27. Bölüm

KIZIL KURŞUN

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

@sule_714 & @karaonci adlı kullanıcılara ithaf edilmiştir ☺️ ❤️

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

09.01.2025

 

 

15. BÖLÜM

 

 

KIZIL KURŞUN

 

🦋

 

 

HOŞGELDİN 🥰

 

 

BAŞLAMADAN ÖNCE BİR YILDIZINI, BİRDE OYUNU ALIRIM 🤗

 

 

ŞURAYA GÜNEŞ ERNA ŞEREFİNE BİR KADEH BIRAKALIM 🍷

 

🦋

 

 

 

ANKARA-KARARGAH

 

Yeri döven sert adım sesleri boş duvarlarda yankılanırken adam "Harekat Odası" odası yazan kapının önünde durup iki hızlı vuruştan sonra kapıyı açarak hızlıca içeri girdi yanındaki adamla birlikte. Başıyla hızlıca selam verdikten sonra odadaki büyük masaya doğru adımladı. Masadaki astları ona selam vermek için ayaklanırken o, karşısındaki adama tekmil durup kendisi için ayrılan yere oturdu . Yaşlı adamın gözleri onunla beraber gelen diğer adama kaydığında "Hoşgeldin üsteğmenim."dedi tok sesiyle.

 

"Hoşbuldum komutanım!"

 

Başıyla masadaki boş sandalyeyi oturması için işaret ettiğinde adam bekletmeden dediğini yaptı. Masada oturan timi kısaca süzdükten sonra tekrar yaşlı adama döndü. "Benimle konuşmak istemişsiniz komutanım!"

 

"Doğru. Han'dı değil mi?" Zaten bildiği bir bilgiyi teyit ederken karşısında ki adam hem başıyla hemde kelimleriyle onayladı onu. "Üsteğmen Han Bölük komutanım."

 

"Kısa zaman önce karargahınıza yaptığım ziyarette dört ay önce başınızdan geçen bir olayı duydum. Aslını senden dinlemek isterim."

 

"Neydi merak ettiğiniz komutanım?"

 

"Dört ay önce Suriye'nin doğusundaki bir terör kampında terör örgütleri tarafından esir alındığınızı duydum. Ama kampa sızan başka bir özel harekat mensubu sizi kamptan çıkarmış sanıyorum. Doğru mu?"

 

"Doğru komutanım. Kampta görevde olan başka bir asker tarafından çıkarıldık o bölgeden."

 

"Askeri hatırlıyor musun?"

 

"Evet komutanım."

 

"İsmi neydi?"

 

"İsmini vermedi komutanım."

 

"Birliği peki? Hangi timden yada?"

 

"Bunlar hakkında da kendisinden bilgi alamadık komutanım!"

 

"Asker olduğunu nereden biliyorsun o zaman asker?" derken sesi bariz bir endişe taşıyordu ihtiyar kurdun. "Bir sivil yahut terör örgütü üyesi bu kadar profesyonel hareket edemezdi. Üstelik başka türlü bizi kurtarmak isteyeceğini de sanmıyorum."

 

"İsmini niye vermedi peki?"

 

"Verecek bir isme sahip olmadığını söyledi komutanım." Masadaki adamlar gerilirken üsteğmen onların bu hallerine bir anlam vermeye çalışıyordu. O kadının bu adamlar için ne gibi bir önemi olabilirdi ki? "Yanlış bir şey mi var komutanım. Ben kendisinden şüphe duymamıştım?"derken tek kaşını kaldırmış karşısında ki adamlara bakıyordu.

 

"Bize olayı en başından anlat üsteğmenim." Adam kısa bir an şaşırsada üstlemeden konuşmaya devam etti. "Bir görev için oraya gönderildik komutanım. İmha edilmesi gereken bir cephanelik bulunmuştu. Helikopterle buluşma noktasına giderken çapraz ateşte kaldık. Çatışmaya girdik ama timden bir askeri yaralayıp başına silah dayadıklarından silahlarımızı indirmek zorunda kalmıştık." O anları dile getirmek bile sanki tekrar yaşamış hissiyatı verirken sinirle soludu.

