
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
26.12.2024
9. BÖLÜM
DAMAT OLMUŞ GİDİYOR
"Ben bu hayattta görüp görebileceğin en bencil kadınım. Arşınladığım yolları adımlayanları da iyi tanırım..."
🦢
Karadelikleri biliyor musunuz? Bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Ama bilmekle beraber ben birazdan tam içine atlayıp tecrübe edecek gibi hissediyordum çünkü içinde bulunduğum bu durumdan başka türlü kurtuluşum olabileceğini düşünmüyordum. Etrafımızda bir oyun vardı ve girdap misali dönüp duruyordu.
Gördüğüm sonuçla omurgamda ki ürpertinin de sebebini anlamış oluyordum. Sıkkın bir nefes verip başımı sağa sola salladığımda Demir Han'ın gözünden geçen hüznü gördüm. Bu oyunu devam ettirmeliydim. En azından gittiği yere kadar. Hayatımı borçlu olduğum adama birkaç küçük iyiliği borçluydum.
"Bakın! Görün hepiniz! Hiçbiriniz bana inanmadınız ama bu testede mi inanmayacaksınız?! Hamileyim işte daha neyini kabul etmiyorsunuz?!" Hızla Mirzahan'ın yanındaki yerimi aldığımda Rozarin'in aşağılayıcı bakışlarını görmezden geldim. Madem test pozitifti o zaman bizde başka yollardan geçerdik.
Rozarin tekrar konuşmak için ağzını açtığında ondan önce davranıp"Bağırmaya bir son ver artık!"diyerek sesimi yükselttim. Yanımda duran ve artık tüm umutları tükenen Mirzahan'ın sırtına avuç içimi yasladığımda omuzlarını dikleştirmesi gerektiğini ona söylemek yerine bastırdığım avuç içimle bunu ben yaptım.
"Kaç aylık hamilesin sen?" Rozarin soruma cevap vermek için kısa bir süre beklediğinde aklımdaki tilkilerin arasına bir yenisi daha eklenmişti. Ben bile bahsettiği olayın birkaç hafta önce yaşandığını tahmin ederken o cevap vermek için neyi bekliyordu?
Bundan feyz alarak onun üstüne gitmeye hazırlanırken "Birkaç haftalık. Yeni daha."diyerek yanıtladı beni. Kafamı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. "İyi. Rahimde ki bir bebeğe DNA testi yapılması için en az üç aylık olması gerekiyor. Yani şu an elimizden bir şey gelmez."
"Ne diyorsun sen kadın?!" Rozarin'i görmezden gelip masada oturan diğer adamlara baktım. "Kız üç ay boyunca babasının evinde kalmaya devam etsin. Üç ay dolduğunda testi yapıp ona göre karar verirsiniz."
"Buna izin verecek değilim!" Rozarin diğerlerini umursamadan bana doğru geldiğinde herşeyi beklemiştim ama ağzından çıkanları duymayı asla beklemezdim. "Kumayı kabul ediyorum! Ama bu halimle üç ay baba evinde bekleyecek değilim!" Histerik bir şekilde kahkaha atarken neye uğradığımı şaşırmıştım.
Hem cinsim mi? Asla kabul etmiyorum!
Gülümsemem tehlikeli bir sırıtışa dönerken hiç beklemeden belimde ki silahı çekip namluyu Mirzahan'a doğrulttum. "Bak sen? Ama ben kabul etmiyorum. Kuma olacağına ortada bir Mirzahan olmasın daha iyi?" Rozarin derince yutkunup birkaç adım gerilediğinde Mirzahan'da tedirginlikle bana bakıyordu.
