
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
21.01.2025
21. BÖLÜM
KARAVANA
"Emekliyken peşimi bırakmayan makus talihim en azından bir ölüyken peşimi bırakmalıydı."
🖤
Korkuyordum. Garip bir şekilde bedenimde hissettiğim duygu buydu. Son bir yılıma sığdırdığım şeyler tüm hayatımı kaplayabilecek kadar büyüktü ve benim tek hissettiğim saf bir korkuydu. Çünkü bir oyun oynamıştım.
Tehlikeliydi...
Fazlasıyla...
Zarı atmış ve ilk hamleyi ben yapmıştım. Niyetim düşes değildi. Ama boşa sallamakta istemiyordum. Buraya kadar herşeyi bir şekilde idare etmeyi başarmıştım. Çok şeyi göze almıştım.
Herşeyden önce sevdiğim ve değer verdiğim herkesi almıştım karşıma. Kardeşlerim beni ölü biliyorlardı. Bir mezarım bile vardı. Benim için ağlamış, yokluğumu hepsi kabullenmişti. Ama şimdi herşey, bir hiç uğruna tehlikeye girmişti.
Karşımda duran iki adamda beni yanıyordu. İnkar etmem veya onları reddetmem birşeyi değiştirmezdi. Tek farklılığım saç rengimdi ve bu onları yanıltmak için yeterli olmazdı.
Ömür'ü bulduğum gece kavga ettiğim adamlardı bunlar. Beni az çok tanıyorlardı. Eski bir asker olduğumdan haberleri vardı. Ömür'le olan ilişkimi biliyorlardı. Üstelik timle olmasa bile Ömür'le saçma bir sebep yüzünden muhabbetleri olmuştu. Üstelik Araf denilen adamın konuşma tarzından ölüm haberimi aldıklarını da anlamıştım. Ama şimdi sapasağlam bir şekilde karşılarındaydım.
Ellerimle saçlarımı karıştırırken düştüğüm ikilemden nasıl kurulacağımı düşünüp duruyordum. Düğün salonunda çıkan kargaşa ve polislerin gelmesi yüzünden oradan kaçmıştık. Kızıl benide peşinden sürüklediği için şu an onlarla beraberdim. Organizatör kadında bunlarla beraber olmalıydı çünkü şu an oda yanımızdaydı.
Salonda oturuyordum. Azra ve Araf hemen karşımdaki koltuktalardı. Kızıl olan ortalarda gözükmüyordu ama her an bir yerlerden fırlaması beni şaşırtmazdı. Eğer yaşadığım ortaya çıkarsa sonuçlarına katlanamazdım.
Hayır, yokluğumu onlara bir kez vermişken tekrar karşılarına çıkamazdım.
Ömür'ün gözyaşlarının bedelini ödeyebilecek kadar güçlü değildim.
Babamın isteklerine boyun eğecek kadar güçlü değildim.
Ökten'i o masaya bırakacak kadar güçlü değildim.
Aram'ın masumiyetini lekeleyecek kadar güçlü değildim.
Bu defa Mazhar'ın öfkesini kabullenecek kadar iyi değildim.
Onları tekrar görmek isteyecek kadar bencildim belki ama onları tehlikeye atacak kadar güçlü değildim.
Hala dans ederken giydiğim kıyafetlerle salonda otururken Araf ve Azra'nın pür dikkat beni izlediklerinin bilincindeydim. Buraya gelirken ses etmemenin sebebi o an güvenli olan tek çıkış yolunun bu olmasıydı. Ama şimdi ne yapacağımı bilmiyordum.
Duyduğum sesle başımı çevirdiğimde salonun kapısında beliren Kızılı gördüm. Elinde tuttuğu fincanda kahve olduğunu düşünürken gözlerim fincanda haddinden fazla oyalanmıştı.
Sigara, alkol bilmezdim ama kahveye kesinlikle bağımlıydım.
Kahveden çektiğim gözlerim onu tutan ellerin sahibiyle kesiştiğinde onunda zaten bana bakıyor olduğunu gördüm. Gözlerimi ifadesiz bir şekilde üzerinden çekerken oturduğum koltuğa iyice yaslandım. Birkaç küçük sesten sonra önümde ki sahpeye bırakılan fincanla beraber gözlerim bir kez daha istemsiz bir şekilde kızıla kaydı.
Salondaki tekli koltuğa oturup gözlerini üzerime diktiğinde göz devirmemek için zor tutuyordum kendimi. İnadına yapar gibi önümdeki fincana bakmayı reddederken bu sıkıcı sessizliği kimin bozacağını düşünüyordum. Onlardan bir hamle gelmeyeceğini anladığımda konuşan taraf ben oldum.
"Araf'ta artık iyi olduğuna göre gitsem iyi olacak." Derken buradan bir an önce uzamak için an kolluyordum. "Önce konuşmamız gerektiğini düşünmüyor musun?" Gözlerim sesin sahibini bulduğunda "Neden?"diye sordum. Azra omuz silkerken gözleri kızıla döndü.
Herşeyi kelimesi kelimesine hatırlayan zihnim bu adamın ismini de bir an önce hatırlasa iyi olurdu. "Şehit olduğunu düşündük."
"Asker değilim ben."derken bedenim gerilmişti. Ağzımdan çıkan kelimeler en çok beni eziyordu ama engel olamamıştım. Ben şehit değildim. Cenazem bile böyle anılmamıştı. Sivil olarak geçmiştim. Bir terör kampında esir tutulan bir sivil. Boğazımı birkaç kuru öksürükle temizlerken "Şehit değil diyecektim."dedim. "Karşınızdayım şu an nede olsa." Derken içinde bulunduğum ortam beni fazlasıyla geriyordu.
"Öldüğünü söylediler bizimkiler." Bizimkilerden kastı Araf ve diğer adam olduğuna emindim. Sorma gereği duymazken "Yanlış anlaşılmış."dedim kısaca.