 

"Sonra bizi kaldıkları kampa götürmek istediler ama biz yoldayken bir kadın çıktı karşımıza."

 

"Nasıl biriydi?" Diye atılan Eren'in bakışları masadaki komutanını buldu hemen. "Özür dilerim komutanım. Heyecanlandım birden." Yaşlı adam sorun yok dercesine başını sallayıp"Devam et sen asker."dedi üsteğmene. "Biz başta kendisini kamptan biri sandık. Teröristler de kendisine Roza heval diye seslenince şüphelendik ister istemez. Ama hareketleri başından beri bir garipti zaten."

 

"Nasıl garipti?" Diyen bu defa masadaki diğer üsteğmendi. Ama o Eren'in aksine komutanından özür dileme gereği duymadı çünkü bu masada bir asker olarak değil bir kardeş olarak oturuyordu bu defa. "Teröristler bizi yakaladıklarını söylediklerinde iyi halt ye-" söylediği kelimeyle bakışları hızla masadaki albaya kaydı. "Özür dilerim komutanım, birden-"

 

"Takılma evladım. Anlat bir an önce şu işi sen."

 

"Emredersiniz komutanım! Teröristlere kızdıktan sonra bize nasıl yakalandığımızı sordu. Başta kendisinden şüphelendiğimiz için cevap vermedik. Bizim yerimize cevap veren teröristi sana sormadım deyip orada vurdu."

 

"Öldürdü mü?"diyen Gökalp'in de kaşları çatılmıştı. Onlardan birine zarar verdiyse kendisini tehlikeye atmış olması kuvvetle muhtemeldi. "Komutanımın vurduğu birinin yaşaması mümkün mü?" Diye cevap veren Bertuğ gülümsemeden edememişti. Üsteğmenin kaşları kalkarken"Kendisi bu timden mi yani?"diye sordu şaşkınlıkla.

 

Ama sorusunun cevabını alamamıştı çünkü albay sert bakışlarla diğerlerini susturup devam etmesini söyledi. "Sonrada başka birini sözünü kestiği için vurdu. Kendince sebeplerden iki kişiyi daha vurduktan sonra teröristlere dönüp kampta akrabası olan var mı diye sordu. Olmadığını söyleyen iki kişiyi daha vurduktan sonra kalanlara askerlere teslim olmayı düşünür müsünüz diye sordu. Biz o an az çok birşeylerden şüphelenmiştik ama adamın başına silah dayayıp askerlerimden birine arkasına çakı bıraktığını söylediğinde en azından muhbir olduğunu düşünmüştük."

 

"Asker olduğundan nasıl emin oldunuz?"

 

"Kendisi söyledi."

 

"Nasıl yani?"

 

"İçimizden birine o üniformayı sekiz yıl boyunca giyindiğini ve onunda üniformasına kimsenin dokunamadığını söyledi."

 

"Başka bilmemiz gereken birşey var mı kadının kimliğiyle alakası olabilecek?"

 

"Hayır komutanım. Kendisinden ismini birkaç kez istedim ama birliğinide söylemedi. Sadece ona güvenmem için rütbesini söyledi. Yüzbaşı olduğunu dile getirdi. Birde işinize yarar mı bilmiyorum ama bir şey daha var..."

 

"Nedir o?" Diyen Eray oturduğu yerde dikleşirken umutla karşısındaki adama bakıyordu. "Askerlerimden birine ismi Cem olduğu için onu affettiğini söyledi."

 

"Ablam işte! Daha ne bekliyoruz gidip alalım?!" Ozan Cem masadaki arkadaşlarına bakarken kendisine destek çıkmalarını bekliyordu. O kadının Güneş olduğunu kanıtlamak için daha fazlasına ihtiyaçları vardı. Ama o an Gökalp'in dikkatini başka birşey çekmişti. "Askeriniz onun affetmesi gereken ne yapmış olabilir ki?"

 

Üsteğmen gözlerini kaçırken"Başta onlardan biri olduğunu düşündüğü için kaba davrandı."diye yanıtladı onu. "Nasıl bir davranış?" Diyen Gökalp'in çenesi kasılmış, kaşları çatılmıştı. "Onlardan biri olan bir kadınla konuşmayacağını söyledi. Birde ruh hastalı-"

 

"O askerin ruhunu ben-"

 

"Asker!" Albayın tok sesi odayı doldururken tekrar üsteğmene bakıp"Hatırladığın başka birşey var mı asker?" diye sordu. "Hayır komutanım. Sonrasında kampta yangın çıkarıp bizi bir arabayla oradan çıkardı zaten. Kendisiyle irtibatımız bu kadar."

 

"Sağol asker. Gidebilirsin."

 

"Emredersiniz komutanım!" Üsteğmen oturduğu sandalyeden kalkıp selam verdikten sonra kapıya doğru yürüdü. Kapı o daha varamadan açıldığında gelen askerle üsteğmenin kaşları çatılmıştı. Asker selam dururken masadaki adamların gözleride onun üstündeydi. "Astsubay kıdemli başçavuş Cem Çınar, emret komutanım!"

 

"Ne oluyor?" diyen albay merakla kapıdaki adama bakıyordu. "Arz etmek istediğim bir husus var komutanım!"

 

"Nedir asker?"

 

"Komutanımla konuştuğunuz konuyla ilgili komutanım." Herkes merakla ayaktaki adama bakarken albay merakla ayağa kalktı. Cem'de daha fazla beklemeden masanın önünde, albayın tam karşısında durmuştu. "Seni dinliyorum."

 

"O olaydan sonra karargaha döndüğümde ifşa olmamak için çıkardığımız üniformalarımızın arasından kendi üniformamı aldığımda benim üniformamda kan lekesi olmadığını fark ettim komutanım."

 

"Kan lekesi mi olmalıydı? Vurulan asker sen miydin?"

 

"Hayır komutanım."diyen asker başını usul usul sağa sola salladı. "Yüzbaşı eğer kamptakiler şüphelenip görmek isterseler diye üniformalara kan bulaştırmamızı söylemişti. Hatta kasıtlı tahribat bırakmak zorunda bile kaldık."

 

"Seninkine bulaşmadıysa bunda garip olan ne asker?" diyen adamın kaşları çatılmıştı. Boş muhabbetlere ayıracak vakti yoktu. Evladının hayatı söz konusuydu. "Dışarıda beklerken Gehenna timinin eski komutanı hakkında birkaç söylenti duydum komutanım."

 

"Ne diye uzatıyorsun evladım! Ne söyleyeceksen söyle!"

 

"Üniformamın cebinden kanlı bir kurşun çıktı komutanım." Dediğinde odadaki tüm nefesler tutulmuştu. "Başta bunu ona karşı kullandığım cümleler yüzünden tehdit amaçlı yapıldığını düşündüm. Yüzbaşının koyduğundan emindim ama aklıma bundan başka bir şey gelmedi. Ama öyle değilmiş." Delicesine atan kalbi yüzünden maraton koşmuş gibi nefes nefeseydi Cem. Aklındaki cümleleri toparlamayı başardığında konuşmaya devam etti."Kanın bulaşmadığı tek üniforma benimkiydi ve Zebani imzasını oraya bıraktı." Kısaca masadaki adamlara ve hala ayakta onu pür dikkat dinleyen komutanına baktı.

 

"O uyduruk bir tehdit için koyulan kanlı bir kurşun değildi komutanım." Üniformasının göğsündeki cebe elini atıp mendilinin içinden çıkardığı kurşunu masanın üzerine bıraktı. Üzerindeki kurumuş kan lekeleri hala duruyordu. İlk günden beri bu kurşunu bir anı, belkide bir öğüt olarak sol göğsünde taşıyordu. "Çünkü bu kurşun Zebani'nin kızıl kurşunuydu..."

 

Odadan tek bir ses bile çıkmıyordu. Öyle ki alınan nefes, kendisini odadaki havadan bile soyutlamış gibiydi. Gözler masadaki kurşundan ayrılmazken bu sessizliği bir kez daha bölen başçavuş olmuştu. "Birde komutanım..." Gözler tekrar üzerine çevrildiğinde usulca devam etti sözlerine.

 

"Üniformaları... Bu yıl ki vergilere dahil edeceğini söylemişti..."

 

 

..............

"Azap konum bildir, tamam!"

 

"Son beş kilometre komutanım. Önümüzdeki tepeden sonra-"

 

"Sırat konuşuyor komutanım, tepenin ardında yangın var! Tekrar ediyorum tepenin ardında yangın var komutanım!" Eren'in endişeli sesi hepsinin yüreğine bir kor gibi düşmüştü.

 

"Ne demek yangın var Sırat?!"

 

"Kamp yanıyor komutanım! Alev alev yanıyor ve kahretsin ki ablamın hala orada olma ihtimali var!"

 

"Kampa girmek zorundayız komutanım!" Gökalp korkuyla göğe yükselen dumanlara baktı.

 

"Araf, emrimi dinlemeden sakın hareket etme! Yangının boyutunu bilmiyoruz. Sırat durum bildir!"

 

"Cayır cayır yanıyor komutanım! Hiçbir şey göremiyorum. Ben kampa ineceğim!"

 

"Gehenna, hepiniz beni iyi dinleyin! Hiçbirinizi tehlikeye atmayacağım." Güneş'i atıyordu..." Hepinizin canı bana emanet. Kampa yaklaşmayın. Başka bir giriş yolu bulacağız."

 

"Ablam o kampta olabilir diyorum komutanım! Ve o kamp şu an gözlerimin önünde küle dönüşüyor."

 

"Komutanım Azap mevki değişiyor!"

 

Eray'ın gözleri silahın dürbününden Azap'ın olduğu konuma kaydı. Açık alanda alelen ortadaydı ve koşuyordu. "Azap, hemen menziline geri dön! Bu bir emirdir, hiçbirinizin canını tehlikeye atmayacağım!"

 

"Kardeşimin canı bana emanet komutanım!" derken dişlerini sıkmıştı Azap. Onun canı komutanına emanet ise eğer kardeşinin canıda ona emanetti. Üstelik o emanete bir kez ihanet etmişken bunu tekrarlayamazdı. "Onu orada bırakmayacağım."

 

"Asker, hemen geri dön! Bu bir emirdir!"

 

"Siktiri boktan bir emir yüzünden bir kez daha kardeşimi yaralamayacağım komutanım! Duydunuz mu beni?!" Azap kimseyi dinlemeden koşmaya devam ederken Eray sıkkın bir nefes verip tekrar konuştu. "Zakkum, Azap'ı vur!" Timdekiler komutanlarının ne demek istediğini anlamaya çalışırken Eray bu defa bağırdı."Zakkum, o adamı hemen şimdi vur! Göz göre göre ölüme yürümesini izlemeyeceğim! Bu bir emirdir!"

 

Zakkum önündeki keskin nişancı silahının dürbününü hala koşmakta olan Azap'a çevirdi. Bu adam durmayacaktı, biliyordu çünkü şu an kendisininde tek istediği ablasına koşmaktı. "Komutanım bunu yapa-"

 

"Yapmazsan eğer birini daha kaybedeceğiz ve birimizin bile buna dayanacak gücü yok Gece." Gece'nin ismi Eray'ın dudaklarından döküldüğü an aradaki resmiyet çıkmıştı. "Abi..."

 

"Gece. Vur oğlum, bir kerede sorgulamayın ulan beni! Sen onu vurmazsan o diri diri ateşe atacak kendini."

 

"Ama ablam ora-"

 

"Yapmanız gereken beni durdurmak değil!" Diye bağıran Azap'la kamp arasında bir kilometreden az bir mesafe kalmıştı. "Güneş bizim için kendini patlattı ulan! Gözümüzün önünde!" Koştuğu için sıklaşan nefesi yüzünden kesik kesik konuşuyordu. "Şimdi gelmiş ateşe koşuyorsun diyorsunuz! Çok mu ulan, Güneş'e çok mu-" Azap daha fazla konuşamadan sesi kesilmişti. Çünkü aynı anlarda bir silah sesi boş araziyi inletmişti.

 

Gece'nin yapmayacağını anlayan Eray nişan almış, ateş etmişti. Azap vurulan ayağıyla sendelesede elinde tuttuğu silahının kazasını yere yaslayıp destek aldı. Birkaç saniye toparlanmak için bekledikten sonra yürümeye başladı bu defa. Yaralı ayağını umursamadan tek ayağının üstünde koşar adım yürüyordu. Bir el daha silah sesi duyuldu. Ama bu defa Azap'a değil, havaya ateş edilmişti. "Azap dur artık!"

 

"Vur Eray!" Diye bağıran Azap'ın sesi dağların arasında yankı yapıyordu. "Bir kez daha vur! İstersen kafama sık, ama ben durmayacağım!"

 

"Kusura bakmayın komutanım ama bende gidiyorum." Diyen Gökalp konuşlandığı yerden kalkıp Azap'ın ardından koşmaya başladı. Eray'ın konuşmasına fırsat vermeden Eren'in sesi duyulmuştu bu defa. "Bende komutanım."

 

"Sırat, Araf! Durun oğlum ikinizde!"

 

"Bende yokum komutanım!"

 

"Bende!"

 

"Bende gidiyorum komutanım!"

 

"Ablama bunu yapacak değilim komutanım!"

 

Tim teker teker ortaya çıkıp Azap'ın ardından giderken Eray'da peşlerinden gidiyordu. "DURUN LAN DURUN! BİR KERE DE DİNLEYİN!"

 

Tim beklemeden koşarken bu defa başka birşey hepsini durdurmak zorunda bırakmıştı. Duyulan patlama sesiyle hepsi bir yana savrulmuştu. Kulakları sağır eden ses, kampın havaya uçan görüntüsü ve dört bir yana savrulan Gehenna timi Eray'ın yüreğini kavururken refleksle kollarını başına dolayıp kendini korumaya aldı. Sonrası karanlıktı. Sonrası yoktu. Dumanların griye buladığı gökyüzü Eray'ın gördüğü son şey olmuştu.

 

Bir saat almıştı onlardan bu patlama. Bir saat boyunca yanmıştı o kamp. Bir saat altmış dakikaydı. Her bir dakikası altmış saniye. Bu böyle öğretilmişti ama kimse onlara birkaç saniyenin bir hayata ve birçok yüreğe mâl olacağını öğretmemişti... Yanmıştı kamp...Küle dönmüştü...

 

Gözünü kapatan son olduğu gibi gözlerini ilk açan da Eray olmuştu yine...

 

Kulakları uğulduyordu. Gözleri kararıyordu. Ama yüreği yanıyordu. Hayır, kampta değil yüreğinde yanıyordu o yangın. Hareket etmeye çalıştı ama bedenini kıpırdatamıyordu bile. Etrafındaki dağ, taş sanki onunla alay eder gibi gözünün önünde oynayıp dururken yumruk yaptığı elini başındaki kaska geçirdi. Kaskının kayışlarını açıp rastgele bir yere fırlatırken yumruklarını başına geçiriyordu. Silahını yere yaslayıp destek alarak dakikalar sonunda ayaklandığında yutkunurken etrafına baktı.

 

Yatıyorlardı.

 

Silah arkadaşları, kardeşleri, timi yerde öylece yatıyordu. En yakınındaki Mehmet'e koştu önce. Mehmet'in başlığını çıkarıp atarken "Abi!"diye bağırdı. "ABİ AÇ GÖZLERİNİ!" Mehmet'in yüzünü ellerinin arasına alıp silkelerken çok geçmeden açılan gözlerle derin bir nefes aldı. "İyi misin abi?" Mehmet gözlerini sıkıca yumup açtığında yüzünü hızlı hızlı sallayarak kendine gelmeye çalıştı. "Diğerlerine bak Eray!"

 

Eray tökezleyerek diğerlerine doğru koştuğunda Bartın ve Yakut'ta kendine gelmiş arkadaşlarıyla ilgileniyordu.

 

Aradan geçen on dakikanın sonunda Gehenna timinin omuzları çökmüş, kendileri yıkılmıştı. Kiminin eli dizinde kiminin eli göğsünde kiminin elleri yüzünde oturdukları, hayır yıkıldıkları yerde küle dönmüş kampa bakıyorlardı. Kamptan geriye tek bir çöp bile kalmamıştı. Her yer yanmış et kokarken gökyüzünde gri dumanlar süzülüyordu hala...

 

Tim gözlerindeki yaşlarla otururken ilk ayaklanan Azap olmuştu. Geriye küllerden ibaret kalan kampa doğru yürüdüğünde bu defa kimse onu durdurmamıştı çünkü ortada kurtaracak, kollarına koşacak bir Güneş kalmamıştı. Koruyacak bir kardeşi yoktu artık onun...

"Öz olmasada abimsin Zülküf. Uzatma işte! Kulağını çektirtme bana. Saçlarını uzat derken iyiydi."

 

"Saçlarınla ne alakası var Güneş?!"

 

"Benimle sadece sevdiğim adam ilgilenebilir. Abimsin diye tolerans gösteriyorum sana. Madem abim değilsin o zaman saçlarımı da sevme bir daha. Sevdiceğime ihanet edemem ben. Sevdiğim adam sevsin saçlarımı."

Anılar bir bir zihnine istila ederken ağlayarak kampa doğru yürüdü. Burada olmasındı. Kaçmış olmalıydı. Belki de kaçmıştı. Evet evet, kesin kaçmıştı. Zaten koskoca Güneş Erna'yı kim elinde tutabilirdi ki?

"Ne sevmesi Güneş?! Yaşın kaç başın kaç kızım senin?!"

 

"Sana kaç lazım?"

 

"Bana bak kızım -"

 

"Bana bak Zülküf, ben o kulağını çekmeden git o kızlara kardeşim beni size vermez de yoksa yemin ederim Kaan'ın yanına gidip bende seni seviyorum derim. Birde öptüm mü görürsün Mersin'in tersini!"

 

"Yok ebesinin Güneş! Hem Kaan ne alaka? Lan yoksa mektubu yazan Kaan mıydı?"

Yanık kokusu midesini alt üst ederken Ozan Cem'in sesini duymasıyla olduğu yerde kalakaldı. "Biri var!"diyordu Ozan Cem'in sesi. "Burada biri var, ölmemiş!" Azap'ın adımları hızla onlara doğru yönelirken yaralı ayağı yüzünden sürekli tökezliyordu.

"Hangi mektup Zülküf'cüğüm. Biliyorsun zat-ı muhterem şahsıma birçok gönül kaydığından mektupların kimden olduğunu unutabiliyorum. Hem ebeme laf etme çekerim kulağını!"

 

"Başka mektuplarda mı var? Ulan beni deli mi edeceksin sen?!"

Azap yanlarına vardığında tim çoktan buldukları adamı konuşturmaya çalışıyordu. Ama onun duyduğu tek şey"Kadın patlayan deponun orada zincirliydi." Olmuştu. "Bizi patlatan o oruspu önce kendi uçtu havaya..." Birkaç cümle onlardan birçok şey götürmüştü.Sonrası karanlıktı Azap için. Artık hayat yoktu.

"Madem Huriye seni seviyor o zaman Kaan'da beni seviyor. Ne abarttın canım. Görende abimsin sanar. Senin yüzünden evde kalacağım Zülküf!"

 

"Abinim ulan abinim! Şimdi ya o mektubu sen sok Kaan'ın ağzına yada ver bana ben yapayım gereğini."

 

"Sana lüzum yok. Ben yaparım. Ama önce mektuba hangi parfümü sıktığını bulmam lazım."

 

"Birde parfüm mü sıkmış mektuba?!"

 

"Az romantik ol Zülküf. Huriye sana yazdığı mektuplara ne yapıyor çok merak ediyorum. Girişteki dezenfektandan falan mı sıkıyor lan yoksa?!"

 

"Güneş, ben delirmeden git gözümün önünden. Yoksa elimden bir kaza çıkacak şimdi!"

 

"Zülküf"

 

"Yine ne var Güneş?"

 

"Kızıyor musun bana?"

 

"Niye kızacakmışım sana?"

 

"Huriye'yi istemiyorum diye."

 

"Yok Güneş, kızmıyorum. Git hadi."

 

"Bak vallahi iyiliğini istediğimden. Hem ben geçen gün Huriye'yi sizin bahçenin orada Hakan'la gördüm. Birbirlerinin ağızlarına girmişlerdi. Huriye'nin etekleri tutuşmuştu beni görünce zaten."

 

"Anladım Güneş. Git artık, hadi!"

 

"Zülküf?"

 

"Ne var Güneş ne?!"

 

"Ben sana helal süt emmiş birini bulurum kuzum. Sen dert etme. Baktın evde kalıyorsun, basarım sana nikahı!"

Tim oldukları yerde kalırken yol kenarında onları izleyenlerden biri sıkıntıyla"Artık gidelim mi?"diye sordu. "Bu gereksiz dramı yüreğim daha fazla kaldıramayacak çünkü."

 

"Gidelim..."dedi bir diğeri. "Daha yetişmemiz gereken bir cenaze var. Güneş'in tabutuna el atmazsam içimde kalır şayet..."

Küçük Güneş bu sözlerin arkasından koşarken Zülküf gülmekle yetindi. Elbet biliyordu Huriye'nin erkeklerle olan samimiyetini. Onun için önemli olan bu değildi ki. Kızın görüntüsünü yada ilgisini sevmiyordu o. Ona verdiği şeyi sevmişti sadece...

 

Güneş Erna o gün mektubu Kaan'ın ağzına sokarken üzüldüğü tek şey mektuba sıkılan parfümü öğrenememiş olmasıydı. Zülküf'ünse aklı çocukken annesinden kalan örme çorabın aynını onun için örüp getiren kıza geri vermek zorunda olduğu çorapta kalmıştı. Ama ne Zülküf odasına döndüğünde yatağının içinde bir çift çorap bulacağını biliyordu, nede Güneş komidininin üzerinde bir şişe parfüm. Onlar Güneş'in Çocuklarıydı. Birbirinin halinden anlayan,bir diğeri için yaşayan...

 

Onlar üzülmek istese Güneş Ana müsaade etmezdi...

 

 

 

 

 

Çok moralim bozuk.Taslakta bekleyen bölümün karakterlerini kendimle beraber ağlatmaya götürüyorum. Pazartesi görüşürüz ❤️

 

 

 

 

Bölüm : 11.01.2025 18:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...