize olur."

 

Karargah kelimesiyle sinirlerim oynarken "Siz arabanın sahibi olduğunu iddia ettiğiniz kişiyi ne kadar tanıyorsunuz?" diye sordum. "Zebaniyi tanımayan yoktur. Kendisi bütün birim-"

 

"Peki siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?" Çenem, sıktığım dişlerim yüzünden ağırırken dizimin üzerine yerleştirdiğim elimi sıktım. "Eski bir gazi olduğunuz bilgisini az önce duydum hanımefendi ama bu, bir suç işlediğiniz gerçeğini değiştirmez."

 

Çalan kapıyla beraber içeriye az önceki polis girdiğinde elindeki kutuyla masaya doğru yürüdü. Benimse tek odağım karşımdaki adamdı. "Ben eski özel harekat mensubu Güneş Erna Baydemir." Oturduğum koltuktan ayaklandığımda Ömür'de birkaç adım geriledi. Müdür alayla bana bakarken polis elindeki kutuyu masaya bırakmıştı.

 

"Gehenna timinden." dediğimde yüzündeki gülümsemenin nasıl bozulduğunu anbean izlerken eğilip masadaki kutudan telefonumu ve araba anahtarımı aldım. "Nam-ı diğer Zebani." Müdür oturduğu koltuktan hızla kalktığında onu görmezden gelip polise baktım. "Buradan hemen çıkmak istiyorum. Gerekli işlemleri yapın. Kendi arabamı çalmak gibi saçma bir suçtan burada sorgulanacak değilim."

 

"Müdürüm, o kadın Zebani-"

 

Bakışlarım hızla açık kapıdan içeri giren bir başka polisi bulduğunda daha fazla beklemeden kapıya doğru yürüdüm. "En azından birileri kim olduğumu öğrenmeyi akıl etmiş." derken apar topar içeri giren polis memurunun yanından geçip odadan çıktım. Benim ardımdan Ömür'de çıktığında gördüğüm ilk polisi elimle çağırdım. "Bana amirinizi çağırın. Veya başkomiser, fark etmez. Bir an önce çıkmak istiyorum."

 

"Emredersiniz efendim."diyen polis gitmek için arkasını döndüğünde bir kez daha durdurdum. Gözlerimle Ömür'ün elindeki kelepçeleri işaret ettiğimde"Açın şunları da."diye ekledim. Zira bu kelepçeleri açan ben olursam tekrar kullanılması imkansız olurdu. Arkamdaki odadan çıkan müdür ve isminin Kerem olduğunu öğrendiğim polis çıktığında müdür, Kerem'e elimdeki kelepçeleri işaret etti.

 

Kerem cebinden çıkardığı anahtarlarla bana doğru geldiğinde ellerimi birbirinden uzaklaştırdım. Uzaklaşan ellerimle beraber kırdığım kelepçe ortadan ikiye ayrılıp düştüğü zeminde tok bir ses bıraktı. Artık herkesin ilgi odağı bizdik. "Aç şunları."derken sözlerim Kerem'e de olsa, gözlerim müdürdeydi. Kelepçeleri daha polis arabasındayken açmıştım. Beni böyle basit şeylerle etkisiz hale getirileceklerini düşünmeleri saçmaydı. Ben eskide olsa, TSK'nın bir mensubuydum. Böyle zımbırtılar bana işlemezdi.

 

Kelepçeden geriye kalanları ayaklarımla iteklerken elimde ki telefonu cebime attım. Çok geçmeden az önce gönderdiğim polis, yanında takım elbiseli bir adamla geldiğinde gözlerim onları buldu. Bana uzattığı elini sıkma gereği duymadan "Gereken neyse yapın, çıkmak istiyoruz."dedim. Bana uzattığı elini çekerken gözleri kısa bir an arkadaki müdürü buldu. "Sanırım bir yanlışlık olmuş. Arkadaşlar işlemleri başlattı. Birazdan hallolur. İsterseniz oda-"

 

"İstemez." En yakınımdaki sandalyeyi çekip oturduğumda Ömür'ede karşımdaki sandalyeyi işaret ettim. Etrafındaki kalabalığa kaçamak bakışlar atarken gösterdiğim sandalyeye oturdu. Oturduğu koltukta diken üstünde gibi dururken omuzlarını çökertmiş, çekingen gözlerle etrafı izliyordu.

 

"Ömür?" İrkilirken kısık bir sesle "Efendim abla?"diye sordu. "Kahve içer misin?" Müdüre baktığını düşündüğüm bakışlarını gördüğümde omuzlarını dikleştirdiğini gördüm. Bakışları da aynı hızla sertleşirken bu defa ben onun baktığı yöne baktım. Düşündüğün gibi doğrudan müdüre bakıyordu. Tıpkı müdürün de dikkatle bana baktığı gibi.

 

Onun bu hali keyfimi yerine getirirken korumacı tavrı içimi ısıtmıştı. "İçerim abla."cevabını duyduğumda gözlerim amirin arkasında ayakta duran polisi buldu. "Sakıncası yoksa?" Başını hızla sağa sola sallayıp "Nasıl istersiniz komutanım?"diye sordu.

 

"Bir şekerli, biride sade türk kahvesi. "

 

Polis gülümseyerek gözden kaybolduğunda bende etrafı izlemekle meşguldüm. Ortam fazlasıyla kalabalıktı. Üstelik gittikçe daha da artıyor gibi geliyordu bu kalabalık bana.

 

Önüme koyulan fincanla gülümseyerek polise baktım. Başımla selam verdikten sonra saatler sonra kahve içebilmenin verdiği mutlulukta gülümsedim. Amir olduğunu düşündüğüm adam bana doğru adım attığında ruganlarına değen kelepçe parçaları zeminde kaydı. Gözleri şaşkın bir şekilde bir parçaları bir beni bulduğunda fincanı masaya bırakıp başımla yeri işaret ettim. "Bu ay ki vergilerime dahil edeceğim." derken başka bir polis ben ve Ömür'ün önüne birkaç kağıt bırakmıştı.

 

Kağıtlara kısaca göz attıktan sonra uzanıp masanın üzerindeki mavi kalemlerden birini aldım. Oyalanmak gibi bir niyetim yoktu. Hele ki o adam karargaha haber verdiğini söyledikten sonra. Bir an önce Ömür'ü de alıp çıkmalıydım buradan.

 

İmzaladığım kağıtlardan sonra kalemi Ömür'e uzatıp başımla kağıtları gösterdim imzalaması için. Başıyla kısaca beni onayladıktan sonra önünde ki kağıtları oda hızlıca imzaladı. Ömür'ün imzaladığı kağıtlardan sonra önümdeki kahveyi tek yudumda içtim. Fincanı masaya bırakırken oturduğum koltuktan kalktım. Geldiğimiz koridora doğru yöneldiğimde arkamdan gelen sesle duraksadım. "Yüzbaşı!"

 

Sinirle arkamı dönerken konuşmak yerine bakmakla yetindiğimde müdür konuşmaya devam etti. "Bir yanlış anlaşılma oldu. Eğer vaktiniz varsa-"

 

"Bu aralar yokluğunu çektiğim tek şey vakit müdür. Seninde o kadar değerli olduğunu düşünmüyorum." İfadesi bozulsada kuyruğu dik tutmaya devam ediyordu. "Yanlış anlaşılmayı telafi etmek isterim sadece."

 

"Gerek yok. İşlerim var, gitmeliyim."

 

"KOMUTANIM!"

 

"Hay dilinin çanağına Bertuğ!" Gözler kısa bir an bana kaysada tekrar sese dönmüşlerdi. Ömür olduğu yerde sinerek bana yaklaştığında bende mecburen arkamı dönmüştüm. Bu kadar sık görüşmemiz hiç iyi değildi.

 

Oradaydılar.

 

Gehenna timi tüm asaletiyle bana doğru geliyordu.

 

Üzerlerine geçirdikleri üniformaları ve dik duruşlarıyla koridorun diğer ucunda durmuşlardı. Omuzlarına iliştirdikleri bordo bereye kısa bir an baksamda gözlerimi tekrar yüzlerine çıkardım. Her zamanki sert ifadeleri yüzlerinde olsa da tebessümlerini bırakmamışlardı. Ozan Cem her zamanki büyük gülümsemeyle hızlı adımlar atarak diğerlerinin arasından çıkıp bana doğru koşar adım geldi.

 

Etraftaki herkes büyük bir ilgiyle timi izlerken Ozan Cem önce tekmil durdu, sonra da hiç beklemeden boynuma atladı. "Seni görmek için karakoldan arayacaklarına bile sevineceğimi söyleseler hayatta inanmazdım be abla." Mantığım Ozan Cem'i kendimden uzaklaştırmam gerektiğini söylerken kalbim onu tüm sıcaklığıyla sarmamı istiyordu benden.

 

Ellerim daha fazla boşlukta kalamayacağı için kısaca sırtına dokunup "Tamam."dedim. "Ölmedim. Hayattayım. Mahkumda değilim Ozan Cem. Bugün girdim, bugün çıkıyorum. Bırak şimdi beni." Ozan Cem mesajı gayet net bir şekilde alıp beni saldığında diğerleride yanımıza ulaşmışlardı. Eray rütbeli olarak müdür ve kim olduğunu öğrenmeye tenezzül etmediğim takım elbiseli adamla tokalaştığında ben bu gösterinin ne zaman biteceğini bekliyordum.

 

"Hırsız kimmiş? Yakalandı mı?" Diye soran Eray doğrudan müdüre bakıyordu. Ama müdürün üzerime mıhladığı bakışları benden ayrılamamakta ısrar ederken Eray'ın bakışları da onunkileri takip edip bende durdu. Kaşları hiç beklemeden çatılırken en yakınımda olan Eren bir elini kaldırıp omzuma attı. Ters bakışlarım onlardan ayrılıp Eren'i bulduğunda hiç umursamadı beni. Ben konuşmak için hareketlendiğimde ilk tepki Gece'den gelmişti.

 

"Çıktıktan sonra kesersin hesabımızı abla. Bu karakolun erkek nüfus yüksek."

 

Gökalp yanıma gelmek için öne çıktığında dibime sokulan Ömür'le dikkatim oraya katmıştı mecburen. Anlaşılan sabah olanlardan sonra hala çekiniyordu Gökalp'ten. Boşta ki elim hiç beklemeden Ömür'ün omzunu bulduğunda kısaca tebessüm edip omzunu sıktım. Mehmet abi sözü alırken gözlerde onu buldu.

 

"Karargaha Güneş'in arabasının çalındığını söylemişsiniz. Bir haber var mı?"

 

"Aslına bakarsanız bir yanlış anlaşılan olmuş teğmenim. Ortada hırsızlık falan yokmuş." Müdürün sözleriyle Eray kaşlarını kaldırırken "Anlamadım?" dedi." O nasıl olmuş?"

 

"Şöyle ki..." diyen müdürün gözleri bir kez daha bana uğrasada topluca salonu dolduran öksürük sesleri yüzünden tekrar Eray'a baktı. "Yüzbaşı arabasıyla bir takım sorunlar yaşamış sanırım. Gelen ihbarda bir erkek ve kadının lüks bir arabayı çalmaya çalıştıkları söylenmiş. Ekipler oraya gidince de yüzbaşıyı ve arkadaşı ellerinde birtakım aletlerle bulunca merkeze getirdiler."

 

"Nasıl yani, hırsız peki?" Mehmet abi bu soruyu müdürden çok bana sorarken bakışlarımı düz tutmaya devam ettim. "Hırsız yokmuş. Komşular yüzbaşıyı hırsız sanmışlar. Yani büyük bir yanlış anlaşılma olmuş." Bakışlar tekrar müdürü bulduğunda Caner anlamayarak "Kimlik kontrolü falan yapılmadı mı?"diye sordu. "Komutanım buraya şüpheli olarak mı getirildi?" diye soran Bartın'ın sert sesiyle bu defada ona baktım. Gözlerim pinpon topu gibi hepsinin arasında gidip geliyordu.

 

Bartın'ın sorusu ortamdaki gerginlik seviyesini artırırken ben Eren'in omzumdaki elinden kurtulup Ömür'e yön vererek koridorda yürümeye başladım. Kavga etmek isteyen varsa pek tabii ardımızdan devam edebilirdi ama burada benim vaktimi harcamalarına izin verecek değildim. Arkamdan gelen adım seslerine kulak asmadan yoluma çıkan bir memura çıkışı sorup Ömür'le beraber çıktım karakoldan. Diğerleride arkamdan gelmişti. Eray ve Mehmet abide karakolun kapısında göründüklerinde konuşma kısmının onlara kaldığını anlamıştım.

 

Gözlerim kısaca üzerlerinde dolaştıktan sonra bekelemeden "Arabamın anahtarı hanginizde?" diye sordum. Caner cebinden çıkardığı anahtarı uzattığında ondan alıp ceketimin cebine sıkıştırdım. "Niye bize sormak yerine yedek anahtarla arabayı almaya gittin abla. Sabah sendeydik, anahtarı isteseydin verirdik."

 

"Anahtarı vermek için istememi mi beklediniz Yakut? Verseydiniz."

 

"Bu bizi aramamak için alet çantasıyla kendi arabanı çalmaya çalışmanı değiştirmez abla."

 

"Benim olanı bana vermediğinizi de öyle Eray. Niye topluca geldiniz siz, görev yok mu?" Dilimin kemiğine saydırırken söylediklerime çoktan pişman olmuştum ama olan olmuştu. "Fazla boşsunuz herhalde."diyerek toplamaya çalıştım. "Her an burnumun dibinde bittiğinize göre."

 

"Daha görev emri çıkmadı. Karargahta beklemedeyiz." Mehmet abiyi başımla kısaca onaylayıp tekrar Ömür'e çevirdim odağımı. "Hadi, gidiyoruz."

 

"Ben bırakayım sizi abla. Arabalarla geldik zaten. Şöyle abla kardeş hasret gideririz."

 

Ozan Cem'e ters ters bakarken "İstemez."dedim. "Ölümüm senin arabanın çakma deri koltuklarında olsun istemem. Taksi kâfi." Ozan Cem dediklerime sinirle homurdanırken Bertuğ ve Bartın gülüyordu. "Çakmayı orjinali niye katıyorsun abla şimdi. Adam orjinal demişti bana. Yedik işte bir kazık."

 

"İyi." dedim başımı aşağı yukarı sallarken. "Benimde ikinci kazığı senden yemek gibi bir derdim yok. Hadi eyvallah." Ömür'ün kolunu tuttuğum gibi peşimden çekiştirirken yolcu indiren bir taksi ilişti gözüme. Hız kesmeden elimle dur işareti yaptıktan sonra Ömür'le beraber taksiye bindik.

 

Yarım saat sonra tekrar arabanın yanına geldiğimizde bu defa anahtarla açmıştık. Ömür hayran bakışlarla arabama bakarken "Asker maaşları bu kadar iyi miydi abla?"diye sordu.

 

"Ne bileyim Ömür ben. Hadi binde gidelim. İşim var, seni eve bırakmam lazım."

 

"O niye abla?"

 

"İşim var diyorum ya Ömür. Seni eve bıraktıktan sonra bir arkadaşa geçeceğim."

 

"Bende geleyim işte abla." Arabanın motorunu çalıştırırken Ömür'e ters ters bakıyordum. "Seni tanımasını istediğim biri değil Ömür. Ben gelene kadar evde kal. Daha sonra seninle başka bir yere geçeceğiz."

 

Ömür'de bana bakışlarımı iade ederken "Ne o?" diye sordum. "Trip mi yiyorum?"

 

"Ne haddime abla." Ömür başını cama doğru çevirdiğinde tavrına güldüm. "Geldikten sonra konuşuruz Ömür. Sen şimdi evde kal. İşim uzamaz diye umuyorum."

 

"O sandıktakilerle mi ilgili?" Ani gelen sorusuyla kaşlarım çatıldı. "Sandığı mı açtın Ömür?"

 

"Yapmadım öyle birşey abla. Senindi o." Ömür'ün ses tonundaki kırıklar kulağıma ulaştığında fazla sert çıktığımı fark etmiştim. "Bak Ömür. Açık konuşacağım seninle. Kardeşimsin dedim sana. Sen istemediğin sürece seni bırakmam. Ama ben senin her zaman yanında olabileceğin türden biri değilim."

 

Işıklarda durduğumuzda gözlerim doğrudan Ömür'ün gözlerini buldu. "Müdürün odasında dediklerinle mi alakalı? Eski askerin dedin o adama. Gaziyim falan?" Başımla ağır ağır onayladım. "Kısmen. Ömür..."derin bir nefes alırken kendimi karşımdaki çocuğa nasıl anlatabileceğimi düşünüyordum. "Bak, eski asker olmam ve her an yanımda biten askerlerin olması gözünü boyamasın. Ben belkide bir insanın güvenmemesi gereken en berbat insanlardan biriyim. Temizim diyemem sana."

 

Panelde gözüken yeşil ışıkla tekrar gaz pedalına yüklendi ayağım. "Senin i kaçtığın adamlar halt etmiş bir kere yanımda. Onlardan kaçarken bana tutuldun sen bir bakıma aslında. Kol kanat gererim sana. Ablan olurum. Ama seni yanımda tutamam çünkü bu açık bir infaz olur. Anlıyor musun beni?" Ömür'ün kaşları çatılırken oturduğu koltukta mümkün olduğu kadar bana dönüp yüzüme bakmaya başladı. "O ne demek abla? Başın dertte mi, peşinde biri mi var yada?"

 

"Ben derdin kendisiyim Ömür. Peşimde kimse yok çünkü belkide bu gece ben birilerinin peşine düşeceğim. Benim ne bugünüm belli bundan sonra nede yarınım. Gideceğim yerde karşıma ne çıkacağını bilmiyorum ve toy bir çocuğu peşimde sürükleyemem."

 

"Neyin içindesin bilmiyorum Güneş abla ama kardeşlerin sana yardım edeceklerdir. Ne yapıyorsan yalnız değilsin, bundan eminim." Dedikleriyle hüzünlü bir tebessüm dudaklarımda yer edindi. "Bu geceden sonra peşime düşecek olanlar ilk onlar olur Ömür. Ben bu yolda yalnızım. Tek başıma. Seni yalnız bırakacak değilim ama. Burada olmasam bile her ihtiyacın olduğunda bir nefes arkanda olurum." Son sözlerimiz bunlar olurken eve varana kadar ne ben nede Ömür konuşmamıştık. Evden sandığı alır alır çıkarak tekrar yola düşmüştüm.

 

Sandığın ahşap kapağında ki küçük bölmeden çıkan adrese ne kadar güvenilirdi bilmiyorum ama elimdeki tek bilgi olmasına güvenerek düşmüştüm yola.

 

Bu gece birçok şeyin değişeceğini biliyordum. Ama ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu. Elimde tek bir adres, tek bir isim ve tek bir şans vardı sadece.

 

Yapmak istediğim şeyin farkındaydım. Sorumluluklarında. Birçok şeyden vazgeçiyor olduğum acı bir gerçeğin bütünlüğüyle karşımda duruyordu. Kaybettiğim oyunun bedeli isteniyordu benden. Benden çok fazla şey isteniyordu ve ne kadarına güç yetirebilirdim hiçbir fikrim yoktu.

 

Adres beni en sonunda Kartal'ın en sessiz sokaklarında bir ormanın içindeki eski bir malikaneye getirdiğinde arabayla gelebileceğim en son noktaya kadar gelmiştim. Arabadan çıkıp sandığı tek kolumun altına alırken silahının da emniyetini açıp diğer elime aldım. Herhangi ters bir durumda silahın emniyetini açarak vakit kaybedemezdim.

 

Yavaştan batan güneş acele etmem gerektiğini bana hatırlatırken arabayı kilitleyip malikanenin büyük demir kapısından içeri girdiğimde gözüme ilk çarpan şey kasvetli bir havayla ormanın içinde yükselen bina olmuştu. Görkemliydi. Fazlasıyla hemde. Temiz bir görüntüsü vardı, öyle ki camlar buradan bakınca bile gayet net bir şekilde seçiliyordu. Yinede iç güdülerim bu koca binanın boş olduğu konusunda beni uyarıp duruyordu.

 

Gereksiz yere büyük olan malikanenin girişi yaklaşık on metre kadar yolla başlıyordu. Sonrasında koca bir bahçe karşılamıştı beni. Büyük bahçenin tam ortasında boy gösteren siyah bir şah gözüme iliştiğinde istemsizce bu amblemde duraksamıştım. Şahın üstünde ellerini iki yanına koymuş oturan, bedenini öne doğru eğerek aşağıya bakan bir kadın heykeli vardı. Şah siyah olduğu kadar, kadın bembeyazdı. Gözlerim kadın heykelin baktığı yere kaydığında bu defa bir erkek heykel karşıladı beni.

 

Keskin çizgileri olan bir yapıydı. Eğer sanattan anlasaydım kesinlikle muazzam olduğunu söylerdim. Çünkü sanki karşımdaki bu tablo bir yapıt değil, bir tabloydu. Erkek figürün üzerinde güzel bir takım elbise işlenmişti. Sırtını şaha dayamıştı. Tek ayağı yere sert bir şekilde basarken diğer ayağını kırmış, ardındaki koca şaha dayamıştı. Tek eliyle tuttuğu kitaba büyük bir ilgiyle bakarken diğer eliyle alnına düşen saçlarına uzanmıştı. En ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bu şahesere bakarken yavaş adımlarla oraya doğru yürüdüm.

 

Evet, kesinlikle mükemmeldi. Öyle ki heykelin göz bebeklerini dahi özenle çizmişti. Karşımdaki erkek figürünün boyu benden en fazla dört baş daha yukarıdaydı. Şaha bakmak için başımı kaldırmam gerekiyordu ki heykelin tam altındayken şahın üst kısmını görmek tamamen imkansızdı. Kadın heykele bir kez daha baktığımda içimin titrediğini hissettim nedense. Herşey simsiyah bir şekilde tasvir edilmişken kadın bembeyazdı. Büyük ihtimalle beyaz kuvars veya benzeri bir taş kullanılmıştı. Uzun elbisesinin eteklerinin alt kısımlarında bir duman gibi bulaşan siyahlıkları gördüğümde gözlerimi ateşe değmiş gibi çektim oradan. Kadının gözleri doğrudan adamdaydı. Adamın gözleriyse elindeki taştan kitapta.

 

Platonik aşkın gayet güzel bir şekilde anlatıldığı heykele son bir bakış attıktan sonra buraya geliş sebebimi kendime hatırlatıp gözlerimi oradan çektim. Malikaneye girmeden önce bahçeye göz gezdirmek istediğim için bahçeye bakınmaya başladım.

 

Gözlerim bahçedeki tüm bu lüksün içinde ironi kaçan tahta bir kulübe bulduğunda kaşlarım çatıldı. Kulübenin çatısından duman çıkıyordu. Daha doğrusu bacadan. Anlaşılan biri vardı.

 

Elimdeki silahı daha sıkı kavrarken sandığa bir kez daha bakıp kulübeye doğru yürüdüm hızlı adımlarla. İçeriyi görmek için aradığım camı bulamadığımda vazgeçip doğrudan kapıyı çaldım. Üç kez çaldığım kapıdan sonra araya üç adım mesafe koyup silahıda kapıya doğru çevirdim.

 

Beklediğim gibi kapı ağır ağır açıldığında karşıma çıkan adamla olduğum yerde sanki mümkünmüş gibi dahada dikleştim. Yanlış insandı. Yanlış mekandı. Belkide en önemlisi en yanlış zamandı.

 

Peki ben?

 

Mekan doğruydu.

 

Zaman doğruydu.

 

Peki ben bunca şey içinde doğru insan mıydım?

 

"Façacı?"

.

.

.

.

.

.

.

.

 

 

 

 

 

 

 

 

Arkadaşlar geçmeden önce oy ve yorum yapmayı unutmazsanız beni çok mutlu edersiniz ☺️☺️☺️

 

 

 

 

 

 

Sorularınız varsa buraya alabilirim.

 

 

 

 

 

 

Sohbet muhabbet bu tarafa

🦋

 

Bölüm : 08.01.2025 18:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...