"Gazetede yazılanlar ve Zincirlikuyu'da ki mezarında yanlış anlaşılma o zaman öyle mi?" Alaylı çıkan sesiyle kaşlarım kalkarken kızılı buldu bakışlarım. "Mezarlığa mı gittin?"
"Haberlerde görüntüsünü verdiler." Sesi fazla umursamazdı.
"Gitmeliyim."derken gözlerim kapı ve kızıl arasında gidip geliyordu. "Mezarına mı dönüyorsun?" Kaşlarım çatılırken "Ne demek istiyorsun?"diye sordum öfkeyle. Ne demeye çalışıyorsa söylmeliydi. "Açık açık konuş."
"Bilmem. Sence ne demeliyim?"
"Ağzında geveleyip durduğun şeyle başlayabilirsin."
"Peki o zaman. Dürüst olacağım." Dirseklerini dizlerine yaslayıp öne doğru eğildi. Gözlerine bakma isteğimi görmezden gelip yüzünde tuttum bakışlarımı. "Birkaç hafta önce ölüm haberini aldığımız kadın bugün karşımıza geçmiş oturuyor. Ne düşünmeliyim?"
"Düşünmeni gerektiren ne? Veya sana, ismini bile bilmediğim bir adama hesap vereceğimi düşündüren?" Düşünecek bir şey yoktu. Karşımdaki insanlarla bir samimiyetim veya tanışmışlığım yoktu. Ne yaptığım onları bağlamazdı. "Ömür'ü kardeşim diye sahiplenirken ne düşünüyordun cidden?" Konuyu çevirmesindense çevirdiği yöne sinirlenirken "Sana ne?" Diye patladım. "Seni veya sizi ne ilgilendirir?"
"Ömür'ün kim olduğunu biliyorsun değil mi?" Onunda gözleri en az ben kadar sert bakarken konuşmama izin vermeden devam etti."O çocuğu kardeşim diyip savunurken baya iyiydin. Kafa tutuyordun." Alaylı bir gülümseme dudaklarından kaçarken başını sağa sola oynattı hafifçe."Kafa atıyordun hani en son. Bunun için miydi?"
"Ne?" Derken nereye vardığını anlamaya çalışıyordum. "O çocuk..."derken sırtını koltuğa yasladı. Üstten bakışlarla bana bakarken belkide ilk kez birinin bakışları altında küçüldüğümü hissettim. Sertçe yutkunurken konuşacak kelime bulamıyordum. Ömür'ü yalnız bıraktığımı düşünüyorsa eğer yanılıyordu. Onu Ökten'e bırakmıştım. Ben dahil herkesten korurdu onu. O benden geriye kalan sayılı şeylerden biriydi.
"Onu yalnız bırakmadım."derken sesimden akan tek şey çaresizlikti. "Yalnız olmadığını bizzat gördüm." derken onun sesi benim aksime ifadesizdi. "O çocuk annesinin veya babasının ölümünü görmedi. Daha doğduğunda kaybedebileceği herşeyi kaybetmişti." Dediğinde varmaya çalıştığı yeri gayet net bir şekilde anlatmayı başarmıştı bana. Söyledikleriyle olduğum yerde kaskatı kesilirken gözlerimi ondan kaçırmak istedim ama olmadı.
Ömür'ün kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. Bana kadar.
Ailem demişti benim için. Ben ona bir aile vermiş ve o aileyi ondan tekrar almıştım. Anne babasının bile acısını yaşayamamıştı çünkü var olduğu her gün bunu kabullenmişti. Ama ben ona verdiğim aileyi hiç acımadan ondan alırken ona ölümü öğretmiştim. Ömür, ölümü benim yokluğumla öğrenmişti.
"Neydi niyetin? Çocuğa birkaç gün bakıp sonrasında öylece bırakıp sahte bir ölümle hayatından çıkarmak mı?"
"Niyetin sadece Ömür'ün yaşadıkları mı? Onun üzülmesi mi?" Buna inanacak kadar aptal değildim.
Beni izleyen üçlüye bakarken "Ne biliyorsunuz ki?"diye sordum dayanamayarak. Ömür'ü öne sürerek ne yapmaya çalışıyordu bu adam. Niye ilgileniyordu bu konuyla bu kadar hem? "Hakkımda ne biliyorsunuz?" Araf'ta durdu gözlerim. "Bir gece yarısı mezarlıkta tanıştığın bir kadın olduğum, bir gün evimin karşısında bribirimizi gördüğümüz veya bir sokak ortasında gördüğün bir kadından başkası olmadığım gibi bir gerçek var." Diğerlerine bakıp tekrar ona döndüm. "Benimle birebir tanıştınız mı? Kim olduğumu biliyor musun? Aynasız diyerek ortalara dolaştığın kadın hakkında ne biliyorsun?" Diye sorarken Araf'tan ayrılmadı bakışlarım. Azra'yla konuşmadım bile çünkü birkaç saat öncesine kadar varlığından bile haberim yoktu. Kızılla konuşmaksa zihnimin açıkça reddettiği bir şeydi.
"Ömür'e bir ev verdim. Arkamda ona bir ailede bıraktım. Bazı şeyleri iyi veya kötü farketmeksizin benimle öğrenmesi benim istediğim birşey değildi ama Ömür çat kapı hayatıma girmeseydi bile ben böyle devam edecektim. Ömür dış bir etkendi. Yapmam gereken en iyi şeyi yapıp onu korudum ben."
"Neyden?" Diyen alaylı sesle boğazım düğümlenirken "Kendimden."dedim hiç düşünmeden. Gülen suratı bozulurken gözleri de ciddiyetle baktı bana. "Sizinle karşılaşmak hesapta yoktu. Ömür'ü öne sürerek ne yapıyorsun bilmiyorum ama yapma." Derken derin bir nefes aldım. Söylediklerim benim kendime sunduğum bahanelerdi. "Ölümüme herkesi inandırmıştım." Alayla güldüm ." Birkaç yabancıya kadar en azından." Derken mevzu bahis yabancı onlardı. "Bunu bozmasanız iyi edersiniz." Herşeyi mahvetmelerine izin veremezdim. "Sizi görmeyi beklemiyordum. Gideceğim. Sizden tek isteğim bugün hiç var olmamış gibi devam etmeniz. Ömür veya herhangi biri varlığımdan haberdar olmamalı." Oturduğum yerden kalkarken son kez baktım hepsine. Hatırladıklarımla duraksarken "Ve Ömür'e yaklaşmayı aklınızdan bile geçirmeyin." Diye tamamladım sözlerimi.
Sehpanın üzerinde duran kahveye kayan gözlerim fincanda fazlasıyla oyalanırken fark ettiğim şeyle gözlerim tekrar kızılı buldu. Onunda gözleri fincana kaydığında hepsini arkamda bırakıp salonun kapısına doğru yürüdüm. Arkamdan geldiklerini duyabiliyordum. Ben evden çıktığımda diğerleri de arkamdan gelmişti. Babetleri ayağıma geçirirken Azra'ya bakıp "Adres verirsen bunları bırakırım."dedim.
Başını iki yana sallayıp "Gerek yok."dedi. "Sende kalabilirler. Onlardan bende çok var." Bende kalmayacaklarını bilsemde dillendirip uzatmak istemedim. Otele gidip kendi kıyafetlerime kavuştuktan sonra bunlardan kurtulurdum.
Üzerimdeki bakışlarla beraber arkamı eve dönüp yürümeye başladığımda arkamdan duyulan sesle kendimi durmak zorunda hissetmiştim.
"CUMHUR!" diye bağırdı arkamdan kızıl. Gözlerim usulca ona kayarken gözlerimi kısarak onu izledim. "Adım bu. Bir sonrakinde hesap verirken ismimi bildiğini de kat hesaba aynasız."
Nedenini bilmesem bile ismi birkaç kez döküldü dudaklarımdan. Ona hesap verecek değildim. Bugünden sonra onu görmeyecetim bile. "Güneş!"dedim ondan gözlerimi ayırmadan. "Aynasız değil. Güneş. Sadece bu."derken sesim ifadesizdi. Gözleri bir kez bile üzerimden ayrılmazken evin tam önünde duran arabayı ve arabadan inen iki kişi gördüm. Arkaları dönük olduğu için göremiyordum yüzlerini.
Onlara bakmaya bir son verdiğimde derin bir nefes alıp kaldırım boyunca yürümeye başladım. Otele dönmeliydim. Ve en kısa zamanda buradan defolup gitmeliydim.
........
Güç. Birçok kişinin hayalini ve benliğini seve seve fada edebileceği kadar günahkârdı benim gözümde. Babamda konu güç olduğunda o günahkarlardan bir farkı kalmayacak kadar değişiyordu.
Babam için güç uğrunda tapılacak nihai şeydi. Güçlüysen vardın. Aksi bir durumda kimse için önemli sayılmazdın. En çokta babam için. Güçsüzsen yoktun onun gözünde.
İçinde bulunduğu örgüte olan bağlılığını buna yorardım önceden hep. Çünkü o örgüt ona hep hayallerinin bile ötesinde bir güç vadediyordu. O güç o örgütle beraber babamı bulmuştu ve kesinlikle aradığı şey buydu babamın.
Oturduğu masayı hiç görmemiştim. O masa hakkında bildiğim şeyler sayılıydı. Masadaki herkesin bir varisi vardı. Kendilerinden sonra masaya oturacak biri. Hepsinin erkek olduğu örgüt hakkında bildiğim ilk şeydi. Ama bir yanlış vardı.
Çünkü örgüt liderlerinden birinin varisi kızdı. Yani ben. Yenilmez lider Kılıç Baydemir'in koltuğunu devralacak varış genç bir kızdı. Babam k dönem buna itiraz eden herkesin idamını sağlamıştı. Façacı gelipte olanları bana anlattığında öğrenmiştim bunu. Kılıç Baydemir'in benden başka bir varisi olamazdı çünkü annem yoktu. Ölmüştü. Babama annem sayesinde kalan liderlik, annemin ona bıraktığı çocuklar yüzünden son buluyordu.
Ama o bunu istemiyordu çünkü liderlik onun feda edebileceği bir şey değildi. Türkiye'deki masanın iki ailenin ellerinde olduğunu biliyordum. Biri Baydemir'lerken diğerini tanımıyordum. Kimliklerini bilmiyordum ama babam kim oldukları hariç onlar hakkında herşeyi bilmemi sağlamıştı.
Babamı korkutacak, ama güce olan açlığını harlayacak kadar büyük bir aileydiler. Hiç merak etmemiştim onları. Çünkü benim gözümde onların bir değeri yoktu. O masaya oturmayacaktım. Kimsenin maşası olup bir kukla gibi oradan oraya savrulmaya niyetim de yoktu.
Bunu ölümümle herkese en iyi şekilde ifade ettiğimi düşünüyordum ama anlaşılan bir işe yaramamıştı.
Aynı şehirde olupta ailemi görememek beni yoruyordu. Herhangi bir yere gidemezdim. Bu şehirden çıkmak gibi bir niyetim yoktu, hiç olmamıştı.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Cumhur denilen o adamın evinden çıkalı bir hafta oluyordu. Bir hafta boyunca otelden ilk kez bugün çıkmıştım ve ne yaptığımın farkına bile varmadan bir mekana atmıştım kendimi. İçmek gibi bir alışkanlığım yoktu. Eğitimler için içerdim normaldede. Alkol direncine sahip olmam gerektiği içindi oda.
Keyfi bir şekilde içtiğim zamanlar azdı. Ve onlardan biri tam şu andı. Elimde tuttuğum kristal kadehi çevirip dururken gözlerim pistte herşeyden soyutlanmış bir şekilde dans eden insanlardaydı. Tek kolumu önümdeki tezgaha yaslamış, başımı da koluma dayamıştım.
Kendimi öldü gösterirken veya ortadan kaybolurken herşey kolaydı ama sonrası tam bir faciaya dönmüştü. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde savrulup duruyordum. Bir boşluktaydım sanki. Hayatımın bir anlamı kalmamış gibiydi. Tek yaptığım uyuyup uyanmaktan ibaret gibi geliyordu.
Tezgahın arka tarafındaki hareketliliği duyarken gözlerimi kapattım. Burada bile uyuyabilirdim. "Vardiya saati geldi mi?" Diyen ses az önce kokteylimi hazırlayan barmenin sesi olmalıydı. Ağırlaşan göz kapaklarım açıklamak için inat ederken yerimde kıpırdandım.
"Geldi, git sen."
"Kolay gelsin sana o zaman. Görüşürüz."
Gözlerimi güçlükle açarken elimde tuttuğum bardaktan son yudumlarımı içmiştim. Bardağı tezgahın üstüne doğru iterek "Yenile."diyip tekrar kafamı koluma gömdüm. Unutmak istiyordum. En azından bu gecelik herşeyi unutsam çokta birşey kaybetmezdim.
Kafamı dumanlamak için ne kadar içmem gerekiyordu hatırlayamıyirdum ama önümü göremeyinceye kadar içecektim. Gözlerimin önüne gelen bardağı uyuşuk hareketlerle kavrarken tekrar başımı kaldırıp birkaç yudum aldım.
Boğazımdan geçmesini beklediğim yakıcı his oraya ulaşmazken aldığım meyve tadıyla bardağı dudaklarımdan çekip rengine bakmaya çalıştım.
Önümü göremiyordum.
Elimdeki kokteylden emin olmak için birkaç yudum daha aldığımda içindekinin alkol olmadığını anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Elime aldığım bardakla oturduğum yerden kalkarken diğer elimi de destek almak için tezgaha bastırıyordum. Gözlerim tezgahın arkasında ki birkaç çalışanda dolaştığında bana bu bardağı veren barmeni arıyordu gözlerim.
Tezgahın diğer ucunda bana arkası dönük bir şekilde çalışan barmeni gördüm. Ondan başka iki barmaid vardı ama benimle ilgilenen o olmalıydı çünkü duyduğum sesin bir erkeğe ait olduğunu anlamayacak kadar sarhoş değildim.
Elimdeki kadehi tezgaha koymak için uzandığımda tutamadığım için düştüğünde beklediğimden çok ses çıkarmıştı. Bozuntuya vermezken boş tabureyi çekip oturdum. Kollarımı destek almak için tezgahın üzerine gelişigüzel uzattığımda başımı kaldırıp barmenin yüzüne bakmaya çalıştım.
Benimle ilgilenmezken elindeki kadehlerle uğraşıyordu. Yanaklarımı şişirene kadar içime çektiğim nefesi verirken gözlerimi kısmış önümdeki adamı görmeye çalışıyordum. Avuç içlerimi masaya düşük bir ritimle vurduğumda çevremde ki birkaç kişi bana bakmıştı ama barmen hala önündeki kadehlerden almıyordu gözlerini.
Dayanamayıp avuç içlerimi sert bir şekilde masaya vurduğumda barmenin kadehi silen eli duraksamıştı. Kıstığım gözlerimle öne doğru eğilip başımı da aşağıya doğru çevirdim. Karşımdaki kişinin erkek olduğuna emindim. Ama bu kadardı. Adama dair hiçbir şey göremiyordum. Anlaşılan kafa tam duman olmuştu. Sıkkın bir nefes verirken kendimi geri çekip tek elimle hala masada duran kadehi itekleyip "Ben bunu istememiştim."diye homurdandım aksi bir sesle.
"Ne istediğini söylememiştin."
"Yenile dediğime göre öncekinin bir aynını koymalıydın."
"Öncekinin ne olduğunu bana söylemesi gereken sen değil misin?" Kaşlarımı çatarken burnumu kırıştırıp önümdeki adama baktım. Gözüm bir yerden ısırıyordu bu adamı. "İyi."derken derin bir nefes verdim. "Bana bir kadeh cin ver o zaman."
"Yeterince çarpılmış gibisin zaten." Sinirle göz devirirken öne doğru uzanmaya çalıştım ama oturduğum tabureyi salladığım için masanın üzerine resmen yapışmıştım. Barmen kollarımdan beni kavrarken yere düşen taburenin çıkardığı tok ses irkilmemi sağlamıştı. Ayaklarımı yere bastığımdan emin olduktan sonra önümdeki barmene bakıp kaşlarımı çattım tekrar.
"Ellerini çekmezsen biraz sonrada ben çarpacağım seni." Tam şu an benden uzaklaşması gereken o yerdeydik ama hala ellerini tenimde hissediyordum. Kollarımı ondan çeken ben olduğumda kısa bir süre tezgaha koyduğum ellerimle baş dönmesinin geçmesini bekledim.
Yere düşen taburenin yanından geçerken niyetim diğer tabureye oturmaktı ama daha tek bir adım bile atamadan yerdeki taburenin yanındaki boşluğu kendi bedenimle doldurmuştum. Sızlayan kalçamı elimle ovarken birinin ismimi seslendiğini duyuyordum ama kafamı kaldıracak halim yok gibiydi. Ağlamaklı bir ifadeyle yanımdaki tabureye baktığımda kalkmaya üşenmiştim.
Kollarımı birleştirip kafamı yasladığımda zeminin üzerinde kıvrıldım. Kalkacak gücüm yoktu madem o zaman uyuyabilirdim. "Güneş?" Kolumda hissettiğim eller beni sıkıca kavradığında kendimi geri çekmeye çalıştım ama pek başarılı olduğum söylenemezdi. Beni tutan kişi her kimse ayağa kaldırmıştı. Kollarımdaki ellerinden biri belimi kavradığında başımı sabit tutmak için büyük bir efor sarf ediyordum.
Oradan oraya salınan kafam yüzünden başım feci şekilde dönerken otelden çıkmadan topuz yaptığım saçlarıma şükrediyordum. Saçlarımın zemini süpürmesini istemezdim. Yanımdaki beden beni de kendiyle ilerletirken "Rom."diye fısıldadım. "Çin vermeyeceksen rom ver bana. Kafayı bulmam lazım bu gece."
"Kafayı bulmuşsun zaten. Ne vardı bu kadar içecek?" Azarlar gibi çıkan sesiyle kaşlarım kalkarken "Sanane be?!"diye cırladım. "Ne kadar içeceğimi sana mı soracaktım?"
"Yalnız mı geldin sen?" Meraklı çıkan sesiyle cevap vermek yerine omuz silkerken gözlerimi etrafta gezdiriyordum. "Güneş?"
"Hmm?" Benim barmen tanıdığım yoktu. Bu adam beni nereden tanıyordu ki şimdi? "Yalnız mı geldin buraya? Seninle gelen kimse yok mu?"
"Kimsem yok ki benim." Derken sitemli çıkan sesime küfrettim. Ne diye tanımadığım bir adamla konuşup yalnızlığıma dem vuruyordum ki şimdi ben? Yanımdaki adam sessizliğe bürünürken beni bir koltuğun üzerine bırakmıştı. Oturduğum koltuğun iki yanındaki ellerini fark ettiğimde gözlerimi usulca yüzüne çıkardım. Yakınlığı dengemi bozarken"Ne diye dibimdesin sen?"dedim. Gözleri de tanıdıktı.
"Tanışıyor muyuz?" Diye sorarken gözlerimle yüzünü izliyordum ama beynim işlevini kaybetmiş gibiydi. "Bunu sormak için biraz geç kalmadın mı?" Derken kısık gülüşü dolmuştu kulağıma. "Sarhoşluğuma ver. Kafa duman."derken umursamazca omuzlarımı silktim. "Bekle beni burada. Bir kahve alıp geliyorum tamam mı?" Diyen adama gözlerimi kırparak yanıt verirken hala bana olan yakınlığını sorguluyordum.
"Alp?"
Araya giren yabancı sesle karşımdaki barmen odağını oraya verirken ben hala bir umut yüzüne bakıyordum. Bu adamı nereden tanıdığımı hatırlamalıydım yoksa başım fena belaya girerdi. Daha geçen ki düğün faciasını unutamamıştım ben. Kadın Alp demişti ve karşımdaki kişi tepki verdiğine göre ismi buydu. Tek sorun hala Alp diye birini tanımadığıma emindim.
"Ne oldu Selen?"
"İyi misin? Arkadaşın kafayı bulmuş gibi görünüyor." Kadının alaylı sesi kulaklarıma dolduğunda başımı çevirip hemen birkaç adım ötede duran kadına baktım. Gözlerim kafamdan daha dumandı bence şu an çünkü önümde belirsiz bir silüetten başka bir şey yoktu. "Evet. Arkadan kahve alıp geleceğim. Burada kalsın lütfen."
Karşımdaki adamın soğuk sesi beni teğet geçip karşımızda ki kadını bulduğunda başımbaşımı arkamdaki koltuğa yaslayıp dizlerimi kendime çektim. Kollarım bacaklarımın etrafını sararken gözlerimi kapatıp başımı diğer tarafa çevirdim. "Gelirken su getirir misin?" Derken bile karşımdaki ikiliye bakma zahmetine girmemiştim.
Başımda beklediğini üzerime düşen gölgesinden anlıyordum. Konuşma sesleri kulağıma geldi ama ne dediğini anlamadım. Birkaç adım sesinden sonra benden uzaklaştığını anladığımda gözlerimi hafifçe araladım. Az önce önünde durduğum tezgahın çalışanlar için olan kısmına geçmiştim. Etraftaki insanları boş gözlerle izlerken ağrıyan kafama lanet ettim. Biraz daha içmeden durursam eğer uyumamı beklemeden baş ağrım beni kevgire çevirirdi.
Oturduğum koltuktan hafifçe doğrulup tezgahta gözlerimi gezdirmeye başladım. Az önce o erkek barmenin çalıştığı kısımdaydım. Ben geldiğimde uğraştığı kokteyli kimseye vermediyse hala ölçü kabının içinde olmalıydı. Ellerim tezgaha doğru uzandığında kabı almaya çalıştım ama ben ona ulaşamadan önüme koyulan fincanla geri çekildim.
Kahve kokuyordu. Derin bir nefes alırken içim giderek bakıyordum fincana. Kahveye hayır demezdim. Ama eğer şimdi içersem bilincim açılırdı ve içtiğim kokteyller dönüp beni tırmalardı. Ve eğer o kahveyi içmezsem yanımdaki bu adamın kim olduğunu bu beyinle anlayamazdım. Fincanı elime aldığımda önce burnuma yaklaştırıp kokusunu içime çektim. Bunu yaparken yanımdaki adamın bileğimi tutup bana destek olduğunu fark etmiştim ama umursamadım.
Elimdeki fincana bakarken fark ettiğim şeyle duraksadım. Benden önce başka birisi içmişti bu fincandan. Huysuzlanarak fincanı aldığım tezgaha bırakırken "Su?" Diye sordum. "Şu da istemiştim ben."
"Aç mısın?" Sorduğu soruyu başımı iki yana sallayarak reddettim. "O zaman önce şu kahveyi iç. Açılırsın. Bu halin hiç çekilecek gibi değil." Huysuzca başımı sallarken "Suyu veriyor musun?" Diye sordum sabırsızca. Nefes seslerini duyarken bu defa önüme başka bir bardak bıraktı. Onuda elime alıp burnuma yaklaştırdığımda yanımdaki adamın gülme sesini duydum. "Su kokmaz yalnız. Kahve değil elindeki."
"Sadece suysa zaten kokmaz ."
"Ne?"
"Ama zaten içmeyeceğim. Zehirli olması çokta birşey değiştirmez."
"İç -" elimdeki suyu yanımdaki adamın yüzüne doğru savurduğumda "Siktir!" Diyen sesi doldurdu kulaklarımı. Çıkardığı ses yüzünden çoğu kişinin bize baktığını biliyordum. Biraz daha gür çıksaydı sesi DJ'in müziğini bile bastırabilirdi. "Ne yapıyorsun deli kadın?!" Diye gürleyen adama ters ters bakarken "Ne var?"diye sordum. "Sarhoşum. Barmen tanıdığım yok ama beni tanıyan bir barmen var. Öylece getirdiğin şeyi içse miydim yani?"
"Sana vermeden önce o kahveden bende içtim. Fark etmediğini söyleyemezsin ve hala hayattayım!"
"Olmayadabilirdin." Derken elim kahve fincanını buldu tekrar. "Suyun neden bende patladığını söyleyecek misin yoksa aynını ben mi yapmalıyım?!"
"Sarhoşum. Bu kafayla seni tanıyamam. Açılmam gerekiyordu."
"Açılmak istiyorsan o suyun son durağı senin yüzün olmalıydı." Söyledikleriyle elim havada duraksarken yanımdaki adama baktım. Hala tanıyamıyordum. Anlaşılan bir yanlışlık olmuştu. "Karıştırdım galiba."diye mırıldanırken aniden saçlarımda hissettiğim elle neye uğradığımı şaşırmıştım.
"Ne yapıyorsun deli?!"
"Kafanı açıyorum yoksa bu gece tekrar tanışmamız gerekecek aynasız!" Ellerimi rastgele yüzüne doğru savururken "Dur!"diye bağırdım. "Dur hatırlıyor gibiyim seni! Hatırlayacağım, Ali miydi adın? Bak geliyor yüzün önüme!"
"Çünkü tam dibindeyim aptal!"
"Hakaret edip durma yoksa-" kelimelerim yüzüme çarpan soğuk şey yüzünden yarım kalırken çığlığım tüm mekanı inletmişti. Avazım çıktığı kadar bağırırken ne ara kolları arasına girdiğimi bile anlamadığım adama tekmelerimi savuruyordum. Yüzümden akan soğuk sıvı ürpertmişti tüm bedenimi.
"Ne yapıyorsun sen aptal?!"
"Kafanı açıyorum gerizekalı!"
"Üzerime su dökerek mi?!"
"Su değildi, üzerindeki şey Malibu kokteyli cahil kadın!"
"Üzgünüm ama yüzüm yediğim şeyin ne olduğunu anlayacak durumda değilim şu an!" Ayaklarımı arkamdaki adama doğru salladığımda kulağıma dolan inleme sesiyle tutturduğumu anlamıştım. Karnımın etrafına doladığı kollarını geri çekerken birkaç adım uzaklaşıp yüzümü kollarıma sildim. Hayvan herif tüm bardağı üzerime boca etmişti!
Islanan saçlarımı yüzümden çekerken duyduğum homurtularla kafamı yanımadaki adama çevirdim. Gördüğüm yüzle sinirlerim iyice bozulurken"Senin ne işin var burada?!" Diye sordum sinirle. Bu adam şaka olmalıydı. "Her gittiğim yerde seni görmek zorunda mıyım ben?" İsyan eden sesime karşılık alayla güldüğünde bir kez daha "Alp?" Diyen bir ses duydum. Kafamı çevirip baktığımda az önceki kadının tezgahtaki barmaidlerden biri olduğunu fark etmiştim.
"Adın Cumhur değil miydi?" Derken bakışlarım tekrar önümdeki adamı buldu. Kollarımı göğsümde kavuşturup karşımdaki adama baktım. Eliyle ıslak yüzünü ovduğunda "Adım zaten Cumhur."dedi bıkkınlık akan sesiyle. "Alp?" Gözleri yandaki barmaide kaydığında "Selen?"dedi sorarcasına. "İyi misin? Sırılsıklam olmuşsun."
"İyiyim. Sen işine devam et." Bir nevi yanımızdan postaladığı kız gitmek yerine bana baktığında göz kırpıp başımı salladım. Yanlış hamleydi çünkü başım ağrıyordu. Fenaydım. Kadın "Sen kimsin?"derken sesi sertti. "Müşteri."dedim gözlerimi ondan çekip karşımdaki adama sabitlerken. "Burada mı?" Diyen sesinden buram buram alay akıyordu. Başımla onayladım. "Burada."
"Alp-"
"Üzerimi değiştirmem gerekiyor Selen." Diyen adam doğrudan üzerime geldiğinde engel olmama fırsat tanımadan beni bileğimden tutup peşinden çekiştirmeye başladı. "Ne oluyoruz?"
"Önce gömleğim senin yüzünden kirlendi şimdide kıyafetlerim senin yüzünden sırılsıklam!" Derken beni duymuyor gibiydi. "Tek yaptığın zarar. Üstelik gömlekte ki kan lekesi hala çıkmadı!" Beni duymazdan gelen adama göz devirirken gözlerim locadaki masalardan birine kaydı. Gördüklerimle gülmemek için kendimi zor tutuyordum.
Anlaşılan tüm ekip buradaydı. Azra bana istekle el sallarken bir hafta önceki soğuk tavrının yerinde yeller estiğinin farkındaydım. Araf'sa elindeki ince belli çay bardağıyla bana gülümsüyordu. Bir barda o bardak ve çayı nereden bulduğunu sorgulamayı es geçerken gülerek karşılık verdim ona. Deli olması dışında bir sorunu yoktu. Deliye sebepte soramayacağıma göre en iyisi karşılık vermemekti. Yanlarında iki adam daha vardı. Bunlar mezarlık gecesi eve döndüğümüz arabada olan ikiliydi büyük ihtimalle.
Önümdeki adam sorgusuzca beni çekiştirirken aslında gittiğimiz yerin onların oturduğu loca olduğunu anlamıştım. Uzak durmaya çalıştığım herşey bir mıknatıs gibi beni kendine çekiyordu. Yapacak başka bir işim yoktu. Karşımdaki adama laf yetiştirmeye mecalimde yoktu. En iyisinin onu takip etmek olduğunu fark ettiğimde sustum. Bulduğum ilk fırsatta buradan tüyerdim zaten.
Sessiz bir şekilde arkasından gitmeye devam ederken Azra ve Araf ayaklanmışlardı. Yanlarına vardığımızda Azra hemen yanıma gelip karşıma geçmişti. Büyük ihtimalle bana sarılmak için kaldırdığı kolları anlamadığım bir şekilde aşağı inerken kaşları çatık bir şekilde yanımdaki adama döndü. "Kızı salmayı düşünür müsün Cumhur? Sarılacağım."
Azra'nın sözleriyle yanımdaki adamın kızıl gözleri beni bulduğunda elini çekmek yerine bana bakmakla yetindi. "Sizin başka bir planınız varsa o başka tabii." Diyen Azra'yla dikkatim dağılırken elimi çektim ondan. Vantuz gibi sarmıştı bileğimi parmakları. Azra yüzündeki çarpık gülümsemeyle bana sarılırken Araf'ta hemen yanımıza gelmişti. "Bende sarılacağım anne."derken hala huysuz bir çocuk gibiydi.
Azra'ya anne demesine göz devirirken kendimi Azra'dan kurtarmıştım. "Senin kafan hala yerine gelmedi mi?" Derken gözlerim sarı saçlarının arasında dolaşıyordu. Azra'ya hala anne deyip durduğuna göre hala geçirdiği o küçük kazayı atlatamamıştı. Kollarını hızla bana dolayıp ne olduğunu anlamadan geri çekildiğinde kalktığı yere oturup bardağını eline aldı. Gözlerim elindeki çay bardağını bulduğunda gülümsedim. "O bardaklarla derdin ne senin? Arabamı almaya gittiğimde de elinde bir bardak çay gördüğüme eminim."
"Ne zaman?" Dedin derken kaşları oyunbaz bir edayla kalkmıştı. "Kendi arabanı çalarken yakalandığın günden mi bahsediyorsun?" Yüzümü ekşitirken "Çok komik." Diye homurdandım. "Kendi arabamı almaya gittiğimde ihbar edilmek benim suçum değildi."
"Haklısın. Senin suçun değildi." Araf gülerek konuşurken Azra kolumdan tutup beni yanına oturttu. "Çünkü benim suçumdu." Duyduğum kelimelerle gözlerim ışık hızında Araf'ı bulduğunda olayla olan alakasını çözmeye çalışıyordum. "Sen ne alaka?"
"Sizi şikayet eden teyze tanıdıktı."derken arsızca gülüyordu. "Sen mi-"
"Ya, bir haber çıtlattıım herkes duydu senin masumane hırsızlık girişimini."
"Derdin neydi? Üstelik biz oradayken karşımda utanmadan çay içiyordun birde!"
"Senin yüzünden o gün çay içmeden çıktım ben evden. Gittiğim tüm randevulardan elim boş döndüm üstelik."
"Benim ne suçum vardı?"
"Çay içtiğim için bela mıknatısına dönmüştüm ve bunun tek sorumlusu sendin aynasız."
"Ben üzerime birşeyler giyinip geliyorum. Çok içmiş, sizin yanınızda kalsın." Duyduğum sesle gözlerim Cumhur'u bulduğunda"Kafam fazlasıyla açık."dedim imayla. Karşımdaki kişileri görecek kadar kendime gelmiştim.
"Öyledir tabii." Sözlerini kulak ardı ederken Azra'ya baktım. "Sizin ne işiniz var burada? Kendimi dışarıda bulduğum her an sizi görüyorum."
"Cumhur'un çalıştığı bara gelmen bizim suçumuz değil neticede." Barmen Cumhur gözlerimin önünde canlanırken"Düğünde bar görmediğime eminim."dedim. Bu adam düğünde de oradaydı neticede.
"Yarı zamanlı olarak kadroya dahil olmuştu. Yani orada da çalışıyordu. En azından sen gelene kadar."
"Çalışmasına engel olmadım." Derken savunma mekanizmam açıktı. "Ona benimle dans etmesini söyleyen ben değildim. Kendisi dahil oldu."
"O gelmeseydi eğer -"
"Araf!" Diye gürleyen adama ters ters bakarken derin bir soluk verdim. Başkalarımız bir kez daha kesiştiğinde başını iki yana sallayıp arkasını dönerek uzaklaşmaya başladı. Yeterince uzaklaşmasını beklerken masadaki diğer adamlara döndüm. Hala isimlerini bilmediğim aklıma gelirken "Güneş."dedim kısaca.
"Kaan."dedi esmer olan çocuk. Yüzündeki soğuk ifadeye bir anlam veremesemde üstünde durmadım. Bakışları fazla manidardı. Yüzüme birşey arar gibi bakıyordu sanki. Yanındaki kumralsa gülümsüyordu. "Bende Yiğit. Memnun olduk."
"Bende."
"Geçen misafirimizmişsin. Evde değildik."
"Fırsatını bulduğum ilk an çıktım o evden." Derken sıkkın bir şekilde etrafı izliyordum. Cumhur en sonunda görüş açımdan çıktığında oturduğum yerden sakince ayaklandım. "Ben artık gitsem iyi olacak." Derken odağımda Azra vardı. "Otursana. Çıkışta seni bırakırız."
"Gitmeliyim."dedim birkaç adım atıp araya mesafe koyarken. "O çatlak adamı görmeden gitsem iyi olur." Anlayışla bana gülümsediğinde isteksiz bir şekilde karşılık verdim karşımdaki kadına. "Çıkışa kadar seninle geleyim o zaman." Cevap vermemi beklemeden koltuktaki kabanına sarıldığında itiraz etmemin bir işe yaramayacağını anlamıştım. Sessizce beklerken diğerlerine baş selamı verip yürümeye başladık.
"Cumhur'u pek sevmiyorsun anlaşılan."
"Sevilecek gibi değil." Derken yüzümü buruşturdum. Güldü yanımda. "Tanısan seveceğinden eminim."
"O halde tanımayacağım için sorun yok."
"Fazla iddialısın."
"Fazlasıyla eminim." Derken bende gülümsedim. Bardan çıkmıştık. Mekanın önünde durduğumuzda kalabalık sokağın ortasında toplanan gruba kaydı bakışlarım. Bir grup genç kavga ediyordu. Kaşlarım çatılırken Azra'nın "Ne oldu?" Diyen sesini duydum. "Bir şey yok." Derken gözlerimi gruptan çekmiştim. Böyle sokaklar beladan geçilmezdi ama gördüğüm her kalabalıkta istemsizce düğün günü kavga ettiğim ekipten bir yüzü arıyordu gözlerim.
"Başka bir zaman bunu daha normal şartlarda tekrarlayalım olur mu?" Diyen Azra gülümseyerek tekrar bana sarıldı. Sıkıca beni saran kolları yüzünden ürperirken garip bir şekilde huzur bulmuş gibiydim. Ellerim sırtını bulduğunda birkaç kez hafifçe vurdum. "Seni üzmek veya kırmak istemem ama bir daha karşılaşmak istemiyorum. Zaten tanısanız seveceğiniz bir tipte değilim."
Benden uzaklaşıp omuzlarımı kavrarken yüzünde samimi bir gülüş vardı. "Cumhur'un seninle konuştuğu şeyin ne kadar sert olduğunu biliyorum ama o da kendince o çocuğu düşünüyordu. Ona takılma. Mizacı sert biri."
"Bunu fark ettim." Konu bir an önce değişmeliydi çünkü hatırladıkça sinirlerim tepeme çıkıyordu. Boynuma doladığım atkıyı burnuma gelinceye kadar çekip soğuktan korumaya çalıştım yüzümü. Otele gidene kadar felç geçirmek istemiyordum.
Azra güldüğünde bu defa bende ona eşlik etmiştim. Kolları bir kez daha beni sardığında bu defa bende ona tıpkı onun gibi sıkıca sarıldım. Uzun zaman sonra bunu yapmak iyi hissettirmişti.
Ama aynı zamanda ne kadar aciz olduğumu yüzüme vuruyor gibiydi. Sarılmaya ihtiyacım vardı. Bunu tam şimdi Azra'ya sarılırken fark etmiştim ve bunu yapacak kimsemin olmadığını da. Yabancı biriyle kendimi avutacak kadar kimsesizdim.
Boğazıma dizilen nefes yüzünden yutkunmakta zorlanırken ıslak gözlerimi birkaç kez açıp kapattım. Azra'dan uzaklaşmak için gevşettiğim kollarım gördüğüm şeyle refleks olarak dahada sıklaşmıştı. Arkada kavga edenlerden birinin çektiği silahın hedefi tam olarak burasıydı.Ben bile ne olduğunu kavrayamadan kollarımın arasında tutan bedeni çevirip arkasına geçtiğimde Azra'nın anlamayarak "Ne oluyor?" Diyen sesi sokakta duyulan kurşun sesine eşlik etmişti. Herşey birkaç dakika içinde oldu bittiye gelirken olanları anlamayan tek kişi ben değildim.
"GÜNEŞ!"
Azra'nın kolları beni bırakırken barın önündeki adamların hareketlendiğini gördüm. Büyük ihtimalle silahlarını çıkarıyorlardı. Boşluğumda hissettiğim ılık sıvıyla bilincimin kaydığını hissederken "Sarhoşum."diye mırıldandım. "Sarhoş olduğum için uykum geliyor. Sızacağım." Gözlerim bulanık görmeye başladığında benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan kaderime lanet ediyordum. Emekliyken peşimi bırakmayan makus talihim en azından ölüyken peşimi bırakmalıydı.
"Bayılmıyorum."
Yaptığım tek şeyin uyumak ve uyanmak olmasını istiyordum. Sızmadan, bayılmadan sadece uyumak. Ama bu isteğim biraz daha gecikecek gibiydi.
Çünkü gözlerim kapanıyordu.
Sızmadan, uyumadan, sadece bayılarak.
Duyduğum son şey Azra'nın çığlığı olurken sonunda gözlerimi kapatabilmenin verdiği rahatlıkla benden giden bilincime el salladım.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Buraya methiyeler dizmek isterdim ama üstümde ciddi bir ölüm hali var resmen. Telefonu elimde tutmak bile zor geliyor şu an.
Bölümü bir kez okudum. Gördüğüm yazım yanlışlarını düzelttim ama illaki kaçırdığım vardır. Gördüğünüz yerleri söylerseniz sevinirim.
Artık asıl karakterlerin kitaba girdiğini söyleyebilirim.
Bu bölüm de benim içime sinmedi😭
Gidip kafayı yastığa atıp bu sahneleri zihnimde teker teker canlandırıp devamını şekillendirmem gerekiyor şimdi birde.
Bizim ekibi herkes hatırlamıştır diye umuyorum. Mezarlıktan sonra renkli arabayla bizimkileri takip eden tayfa bu ekip.
Cumhur'un tam adı bir dahaki bölüme 🙃
Bir oy bir yorum lütfen 🤗
Yine yazmışım buraya baya, ben ufaktan kaçıyorum.
Güneş'i biraz hırpaladığımın farkındayım ama elden birşey gelmiyor. Onu bu ekibe yakın tutmanın tek yolu minnet borcu gibi geldi bana.
Hadi selametle artık benim gittikçe çenem düşüyor.
Okuduğunuz için teşekkür ederim ☺️❤️
Seviliyorsunuz ❤️
Instagram | hayatkitaplarvarsa
Spoi için takip edebilirsiniz.
Canı sıkılan yazsın dedikodu yaparız 😁
👋🏻👋🏻👋🏻
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.75k Okunma |
874 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |