
Önceki bölümleri okuyup okumadığınızı kontrol edin lütfen. Bölümler bazen atlanabiliyor. İyi okumalar.
______
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
29.02.2025
27. BÖLÜM
"Çocuktuk. Aptaldık. Zekiydik. Bazen dahi, bazen deliydik. Ama biz çocukken beraberdik..."
🍷
Ölüm korkusunu aşamadıkça insan için özgürlük yoktur. Ama intihar ile değil. Bu korkuyu aşmak için kendini bırakmamak gerekir. Hiç burukluk duymadan, korkmadan ölebilmeli insan.
Albert Camus
Elimdeki çakının ucuyla yerdeki toprağı eşelerken yerde duran kağıt parçasındaki yazıları bir kez daha okudum. Albert Camus bildiğim bir isimdi. Bazı öğütlerini hayat mottosu edindiğim zamanlarım olmuştu. Ama ölümü, hayır, kabul edilip kaderden çalınan bir ölümü betimlediği bu cümleler beni ondan soğutan yegâne şey olmuştu.
Ölümden korkmamak için onu tatmak gerekirdi.
Gerekirse de ölmek.
Birçok nefes, yanıbaşımda son kez dünyaya karışmışken şimdi tenha bir sokakta, yere atılan bir kağıt parçasında yazılan bu cümleler sanki bana birşeyleri anlatmak ister gibi hemen önümde duruyordu. Önümde ki tenekede can bulan kızıl alevlerin bazılarını sertbest bırakarak ona ulaşmasını beklemiştim ama hayır, kağıt parçası üzerinde taşıdığı kelimelerin gerçekliğini yaşamak ister gibi hala direniyordu. Öyle ki yanı başında yanan ateşe bile hala teslim olmamıştı.
Direnci karşısında derin bir nefesin dudaklarımdan azad olmasını sağlarken gözlerim ileride gördüğüm ışıkla yolun karşısını buldu. Buraya doğru yaklaşan lüks arabanın farları tüm yolu boylu boyunca aydınlatırken ellerimi kaldırıp başımdaki asker yeşili bereyi aşağıya doğru çekiştirdim.
Arabanın yaklaşmasıyla etrafımdaki kalabalık çevremde yarım bir halka oluşturup arkama geçtiğinde önümde duran arabayla elimdeki çakıyı kapatıp beremle aynı renk olan kargo pantolonumun cebine koydum. Postallarım, üzerinde durduğum toprağı ezerken önümdeki arabanın kapıları açıldı. Aşağıya inen misafirlerimi gördüğümde keyifle kalktım oturduğum yerden.
Kollarımı iki yana açıp yüzüme epey büyük bir gülümseme yerleştirirken "Hoşgeldiniz Sametliler!" Diye şakıdım gür ve neşeli bir sesle. Arabadan inen şoför benden aldığı işaretle olduğu yerde ellerini önünde kovuşturup beklemeye başladığında arabadan inen konuklarım yan yana ayakta dikiliyorlardı. Dik duruşları ve özgüvenli bakışları sadece bir yere kadar onlarla kalacaktı.
Omzumdan sarkan ve örük yaptığım beyaz saçlarımı sırtıma savururken "Ne tatlı!" Dedim aynı ses tonuyla. "Birbirini ölümüne koruyan iki kardeş." Sağ işaret parmağım gözümü bulurken olmayan göz yaşımı sildim. "Gözlerim yaşardı." Gözlerim onlardan ayrılıp histerik bir şekilde tekrar yerdeki kağıt parçasını bulduğunda iç çektim. Ellerimi arkamda kavuşturup çenemi dikleştirirken ileriye doğru birkaç adım attım.
Karşımdaki ikilinin gözleri ben ve arkamdaki kalabalık arasında gezinip dururken alayla kıkırdadım. "Ne o?" Yüzümdeki alayı sesimede yansıtmıştım. "Yarı yaşınızda ki çocuklardan mı korktunuz?" Yüzlerindeki ifadeyi yalnızca buna yorabilirdim çünkü arkamdaki kalabalık sadece küçük sokak çocuklarından oluşuyordu. Yaşları on altıya bile varamamış birçok çocuk duruyordu ardımda.
Başımı omzuma doğru yatırıp gözlerimi kısarak "Konuşmayacak mısınız?" Diye sordum. "Birkaç kelime edersiniz diye düşünmüştüm ben oysa."
"Sıra bizde mi? Bu defa aklında ne var? Bana kardeşimi mi öldüteceksin?!" Saygın Sametli'nin öfkeli sesiyle bakışlarım kardeşinden onu bulduğunda gülümsedim. "Ah, demek konuşabiliyorsun. Ne güzel."
"Alay etme benimle!" Dişlerinin arasından tıslarken öne doğru birkaç adım atmıştı. Abisini görmezden gelirken başımı eğip arkasında kalan kardeşine baktım. "Abin biraz öfkeli mi ne? Niye ki acaba?"
Kardeşi korkuyla abisinin arkasına sığınarak alttan alttan beni izlerken göz devirdim. Şey bu oluyordu galiba, denize düşünce yılana sarılmak. "Yetmedi mi aldığın canlar? Bizi de mi öldüreceksin?" Kaşlarım hızla çatılırken bakışlarım karşıdaki şoför dahil üçlüde gezdirdim. "Ben ne zaman birini öldürdüm ki? Kim diyor bunu?"
"Öldürdüğün yirmi dört lideri kimse fark etmedi mi sanıyorsun?! Taburun tüm infazcıları seni öldürmek için tetikte bekliyor!" Şoföre bakarken "İsmin neydi?" Diye sordum. Kısa bir an ona sorup sormadığımı anlamak için etrafa bakınsada sonunda "Levent." Diyerek yanıtladı beni. "Beni öldürmek mi istiyorsun Levent?" Sorumla sokakta soğuk rüzgarlar eserken Levent duruşunu bile bozmadan "Hayır efendim." Dedi. Aldığım cevapla ekrar Saygın denilen adama baktım. "Gördün mü? Levent beni öldürmek istemiyormuş. Taburda dengeler değişiyor olmasın sakın?"
Birkaç adım daha atıp aramızdaki mesafeyi bir kol uzunluğuna indirdim. "Diğer yirmi dört liderinize sıra gelince, hangisinde benim izim vardı?" Bu defa alayla gülen Saygın olmuştu. "Herkes pisliğini başkalarına yaptırdığını biliyor! Senin yüzünden dostlarını, hatta eşlerini öldürdüler! Beraber iş yaptığımız adamlar birbirlerine sıkıyorlar!" Omzu silkerken güldüm. "Kendi ağzınla söylüyorsun. Birbirlerine sıkmışlar. Benim suçum ne?" Ben masumdum. Yersen tabii.
"Aptala yatma! Herkesi evinden yanında biriyle aldırdığını biliyor. Celladıyla birlikte getirtiyorsun ayağına hepsini." Başımı aşağı yukarı sallarken"Düşündüğümden daha zekisin Saygın." Dedim. "Seni aptal bir adam sandığım için kusuruma bakma. İzninle sana bir sorum olacak."
"Seninle harcayacak vaktim yok. Çekil yolumuzdan. Sametliler diğerlerine benzemez!" Öfkeden kuduran halini görmezden gelirken onun aksine sakin bir şekilde sorumu yönelttim tüm ciddiyetimle. "Söylesene Sametli, sırf bu yüzden mi bir haftadır evden yanında başkası varken ayrılmıyorsun? Evinden birinin katili olmamak için mi yoksa katilini bana kendi ellerinle getirmemek için mi?"