"Ne yapıyorsun deli kadın?! Bırak o silahı!" Rozarin'in dediklerine göz devirirken göz ucuyla etrafımı kısaca süzdüm. İşte o an gördüğüm şeyle kafamda dolaşan tilkiler birer birer ait oldukları kafese doğru yol aldılar. Mirzahan'ın yüzüne doğrulttuğum namluyu indirirken silahın emniyetini açık bırakarak masadaki boş sandalyeye doğru yürüyüp sandalyeyi taş zeminine sürüklemeye başladım. Çıkan sesle bazıları yüzünü buruştururken ben fark ettiğim detayla etrafı ilgiyle süzdüm. Gözden kaçırdığım küçük bir fare vardı. Ama nerede?
Sandalyeyi yeterli gördüğüm bir konumda bıraktığımda oturup ayaklarımıda önümde ki masaya uzattım. Rozarin ve diğerleri deli görmüş gibi bana bakarken Demir Han kıstığı gözleriyle beni çözmeye çalışıyordu. Ona bunu yıllardır kimsenin yapamadığını söyleyip şevkini kırmak istemediğim için gözlerimi üzerinden çektim.
"Vazgeçtim Rozarin. Mirzahan senin olsun." Rozarin biraz sevinç biraz endişeyle bana baktığında sırıtarak Demir Han'a baktım. Biraz zaman kazanmanın kimseye zararı olmazdı. "Ben Demir Han'la evleneceğim." Demir Han içtiği suyu püskürtürken "Ne saçmalıyorsun?!"diyerek hızla ayaklandı. Sahte bir üzüntüyle yüzümü astım. "Aşk olsun Demir Han abi. Mirzahan, Rozarin'le evlenecek ben evde mi kalayım?"
Onun cevabını umursamadan Rozarin'e Yüzümde artık alay yoktu. "Mirzahan senin olabilirdi. Tabi yalanların olmasaydı." Umursamazca omuzlarımı silktim."Bu hayatta en nefret ettiğim şey bencil kadınlardır. Ama ironi olan ne biliyor musun Rozarin? Ben bu hayattta görüp görebileceğin en bencil kadınım. Arşınladığım yolları adımlayanları da iyi tanırım." Üst kattaki camlarda gözüm gezinirken aradığımı bulduğumda tekrar diğerlerine döndüm. Gözlerimle yerdeki gebelik testini işaret ettim.
"Düşündüğün kadar zeki değilsin Rozarin. Ama senin aksine ben ince bir kadınım." Gözleri hızla Berzan'a kaydı. Yardım istiyordu. Gülünçtü. Fazla iğreti bir şekilde hemde. "Uzatmak istemiyorum Rozarin. Sana verdiğim kitin rengi pembeydi. Senin bize kanıt olarak sunduğu kit-" gözlerimle yerdeki testi işaret ettim."Mavi."güldüm. "Ne o? Yoksa kit bebeğin cinsiyetine göre renk mi değiştiriyor?" Rozarin son bir hevesle kendini savunmak için ağzını açtığında onu görmezden gelip korumalardan birine baktım.
"İkinci kattaki oda. Penceresi doğrudan buraya bakıyor. İçeride hamile bir kadın var. Onu buraya getir." Rozarin dizlerinin üzerine çöktüğünde diğer korumaya baktım. "Sende üst kattaki banyodan gerçek test kitini getir. Büyük ihtimalle çöptedir. Orada bulamazsan eğer varsa banyo camından atmıştır yoksa da klozete. Acele edin." Berzan sinirle nefesini verdiğinde Rozarin'in hıçkırığını duydum. Sanırım bu bir kabullenişti çünkü ağlıyordu. Gözleri babasını bulduğunda çöktüğü yerden sürünerek babasına doğru gitti. "Baba-"
"Kes sesini Roza! Şimdi değil!"
Birkaç dakika içinde iki korumada istediğim şeylerle aşağıya indiğinde hamile kadına baktım. Yukarıda arkası dönük gördüğüm kadındı. Ben duyduğum sesle kapıdan uzaklaşırken bu kadının yaptığı test bir şekilde Rozarin'e ulaştırılmış olmalıydı. Nasıl olduğuna kafa yormayacaktım çünkü şu an sonuç odaklı çalışsam bana yeterdi.
"Asıl hamile olan kadın bu. Rozarin hamile değil. Gerisiyle ilgilenmiyorum. Gerçek test orada." Pompalı tüfeği üzgün gözlerle masaya bırakıp elimi tabancalara attım. Onlarıda masaya bıraktığımda yavaşça ayaklandım. Artık gitsem iyi olurdu. Mirzahan'ın minnet dolu bakışlarını görmezden gelip alayla Demir Han'a baktım. Yüzündeki gerginlik toz olup gitmişti sanki. "Şansına küs Demir Han abi."sahte bir üzüntüyle omuz silktim. "Mirzahan evlenmiyor. Yani bende seninle evlenemem." Yusuf Bera bu halime dayanamayıp kahkaha atarken Berzan çoktan ayaklanmış gidiyordu.
Mirzahan'ın omzuna birkaç kez dostça vurduktan sonra"Okuluna bak Soykıran"dedim sadece onun duyabileceği bir tınıyla. "Burada kendine yazık edersin demedi deme. Sahip çık oğlum namusuna. Az daha damat olmuş gidiyordun!" Gülümseyerek beni onayladığında Rozarin ve babası konaktan çıkıyordu. Demir Han'a bakışarımla dış kapıyı gösterdiğimde gözlerini iki kez açıp kapatarak beni onayladı. Yusuf Bera'nın yanında duran adama gözlerim kaydığında istemsizce yüzünde dolaştırdım gözlerimi.
Ona baktığımı anlamış gibi öne çıkıp elini uzattığında, onun aksine uzattığı eli görmezden geldim. Kimsenin ne dediğini umursamazdım. Temas sevmiyordum. Bu yaptığıma bozuldu mu bilmiyorum ama eğer öyleyse bile hiç belli etmedi. Uzattığı eli aynı sakinlikte indirirken yüzünde huzurlu bir tebessüm vardı. "Ilgaz Merzat Soykıran ben."
"Güneş Erna Baydemir."kısaca onu yanıtladığımda çatılan kaşlarını görsem de oralı olmadım. Vaktim yoktu. Gözlerim tekrar Demir Han'ı bulduğunda ona doğru yürüyüp elimi hadi dercesine salladım. "Burada daha fazla bekleyemem. Beni acil Nişantaşı'na atman lazım. Acele et Demir Han."
Yusuf Bera'nın kahkaha sesini bir kez daha duyduğumda Mirzahan şaşkın bir şekilde "Nişantaşı mı?"diye sordu. Asıl beklemediğim şeyse Demir Han'ın söyledikleriydi. "Diyarbakır'da mi?"
🌅🌅🌅
Doğduğunuz yerler vardı. Büyüdüğünüz. Memleket sayıp hasret kaldığınız. Bazende en ufak hatırasında bile göğüs kafesinizi harlayan. Sorduklarında gururla göğsünüzü gere gere anlattığınız, insanlara karşı övüp durduğunuz oraya has şeyleri insanlara dağıtıp gururlandığınız bir memleketimiz vardı. Komutanlarınıza selam verdiğinizde rütbeniz kadar değer verip haykırdığınız bir memleket. İnsanlar "Nerelisin?"dediklerinde verecek seksen bir cevabınız vardı.
Peki benim?
Bu seksen bir cevaptan biri bile bana ait değildi çünkü ben bu ülkenin hiçbir şehrine ait değildim. Ben o selamda bile hep Türkiye diye bağıran bir askerdim. Nereydi benim memleketim? Doğup bir köşeye atıldığım şehir miydi? Yoksa çocukluğumun öldürüldüğü şehir mi? Belkide gençliğimin bir çöp misali savrulduğu şehirdi?
Ama hayır, hiçbiri değildi. Ben bir şehrin değil, bir ülkenin yerlisiydim. Hiçbir şehrine ait olmadığım bu ülkenin dağı, taşıydı benim memleketim. Ben Türkiyeliydim.
Atama dönemlerinde hiçbir zaman şehirlere önem vermezdim. Doğu veya Batı benim için önemsizdi. Hepsi bir bölge, birkaç şehirden ibaretti. Nereye gitsem birdi benim için. Birçok şehirde bulunmuştum. Ama içinde olduğum bu şehir bana girdaptı. Burası bana yasaktı. Burası bana zehirdi. Burası bana çok şeydi...
Buradaydım ama işte. Bu hayat verdiğim bir sözü daha başıma vura vura geçirmişti. Ben bir kez daha tükürdüğüm kabı yalamıştım.
İnsanların zayıf noktaları olurdu. Bam telleri. Benimkide hiç görmediğim, bakmaya cesaret edemediğim bu şehirdi işte. Bir koridorda tanımıştım ben bu şehri. Bir yetimhane koridorunda.
Aldığım ceza bittiği için çıktığım kilerden koşarak uzaklaşırken müdürün odasından çıkan adamdan duymuştum gerçeğimi. "Babası anca Diyarbakır'a kadar dayanmış bu velede"demişti o adam. "Diyarbakır'a varınca salmış bunu. Oradan oraya gidip durmuş. Babasını da oradan sonra gören olmamış."
Ben o gün hiç tanımadığım babamın benden bu topraklarda vazgeçtiğini öğrenmiştim. Herkesin hasretle bahsettiği memleketim burası mıydı bilemedim hiç ama yinede burayı hiç sevemedim. Burası bana ukde kalmıştı çünkü. Bilmiyorum belki de hiç tanımadığım o adamın beni terk etmesini bu şehire yıkmıştım çünkü o adamı kendi içimde aklamam gerekiyordu.
Tüm suçu bu şehre yıktıktan sonra buraya hiç gelmeyeceğim demiştim. Gelirsem büyü bozulurdu çünkü. Buraya gelirsem bu şehir aklanır, tüm karalar o adama çalınırdı. Ama buradaydım işte. Hiç olmamam gereken, şehit haberimi götürün dediğim şehirde kanlı canlı oturuyordum.
Akla kara birbirine karışıyordu.
Başımdaki kapşünü saçlarımdan sıyırıp ellerimle saçlarımı hızlıca karıştırdım. Birkaç saat önce çıktığım hastane odasındaydım. Odadaki koltuğa kurulmuş, kollarımı dizlerime dayamış, başımı ellerimin arasına almış oturuyordum. Demir Han bir köşede çektiği sandalyeye oturup başımda bekliyordu. Timin gelmesini bekliyordum bende. Çünkü bu defa bana daha büyük bir açıklama borçluydular. Sinirle ayağımı yere vurup dururken koridorda Caner'in bağırtısını duydum. Sonrada diğerlerinin seslerini.
Az sonra hepsi açık kapıdan gözüktüğünde ilk baktığım kişi Yörük olmuştu. Ekibin dilsizi. Azap. Abim. Hiç kimse anlamasa bile o beni anlasın istedim. İstediğim gibide oldu. Bir bakışı yetti içimdekini görmeye. Bizim yaralarımız birdi. Biz birbirimizi yara izlerimizden tanırdık. Biz birbirimizi kanayan yaralarımızı sararken tanımıştık. Herkes ona karşı dursa bile Yörük benim yanımda durmalıydı. Ama yapmamıştı işte. Oda vazgeçmişti benden.
Açık kapıdan girmeyip bana bakmaya devam ettiler. Hepsi biliyordu korktukları o günün geldiğini. Demir Han oturduğu sandalyeden kalkıp kapıya gittiğinde hepsini içeriye soktu. Tim, yavaş adımlarla odaya geldiğinde Ozan Cem hiç beklemeden tekmil durdu. "Astsubay Ozan Cem Kamışlı Hakkari emret komutanım!"
"Selamı askeriyedeki üstlerine verirsin Ozan Cem. Buraya bunun için gelmediniz." Ozan Cem bu timde en çok tolerans gösterdiğim askerdi. Çömez olmasını fırsat bilip üzerine çok gidiyorlardı ama ben buna çoğu zaman izin vermezdim. Bu yüzden onunla aramızda farklı bir abla-kardeş ilişkisi vardı.
"Güneş-"
"Benim burada ne işim var Mehmet abi?"
Mehmet abi başını suçlulukla eğerken Eray'ın da ondan farkı yoktu. Gözlerim hızla Yörük'ü buldu. "Niye izin verdin Yörük? Benim burada olmamam gerekiyordu."
"Erna," elini ensesine atarken derin bir nefes çekti içine. "senin içindi. Kalbini değil nefesini korudum bu sefer."
"Şimdi daha mı iyi oldu?"
Yörük çenesini dikleştirirken taviz vermeyeceğini hareketleriyle bile anlatıyordu. "Nefesin için nefesimden geçerim kardeşim. Bu şehri yıkardım ama seni yakamazdım. Senden vazgeçtiysem senin içindi. Bunu seninle tartışmayacağım kardeşim."
Onun tavrıyla içimde bir yerlerde birkaç ağaç devrilirken başka bir yerde yeni bir çiçek serpildi. Ama o çiçeği kimse görmedi çünkü ben yine buna izin vermedim. Hesap soracaktım. Bunu onlarda biliyordu. Güneş Erna Baydemir yaşamak istemezdi ve bunu onlarda bilirdi.
Hepsine baktım tek tek. Hepsinde bir nefeslik ahım kalmıştı. Ve o ah mahşere kadar yapıştığı o yakalarda kalacaktı. "Mehmet abi, ben kimim?" Mehmet abi kaçırdığı gözlerini sonunda yüzüme çıkardığında "Kardeşim "demeyi başarmıştı. Alt dudağımı ısırırken başımla onu onayladım ağır ağır. "Peki senin için kimim ben Eray? Vasfım ne?"
"Abla, sorulacak sorumu bu?"
Timin geri kalanına baktım kısaca. "Çoğunuz için ablayım öyle değil mi? Bazen kardeş, belki anne, abla. Eskiden komutan mesela. Doğru mu?" Hepsi kısaca beni onayladığında Bartın daha fazla dayanamayıp"Hala öylesiniz komutanım!"dedi.
Değildim. Bunu oda biliyordu, bende, bu odadaki diğerleri de.
"Peki niye beni bir hiç uğruna yaşamaya mahkum kıldınız?" Mehmet abi bana doğru yaklaştığında onu elimle durdurdum. "Göreve çıkmadan önce ne dediğimi hatırlıyor musunuz?" Kimse cevap vermedi ama bu bizim dilimizde evet demekti.
O gün söylediklerim çınladı kulaklarımda."Gehenna timi!"Demiştim. "Ne olacağı bilinmez. Eğer görevde vurulursam sakın beni sağ bırakmayın! Bir sivil olarak yaşamaktansa asker olarak şehit düşmeyi yeğlerim!"
Şimdiyse tıpkı korktuğum gibi karşılarındaydım. Ben Güneş Erna Baydemir. Sadece Güneş, bir odanın içinde 11 bordo bereliyle karşı karşıyaydım. "Hiç mi hükmü yoktu söylediklerimin?! Değdi mi bu hale düşmeme! Bir masa başına bile layık görülmüyor olmama değdi mi?! Sözde ablanızım. Ailenizdenim!"
"Komu-"
"Caner! Senin için canımı tehlikeye atıp peşinden gelmeme rağmen yaptıkların değdi mi?! Beni sağ bırakmanıza değdi mi ulan?! Dedim size. Defalarca dedim. Korktum, ve bunu size söyledim. Her görev istisnasız dedim bunu! İlk ölecek olan bendim ama hala hayattayım! Bu muydu bana layık gördüğünüz?!"
"Güneş. Yapma abicim-"
"Neyi yapmayacağım abi! Sizden istediğim tek şey orada benim kafama sıkmanızdı! Siz ne yaptınız peki! Onca şeye rağmen beni buna mahkum ettiniz üstelik bu şehirde!"
"Abla. Yapma kurban olayım. Niye böyle söylüyorsun ki?"
"Bugünden sonra kimseyi görmek istemiyorum. Hiç kimseyi. Karargahtaki eşyalarımı kendim alacağım. Kimse elini sürmesin!"
"Abla-"
"Bölme lafımı Ozan! Ne dediysem o! Şimdi hepiniz gidin. Ama hiçbiriniz unutmayın Erna bana hakkını helal etmiyor! Bende Erna'nın hayallerini sizede hayatıma da helal etmiyorum."
Yakut dolan gözleriyle bana doğru adımladığında açık kapıya doğru yürüyüp kapıyı sonuna kadar açtım. "Çıkın. Hepiniz." Fazla birşey söylemedim. Onların yüzüne bir kez daha bakmayıp kendimi odadaki banyoya atarak kapıyı da arkamdan kilitledim. Bunu hak etmemiştim ben. Evet belki fazla ağır konuşmuştum ama benim için hayat denilen şeyi ezip geçmiştiler. Hemde beni yaşatarak. Ve ben bu kadarını kaldıramazdı.
Kaldıramadım...
Soğuk suyun başımdan aşağı akmasına izin verirken saatlerce o odada bekledim. Çıkmayacağımı biliyorlardı. Bu yüzden şimdi inat etmek yerine daha sonra tekrar gelmek için beni yalnız bıraktılar. Ben onların gideceğini biliyordum ama onlar hala benim onların bıraktığı yerde kalmayacağımı anlamamışlardı. Yıllarımı geçirdiğim o adamlar beni hala tanıyamamıştı. Oysa ben onların herşeyini bilirdim...
Öğleden sonra girdiğim banyodan akşam çıktığımda üzerimdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp rastgele attım. Dolaptan bulduğum siyah kargo pantolonu ve koyu yeşil boğazlı kazağı üzerime geçirdiğimde askıda ki deri ceketimide giyindim. Giyindiğim postalların içine pantolonumun parçalarını sıkıştırıp bulduğum bir sırt çantasına ihtiyacım olan şeyleri atıp odadan çıktım.
Tim, telefonum ve cüzdanım dahil birçok eşyayı peşimden buraya getirmişti. Aylardır kapalı duran telefonumu hızlıca kontrol ettikten sonra içindeki kartı çıkarıp tekrar kapattım. Biraz daha kapalı durmasının kimseye zararı dokunmazdı. Sora sora bulduğum vezneye geldiğimde kartımdaki neredeyse tüm parayı hastaneye yatırdım. Demir Han benim diğer hastaneye olan borcumu da ödediğine göre meblağ bir hayli yüksek olmalıydı.
Kendime az bir bütçe ayırdığımda hastaneden çıktım hızlıca. Burada daha fazla durupta kendime bu eziyeti yapmayacaktım. Hastanenin önünde bulduğum bir taksiye binip şehir merkezine indim önce. Bulduğum bir ATM'den ihtiyacım olan parayı çektiğimde bu defa başka bir taksiyle hava alanına geldim. Önce Ankara'ya gidip kalan hesapları kapatacaktım. Daha sonra karargaha gidip oradaki tüm izlerimi silmem gerekiyordu.
Artık yüzbaşı Güneş Erna Baydemir yoktu.
Artık Baybars Baydemir'in kızı Güneş Erna Baydemir vardı.
Yine o kimsesiz kız olacaktım. Bana ancak ondan hayır vardı bundan sonra. Ancak ona güvenirdim. Kaybettiğim yolları bulmanın sırası gelmişti.
Bugün bütün bölümleri taslak olarak kaydediyorum. Daha doğrusu bundan sonraki bölümler beraber son bölüm olacak. Düzenlemeyi yap falan derken her güne bir bölüm diye umuyorum.
Oylar şuraya,
Sorular buraya,
Yorumlar da oraya...
☺️🙃
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.75k Okunma |
874 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |