21. Bölüm

GELEN HATIRA, GİDEN GEÇMİŞ

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

 

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

27.12.2024

 

 

10. BÖLÜM

 

 

GELEN HATIRA, GİDEN GEÇMİŞ

 

"Ney niyetin Eray? Sana nefes olanın soluğunu mu kesmeye çalışacaksın?"

 

​​​​​​

 

 

 

Önceden sahip olduğunuz kimliklerinin oldurdu. Kişilikleriniz. İnsanların sizi tanımak şekilleri veya mevkileriniz. Cümlenin ne oldum kısmı olan hani. Sonra birden uçup giderdi elinizden. Ne olduğunu bile anlamadan ne olacağım tarafına geçer hayatınızın alt üst olmasını en ön sıradan izlerdiniz.

 

Belki birkaç yıl, belki onlarca sene, belkide bir hayata mâl olan emekleriniz ve kazancınız birkaç dakika içinde bir hiçe dönüşüp gittiğinde daha iyi anlardınız bunu. Sizin yazdığınız kitabı hatmedip size öğretmeye çalışanlar tanımazdı sizi böyle zamanlarda. Eskinin bir önemi kalmaz, siz bile kim olduğunuzu unuturdunuz.

 

İşte öyle bir andayrım bende. Yıllarımı verdiğim mesleğimin toprağına, karargahıma dönmüştüm. Bir zamanlar yuva dediğim o yerdeydim. Ama bu defa farklıydı. Çünkü artık ne burası benim yuvamdı, nede ben bu yuvanın bir evladı...

 

Uçaktan iner inmez buraya gelmiştim. Karargahın kapısında içeri alınmayı beklerken Ankara'nın rüzgarından daha fazla nasibimi almamak için kollarımı birbirine doladım. Karşımda nöbetçi diye dikilen iki er saatlerdir beni içeriye almamak için direnip duruyorlardı. Yeni oldukları belliydi ve beni tanımıyorlardı.

 

Gönderdikleri haberci "Sorup geliyorum"dediğinden beri yaklaşık bir saat geçmişti. Hastaneden çıkarken yanıma aldığım cüzdanın içinde asker kimliğim yoktu. Hoş olsa bile teslim etmem istenecekti ama en azından içeri girmek için kullanabilirdim.

 

Derin bir soluk alırken dışarı bıraktığım nefesim buğulu bir şekilde gök yüzüne doğru süzüldü. "Bakın. Size yalan söyleyecek halim yok diyorum. Ben eski askerim. İçeriden eşyalarımı almam gerekiyor. Bırakın geçeyim."

 

"Yeme bizi abla. Her gelene kapıyı açıp buyur etseydik, ohoo! Sen şimdi git, yarın tekrar gelirsin."

 

Bütün ciddiyeti ile bana bakan askere sinirle bakarken "Ciddi misin sen?!"diye soludum. "Eşyalarımı alıp, defolup gideceğim! Çekil artık şuradan yoksa ben çekeceğim seni!"

 

"Sen hangi timdendin abla? Kusura bakma ama ben buraya geleli sekiz ayı buluyor. Buradan olsan tanırdım yani!" Elimi sinirle yüzüme sürüp sabır dilenirken karşımdaki adamlara baktım. Ben hastaneye yattıktan sonra gelmişlerdi. Beni tanımalarını bekleyemezdim ama en azından eskilerden birini çağırıp bu detayı teyit edebilirlerdi.

 

"Gehenna timindendim ben. Açacak mısın artık şu kapıyı sen?!"

 

Askerler gür bir kahkaha patlatırken ileriden bize doğru yürüyen birkaç üniformalı asker daha gördüm ama mesafe fazla olduğu için yüzlerini seçemiyordum. Gülen askerlere çatık kaşlarla bakarken ellerimi sinirle ceplerime sıkıştırdım. "Deli misin nesin abla! Atacaksın bari sağlam at! Gehenna timinde bir kadın var oda aylardır yatıyor hastanede!"

 

Yanında onunla beraber nöbetçi olan ere döndüğünde kısık bir kahkaha daha patlattı. Onun kısık olduğunu düşündüğü ama benim gayet net duyduğum bir sesle "Birde gelmiş ben Zebaniyim diyor. Bu çıt kırıldım kadın zebaniyse bende Azap'ım ulan!"derken onun aksine yanındaki asker dikkatle bana bakıyordu. Bir kez daha ağzımı açmak için yeltenmiştim ki tanıdık bir sesin "Güneş!"diye bağırdığını duydum.

 

Arkadan gelen üniformalı askerler baktığımda bu defa tanımakta zorlanmadım. Levent ve Hüda buraya geliyordu. "Sonunda!"diye mırıldanırken onların yanıma gelmesini bekledim. Kapıdaki erler hızlıca selam dururken Levent çoktan yanıma varmıştı. Ellerini omuzlarıma koyup gözleriyle kısaca tüm bedenimi süzdükten sonra özlemle sarıldı bana. "İyisin çok şükür! Uyandığını duydum ama görevdeydim. Gelemedim yanına."

 

Ellerimden birini sırtına koyup sarılışına kısa bir karşılık verip fazla oyalanmadan uzaklaştırdım onu kendimden. "İyiyim. Sorun yok. Eşyalarımı almaya geldim." Başıyla kısaca beni onayladığında bu defa Hüda selam durup gür bir sesle "Kıdemli başçavuş Hüda Selvi, Bursa! Emret komutanım!" diye bağırdığında buruk bir tebessümle karşılık verdim ona. "Rahat Hüda. Artık gerek yok."

 

"Olur mu komutanım -"

 

"Çok güzel olduruyorlar Hüda. Takma sen fazla."

 

"İyiki geldiniz komutanım! Bu cehennem Zebanisiz hiç çekilmiyordu."

 

"Gideceğim Hüda. Dolabımı boşaltmaya geldim." Az önce beni içeriye almayan askerlere yandan bir bakış attığımda daha fazla oyalanmayıp hızlıca içeri girdim. Bahçeden içeri girdiğim an bana dönen gözler fısıldaşmaya başladığında hızlıca binadan içeri girip bizim timimiz için ayrılan odaya yürüdüm. Levent ve Hüda'da peşimden geliyordu.

 

Odaya girer girmez hızlıca masanın alt çekmecesinden küçük bir çanta poşet alıp kendi dolabıma doğru yürüdüm. Buraya fazla eşya bırakmazdım çünkü pek eşyam olduğu söylenmezdi. Timle beraber çekildiğimiz bir tomar fotoğrafı hızlıca elimdeki poşete koyduğumda askeri kamuflajlı birkaç fuları ve iki eldivenide poşete koydum. Not defterim ve bitişiğindeki kalemi Mehmet abinin dolabına koyduktan sonra odaya aylar önce bıraktığım yedek kıyafetlerimin olduğu çantayı aldım. Elimdeki poşeti de siyah sırt çantasının boş bir gözüne yerleştirdiğimde gözüm odadaki küçük mutfağa kaydı.

 

Koskoca bir raf boylu boyuna fincan doluydu. Kahve içmeyi ölesiye severdim. Tabi fincanları da öyle. Her beğendiğim fincanı alır, her ay oraya yeni bir fincan eklemeyi unutmazdım. Kahrolası bir takıntı yüzünden her aldığım şeyden üç tane aldığım için raf bir hayli kalabalıktı ama alttaki rafa dizilen hiçbir fincan benim tarafımdan alınmamıştı. Anlaşılan tim ben yokkende bu geleneği sürdürmüştü.

 

Fincanları orada bırakırken Levent ve Hüda'ya kısaca gülümseyip son kez baktım bu odaya. Son olduğunu bilmek canımı yakıyordu. Ama alışacaktım. Alışırdım. Bunu hep yapmıştım ve şimdide yapardım. Derin bir nefes alıp odadan çıktığımda bu defa yönüm Cengiz albayın odasıydı. Bir zamanlar baba yerine koyduğum o adama veda etmeye gidiyordum. Kapıdaki albay postasına geldiğimi haber verip beklemeden girdim içeriye.

 

Cengiz albay odasındaki camın önünde dikilmiş, az önce benim geçtiğim bahçeyi izliyordu. Büyük ihtimalle geldiğimi görmüş olmalıydı. Gözleri fazla vakit kaybetmeden beni bulduğunda yüzümde tek bir mimik dahi hareket etmedi. Bana doğru adımlayıp "Hoşgeldin kı-"dediğinde o kelimeyi tamamlamasına izin vermeden "Hoşbuldum Cengiz bey."dedim. Artık aramızda alt-üst ilişkisi yoktu. Ama artık aramızda baba-kız ilişkisi de yoktu. Bunu anlaması gerekiyordu.

 

Yüzünde buruk bir ifade oluştuğunda gözlerindeki hüznün sebebi olduğum için kendi kafama sıkmak istedim. Bana gülmeyi öğreten bu adamlara gülmeyi unutturduğum için ölmek istedim. Ama onlar bana bir kez daha kimsesiz kalmanın ne demek olduğu göstermişlerdi.

 

Daha fazla burada kalmak istemediğim için hızlıca "Eşyalarımı aldım"dedim. "Hangarda ki dolaba da izniniz olursa bakmak istiyorum. Arkamda birşey kalsın istemem. Sonrasında çıkacağım." Sustu. Konuşmadı. Bilmiyorum belki de benimde susmamı ve canını daha fazla yakmamamı istedi. Başını ağır ağır aşağı yukarı sallarken adem elmasınında yavaşça hareket edişini izledim.

 

"Alabilirsin tabii. Diğerlerinin haberi var mı buraya geldiğin, onlar daha gelmediler diye biliyorum ben?" Sorusunu görmezden gelirken"Evrak işleri için avukatıma vekalet vereceğim. O halleder. Karargaha dönmek istemiyorum."diye bir laf attım ortaya. Buradan çıktıktan sonra bir hayki meşgul olacaktım ve o kadar işimin arasında tekrar buraya dönmekle uğraşamazdım. Çünkü o an hangi şehirde olacağımı bile kestiremiyordum.

 

"Sen nasıl istersen. Avukatı buraya yönlendirirsen eğer bizim çocuklar yardımcı olurlar."

 

"Öyle yapacağım. En kısa zamanda gelmesini sağlarım."

 

"Bu arada kızım, asker kimliğin ve diğer resmi eşyalar prose-" Ne diyeceğini anladığım için cümleyi tamamlamasına izin vermeden ben konuştum ama tam o anda arkamdaki kapıda açıldı. " Hepsi benden umudu kestiğiniz an alınmış zaten. Benim size verebileceğim herhangi bir şey kalmadı yani. Ne bir kimlik ne bir tabanca. Hiçbirine sahip değilim. Başka bir şey yoksa ben gideceğim."

 

"Abla!" Gözlerimi sıkıca yumdum. Destursuz açılan kapıyla onların geldiğini anlamıştım zaten ama yinede onları görmek istemiyordum. Onlara zaten bir kez veda etmiştim ve bunu bir kez daha tekrarlamak pek sağlıklı bir düşünce olmazdı.

 

Baba bildiğim o yabancıya başımla kısa bir selam verdiğimde gözünden akan küçük bir damlayı gördüm. O an sanki kalbimde birşeyler oynadı. Binalar yıkıldı. Kimseye ev olamamış ve kimseyi ev bilmemiş kalbim yıkıldı sanki. Koşup bir kez daha sarılmak istedim ama yapamadım.

 

Yapamadım çünkü yaparsam eğer gidemezdim. Ona, onlara arkamı dönemezdim. Başımı dikleştirirken taviz vermeyen bakışlarla etrafıma baktım. Gidecektim. Bu işin dönüşü olmazdı. Arkamdaki adamları da yok saydım tıpkı karşımdaki adamı saydığım gibi. Hiçbiriyle göz teması kurmadan odadan çıktığımda gözlerim hızlıca Hüda'yı buldu. Ona doğru yürüyüp kimsenin duymayacağı bir ses tonuyla "Senden bir şey isteyebilir miyim?"diye sordum.

 

Etrafını kısaca süzdükten sonra başıyla onayladı beni. "Dinliyorum komutanım, emredin!"

 

"Benim arabamı bulabilir misin Hüda? Ben gittikten sonra ne olduğunu bilmiyorum. Tim gitmeme izin vermez. Bu yüzden bana arabanın yerini söylemezler. Bulabilirsen sevinirim."

 

"Emredersiniz komutanım! Hemen ilgileniyorum!" Hüda'ya kısaca teşekkür edip koridora doğru yürüdüğümde diğerleri de toplu bir şekilde peşimden geliyordu. Bahçeyi geçip hızlıca karargahın arka kısmına geçtiğimde gördüğüm alanla gülümsedim. Bir çok hangar vardı yan yana. Her tim için bir tane ayrılmıştı. Şüphesiz en büyük hangar Gehenna timine aitti. O Hangara sahip olabilmek için yaşadığımız şeyler gözümün önüne geldiğinde gülümsemeden edemedim. Kapısı her zaman ki gibi ardına kadar açıkken üzerinde ki yazıya kaydı gözlerim.

 

Yazıyı Gece'ye yazdırmıştık. Timdeki herkesi arkasında bırakacak kadar iyi bir çizim becerisine sahipti. İzin gününden çaldığımız koca bir gün boyunca Hangarın kapısına "Gehenna"yazmakla uğraşmıştı.

 

Derin bir nefes verip üzerini çizdiğim anılarla beraber hangardan içeri girdim. Benim hangara girmemin ardından diğerleri de içeriye girmişti. Vakit kaybetmeden arka kısımda bulunan dolaplara doğru yürüdüğümde kendi dolabımı bulup, rafların arasına sıkıştırdığım anahtarla dolabımı açtım. Burada da çok fazla eşyam yoktu genel olarak.

 

Birkaç tişört, arabamın yedrk anahtarı ve dolap kapağına astığım fotoğrafları saymazsak pekte önemli bir şeyim yoktu burada. Onları da hızlıca sırtımdaki çantaya sokuşturup dolabı kapattığımda yanaklarımı şişirecek kadar derin bir nefes aldım. Arkamı döndüğümde bir kez daha diğerleriyle göz göze geldiğimde omuzlarımda ki yüklere bir yenisi daha eklenmişti.

 

Hepsi dolu gözlerle bana bakarken ben doğrudan arkadaki kapıdan gözüken gökyüzüne bakıyordum. Kimse bana gitme diyemezdi biliyordum. Zaten öyle bir lüksümüzde yoktu. Ne onlar gitme derlerdi ne de ben kalabilirdim. Yapabilecekleri en iyi şey buradan kırgın ayrılmamam için çabalamak olurdu ama bunada ben izin verenezdim.

 

Bugün aramızdaki herşeyi bitirecek, bir son yazacaktım. Bundan sonrası olamazdı. Olmaması için elimden gelen herşeyi yapacaktım. Bu onlar içinde, benim içinde en iyisi olurdu.

 

"Güneş Erna." diyerek ilk söze giren Mehmet abi olmuştu. "Tabancan ve silahın -"

 

"Açıklama duymak istemiyorum. Yokluğumda hiçbir şeye sahip çıkamadığınız gibi onlarada sahip çıkamamışsınız. Diğerlerine nazaran umrumda bile olmadı."

 

"Abla, öyle değil, gerçekten. Alınması gerektiğini söyleyerek el koydular. Kararın ertelenmesi için mahke-"

 

"Bartın, gerçekten. Duymak istemiyorum. Olan olmuş çoktan. Brn anlayacağımı anla-"

 

"Ne anladın Allah aşkına abla! Söyle, söylede bizde bilelim!" Eray sinirle bana doğru birkaç adım atmıştı ki Caner ve Eren hızlı davranıp kollarından yakaladılar. Onun bu hareketiyle yüzüme çarpık bir gülümseme yerleştirdim. "Ne o Eray? Ablanın üzerine mi yürüyeceksin?"

 

Bunu yapmamalıydı işte. Ben onları yakıp yıkarak çıkacaktım ama o bana onları güzel hatırlayacağım anları çok görmemeliydi. Benden geçmişimi alacak hareketler yapmamalıydı.

 

Eray'ın yüz ifadesi gözle görülür bir şekilde dağıldığında durmayıp konuşmaya devam ettim. "Ney niyetin Eray? Sana nefes olanın soluğunu mu kesmeye çalışacaksın?"

 

"Öyle değil abla, yanlış anladın. Yemin ederim öyle bir niyetim yoktu benim! Abla-"

 

"Neydi niyetin Eray?!"

 

"Denemedim mi sanıyorsun abla? Çabalamadım mı? Elimden anca bu geldi. Bu kadar yapabildim, yapabildik! Sen yoktun abla. Biz yolumuzu kaybettik ama hiçbirimiz senden şaşmadık abla. Hiçbirimiz senden vazgeçmedik. Anla bizide Allah aşkına! Yal denilen neyse onu yaptık!"

 

"Eray! Susmak bu kadar zor mu?! Sus diyorum, duş ve bu burada bitsin. Kötü ayrılmayalım."

 

"Susmayacağım abla! Görevdeydim. Dağdaydık! Sana gelmeye gün sayıyorduk hepimiz! Karargaha indiğinizde ilk duyduğumuz senin zorunlu emekliliğin oldu. Ne kimliğin vardı ne silahın! Yemin ederim çok direndik! Ama kimseye sözümüz geçmedi! Dinlemediler bizi. Alamadık onlardan senin olanı. Emanetine sahip çıkamadık doğru ama yemin ederim çalıştık. Çabaladık."

 

Gözüme biriken yaşları geriye iterken Eray'a cevap vermedim. Onlarla sağlıklı bir şekilde iletişim kurmam mümkün değildi şu an. Brn susmayı seçerken Ozan Cem konuştu. "Abla, ne ayrılması? Kim ayrılıyor?" Çatık kaşlarla bana bakarken hepsi sanki bu detayı yeni fark etmiş gibiydi. Onlara doğrudan ben hayatınızdan çıkıyorum diyemezdim. Peşime düşerlerdi. Beni bırakmayacaklarını iyi biliyordum.

 

Doğruları söylenmek yerine onlara günahlarımı kattığım doğrularımı sunmaya karar verdim.

 

"Karargahtan çıktıktan sonra mümkünse eğer kimseyi görmek istemiyorum." Konuşmak için hazırlanan Yakut'u gördüğümde "Sizide"diyerek susturdum onu. "Arayabilirsiniz, açmayacağım demem. Ama sesimi duyamazsınız. Görmek istemediğim kimseyle konuşmakta istemiyorum. Kaybolacağım."

 

"Güneş, abim-"

 

"Bir süre. Kaybolacağım. Beni bulmaya çalışmayın. Çünkü bulamayacaksınız. Ben size gelmeden sakın bana gelmeye çalışmayın. Yokluğumla başım ağırsın istemiyorum." Bertuğ yerinde rahatsızca kıpırdanırken bende sabırsız bir neefes verip "Konuş Bertuğ"dedim.

 

Kıpırdanmaya bir son vermeye başarırken "Abla"diye soludu. "Tamam anladık, görmek istemiyorsun. Yemin ederim-"

 

"Daha fazla yemin duymak istemiyorum. Burada ayin yapmıyoruz." Kısa bir an Eray'a baksamda tekrar Bertuğ'a baktım. "En azından iyi olduğunu bilelim ve abla. Habersiz bırakma bizi. Zaten kaç aydır canımız çıktı. Tekrar kavuşmuşken yine kopmayalım birbirimizden."

 

"Ben bu saatten sonra iyi olamam Bertuğ. Kaldı ki kopabileceğimiz en ince uçtan koptuk biz zaten. Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kimse bunu dile getirmese bile herkes bunjn farkında öyle değil mi?"

 

Herkes susarken Göktuğ

"Ben senin evine çok yakınım abla."dedi. Tek kaşım usulca havalanırken "Yani?"diye sordum. "Ne yapabilirim Gökalp?"

 

"Yok abla. Senin bir şey yapacağından değil ama ben sana arada bir uğrasam en azından. Olmaz mı?"

 

"Olmaz Gökalp. Beni o evde bulamazsın zaten."

 

Hepsinin kaşları sanki sözleşmiş gibi aynı anda çatılırken"O nedenmiş?!"diye soran Mehmet abiydi. Omuz silktim. "Beni orada bulacağınızı düşünmeniz bile saçma. Olacağını düşünmüyorum ama eğer olursa önemli bir şey olursa-" gözlerim Zülküf'ü buldu bu defa. "Beni bulacağınız yeri zaten bilirsiniz. Şimdi, size eyvallah. Benden bu kadar."

 

Amacım gittiğim yeri bildiklerini düşünmelerini sağlamaktı. Ve bunu yapmıştım. Bunu biliyordum çünkü onları tanıyordum. Onlar bilmesede Zülküf'ün benim olduğum yeri bileceğini düşünüyorlardı. Ve Zülküf'te bunu böyle biliyordu. Yalan sayılmazdı aslında. Zülküf şayet oraya gitmek zorunda olursa benim herşeyden haberim olacaktı. En ufak birşeyde bile yanlarında olacaktım. Elim onların üzerinde kalmaya devam edecekti.

 

Gitmek için bir adım attım ileriye doğru ama bu kadardı. Gerisi gelmedi. Herşeye rağmen onlara arkamı dönmeyi beceremiyordum. Çünkü herşeye rağmen geçmişim onlara aitti. Onlarla beraberken var oluyordu sadece.

 

Elimdeki çantayı tek koluma asarken gözlerimi sıkıca yumdum. En azından bir vedayı hepsi hakediyordu. Onlardan böyle ayrılamazdım. Gidişim vardı ama gelişimden emin değildim. Hepsine teker teker baktım. Geçmiş dediğim şey tam şu an karşımda duruyordu. 11 farklı insanın bedeninde bana bakıyordu geçmişim.

 

"Herşeye rağmen..." Mehmet abi ve Eray'a baktım. Eray yüzüme bakmıyordu. Mehmet abiyse kırgındı. Bakışlarından bunu anlayabiliyordum. Caner üzgündü. Eren yorgun bakıyordu. Gökalp ve Bartın'ın gözleri şimdiden dolmuştu. Bertuğ'da tıpkı Eray gibi yüzüme bakmıyordu. Gece ve Ozan Cem doğrudan gözlerimin içine bakıyor, bakışlarıyla bile gitme diyorlardı. Yakut'unsa eli arka cebinde hazır bekliyordu. Sigara yakacaktı. Yakut her kaybına sigara yakardı ve bu defa ki sigarası banaydı.

 

Kaybımı kabul etmişti.

 

Gözlerim en son Zülküf'te durduğunda başını yere eğdi. Buda onun vedasıydı. Sessiz bir tebessümle hepsine veda ettim. Vedalarını kabul ettim. "Hakkınızı helal edin. Hepiniz birbirinize emanetsiniz. Olmaz ama yinede birbirinize sahip çıkın."

 

Hangardan dışarıya ilk adımı attığımda sanki uzun zaman sonra nefes almıştım. Hem nefes almış, hem soluğumu kesmiştim. Ben yüzbaşı Güneş Erna Baydemir'in cesedini tam bu Hangarın önüne bır

akıyordum ama hiçbiri bunu bilmeyecekti. Bu kapıdan çıkan sadece bendim. Babasının kızıydı. Annesinin isyanı, babasının kızıydı...

 

 

 

 

 

 

♣️♣️♣️

 

 

♣️♣️♣️

 

Arkadaşlar bugün birşey farkettim Gehenna aynı zamanda bir film veya dizide kullanılmış. Bir arkadaşımın yazısı sayesinde fark ettim aslında. Bu kelimeyi tamamen eski bir dilden olması ve ileride bu dili kitap içersinde kullanacağım için seçtim. Zaten çoğu şey farklı olacak ama eğer aklıma yatan başka bir kelime bulursam, veya eski bir dil bu kelimeyi değiştireceğim. Ama şu an öyle bir şey yok.

 

 

Eğer sizinde bildiğiniz eski ve böyle dile hoş gelen bir dil varsa söylemeniz beni çok mutlu eder.

 

 

Şimdiden teşekkürler.

 

 

Oy ve Yorum unutulmasın lütfen.

 

 

Seviliyorsunuz ❤️

 

 

Bol kitaplı günler...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

🥃🥃🥃

Bölüm : 06.01.2025 15:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...