Bar gecesinden sonra herşey ard arda olmuştu. Verdiğim sözleri tutmuştum. İlk cinayetin haberi toplu gerçekleştirilen bir öğle yemeğinde ulaşmıştı herkese. Bir kuzen, diğerini öldürmüştü. İkincisi cenazeye giden üyelerden biriydi. Onun haberide ilkinin toprağı başında duyrulmuştu. Dediğim herşey birbir yerine gelmişti.
Bazen bir kahvaltıda, bazen basit bir koşuda, bazende gecenin ilk saatlerinde, bir cenazede almışlardı yenilerinin haberini. Siyah bir davetiyenin içinde dolu bir kurşunla haberdar etmiştim hepsini. Uzun zamandır infaz emrimi veren hiçbir üye yanında bir başkasıyla dışarıya çıkmıyordu. Yaşamak için yalnız kalıyorlardı. Çünkü onları öldüren ben değil, en yakınları oluyordu. Ben sıkamadığım her bir kurşunu hayatta kalanlara armağan ederek yoluma bakıyordum.
Karşımdaki adamın da günlerdir yalnız başına gezindiğini biliyordum ama pek sevgili cici annesinin cenazesine giderken onu ayağıma getireceğim aklına gelmemiş olmalıydı. Gözlerim hala abisinin arkasına sığınıp beni izleyen çocuğa kaydığında sıkkın bir nefes verdim. Poyraz Sametli, o ailede olduğu gibi kalmayı başaran tek kişiydi. Babasını umursamadığını duymuştum, buna rağmen babasının onu nasıl sevdiğini de. Abisine olan düşkünlüğünü de biliyordum ama abisinin bariz nefreti ortadaydı.
Sonuç olarak babasının karşısına anne diye getirdiği metresi ve sürpriz bir kardeşi kabul edemeyen bir adet Saygın Sametli şimdi öldürdüğü kadının oğlunu ardında tutarken samimiyetsiz hamleleriyle gözlerim istemsizce Poyraz'ın yüzünde gezindi.
Aklıma ilk düşen şey Ömür'e nasılda benzediği olmuştu. Abisinin arkasında sergilediği ürkek tavırlar, Ömür'ün Altemur ve adamlarına karşı önümde durduğu günkü halini hatırlatıyordu bana.
Gözlerimi ondan çekip tekrar yerdeki kağıt parçasına bakarken buldum kendimi.
Yapmayacaktım. Bunu Poyraz'a yapamazdım. Acımak istemiyordum ama merhametim beni beklemediğim yerden vuruyordu. Poyraz'ın bir çocuk olduğunu hatırlattım bir kez daha kendime. Bunu yapmayacaktım.
Belimdeki silahı ani bir hamleyle çekip birkaç adım arkaya gittiğimde namluyu Saygın'a hizaladım. Saygın'ın kaşları hızla çatılırken "Ne yaptığını sanıyorsun sen lanet kadın!" Diye öfkeyle gürledi. "O kadının cenazesinde gidecek ölüm haberin diğerlerine Sametli. Üzgünüm. Kader sizi yine bir arada tutuyor. Ne sanıyordun ki?" Alaylı sözlerimle anlamak ister gibi bana baktığı sırada ikimizinde beklemediği bir şey oldu.
Poyraz bu defa öne çıkarak abisine siper olurken kaşlarım öfkeyle çatıldı. "Çekil!" Tek kelimelik emrim gayet açık ve netti. Ama o bunu anlamadı. Kaşları tıpkı benim gibi büyük bir öfkeyle çatılırken gözlerindeki ateşin farkındaydım. Büyük ihtimalle yaşadığı acının tarifi bile yoktu ama karşımda durması en çok onun işine gelmezdi. Yanlış yerde saf tutuyordu.
"Annemi benden almışken birde abimi alabileceğini mi sanıyorsun! Buna canım pahasına izin vermeyeceğim!" Elimdeki silahı ağır hareketlerle indirirken anlamayarak "Ne?" Diye mırıldandım. "Ne diyorsun sen?"
"Anlamıyor gibi davranma bana!" Diye bağıran çocuğun gözünden yaşları akmaya başlarken gözlerindeki çaresizlik aradaki mesafeye rağmen okunuyordu. "Annemi öldüren sendin! Sen sebep oldun herşeye, Nilay teyze annemin kız kardeşi gibiydi. Senin yüzünden annemin canını aldı!" Bir kadının ölümüne sebep olmadığımı biliyordum. Çünkü ölümüne sebep olduğum adamlar ne kadar kötüyse hayatlarına dahil ettikleri bir o kadar temizdi. Biri bana tuzak kurmuş olmalıydı. Cinayetlerin nirvana olduğu bir hafta içinde bir ölümün suçunu bana yıkmak zor olmasa gerekti.
Dişlerimi sıkarken nasıl bir oyunun içinde olduğumu anlamaya çalışıyordum. Bakışlarım keskin bir şekilde Levent'i bulduğunda sertçe "Nilay denilen kadın nerede?" Diye sordum. Mevzu bahis katille birde ben tanışmalıydım. "Dalga mı geçiyorsun benimle!" Poyraz'ın çatlayan sesi merhametime büyük kozlar verirken sinirle başımı ovdum. "Bak çocuk, ya açık açık konuş yada-"
"Senin yüzünden gecenin bu saatinde annemin cenazesine gitmek zorundayım ben! Birde geçmiş karşıma Nilay'ı getirin diyorsun! Nilay teyzenin orada dayanamayıp kendi canına kıydığını bilmediğimi mi düşünüyorsun?!" Öfkeyle sarf ettiği sözlerle kaşlarım kalkarken bakışlarım önündeki abisini buldu. Sözde katil benken asıl katil karşımdaydı. Ve Poyraz tüm kinini bana kusarken ona siper oluyordu. Alayla güldüm. Saygın itinin birşeyler yaptığını elbette biliyordum ama cinayeti benim üstüme atmaya cesaret etmesi beklenmedik bir şeydi.
"Gerçekten mi?" Dedim alaylı bir gülüşle. "Olan biteni benim üstüme yıkacak kadar çaresiz miydin Sametli?" Bakışları sertleşirken gözleri ben ve kardeşi arasında gidip geliyordu. İsteyeceğim şeyin farkında olmalıydı. Bunun bilincindeydi. Ve evet, aklından geçen herşey doğruydu.
Annesinin katili olduğunu söyleyip onu kardeşinin önüne atacaktım. Saygın Sametli'nin katili, öz kardeşi olacaktı.
İşler değişmişti.
Bir çocuğun cinayet işlemesine sebep olmayacaktım.
"Buraya gelirken hayatta kalanın sadece biriniz olacağının farkındaydın." Dedim sakince. "Üstelik artık kardeşine verecek bir sebebim de vardı öyle değil mi?" Ben tüm sakinliğimle konuşurken ne olduğunu anlamadığım bir hareketlilik oldu. Önce Saygın silahını çekti sonra Levent. Arkamdaki kalabalık birkaç adımda bana yaklaşırken Poyraz korkuyla açılan gözleriyle şimdi bana bakıyordu.
Levent'in silahı Saygın'ı hedef almıştı.
Saygın'ın silahıysa katili olsun diye yanında getirdiğim kardeşini.
Kaşlarımı çatarken "Ne yapıyorsun sen?!" Diye bağırdım endişeyle. Poyraz'a zarar veremezdi. Ölmesi gereken oydu, Poyraz değil. Dişlerimi sinirle sıkarken "Biliyordum!" Diye bağırdı. "Sadece birimiz yaşayacaktık ve bu ben olacağım!" Tetiğe yeltenen elini gördüğümde Poyraz'ın titrek sesi "Abi..." Dedi. Tek bir kelimeye onlarca duyguyu sığdırırken sertçe yutkundum. Yaşamak için kardeşini öldürecekti. Kardeşi onun kurşununu vermesin diye kardeşini öldürüp elinde bir kurşunla eve dönen o olacaktı.
"Ne yapıyorsun?" Poyraz'ın güçsüz fısıltısı Saygın'ın zerre umrunda olmazken erken davrananda, sorusuna cevap verende ben oldum.
"Geberiyor."
Sol kolumu dirsekten kırarak yukarı kaldırıp silahı koluma yasladım. Tek gözümü kısarken ikinci kez düşünmeden tetiği çektim. Silahımdan çıkan kurşun kimse ne olduğunu anlamadan Saygın'ın sol gözünden içeriye girip kafa tasını deldiğinde ikinci kez silahımı ateşleyip silah tutan elini vurdum.
Her yer sessizliğe bürünürken çıkan tek ses tenekelerde yanan ateşin sebep olduğu gürültüydü.
Saygın'ın cesedi boşluğa düşerken Poyraz'ın bedeni güçsüzce yeri buldu. Merhamet denilen illet kalbimi eşelerken duygusuz tutmaya çalıştığım gözlerimi yerdeki çocuğa diktim.
Onun yaşlı gözlerinin odağında zaten ben vardım. "Annenin değil ama katilinin canını ben aldım Sametli." Dedim en az gözlerim kadar duygusuz olan sesimle. Bakışlarının titrediğini gördüğümde sinurle gözlerimi yumdum.
Arkamda çocuklar vardı. Önümde bir çocuk vardı. Etrafım çocuklarla kaplıydı ve ben en olmamam gereken yerde bir kez daha katil olmuştum. Saygın'ın can vermesi gereken yer burası değildi. Çocukların yanında olmamalıydı. Şerefsiz herif gider ayak herşeyi mahvetmişti.
Sinirle şakaklarımı ovarken "Levent!" Dedim gür bir sesle. "Evet efendim?"
"Sametli'nin sağ salim eve vardığından emin ol." Dedim göz ucuyla yerdeki çocuğa bakarken. "Şüpheniz olmasın."
Yerdeki çocuğa doğru yürüyen adamla beraber bende yürümeye başladığımda ezbere bir hareketle şarjörü çıkardım. Mermilerden birini çıkarırken "Kovanı bana getir Levent." Diye seslendim. Poyraz'ın hemen yanında, Saygın'ın cesedinin önünde durduğumda elimdeki kurşunu açık ve sağlıklı olan sağ gözüne bakmamaya dikkat ederek kanlı eline sürdüm. Levent'in getirdiği boş kovana da aynı işlemi yaptıktan sonra ikisinide Saygın'ın yaralı avcuna bıraktım.
Ayağı kalkıp arkama döndüğümde gördüğüm çocuklarla iç çektim. Hiçbiri burada olanları yadırgamıyordu. Hepsi bu tür şeylere alışkındı. Sokaklar temiz değillerdi. Hele bir çocuğun yaşayacağı yer hiç değillerdi ama hayat bunu hiçte umursuyor gibi gözükmüyordu. Bu sokaklarda oldukları her gün daha beter şeyler gördüklerini tahmin edebiliyordum ama yinede içinde benim katil olduğum bir olaya tanıklık etmeleri beni huzursuz etmişti.
Son kez Poyraz'a baktığımda dayanamayıp karşısında durdum. Dağılmış gibi gözüküyordu. Hayır, dağılmıştı. Annesinin cenazesine gitmek için çıktığı eve, annesinin katili olan abisinin cesediyle geri dönecekti. Sıkıntıyla iç çektiğimde bir kez daha Levent'e baktım. "Taburla iletişime geç. Saygın'ı onlar alsınlar."
"Evet, efendim."
"Gerçekten yaptı mı yani?" Duyduğum sesle bakışlarım tekrar yerdeki çocuğu buldu. Abisinin son haline bakmamak için büyük bir çaba harcıyor gibi gözüküyordu. Her ne kadar çaresiz gözükse ve dahada önemlisi çaresiz olsada sebep olduğu şeyler yüzünden benimde tahammül sınırım iyice zorlanıyordu. "Evine git." Dedim sadece. "Aklına yatmayan bir şey olursa Levent seninle ilgilenecektir. Annenin cenazesine katıl. Bunu kaçak göçek yapma. Yarın senin için sessizliği sağlarım."
"Abim..." Bakışlarını en nihayetinde yerden kaldırdığında yaşlı gözleriyle karşılaştım. Yüzümü buruştururken kafamı kaldırıp şehrin ışığında kaybolan ayı görmeye çalıştım. "Benden vazgeçti..." Yaptığı çıkarım her ne kadar doğru olsada biraz geç kalmıştı. Yinede bunları yüzüne söylemedim.
"Sadece canı fazla tatlıydı."
"Benim içinde annemin canını öyleydi."
"Bencillik güçlü bir duygudur. Sametli buna fazlasıyla sahipti."
"Annem ona hiçbir şey yapmamıştı." Annesinin babasıyla olan gayrimeşru ilişkisi sanırım beni ilgilendirmezdi. Heleki öldükten sonra. İç çekerken susmayı tercih ettim. Eğer işlere Saygın Sametli'nin gözünden baksaydım annesine hayatı zehir eden bir metresi yok etmiş olan bir çocuğun zaferini görebilirdim. Ama ben Poyraz Sametli'nin gözleri olmayı sevmiştim ve gördüğüm tek şey bir çocuğun ölü annesiydi.
Ellerim, günlerdir rutin haline getirdiğim gibi şakaklarımı bulduğunda bulduğunda sertçe ovdum. Ağrı kesiciye ihtiyacım vardı. Hemde hemen.
"Kaybın için üzgünüm." Gözleri inanmadığını belli eder bir ifadeyle bana baktığında oralı olmadım bile. Üzgün değilim. En azından o kadın için. Merhametimin tek sebebiyse karşımdaki çocuktu. Annesizliği yaşıyor oluşuydu. Oda artık bizdendi.
"Abimi öldürdüğüne göre benden ne istiyorsun?" Ağlaması azalmış olsada gözlerinden ara ara akan yaşlar duracak gibi değildi. Sorusuyla gülerken "Sametli'lerin bana birşeyler sağlayabileceğini mi düşünüyorsun?" Diye sordum alayla. İttifağa ihtiyacım yoktu. Gereken herşeye sahiptim artık.
"Bu geceyi unutmayacağım."
"Öyle mi?" Dedim onun ciddi tavrına rağmen umursamazca. "Ne tesadüf, bende öyle."
"Annemin mezarına..." Yutkunma sesiyle bölünen kelimeleri kulağıma ulaştığında ne zaman gideceğini düşünüyordum. Bu geceki imtihanın fazla dramatikti ve bu bana kesinlikle iyi gelmiyordu.
"Başım dik gidebilirim artık. Teşekkür ederim." Bir fısıltıdan farksız çıkan sesiyle kaşlarım alayla kalktı. "Yarın abinin olduğu bir dünyaya gözlerini açsaydın seni kapımda bir silahla bulabileceğimi mi söylemeye çalışıyorsun?" Cevap vermedi. Bende dinlemedim. Hala benden alacağı drektifleri bekleyen adama döndüm. "Götür onu. Ve diğerlerine ilet. Bu defa zarf yok." Sıkkın bir nefes verip Saygın'ın avucundan gözüken kurşun ve kocana baktım.
Poyraz ölmesin diye onu öldüren ben olmuştum ve bu, ilk cinayetimdi. Öncekilerden tek birine bile elimi sürmemiştim. Oysa şimdi bir çocuk yüzünden geri çekilmek zorunda kalacaktım. Yeni birinin ölümüne sebep olamazdım. Bu defa infazcı bendim çünkü. Ortada sıktığım bir kurşun varken seçim şansı onlara geçecekti. Ya boş kovanı alıp beni sonsuza kadar kendi çöplüğümde bırakacaklardı, yada dolu kurşunu alıp birer av gibi önüme çıkmaya devam edeceklerdi.
Başımı geriye atıp gökyüzüne bakarken nefesimi azad ettim bir kez daha. "Ölüm veya daha çok ölüm. Seçim onların elinde. Bunu onlara ilet." Arkamı dönüp yürümeye başladığımda gözlerim aradığı şeyde gsezindi. Eğilip yarısı yanmış kağıdı parmaklaımın arasına aldım.
Ölüm korkusu artık Saygın Sametli için yok hükmündeydi. Bunu birinci elden test ederek yok etmişti. Kalan kağıdı avucumun içinde ezip yere bıraktığımda yürümeye devam ettim. Kağıttan geriye kalan iş ve kuru hissi atmak için elimi silkelediğimde ellerimde gördüğüm farkındalıkla kaşlarımı çattım.
Bordo ojeleri hala sürmemiştim.
___________
"Sizi aramıza almamız için bize mantıklı bir sebep verebilir misiniz?" Burnuma kadar düşen gözlükleri sağ elimin işaret parmağıyla gözlerime iterken bulanıklaşan görüntü yüzünden gözlerimi birkaç kez hızlı hızlı açıp kapattım. Ellerimin arasında tuttuğum kağıtları birkaç kez masaya vurduktan sonra sorduğum sorunun cevabını almak için beklemeye başladım.
"Birine ihtiyacınız var çünkü." Verdiği cevapla zekama hakaret eden çocuğa bakarken en baygın bakışlarımı atıyordum. Göz devirip geriye yaslandığım zaman hareket ettiğim için güç bela yüzüme oturttuğum gözlük yerinden kaydı. Düşecek endişesiyle oturduğum yerden toplanıp iki elimle birden çeneme varmış olan gözlüğü kavradım.
Mal sahibine benzemezse harammış derken ne kadar haklı olduğunu düşündüğüm atalarım vardı artık. Zira yurt müdürünün birkaç beden büyük gözlüğü sahibi gibi huysuzluk yapmadan duramıyordu.
Sabır çekip az önceki pozisyonuma geçerken göz ucuyla, çatık kaşlarla bana bakan Muhittin'i süzdüm. Bu olaydan en az gözlük kadar rahatsız olan biri varsa oda şüphesiz Muhittin'di.
"Peki bize bir hayalinizden bahsetmek ister misiniz?" Diye sordum, bakışlarım benim aksime tamda yüzüne göre doğru bir gözlük takan çocuğa kaydığında. Omuz silkerken diş tellerini gözüme sokarak gülümsedi. "Dördüncünüz olmak." Ani ve net cevabıyla gözlerim usulca kısılırken "Bana bak." Dedim tehditkar bir ifadeye bürünüp. "Senin kız yurdundan Nalan ile çok yakın olduğunu duydum. Eğer Nalan seni buraya bizim Zülküf'le arasını yap diye yollarıysa var ya..."
Çocuk kafasını hızla iki yana sallarken birkaç adım atıp oturduğum masanın hemen önünde durdu. Bir sır verecek gibi öne doğru eğildiğinde bende histerik bir şekilde kafamı ona doğru eğdim. "Yok ondan değil." Dedi fısıldayarak. "Ben senin kapıya astığın ilanları gördüm de geldim." Gözlerimi kırpıştırıp çocuğun ne demeye çalıştığını anlama zahmetine girerken "O ne demek?" Diye sordum. Gözlerini devirirken "Sen asmışsın ya hani geçen." Dedi kısık sesiyle. Muhittin'in duymasını istemediği açıktı. "Anlasana kızım. Ben senin evine-"
"Höst lan!" Önümdeki çocuk sertçe geri çekildiğinde bende ne olduğunu anlamak için olduğum yerden kalktım. Zülküf, ensesinden kavradığı çocuğa matador görmüş boğalar gibi bakarken Muhittin'de oturduğu yerden kalkıp bana doğru gelmeye başladı.
"Sen kimin evinin erkeği oluyorsun oğlum?! Yaş kaç baş kaç, muhabbetlere bak!" Çocuğun bahsettiği afiş aklıma dank ettiğinde öne atılıp"Zülküf." Dedim. "Bu çocuk var ya bu çocuk." İşaret parmağımla Zülküf'ün ellerinde can verecek gibi duran çocuğu gösterdiğimde Muhittin'in başını sağa sola sakladığını gördüm. Birşeyler yapacağımı anlamış olabilirdi ama bana engel olamazdı. Hince güldüm. Elime gelen fırsatı itecek değildim.
"Söyle abim, devam et." Sözlerimi aklımda tartarken duraksadım. "Ne bu çocuk Güneş?" Diyen Zülküf'ün göğsü aldığı derin nefeslerle inip kalkarken yüzümü buruşturdum. "Nalan yollamış bunu buraya. Sen mektuplara bakmayınca zoruna gitti demek. Görüyor musun?" Elimin tersini anlıma yapıştırırken gözlerimdeki gözlük yeri boylamış olsa bile tiyatroma ara veremeyeceğim için oralı olmadım. Müdürün kırık gözlüğünü sonrada dert edinirdim.
"Kardeşine pusu atmışlar Yörük Zülküf! Biz bu hallere düşecek insanlar mıydık? Resmen duygularımla oynanıyor burada!" Zülküf öldürücü bakışlarını çocuğa dikerken ben kısa bir an Muhittin'e bakıp göz kırptım. Fırsattan istifade Nalan'ı da aradan çıkarsam hiç fena olmazdı.
"Drama yapma iki dakika Güneş! Çevirdiğin dolaplardan haberim var, seninle de sonra ilgileneceğim." Zülküf bana bakmasa bile ses tonu yeterli olmuştu. Muhittin'e gözlerimle yan tarafta kalan kapıyı gösterirken küçük adımlarla kapıya doğru yol almaya başlamıştım bile.
Muhittin'e yaklaştığım ilk an bileğine sarılırken "Oldu o zaman." Dedim. "Siz iki matador, aman erkek kozlarınızı paylaşırken biz iki çocuk dışarıda bekleyelim."
"Çocuk benden iki yaş küçük Güneş." Diyen Muhittin'e dirseğimi geçirirken tuttuğum bileğinden çekerek odadan çıkardım onu. Zülküf yanındaki çocuğa o kadar odaklanmıştı ki bizi fark edememişti bile.
"Çocuk Nalan için gelmediğini söylemişti." Diyen Muhittin'e göz devirirken "Külahıma anlat sen onu." Dedim. "Yemekhane de gördüm onları ben bir kere. Nalan topladığımız afişlerden birini veriyordu. Sen abisini ben kardeşini alırız dedi." Abimi kaptıracak değildim. E benim zaten yanmaya niyetim yoktu.
"Sende Nalan'ı da yakayım dedin. Zülküf o çocuğu döver, içinden geçer hatta."
"Ne sandın canım." Dedim elimle omzunu pat patlarken. "Ben gelinimi seçtim bir kere. Zülküf kız arkadaş istiyorsa eğer en uygunu Zeliş olur. Hem Zeliş diğerleri gibi değil. Zülküf gözlerini açıp etrafına bakmalı. Unutmadan, o çocuğun kaçak göçek dövüş kursuna gittiğini duydum. Zülküf'e denk olur. Kavgasını görmüştüm. Zararlı çıkmazlar. Hasar eşit olur diye düşünüyorum."
"Zorla mı yapacaksın cidden? Onlar kararlarını verebilecek yaştalar." Son dediklerime değilde Zeliş kısmına takılan arkadaşımla iç çektim. Olduğum yerde durup gözlerimi kısarak Muhittin'i süzdüm kısa bir süre. "Bu ciddi tavırların beni deli ediyor." Diye mırıldandım başımı aşağı yukarı sallarken. "Bana bak Muho, şurada yaşın kaç başın kaç. Zülküf'ten sonra ikinci bir abi vakası çekemem ona göre. Otur oturduğun yerde de biraz şımar. Abla olmam gerekiyor kardeş değil. Şeker alayım mı sana?" Ellerini eskimiş kot pantolonunun ceplerine koyarken göz devirdi. "Aynı yaştayız."
"Ben senden önce doğdum. Şeker?"
"Aralık temmuzdan önce gelmiyor."
"Aralık gelmeden temmuzun gelmesini bekleyemezsin. Senden daha iyi bir performans beklerdim." Dedim başımı iki yana sallarken. "Aynı yılın içindeki iki aydan bahsediyoruz. Bu-" Daha fazla konuşmaması için avucumla ağzını kapatırken"Yeter." Dedim. "Az sustur şu beyninide başım dinlensin. Yürüyen zekalara alerjim var benim. Seni görünce de iki kiloluk bir beyinle arkadaşlık ediyormuşum gibi geliyor."
"Bir beyin iki-" elimin altından çıkan boğuk sesini duyarken diğer elimle ensesine vurdum. "Sus artık. Zülküf gelmeden tüyelim buradan. Yoksa sıradaki sen olursun. Bırakırım seni Zülküf'ün eline."
"Bahanen ne olacak çok merak ediyorum?" Dedi eliyle vurduğum ensesini ovarken. Omuz silkerken sırıttım. "Zülküf afişleri senin bastırdığını bilse yeter." Kaşları çatılırken konuşmak için dudaklarını araladı ama tam o sırada koridorda yankılanan "Güneş!" Sesiyle ikimizde sertçe yutkunduk. Koridorun diğer ucunda bize doğru gelen Zülküf'ü gördüğümüzde bu sefer bir ilke imza atarak ilk kaçan Muhittin oldu. Tabii benim aksime o kaçarken yanına beni almayı unutmuştu.
"Allah'ın cezası beni burada unuttun!"
Çocuktuk. Aptaldık. Zekiydik. Bazen dahi, bazen deliydik. Ama biz çocukken beraberdik.
____________
Dişlerimin arasındaki sigarayı sıkıntıyla çevirirken önümdeki bilgisayar ekranına baktım öfkeyle. Birşeyler dönüyordu ama ben yine oyun dışıydım. Hiç hoşuma gitmiyordu aklıma gelen ihtimaller.
İki elimin parmaklarını birbirine geçirip esnetirken gözlerim bilgisayar ekranında inen rakamlarda hızlı hızlı geziniyordu. Kaçtığım yazılım derslerinin bedelini ödüyor gibi hissediyordum kendimi şu an.
Sıkıntıyla şakaklarımı ovarken başımı geriye atıp oturduğum koltukta kaydım. Başımı deri koltuğa yaslarken dişlerimin arasına sabitlediğim sigarayı uzaklaştırmadan nefesimi üfledim.
Sigaranın kirlettiği nefesim loş ışıkta süzülüp yok olurken ayağımın tekini önümdeki ahşap sehpaya attım. Diğerini de onun üstüne attığımda başımı omzuma doğru yatırıp ekranı izlemeye devam ettim. Durmadan akan rakamlar ve anlamadığım için çıldırmak üzere olduğum kodlar canımı sıkıyordu.
Kağan'ın sıkı bir hacker olduğunu düşünebiliyordum. Ama bu kadarı benim hayal dünyam için bile fazlaydı.
Bilgisayar kapıma ilk ulaştığı gün Ömür ve Öktem şifreyi kırdıklarında ulaşamadıkları ama kendini fark ettirmek için kodlanan başka bir yazılım olduğunu söylemişlerdi bana. O gece bu yazılımı çözememiştik.
Çözebilecek tek kişi vardı o da Kağan. Façacı bunun bilincinde olarak bu bilgisayarı bana göndermiş olmalıydı. Er yada geç Karayip'i bulacağımı biliyor olmalıydı. Ama asıl önemli olan o yazılımın içine neler sakladığıydı.
Yaşadığımı biliyor olabilir miydi? Biliyorsa eğer ne diye kapıma dayanmamıştı? Peşimde olan niye babamın değilde ortak olmam gereken adamın itleriydi?
Oturduğum yerden kalarken bilgisayara uzanıp ekranı sertçe kapattım. Tek elimle bilgisayarı kavrarken diğer elimle masanın üzerinde ki anahtarı alıp yürümeye başladım. Kapının yanında duran sırt çantasına bilgisayarı koyarken kapıyı arkamdan sertçe kapatıp çıktım.
Çantayı sırtıma takarken çoktan motorun yanına gelmiştim. Hala dişlerimin arasında duran sigaradan son bir nefes çekip sigarayı parmaklarımın arasına alıp ufaladım. Yere düşen parçaları postallarımın ucuyla ezerken içimde tuttuğum nefesi yavaş yavaş dışarıya veriyordum.
Kaskı alıp başıma geçirirken örük yaptığım saçlarımı da üzerimdeki ceketin içine attım. Kıyafetim beni idare ederdi. Saçlarımda yokken kız mı yoksa erkek mi olduğum çokta belli etmiyordu kendini dışarıdan.
Motor çalıştığında beklemeden gazı kökledim. Sokağın başına vardığımda arkaya döndüğüm o kısa anda arkamdan depodan çıkanları görmüştüm. Muhtemelen takip edeceklerdi. Derin bir nefes alıp ezbere bildiğim sokaklarda ilerlemeye devam ettim. Başka bir zaman diliminde olsaydım büyük bir zevkle asfaltları ağlatacağım bir parçaya sahiptim. Oysa şu an gerginlikten yolları bile iki kez kontrol ediyordum.
Işıklarda durduğumda cebimde titreşen telefonla ayaklarımı yere indirip ceketimin ön cebinden çıkardığım kulaklıklarımı taktım. Ben aramayı yanıtladığımda yeşil ışık yanmıştı.
"Dinliyorum." dedim virajı dönerken. "Ne oldu?"
"Görevden döndüler." Duyduklarımla kısa bir an duraksasamda gözüm kontrol panelindeki hız ibresine takılınca kendimi toparladım. Ölmeye daha niyetim yoktu. "Son durum ne?"
"Hepsi tam. Eksik yok. Ama bizimkilerin dört sevkiyatını patlatmışlar." Dişlerimi sıkarken "Sizinkiler biraz daha zorlarlarsa bu defa patlayan onlar olurlar." Dedim hırsla. "Çekilecekler oradan!"
"Bunu ha deyince yapamayız."
"Yapılacak. Ne dediğiniz umrumda değil." Sessizliği aramızda büyüyüp giderken az önceki konuşmayı görmezden gelerek "Zayiat?" Dedim yağmur ilk damlalarını üzerime döktüğü sırada. "Hepsi sağlam. Merak edilecek bir şey yok."
"Bilmem gereken birşey var mı?"
"Sanmıyorum. Sadece..."
"Sadece ne?" Ahizenin diğer ucunda yaşanan sessizlikle sıkkın bir nefes verirken ileride gördüğüm çevirmeyle hızımı azda olsa düşürdüm. Önümde ki araba kuyruğundan birine çarpmak istemiyordum.
Çevirme için ayrılan alana girmek yerine yolun diğer kısmından motoru sürmeye devam ettiğimde birkaç memurun yola doğru yaklaştığını gördüm ama plakanın yanındaki özel ışıklandırmaları yakıp söndürerek dikkatlerini oraya çektim. Plakayı gören memurlar geri çekildiklerinde başıyla selam veren birine aynı şekilde karşılık verdim.
Halbuki gördükleri an el koymaları gereken bir motorla, kabul edilemez bir hızda ilerliyordum. Yinede önümü açmak için bir plaka yeterli olmuştu. Güç tehlikeliydi. Ve tehlike tam olarak bendim.
Kaskın önündeki camı iyice bastıran yağmur yüzünden açarken "Devam et." Dedim telefonun diğer ucunda hala susmayı sürdüren adama. "Meşgulüm. Bir dakikadan az bir süre sonra seni dinleyebilecek bir ortama sahip olmayacağım."
"İçlerinden biri nişanlanıyor." Duyduklarımla bedenim karıncalanırken ani hamlem yüzünden motor sertçe durdu. Ayaklarımı tekrar yere indirirken gözlerimi sıkıca yumup açtım. "Hadi ya." Diye mırıldandım ellerim pantolonumun cebindeki sigarayı ararken. Sonunda bulduğum kutuyla derin bir nefes alırken sigaralardan birini aldım elime. Avucumu siper edip diğer elimdeki zippoyla sigarayı yaktım.
Dişlerimin arasına sıkıştırdığım sigaradan ilk nefesimi alırken tekrar yola koyulmuştum. "Hangisi olduğunu biliyor musun?" Diye sordum boğuk bir sesle. Kaskın açık camından dışarı sızan duman gözlerimin önünde süzülüp havaya karıştı. Yağmur dingin bir şekilde yağmaya devam ederken ben hariç huzur içinde olmayı başaran evrene bir kez daha lanet ettim.
"Onu bilmiyorum. Daha öğrenemedim ama bu hafta duyarım büyük ihtimalle. Şimdiden konuşuluyor."
"İyi." Dedim nefesimi bırakırken. "Görev olursa ara. Yeni bir şey duyarsanda ara. Herhangi bir sorunda da öyle."
"Aklın kalmasın."
"Bu yüzden oradasın." İleride gözüme ilişen evle hızımı düşürürken "Kapat." Dedim. Peşi sıra kulağımda yankılanan sesle telefonu kapatmıştı. Motorun fren sesi sessiz sokakta yankılanırken çevik bir hareketle motordan atlayıp kaskı çıkardım. Kaskı motorun üzerine bırakırken bir elimlede ceketimin içindeki saçlarımı dışarıya çıkarıyordum.
Bana doğru heyecanla gelen adama bakarken sırtımdaki çantanın kollarına ellerimi geçirip varlığını kendime hatırlattım. Bahçe kapısından çıkan ikili bana doğru hızlı adımlarla yürürken yarısını bile içemediğim sigarayı serbest bırakıp yere düşmesine izin verdim. Ayak ucumla sigarayı ezerken "Sen müthiş bir şeysin!" Diye bağıran sesle istemsizce bir tebessüm oturdu dudaklarıma.
"Bu kanıya nereden vardın tam olarak doktor?" Diye sordum buram buram alay kokan sesimle. Motora bakarken parlayan gözlerini görmüştüm ama ilgisi olduğunu bilmiyordum.
"Bu canavarla İstanbul trafiğinde buraya gelipte karşımda mütevazı kız rolleri kesme bana aynasız."
"Abartıyorsun." Derken gözlerimi devirdim. Araf'ın ilk hedefi ben olurken Yiğit'in gözleri yoğun bir şekilde motorun üzerindeydi. Yanıma gelen sarışın afallamama bile izin vermeden kollarını boynuma sarıp sırtıma birkaç kez vurduğunda gözlerim irice açıldı.
"Seninle gurur duyuyorum aynasız! En kısa sürede bizden biri olacaksın, inancım tam!" Kaşlarım kalkarken"Buna bir motorla mı karar veriyorsun?" Diye sordum. Araf başını sağa sola sallarken kınayıcı bakışlarını görmezden geldim. "Bir motor mu? O Kawasaki H2R!"
"Ninja. Hem en kısa zamanda elden çıkarıyorum o halde. Sanayide parçalarına ayıracağım."
"Sanayiye ne lüzum var canım, ben hep buradayım." Göz devirirken başımı iki yana salladım. "Sana satmıyorum. Prensip meselesi."
"Sen bununla nasıl trafiğe çıktın? Eve gelirken birkaç çevirme gördüğüme eminim ben." Diyen sesle dikkatimi Araf'tan çektim.
"Eve nereden geliyorsun sen? Ben sadece bir tanesine denk geldim." Ben merakla Yiğit'e bakarken Yiğit omuz silkip "Karşıda işim vardı." Dedi. Cevap vermesini beklemiyordum ama yinede beni ciddiye alıp cevaplaması rahatlamamı sağlamıştı. En son ki karşılaşmamızda yaşananlar bariz ortadaydı.
Önlerinde bir cinayete sebep olmuş, bir cinayet işlemiştim. Tekin biri olmadığımı biliyorlardı. İlk gün evlerinde onlara tehlikelisiniz diye saydırıp dururken şimdi içeriye bir infazcı taburunun komutanı olarak girecektim.
Sıkkın bir nefes alıp şakaklarımı ovarken "Müsait miydiniz?" Diye sordum. "Uzun sürmeyecek. Konuşmam gereken bir şey var." Gözlerimi birkaç kez açıp kapatırken yüzüme düşen yağmur yüzünden yerimde rahatsızca kıpırdandım. Elimi üzerimdeki pantolona sürttüğüm sırada Araf'ın kolunu omzuma atmasıyla rahat bir nefes aldım.
Bu müsaitiz demekti. Sanırım.
"Sana her zaman aynasız." Haline tebessüm ederken onun yönlendirmesiyle bahçe kapısından içeri girdik. Bahçede ellerinde tabaklarla eve doğru koşan Kağan ve Altemur'u da gördüğümde geriye sadece Azra kalmıştı. Bizi hala fark etmeyen ikili önden eve girdiklerinde Kağan "Acele edin Araf!" Diyen sesini duyduk. Çokta müsait bir zamanda gelmemiştim aslında. Sıkkın bir nefes verirken Araf'ın omzumdaki eli baskısını artırmıştı. Geri dönemeyeceğimin farkındalığıyla Yiğit ve Araf'la beraber artık aşina olduğum eve girdiğimde tıpkı buraya son gelişimde olduğu gibi üçümüz birlikte mutfağa doğru yürüdük.
Bu defa Araf ve Yiğit'in ardına saklanmıyordum ama. Tezgahta ki tencerelerle cebelleşen Azra'yı gördüğümde tebessüm ettim. Anlaşılan dışarıda yemek yerken yakalanmışlardı yemeğe. Kağan ve Altemur'da ellerinde ki tabakları ortadaki yemek masasına boşaltıyorlardı.
"Bakın size kimi getirdim!" Diye şakıyan Araf'la beraber nefesimi tuttum. Bir daha görüşmeyelim diyen bendim ve şimdi kendi ayaklarımla buraya gelmiştim. "Bizimki mi döndü, hayırdır?" Azra gülerek arkasını döndüğünde kimi görmeyi bekliyordu bilmiyorum ama beni beklemediği kesindi. Şayet elindeki tabakların yeri boylamasından bunu çıkarmıştım.
"Güneş!" İsmimi bağıran kadın halıda bıraktığı enkazı umursamadan dibinde bittiğinde gülümsememe bile fırsat vermeden kollarını boynuma doladı. Avuç içlerim onu sarmak için karıncalanırken bunu yapamayacağımın farkındalığıyla yutkundum.
Buraya sadece Kağan'ı görmek için gelmiştim. Amacımdan saşmamalıydım. Titrek bir nefesi içime hapsederken güç bela gülümseyerek Araf'a baktım. İsteğimi anlamış olacak ki Azra'nın boynumdaki kollarına uzandı elleri. Onunda yüzünde huzursuz bir ifade oluşmuştu.
"Sal kızı anne. Boğmak üzeresin."
Azra'nın kolları Araf tarafından çözüldüğünde rahat bir nefes verip "Merhaba." Dedim. "Hoşgeldin Güneş. Bizde masayı kuruyorduk. Gel lütfen." Azra'nın hiçbir şey olmamış gibi davranması içten içe hoşuma gitse bile ona cevap vermedim. Kulüpte ettiğim vedadan sonra gözlerindeki kırıklara şahit olmuştum ve tekrarının olmasını istemiyordum. Aramızda ki mesafeyi korumalıydık.
Azra'nın gülümseyen yüzüne daha fazla bakmazken "Konuşabilir miyiz?" Diye sordum Kağan'a. Kısık gözleri yüzümde dolaşıyordu. "Neden?"
"Konuşmamız gerekiyor."
Benden aldığı bakışları arkadaşlarının üzerinde gezinse de "Salona geçelim." Diye cevap verdi bana. Başımı varla yok arası salladıktan sonra daha fazla konuşmayıp çıktım mutfaktan. Öncesinden bildiğim salona girdiğimde ikili koltuğa geçip oturdum. Dirseklerimi ellerime dayarken başımıda ellerimin arasına aldım. Hala başımda duran beremi tek elimle çekip alırken olduğum yerde sallanıp duruyordum.
Duyduğum adım sesleriyle kafamı kaldırıp Kağan'a baktığımda o, benim aksime dönüp bana bakma zahmetine girmemişti. Tekli koltuğa oturup ayak ayak üstüne atarken sırtını da arkasındaki koltuğa yasladı.
"Bize, bizimle görüşmek istemediğini söylemiştin. Sadece bir hafta sonra bizim evimize geliyorsun. Bundan ne çıkarmalıyım?" Başımı iki yana salladım ağırca. "Çıkarılacak bir şey yok. Size karşıma çıkmayın diyen bendim ama sana ulaşmam gerekiyordu."
"Bilgisayar için." Söylediklerinden zaten emin olsada başımla onayladım onu. "Bilgisayar için." Dizlerime yasladığım kollarımı kaldırıp sırtımdaki çantamı çıkardım. Kağan'ın bakışları eşliğinde çantayı açtıktan sonra içindeki bilgisayarı alıp ortadaki sehpaya bıraktık. Fermuarı tekrar kapattıktan sonra öne doğru eğilip çantayı Kağan'ın koltuğunun yanına attım. Çatık kaşlarla çantaya bakarken "Bu ne şimdi?" Diye sordu.
"Senin hakkında birkaç şey." Çatık kaşları düzelmek yerine havaya kalktığında tavrını umursamadan konuşmama devam ettim. "Seninle ilk konuştuğumuzda Karayip'i aradığımı söylemiştim. Hakkında birşeyler bulduğumdan da az çok bahsettim diye hatırlıyorum."
"Karayip'in kendisi karşında, farkında mısın?"
Konuşmama kısa bir es verirken "Artık bunlara ihtiyacım yok. İçindeki şeyler sana ait. Daha doğrusu senin bilgilerin."
"Niye bana veriyorsun?" Eğilip yerdeki çantayı aldıktan sonra dizlerine yerleştirdi. Açtığı çantanın içine göz atarken sorduğu soruyu cevapladım.
"Artık bunlara ihtiyacım yok çünkü."diye tekrarladım kendimi.
"Buraya da bunları bağışlamaya gelmedin herhalde."
"Hayır." Dedim kendimden emin bir sesle. "Oradan bakınca hayır severe falan mı benziyorum bilmiyorum ama geliş nedenim sana birşeyler bağışlamak değil. Onlarla artık ihtiyacım yok ve çöpe gitmelerine değmeyecek kadar çok para harcadım. Bu saatten sonra ancak senin işine yararlar." Başıyla beni onaylarken oyanayan dudaklarını gördüm ama kısık sesi yüzünden ne dediğini anlayamamıştım. Dizilerindeki çantayı koltuğun yan tarafına ki, bana en uzak kısmı orayı, oraya bırakıp"Ne istiyorsun benden peki?" Diye sordu.
"Cevap basit." Zaten biliyordu. "Bilgisayarın içindeki dosya. Bilgisayarı tekrar yanımda getirdim ama ihtiyacın olur mu bilemiyorum. Senden istediğim tek şey o dosyaya beni ulaştırman." Gözleri yüzümde karış karış gezinsede sessizliğini korudu. Koridordan Araf'ın sesini duyuyordum. Dayanamayıp antreye çıkmış olmalıydı.
Diğerlerinin boğuk sesi kulaklarıma ulaştığında en azından onların hala mutfakta olduklarını anladım. Kağan'ın vereceği cevabı sabırla beklerken gözlerim usul usul salonda dolaştı. Küçük bir aile için yeterli büyüklükte bir evdi. His bir bahçesi vardı. İki katlıydı ve anladığım kadarıyla herkese tekli oda olanağı sağlayacak kadar genişti. Çekirdek bir aileye, yani içinde bulundurduğu sahiplerini yetiyor olmalıydı. Birbirinden uzak ama birbirine bu kadar birleşik bir aile görmeyeli uzun zaman olmuştu.
"Dosyaya hemen ulaşamam. Kodlamalarım genel olarak zamanı temel alırlar." Duyduğum sesle bakışlarım tekrar Kağan'ı bulduğunda kaşlarımı çattım. "Altemur bilgisayarı bu eve getireli bir haftadan fazla oluyor. Daha ne kadar zamana ihtiyacınız var ki?"
"Altemur bilgisayarı getirdi ama sen sadece birkaç saat sonra onu geri aldın."
"Yapma Kağan." Dedim koltukta geriye yaslanırken. "O bilgisayar bu eve girer girmez sana teslim edildi. İçinde ne var ne yok hepsini çektin ve büyük ihtimalle şu an yukarıda ki odanda tuttuğun bir bilgisayar-" gözlerimle sehpanın üzerinde duran kapalı cihazı gösterdim. "Bununla birebir bağlantılı. Birkaç gündür dosyaya ulaşmak için yaptığım her hareketi izledin, değil mi?" Soruma cevap vermek yerine sessiz kalmayı seçtiğinde ben anlamam gerekeni anlamıştım. Yalan söylemiyordu. Doğruyu da öyle. Cevapları bana bırakmıştı.
Altemur, o otel bahçesinde bilgisayarı benden aldıktan sonra doğrudan eve gelmişti. Bilgisayarın ilk adresiyse Kağan'ın elleri olmuştu. Kağan ve Altemur o bilgisayardan birşeyler almadan öylece Azra'nın onu bana teslim etmesine izin vermiş olamazlardı. Aksine kimse beni inandıramazdı. O gün o bilgisayardan bana ait birşeyler alınmıştı.
"Buraya geleceğimi biliyordun çünkü son iki gündür bilgisayardaki hareketleri birebir takip ettin. Aptal bir kadın değilim Kağan. Bedenim zarar görebilir ama beynim asla. Seni ne kadar alâkadar eder bilmiyorum ama bilgisayarın hacklendiğini anlayacak kadar bilişim dersi aldım. Ben basit bir bilgisayar kullanıcısı değilim."
"Mümkün değil." Diyen Kağan az önce benim yaptığım gibi öne doğru eğildiğinde koltukta da öne kaymıştı. İlgisini çekmeyi başarmıştım. "Mümkün olmayan ne?" Derken kaşlarımı kaldırmış, cevabını bekliyordum.
"O bilgisayarı kendi geliştirdiğim bir yazılımla kopyaladım. Fark etmiş olman imkansız."
"Fark ettiğim için bunu söylüyorum." Başını iki yana salladı inanmazca. "Oltayı attın ve benim ağına takılmamı bekliyorsun. O bilgisayara girdiğimi kanıtlayamazsın." Buradan çıkar çıkmaz her bir tuştan parmak izi almıştım . Neredeyse tüm tuşlarla temas etmişti Kağan'ın parmakları.
"Bilgisayar klavyem parmak izlerinle taşıyordu Kağan." Dedim serzenişle. İşi uzamasına gerek yoktu. "Ona sızdığını biliyorum. Dosyayı kopyalayıp büyük ihtimalle bu evde tuttuğun bir bilgisayara aktardığını da. Benimle ilgili bir şey seni neden bu kadar ilgilendiriyor bilmiyorum ama yapma. O dosyada ne olduğunu bilmeden öylece arkamı dönemem."
"Benden istediğin bir şeyi neden yapayım ki?"
"Kağan." Dedim bıkkınlıkla. "Gidiyorum."
"Ne?" Dedi sesindeki umursamaz tınıya rağmen aradaki ince merak duygusunu çekip almıştı kulaklarım. "Duydun." Dedim kısaca. "Gideceğim buradan. Ama önce o dosyada neler olduğunu öğrenmek zorundayım. İçimi kemiren bir şeyler var. O bilgisayarı bana basit biri vermedi. Basit ellerden geçmedi. İçinde bir şeyler var. Bundan eminim. Ama ona ulaşmak için sana ihtiyacım var. Yardım et bana."
"Neden sana yardım-"
"İstediğin herşeyi sağlarım sana." Dedim hemen. "İstediğin ne varsa sahip olman için herşeyi yaparım ve inan bunun bir sınırı olmaz. Senden tek istediğim içimdeki şüpheyi gidermen."
"Beni paranla kandıramazsın." Derken sesi fazlasıyla soğuktu. Parayla kandırmak isteseydim buraya eli boş gelmezdim. Para istemeyeceğine emindim. "Paranın ilgini çekeceğini düşünmedim. Ama ilgini çekmeyen bir şey olmadığına da eminim. Herşeyi parayla ölçemezsin. İstediğin bir şey olmalı." Sesim sabırsızlığımı sonuna kadar vurgularken "Hadi ama." Dedim son çare. "Sana açık çek Kağan. Güneş Erna Baydemir'den açık çek. Şimdi olmasa bile sonradan isteyeceğin bir şey olacak. Ve emin ol bu dünya üzerinde sana sağlayamayacağım tek bir şey yok."
"Egoist kadının tekisin." Düşünmeden söyledikleri sinirle gülmemi sağlarken o beni umursamadı bile. "Ne isteyeceğini bilmeden elime iplerini bırakıyorsun. Nesin sen? Tanrı filan mı?"
"Haddime değil." Dedim sözlerine karşılık. "Olduğumdan fazlası değilim ben Kağan. Ne gördüysen ondan ibaretim. Senden tek istediğim yaptığın bir şeyi tekrar yapman. Karşılığında ise açık bir çek vadediyorum sana. Ne zaman ne istersen yerine getireceğim isteğini. Tek istediğim o dosyayı bana sunman." Kağan'ın bakışları her cümlemle kararırken"Her ne olursa mı?" Diye sordu. Sonunda beklediğim şeyleri duymanın rahatlığıyla omuzlarım inerken "Her ne olursa." Dedim.
"İyi." Dedi Kağan oturduğu yerden kalktığında. Bende onunla beraber ayaklandım. "Dosyaya henüz ulaşabilmiş değilim. Süresinin dolmasını bekliyorum. Elimden geldiğince hızlandırmaya çalıştım ama yapılan eklemeler yüzünden vakit uzadı. Sana tam bir zaman veremem ama sen bir haftaya hazır olsan iyi edersin."
"Bir hafta." Diye mırıldandım. "Bir hafta sonra dosyaya ulaşabilecek miyim?" Kağan gözlerini devirirken"Hayır." Dedi. "Bir haftaya hazır olmamı gerektiren şey ne o halde?" Diye sordum öfkeyle.
Gözlerinde alaylı parıltılar yer edinirken "Senden." Diye mırıldandı. "İstediğim bir şey var küçük tanrıça. Umarım egon ve sen, söylediğin kadar varsınızdır."
Kağan'ın ciddiyetsiz yüzünü yumruklamak isteyen yanımı zihnimin uzak bir köşesine iteklerken sıktığım dişlerim yüzünden çenem kasılmıştı. Yüz ifademi gören Kağan'ın keyfi yerine gelirken "Koridordan çıkın." Demesiyle bu defa göz deviren ben oldum. Araf ve Yiğit'in orada olduklarını zaten biliyordum. İsteseydim eğer oradan çekilmelerini sağlardım. Konuşmamız bittikten sonra onlara kendini belli ederek çok mu zeki olduğunu sanıyordu?
Kapıdan geçen Yiğit ve Araf'ı görmemle daha fazla dayanamayıp sinirle güldüm. Sözde egoma laf ettikten sonra güç gösterisi yapmaya çalışıyordu.
Umarım Kağan'ın suç kaydına veya onu öldürmemi haklı çıkaracak bir anına denk gelirdim. Elime masum kanı bulaşsın istemiyordum.
"Bir hafta beklememizi gerektiren ne?" Diye sordum odaya giren ikiliyi görmezden gelerek. Omuz silkti. "Aradığım şeye sadece bir hafta sonra ulaşabilirim. Tabii bu isteklerimden biri." Sondaki cümleyle kaşlarım kalkarken "Başka ne istiyorsun?" Diye sordum. "Sana açık çek verdim. Sınırsız kullanım hakkı falan yok bunun."
"Cüzdanını biraz açman sıkıntı olmaz sanırım." Derken gözleriyle camdan dışarıya bakıyordu. Bahçeden gözüken motoruma demek daha doğru olurdu. Parasal şeyleri dert etmiyordum. Beni bununla vuramazdı çünkü harcadığım para benim bile değildi.
"Bana istediğimi verdiğin sürece cüzdanımı dert etmeyeceğim." Dedim sadece. Başını onaylar şekilde salladı. "İyi. O zaman bir haftaya kadar bana bir Dodge Tomahawk getirebilirsin diye umuyorum. Cüzdanın bunun da altından kalkabilir umarım?"
___________
Güneşin bitmez çilesi.....
Arkadaşlar sizi fazla tutamayarak birkaç şeyden bahsedeceğim. Öncelikle kitapta temel bir değişiklik yapacağım ama merak etmeyin şu ana kadar okuduğunuz kısımlardan sizi rahatsız
Edecek veya gözünüze batacak bir ayrıntı olmayacak. Sadece geçmiş bölümlerden birkaç sahneyi değiştireceğim ama yinede bilin istedim.
Birşeyi netleşirelim ama, Altemur ana erkek karakter değil.
Bunu düşündüren bütün sahneleri kitaptan çıkardım. Kitapta yan karakter olarak yer alıyor ama aklımdaki erkek karakter son zamanlarda çok farklı şekillendi çünkü Altemur zihnimde yarattığım çizgiden taştı ve ben buna engel olamadığım için aklımdaki karakterle tamamen tezat duruma düştü.
Ben zihnimde canlandırdığım adamdan şaşmayacağım. İnşallah yani. Bizim adamın kitaba girmesine de çok az kaldı zaten 👌🏻
Biraz romantizm, artık ellerim karıncalanıyor.
Kağan'ın istediği Dodge Tomahawk bir motorun ismi. Dünyanın en hızlı motoru, 680 basıyor ve normal değil. Ucuz hiç değil. Herkesin ulaşabileceği bir motorda hiç değil.
Yinede imkansızda değil çünkü işin bir ucunda Güneş Erna Baydemir var ;)
Kağan benim gözümde bir bad boy abi bu arada -_-
Neyse,
Uzun zamandır yoktum buralarda. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
Umarım hepiniz iyisinizdir.
Seviliyorsunuz.
Hoşçakalın 🦋





| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.75k Okunma |
874 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |