37. Bölüm

ÖLMEDEN ÖNCE

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

 

Önceki bölümleri okuyup okumadığınızı kontrol edin lütfen. Bölümler bazen atlanabiliyor. İyi okumalar.

 

 

______

 

 

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

19.02.2025

 

 

25. BÖLÜM

 

 

ÖLMEDEN ÖNCE

 

 

"Üzüleceksin, işte o zaman, yokum ben buralarda..."

 

🍷

 

Bir çift göz. En fazla ne yapabilirdi ki? Öncesinde bunu düşünmezdim. Bana bunu düşündürecek bir çift okyanustan habersizdim çünkü. Her insanda olan bir uzuv, nasıl olurda tüm nefretime sahip bir bedende beni meczupa çevirirdi ki? Önceden varlığını bilmediğim bir sonsuzluktan ibaretti. Belki de varlığını bilmediğim için yokluğunu çekmiyordum. Ama şimdi hem o okyanusun varlığından haberdardım hemde akışına kendini bıraktığım an nasıl yok olup gideceğimi biliyordum.

 

Gözlerimin önünde sürekli bana olan bakışları can bulup beni yakacak kadar içime işlerken elimden gelen tek şey izlemekti. Sessizce, sanki hiç yokum gibi. Arkamı dönüp gitmek kolay olur sanmıştım. Ama olmamıştı. Arkamı dönmüştüm. Onu yok saymış, bırakıp gitmiştim. Ama ecel gibi beynimi istila eden bir çift gözün lanetinden kurtulamıyordum.

 

Derin bir nefes alıp gözlerimi sıkıca yumdum. Ama gözlerimi kapattığım ilk an zihnimde can bulan görüntüyle lanetler savurarak tekrar araladım gözlerimi. Sanki başka hiçbir şey yokmuş gibi beynim iki gündür sadece onu düşlüyor, onunla dolup taşıyordu. Bundan şikayetçiydim. Arkama bile bakmadan terk ettiğim bir kadının zihnimi böylesi doldurması hiçte iyi şeylere işaret etmiyordu.

 

Sıkkın bir nefes verirken elimdeki fırça sapını sinirle atıp aramdaki ahşap sandalyeye bıraktım bedenimi. Kollarımı dizlerime yaslarken başımı ellerimin arasına aldım. O kadını da, yaşananlarıda zihnimden bir an önce def etmeliydim. Ağrıyan başımı ovarken duyduğum ayak sesleriyle başımı girişteki merdivenlere çevirdim.

 

Arka arkaya içeriye giren tanıdık simalar bana bir kez bile bakmaya tenezzül etmezken bu defa diğer merdivenleri çıkıp localardan birine yerleştiler. Göz ucuyla gelenlere baktıktan sonra bakışlarımı bar tezgahına çevirdim. Barın açılma saati yakın olduğu için çalışanların çoğu gelmişti. Barmenler ve barmaidler giyinmek için arka odalarda olmamalılardı. Kalabalık olan günlerde bende ek mesai olarak baristalık yapmak için mekânda kalırdım ve bugün, o günlerden biriydi.

 

Oturduğum sandalyeden ağırca kalkıp tek elimle sandalyeyi sırt kısmından kavradım. Diğer elimle az önce yere attığım fırçayı ve hemen yanındaki kovayı aldıktan sonra tezgahın arkasındaki kapıya doğru yürüdüm. Kapıdan geçtikten sonra karşıma geçen koridorda adımlarım temizlik odasına doğru yön aldı. Elimdeki malzemeleri oraya bıraktıktan sonra tekrar koridora çıkıp giyinme odasına gittim.

 

Boş odaya bakarken diğerlerinin çoktan hazırlıklara başladığını anlamak zor olmamıştı. Kendi dolabımın önüne geldiğimde üzerimdeki beyaz tişörtü çıkarıp dolabımda ki yedek kıyafetlere baktım. Üç beyaz gömlek vardı dolabımda.

 

Birisi kanlıydı.

 

Birisi kırış kırış.

 

Geriye tek bir gömlek kalıyordu.

 

Bu kadın hayatıma girer girmez düzenimi alt üst etmişti. Zira gömleğimdeki kan onun akından bulaşmıştı. Gömleğimi kırıştıranda onun elleriyle üzerime boca ettiği soğuk suydu. Sanki hayatımda ki rolünü birkaç basit kumaş parçasıyla gösteriyordu bana. Yaşayacaklarımızın fragmanı der gibiydi herşey. Ama bundan haberim yoktu. Olsam o kadının hayatımda yer almasına izin verir miydim bilmiyorum çünkü bildiğim tek şey o kadının tüm tabularımı yıkıp geçeceğiydi.

 

Dolaptan aldığım beyaz gömleği geçirdim hızlıca üzerime. Kaybedecek fazla vaktim yoktu. Tişörtü dolaba gelişigüzel bir şekilde attıktan sonra dolaptan aldığım yelekle beraber aynaların olduğu kısma geçip gömleğin yakalarını düzelttim. Kırışık gözükmüyordu. Bu gece beni idare ederdi.

 

Arkamdaki kapının açıldığını duyduğumda sıkıntılı bir nefes verdim. Kimseyi çekecek kafada değildim. Gömleğin açık düğmelerini iliklemeye başlarken aynadaki yansımadan odaya giren kişiye bakıyordum. Mesaisi benimle aynı saate denk gelen ve barmaid olarak görev yapan tanıdık kadını gördüğümde ismini hatırlamaya çalıştım ama hayır, zihnimde kendine yer edinmemişti ismi.

 

Mavilerin aksine.

 

Arkamdaki kadın açık açık beni izlemekten çekinmezken gömleğin açık olan son düğmelerini de kapatıp yeleği üzerime geçirdim. Alnıma doğru dökülen siyah saçlarımı geriye doğru yatırdıktan sonra konuşma gereği duymadan kapıya doğru yürüdüm. Benim peşimden gelen kadının benim aksime konuşmak istediği fazlasıyla belliydi.

 

"Bugünde mesaiye kalacak olman iyi oldu. Benimde mesaim var." Başımı kısaca sallayıp tezgahın arkasına geçerek raflardaki bardakları kontrol etmeye başladım. "Vardiyanı değiştirecek misin yoksa tüm gece sen mi kalıyorsun?" Saatlerini benimkilerle denk getirmek için çırpındığını anlamıştım. Bu yüzden sessiz kalmaya devam ettim çünkü tüm gece bu kadını çekecek kafa bende yoktu.

 

"Anlaşılan modunda değilsin. Pek konuşkan görmedim seni. Bir sorun mu var?"

 

Boş kadehlerden ayırıdığım gözlerimi yukarıda, dolu olan tek locaya çevirdim. Önlerinde kadehleri ve şişeleri vardı. Personel kapısından geçip mutfak kısmına doğru uzattım kafamı. Personel çoktan iş başı yapmıştı. Gözüme aşçılardan birini kestirip"Bir meyve tabağı hazırlayın." Dedim. Adam başıyla beni onayladığında tekrar tezgahta ki yerime geçtim.

 

"Patron meyve istemedi. Onlarla sen mi ilgileneceksin bu gece?"

 

Susmaya pekte niyeti olmayan kadın, benide rahat bırakmayacak gibiydi. Pantolonumun cebinden çıkardığım telefonun bildirim paneline bakarken bizimkilerden haber olup olmadığına bakıyordum. Çalıştığım yere çat kapı gelmek gibi huyları vardı hepsinin. Yinede Azra her seferinde önden bana haber vermeyi unutmuyordu ama hiçbirinden ses çıkmamıştı bugün.

 

"Timur sen beni duyuyor musun?" Adımı bile doğru söyleme zahmetine girmeyen kadınla nefesimi sıkıntıyla verdim. "Altemur." Dedim kısık bir sesle. "Anlamadım? O kim şimdi?" Baygın bakışlarımı önümdeki telefondan çekip yanımda dikilen kadına baktım. Gereksiz özgüveni gerçekten takdir edilesiydi. Yine de ben onun aksine geceyi evimde, odamda yalnız başıma geçirmek istiyordum. "Altemur." Dedim az önceki gibi tekrarlarken. "Adım Altemur. Timur değil." Dedim tane tane. Etrafımda dört dönmesine rağmen ismimi bilmemesi inanılır gibi değildi.

 

"Karıştırdım." Dedi elini havada savururken. "Eşek gibi çalışıyoruz sabah akşam. Aklımdan çıkıvermiş." Sözde bahanesine karşılık sıkkın bir şekilde onu izlerken "Senide ne zaman görsem hep burada oluyorsun. Senin vardiyan daha erken başlıyor sanırım." Dedi gözleri arsızca yüzümde gezinirken. Rahatsız edici bir aurası vardı. "Ben ne zaman gelsem sen çoktan mekanda olmuş oluyorsunda o yüzden söyledim yani. Üstelik barın arkasında çalışırkende gördüm seni. Temizliklede mi ilgileniyorsun?" Soruları ve cilveli sesinin ardındaki niyeti beni bayarken "Yeni mi başladın sen?" Diye sordum. Eğer uzun süredir burada olsaydı ismini hatırlardım en azından.

 

Kadının yüzünde donakalan sahte tebessümü ve seğiren göz kapaklarına bakarken tekrar yerimden kalkıp mutfağa bakan koridorun başına geçtim. Tanımadığım bir kadının kaprisini çekecek değildim. Elinde meyve tabağıyla koridorda gelen garsonla rahat bir nefes verip bana yaklaşmasını bekledim. Yanıma ulaştığında kısa bir baş selamı verip elinde ki tepsiyi aldım. Tezgahın arkasında hala ayakta dikilen kadının bakışları bir an olsun üzerimden ayrılmazken localara çıkan merdivenlere doğru yürüyordum ben.

 

Ağır adımlarla merdivenlerden çıkarken gözlerim locadaki adamların üzerinde gezindi. Üçünü de tanıyordum. Biri burayı işleten Savcı diye bir adamdı. Sahip olduğu onca mekandan biriydi burası. Yanındakilerde çoğu zaman birlikte takıldığı tayfadan adamlardı. Ferhat ve Seyit. Ortamlarda ağrı abi diye geçinen, asosyal tiplerdi. Haftanın bir gününü bu mekanda geçirseler bile kimseyle birebir muhatap olduklarını görmemiştim. Kendilerine ait localarına geçer ve gecenin bitmesini beklerlerdi genelde.

 

Masaya vardığımda hiçbirine bakmadan başlarında onlara hizmet etmek için bekleyen garsona elimdeki tepsiyi uzatıp garsonun beklediği yere geçtim. Benden aldığı tepsiyle servis yapmak için masaya yaklaşan garsona göz ucuyla baktıktan sonra ellerimi önümde birleştirip dönen muhabbeti dinlemeye başladım. Konuşulan konudan haberdardım ve ilgimi çekmediği söylenemezdi. Yanlarında olma sebebim bile konuştukları mevzu, o mevzuda adı geçen kadındı.

 

Savcı'nın gözleri bir an bana uğrasada beni teğet geçip yanındaki Ferhat'a bakarak konuşmaya devam etti. Birebir konuşmuşluğumuz olmasa bile mekanda sürekli karşılaştığımız için simam ona yabancı gelmemiş olmalıydı.

 

"Fevzi'nin durum bitik. Neyini anlamadınız işte, kadın acımamış."

 

"Fevzi'nin yatak hayatı umursadığım son şey bile değil. Benim aklımı çelen arkasında bıraktığı."

 

"Ne bırakmış arkasında da böyle parçaların tutuştu senin Ferhat?" Seyit alayla Ferhat'a bakarken elindeki içkisini yudumladı. "Sen hala ayıkmadın mevzuya sanırım." Diyen Ferhat arkadaşlarının aksine bu konuyu bir hayli ciddiye alıyor gibiydi. "Bu kadına dokunamayız. Ehvenişer işini bitirin demiş olabilir ama kadının kim olduğu gerçeği herşeyi değiştiriyor." Kaşlarımı çatarken konuşulan kişinin hala Güneş olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Eski bir askeri öldürmek bu kadar zor muydu? Herşey tek bir kurşuna bakıyordu. Üstelik peşinde onca insan varken hayatı pamuk ipliğine bağlıydı.

 

"Kadına ölümsüz damgası vurmayı bırak artık Ferhat." Diyen Seyit'in hala olayı ciddiye almadığı belliydi. Ferhat'ı korkutan, Seyit'in umursamadığı ve Savcı'yı böyle düşüncelere boğan neydi? "Hepimiz emri onayladık ve kadının bilgilerini dağıttık."

 

"Kadının dağıttığın fotoğrafı bile burada çekilmiş. Şu an rahat rahat yayılıp içkini diklediğin mekanda. Ne bu rahatlık Seyit? Ölüm emri verdiğimiz kadın sadece birkaç gün önce burada kafayı buluyormuş." Ferhat'ın kendine olan güveni göz yaşartıyordu. Güneş benden sonra yaptıklarıyla herkesi korkutmuş olmalıydı. Zira bu adamın yaralı bir kadına karşı bu kadar tedbirli olmasının başka bir açıklaması olamazdı.

 

"Ne tesadüf şimdide aynını biz yapıyoruz."

 

"Öncekiler öldüğü için bu isim böylesi dağıldı. Kim olduğu önemli değil. O ölür ve ondan sonraki gelir." Diyerek konuşmaya dahil olan Savcı elindeki boş kadehi masaya bıraktığında yanımda dikilen garson yenisini doldurmak için tekrar masaya gitti. Ferhat arkadaşının dediğine alayla gülerken içten içe öfkelendiğini gözlerinde görebiliyordum.

 

"Aynen. Biz fotoğrafı yaydık, emri verdik ve bir sokak çetesi de onu öldürdü öyle mi?" Kısa kahkahası boş mekanda yankı yaparken sıkıntıyla asıl konuya gelmelerini bekliyordum. Konuşulan kadının Güneş olduğundan artık emindim ama onda, bu adamları böylesi tedirgin eden ne vardı?

 

"Gönderdiğimiz her adamın leşini atacak önümüze o kadın. Ehvenişer'in tesisteki adamlarının bile bunu yapabileceğinden şüpheliyim." Bu defa alayla gülen kişi benden başkası değildi. Ehvenişer'in taburunu kiminle karşılaştırıyordu bu adam?

 

"Hiç kimse bana kızıl kurşunun basit bir serseri tarafından öldürülebileceğini söyleyemez. İstediğinizi düşünmekte özgürsünüz. Ama ben yarın uyandığımda bir uzvum eksikken üzerimde kanlı bir kurşun görmek istemiyorum. Eminim sizde bir sabah evime geldiğinizde beni kanlı bir kurşunla odamda ölü bulmak istemiyorsunuzdur." Kaşlarım çatık bir şekilde karşımdaki duvara bakarken söylediği şeyleri idrak etmeye çalışıyordum. Ne diyordu bu adam böyle? Söyledikleri zihnimde fırtınalara sebep olurken Savcı'nın "Takıldığın şey kurşunda ki kan mı?" Diye sorduğunu duydum.

 

"Hayır. Takıldığım ve bence sizinde takılmanız gereken şey Fevzi'nin üzerinde bulunanın boş bir kovan değil içi dolu bir kurşun olması." Kızıl kurşun, Güneş miydi yani? Söylemeye çalıştıkları şey bu muydu? Eğer öyleyse Ferhat buraya takılmakta çok haklıydı.

 

Kızıl kurşunun sahibinin kimseye acıması olmazdı. Namını herkes gibi bende biliyordum ama büyük patlamadan sonra ortada gözükmemişti. Onu gören kimse yoktu çünkü ben bile yıllarca peşine düşüp onu aramıştım. Onu , o yapan birçok şey vardı. Her hareketininse bir anlamı. Ardında bıraktığı şeyin dolu bir kurşun olmasınınsa tek bir sebebi olabilirdi. Öldürmeye devam edecekti ve silahındaki kurşunlar bir sonraki kurbanı için hazır bekliyordu. Bitmiş bir işe asla dolu bir kurşun bırakmazdı. Bitirdiği yerde kalan son şeyse boş bir kovan olurdu ve bu adamlar, en azından Ferhat o emirde dahli olduğu için hayatından endişe ediyordu.

 

Haklı olarak.

 

"O kadının sonraki kurşununun hedefinde olmayacağım. Boş kovan bulunana kadar yokum ben. Tarafsız olduğumu ilk fırsatta bildirmek için gideceğim." Kaşlarım çatılırken gözlerim mekanın açılan kapısına ilişti. İlk dakikalardan dışarıda beklenen kalabalık içeriye girmeye başladığında bunu bahane ederek tek kelime etmeden geldiğim merdivenleri indim hızla. Adımlarım az önce arkasında olduğum tezgahı bulduğunda tekrar personel kapısından geçip tezgahın arkasındaki yerimi aldım öfkeyle. Eğer Güneş, kızıl kurşunsa birçok şey değişirdi. Herşey berbat olurdu. Bu hesapta yoktu. Benim için Güneş basit bir piyondan ibaretti ama eğer yukarıda konuşulanlar gerçekse taşları tekrar dizmek zorunda kalırdım.

 

Etrafı saran müşteri selini diğerlerine bırakırken ellerim cebimdeki telefonu buldu hızla. Güneş'in sakladığı birşeyler olduğunu düşünmüştüm. Her kelimesinde bir yalan ararken bundan emindim hatta. Ama kızıl kurşununun Güneş olduğuna ihtimal dahi vermemiştim.

 

Kahretsin! Güneş, Fevzi denen o adama sıktığında Yiğit ve Araf'ta oradaydı ve büyük ihtimalle bıraktığı kurşunu görmüşlerdi. Ama buna rağmen bana tek kelime etmeyip susmayı seçmişlerdi. Herşey sarpa sarıyordu. Elimi sinirle saçlarımın arasından geçirirken rehberdeki ilk numarayı arayıp kulağıma dayadım telefonu. Ahizeden kulağıma dolan nefes sesini duyduğumda karşıdaki kişinin konuşmasına izin vermeden ben konuştum.

 

"Yeni bir bildiri yayınlaman gerekiyor."

 

Karşı tarafta kısa bir sessizlik olduğunda endişeyle soluğumu verdim. Her saniye tehlike çanları sesini arttıyordu sanki. Telefonda ki kişinin konuşmasını beklerken kulağıma dolan başka bir sesle tüm bedenim ürperdi. Omurgamdan aşağı inen yabancı his bedenimin yay gibi gerilmesini sağlarken bakışlarım sesin kaynağını buldu. Sahnede elinde mikrofonuyla şarkı söyleyen kadın beni görmüş müydü bilmiyorum ama ben aradığımı bulmuştum.

 

_________

 

 

Oje. Bordo olanından. En sevdiğim . Normalde de beğendiğim bir renk olan bordo, konu oje olunca hep en sevdiğim renk olmuştu. Badem şekli tırnaklar ve bordo ojeler bir kadında sevdiğim şeylerdi. Zaten badem şekli tırnaklara sahiptim, en kısa zamanda bunu bordo bir ojeyle taçlandırmalıydım. Artık orduda olmadığıma göre sorun olmazdı. Nede olsa etrafımda dolaşıp ojeli ellerinle ava mı çıkıyorsun diyen bir Ozan Cem yoktu artık. Emekli olunca tırnaklarıma bordo ojeler sürmek hep hayalimdi zaten. En kısa zamanda bunu yapıp ölmeden önce yapılacaklar listemde ki maddelerden birini silmeliydim.

 

Boş bir vakitte ölmeden önce yapılacaklar listesi oluşturmayıda unutmamam gerekiyordu tabii...

 

Sıkkın bir nefes verip başımı geriye atarak dakikalardır oynadığım tırnağımıda rahat bıraktım. Ellerimi karnımın üzerinde birleştirip baş parmaklarımı birbiri etrafında çevirirken etrafa sıkkın bakışlar atıyordum. Baygın bakışlarımı tepemde ki tavana sabitlerken geçtiğimiz iki saatte olduğu gibi, her yarım saatte bir renk değiştiren ışıklandırma bu defa kırmızı rengini aldığında odayı saran ışıkla yüzümü buruşturdum. Başımı omzuma doğru yatırıp hemen yan taraftaki koltukta eli ayağı bağlı, yaşlı gözlerle bana bakan kadına diktim gözlerimi.

 

"Allah aşkına bu nasıl bir fantazi? Tependeki lamba gökkuşağı gibi yanıp dururken ne yapıyor olabilirsin sen bu salonda?" Rimeli ve yaptığı makyajın büyük çoğunluğu ağladığı için aktığından gözlerindeki siyahlık kadına bakmamı da engelliyordu. Makyajı olan bakımlı bir kadın güzel olabilirdi. Ama makyajı akmış salya sümük ağlayan bir kadın için aynını söyleyemezdim. Normal bir zaman olsa kadının göz kapağına yarın yokmuş gibi sürdüğü siyah farına da laf etmezdim ama şimdi karşımda böyle dikilincede bir garip oluyordu. Bana gönderdiği boş ama bir o kadar korkulu gözlerine bakarken "Vazgeçtim." Dedim. "Senin kirli fantezilerin her an benim yaş sınırımı geçebilir. Sen konuşma."

 

Hala yüzüme vurmaya devam eden kırmızı ışıkla yüzümü buruşturdum tekrar. Bu ışıktan kurtulmak için yarım saat beklemeye niyetim yoktu. Derin bir nefes alıp karnımın üzerinde birleştirdiğim ellerimi çözerek oturduğum sandalyenin iki yanına dayadım. Sıkılgan bir şekilde oturduğum sandalyeden kalkarken sağ elimle ensemi ovuşturuyordum.

 

Azra'ların evinden çıkalı iki gün olmuştu. O gün bir hayli zorladığım ayağım aksamaya devam ettiğinden iki gündür söylediğim gibi Kağan'ın yanına gidememiştim. Bedenim kendini toparladığında yaptığım ilk şeyse infaz emrimi veren o adamı aramak olmuştu. İsmi veya cismi beni ilgilendirmiyordu. Arıyordum ve bulacaktım.

 

İlk adımım sokaktakilerle konuşmak olmuştu. Otel bahçesindeki adamla konuşurken boş sıkmamıştım. Sormuş, ve ihtiyacım olan cevapları belli bir ölçüde almıştım. Şimdide sırada ki hamlem infaz kararında dahli olan adamlardan üçünün olduğunu bildiğim bir mekana girmekti. Mekanın kapısında dikilen bir ordu dolusu celladı görmezden gelemeyeceğim içinde mekana başka yollarla girecektim. Başka isimler ve bambaşka bir yüzle. Yapmadığım şey değildi nede olsa.

 

İçinde bulunduğum evi kadının iki saat boyunca ayılmasını beklerken fazlasıyla inceleyip zihnime kazıdığım için bakışlarım doğrudan hala ağlayan kadını buldu. Gözyaşı görmek sıkıcı bir hal almaya başlamıştı artık. Oturduğu koltuğa gidip araya mesafe bırakarak koltuğa oturup ayak ayak üstüne attım.

 

"Konuşacak mısın yoksa ben mi seni konuşturayım?" Başını hızlı hızlı sağa sola salladığında sinirle soludum. "Bana bak," elimle tepemizde durup yaydığı kırmızı ışıkla tüm ciddiyetimi bozarak sinirlerimi zıplatan ışıklandırma sistemini gösterdim. "Bu lamba sen bayıldığından beri tam dört kez renk değiştirdi ve bu beşinci. Üstelik kırmızıdan hoşlanmam. Haliyle tepemde kırmızı ışıkların dönüp durduğu bir odada sinirlerime hakimde olamıyorum. O yüzden ben daha fazla sinirlenmeden sen konuş ki güzel canın yanmasın."

 

Kadının gözleri korkuyla açıldığında önce başını kaldırıp tepemizde ki ışıklara baktı. Bakışları oradan ayrılıp kapının hemen yanında duran düğmeleri bulduğunda göz devirdim. Lambaları kapatmak benim aklıma gelmemiş miydi sanki?

 

"Seninle kırmızı ışık fantazisi yaptığım aynı şeyin karanlık içinde olduğu anlamına gelmiyor. Hem," oturduğum koltuktan kalkarak iki elimle baştan aşağıya kendimi gösterdim. "Bu kadar hazırlandım. Boşa gitmesin. Sende zaten bu halde gidemez gibisin. Ara ve gelmeyeceğini söyle. İkimizde rahat edelim."

 

Üzerimde bordo, kolları elleirmin üzerine kadar uzanan bir bluz vardı. Omuzlarımı açık bırakan bluzun koyu rengine hayran olurken altına siyah bir şort etek giyinmiştim ama şort kısmı kendini belli etmiyordu. Dizlerimin iki karış kadar üzerinde duran etek siyahtı ve yok denecek kadarlık bir pileye sahipti. Birilerini tekmelemem gerekirse eğer beni zorlamazdı. Eh, ayağımdaki topuklu siyah çizmelerde bana sorun çıkarmazdı. Nede olsa alışıktım. Uzun çizmelere karşı çocukken hep bir zaafım olmuştu. Sonuç olarak görev bahane, çizmeler şahaneydi.

 

Beyaz saçlarımı sıkı bir topuz ve birçok spreyle birbirine kenetleyip kestane rengi bir peruk takmıştım. Üstelik benim makyajım karşımdaki kadına nazaran daha bakılası duruyordu.

 

Evet, o mekana solist olarak girecektim.

 

Kimseye garsonluk yapacak halim yoktu. Baristalık denen şeyin yanından bile geçemezdim üstelik öyle lüks bir mekanın sabit bir kadrosu olduğuna emindim. Tabii solist son dakika gelemezse yerine birini bulmak zorunda kalırlardı ve hala adını bilmediğim biricik solist arkadaşım telefon edip yerine yakın bir arkadaşını göndereceğini söylediğinde kimse itiraz etmezdi.

 

Tabii bu yakın arkadaş ben oluyordum.

 

"O mekana seni sokamam. Savcı bey beni öldürür. Peşimi bırakmaz."

 

"Böyle giderse de ben seni öldüreceğim. Benden korkman için bir Savcı mı olmam gerekiyor? Emin ol Savcı'dan daha çok adam öldürmüşümdür." Kadın oturduğu koltuktan kayarak bedenini yere bıraktığında sırtını da az önce oturduğu koltuğa dayadı.

 

"Bırak beni Allah aşkına. Zaten provaya gitmedim. Bir sorun olduğunu anlarlarsa biterim ben."

 

"Arayıp onlara dizanteri olduğunu söyle." Dedim alayla gülerken. "Yada yediğin bir şeyden zehirlendiğini falan uydur. Birşeyler bul işte. Bu gece o mekana giden ben olacağım."

 

"Bak," diyen kadının uzlaşmacı çıkarmaya çalıştığı sesiyle gözlerimi devirdim. "O mekan normal bir yer değil. Savcı beyde öyle. Adam koca bir orduyla geziniyor. Eğer aklından saçma sapan şeyler geçiyorsa oraya gittiğin an nefesini keserler senin. Sonrada benim. Bırak beni lütfen."

 

"Oraya gittiğimde," dedim sakin bir şekilde. "Kiminle karşılaşacağım umrumda değil. Ama sen, ben oradan çıktıktan sonra Savcı beyinle bir daha karşılaşamayacaksın." Kadının hala itiraz eden hâli sinrilerimi bozarken duvardaki saate baktım. Bir saatim kalmıştı. Madem takdir ile uslanmıyordu bu arkadaş, o zaman bizde anladığı dilden anlatırdık herşeyi.

 

Eteğin kalın kumaşının kaldırıp deri bir kemerle şorta sabitlendiğim tabancayı çıkardım usulca. Gözleri ardına kadar açılan kadın dehşete kapılmış bir şekilde beni izlerken ben gayet rahat bir şekilde elimdeki tabancaya bakıyordum. "Milli afet." Dedim kaşlarımla elimde tuttuğum silahı göstererek. Güldüm.

 

"STR 9 MC. Dehşet bir şey. Adamlar biliyor bu işi." dedim parladığına emin olduğum gözlerimle silaha bakarken. Böyle nazik çalışmaları seviyordum. El kadar eteğin altında bile kendine yer edinebiliyordu nede olsa. "Sen... Sen onları öldüreceksin!" Taşları en sonunda yerine oturtmayı başaran kadına alayla gülümsedim.

 

"Sonrada ortada sana hesap soracak bir Savcı kalmayacak. Bence o telefonu artık kullansan iyi edersin."

 

Başını koparacak kadar büyük bir hızla iki yana sallarken sırtını yasladığı koltuğa gömülmek ister gibi bir hali vardı. Eğer biraz daha uzatırsa onu o koltuğa memnunuiyetle gömerdim. "Asla! Yardakçın olacak değilim! Savcı bey ölse bile adamları peşimi bırakmazlar!"

 

Elimdeki silahı okşarken gülümsedim. "Çokta hafif bir şey biliyor musun? Var mı yok mu fark edemiyorsun bile. En sevdiğim tipler bunlar benim. Tek seferde 13 atış." Dedim silahtan çektiğim gözlerimi kadının yaşlı gözlerine sabitlediğimde. Samimiyetsiz bir gülümseme yüzüme yerleştirieken gözlerimi kısıp başımı omzuma doğru yatırdım. "Yani eşittir 13 leş. İçlerinden biri sen olmak ister misin?" Kadının rengi öylesi atmıştı ki akan makyajının altından bile ruh gibi bembeyaz kesilen tenini görebiliyordum. Suçsuz bir kadına sıkacak değildim ama onunda bana kolaylık sağlaması gerekirdi. Birazcık korkunun kimseye zararı olmazdı.

 

"Mahalleden birileri silah sesini duyup polise haber verdiğinde ben muhtemelen arka sokaktaki arabama binmiş tüyüyor olurum."

 

"Yapamazsın." Omuz silktim. "Yaparım. Defalarca kez yaptım." Bunu yapacak değildim ama onun bilmesine gerek yoktu. "Ben basit bir şarkıcıyım seni lanet olası!" Diye bağırdığında sonunda aynı dilden konuşmaya başlamıştık. "Ne tesadüf bende basit bir katil."

 

"Sana hiçbir zararım dokunmadı benim! Beni öldüremezsin!"

 

"Seni öldürmem için bana zararın dokunması gerekmiyor. Şu an bana yardımcı olmuyor oluşun bile yeterli bir sebep." Onun yüksek sesinin aksine ben gayet sakin ve umursamaz bir şekilde konuşuyordum. "Son saatin içindeyiz. Senin ayılmanı beklerken bir hayli zaman harcadık zaten. Yerinde olsam elimi çabuk tutardım. Artık şu aramayı yapar mısın?" Silahın namlusunu ona çevirirken elimide tetiğe yerleştirdim. Gözleri korkuyla titrerken "Can güvenliğimi garanti etmelisin." Dedi ürkek bir tavırla. Başımı kısaca salladım. "Can güvenliğini tehdit eden herhangi bir unsur olmayacak çünkü yarına kadar hepsi mefta olmuş olur. Dert etme."

 

Başını kaldırıp masanın üzerindeki telefona baktığında yola gelmesiyle sırıttım. Hızlı adımlarla masaya ulaşıp telefonu alarak kadının yanına döndüm. Tam önünde ayakta dikildiğimde silahın namlusunu tekrar başına yerleştirdim. Bu evden çıkana kadar hiçbir şeyi tehlikeye atamazdım. Elimdeki telefonu kucağına bıraktıktan sonra kısaca "Ara." Dedim. Ellerindeki ipi çözüp geri çekildim. Titreyen parmaklarla telefonu kavradığında herhangi bir şey çevirmemesi için gözlerimi ekrana dikmiştim.

 

Rehberdeki bir ismi arayıp telefonu kulağına dayandığında kaçak bakışlarla bana bakıyordu. Çok geçmeden titrek sesiyle "Berkant?" Dediğinde sıkıntıyla ofladım. Ölüyorum der gibi çıkıyordu sesi. "Evet, yetişemedim provaya." Gözleri tekrar beni bulduğunda kısık bir sesle "Hoparlöre ver." Dedim. Beni ikiletmeden telefonu kulağından çekip hoparlöre verdiğinde arkamdaki sandalyeye çöküp telefonda ki adamın konuşmasını dinlemeye başladım.

 

"Ne zamana geleceksin Ayça? Saatten haberin var mı senin acaba? En geç yarım saate burada ol."

 

"Gelemem Berkant." Adının Ayça olduğunu öğrendiğim biricik arkadaşımın ürkek gözleri doğrudan benim üzerimdeydi. "Ne demek gelemem Ayça?! Sen benimle dalga mı geçiyorsun!" Diyen adamın öfkeli sesi salonu doldurduğunda ismini aklıma not etmeyi unutmadım. Gidince Berkant'la da tanışırdık artık.

 

"Berkant. Ben, hastanedeyim."

 

"Ne hastanesi Ayça? Dün gayet iyiydin?"

 

"Gıda zehirlenmesi. Yediğim paket gıdalardan zehirlenmişim."

 

"Ne yapacağım şimdi ben kızım? Sen boğazına sahip çıkamayıp kendini zehirledin diye sahne boş mu kalsın? Bugün Savcı'da burada üstelik."

 

"Boş kalmayacak Berkant." Kızın bakışları kısa bir an benden ayrılıp telefon ekranına dönsede tekrar bende durdu. "Konservatuardan bir arkadaşımdan rica ettim. Oraya gelecek. Bir saate orada olur." Başımı sallayarak sessizce onayladım onu. Buradan çıkar çıkmaz oraya gidecektim.

 

Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik olduktan sonra birinin verdiği sinirli solukları duydum. Anlaşılan Berkant arıza olan tipti. "Kalkabilir mi altından?"

 

"Konservatuardan diyorum ya Berkant? Halledecektir."

 

"İyi, yolla arkadaşını bu gecelik baksın yerine. Sende ne olursa olsun yarın gel. Hastane falan dinlemem haberin olsun."

 

"Tamam, sağol." Kadının konuşması bitmeden yüzüne kapanan telefona göz devirirken"Sen ayrıl bu işten." Dedim geldiğimden beri ilk kez samimi bir şekilde. "Bu işten sana hayır gelmez." Kadın öfkeyle bana baktığında umursamazca göz devirdim. Gideceğimi söyledim diye bir özgüven gelmişti sanki. "Adresi vermem gerekiyor mu?"

 

"Yok." Dedim aramızdaki mesafeyi kapatırken. "Ben gideceğim yeri biliyorum. Ama sen biraz daha dinlen istersen." Kaşlarını çatarken "O ne demek?" Diye sordu. "Hani bırakacaktın beni? Söyledim ya işte, git artık buradan!"

 

"Seni böyle bırakayım, sende arkamdan haber uçur değil mi? Senin için en hayırlısı ben işimi halledene kadar uyumak. Kusura bakmayacaksın artık." Kadını daha fazla konuşturmadan elimdeki tabancanın kabzasını ensesine geçirip bayılmasını sağladım. Kafası, öne doğru uzattığım elimin içine düştüğünde koltuktaki yastıklardan birini alıp başının altına koydum. Bağladığım ayaklarını da çözdükten sonra buradaki işim bitmişti.

 

Yerde duran telefonu alıp tekrar masanın üzerindeki yerine bıraktıktan sonra koltuğun kenarına bıraktığım siyah kabanımı alıp üzerime geçirdim. Tek elimle saçlarımı kabanın içinden çıkarırken diğer elimle odanın içine savurduğum bordo, küçük çantamı alıp koltuğun üzerine bıraktığım tabancayı tekrar eteğin altındaki yerine yerleştirdim.

 

Herşey bittiğinde evden usulca çıkıp kapıyı arkamdan kapattım. Apartmandan kendimi dışarı attığımda hızlı adımlarla park ettiğim arabama doğru yürüdüm. Tüm ihtişamıyla beni bekleyen Audi R8'e bindiğimde ölüyken bile baba parası yemenin lüksünü yaşıyordum. Çantamı yan koltuğa bırakırken kalan süremi kontrol edip arabayı gazladım. Erkenden mekana kendimi kapatamazdım. İçeriyi görmek için bana on beş dakika yeterdi. Ama önden gidip çevreyi turlamalıydım. Mekanın olduğu yeri kabataslak bir incelemeyle zaten gözlemlemiştim ama sokakları birebir görmek işime yarardı. Mekandan arabam olmadan ayrılmak zorunda kalırsam eğer uzaklaşırken sorun yaşamak istemezdim.

 

İstanbul trafiğine kendimi bıraktıktan sadece yarım saat sonra Beykoz'da büyük bir barın önüne gelmiştim. Dün gece sokağın kuş bakışı haritasından belirlediğim yere arabayı bıraktıktan sonra yaya olarak yürümeye başladım. Kalabalık sokaklardı. Birkaç saat sonra, karanlık çökünce dahada kalabalıklaşacağı aşikardı. Etrafta bir sürü mekan vardı. Çoğusu mesaisine gece başladığından açık değildi bile. Daha yeni yeni açılıyorlardı. Yakınlarda çıkmaz sokak yoktu. İyiydi bu. Olası bir durumda beni tehlikeye atamazdı. Arabayı bıraktığım sokağa çıkan yollarda gezinip etrafı kolaçan ettikten sonra açılış saatine on beş dakika kadar kala mekanın arka kapısına doğru yürümeye başladım. Ön kapıda büyük ihtimalle bir ordu adam vardı. Hepside beni öldürmek için beklerken kendimi altın tepside önlerine sunacak değildim.

 

Teneke kapının önüne geldiğimde kapıyı birkaç kez sertçe yumrukladım. Arka kapı mutfağa çıkıyordu çoğu mekanda olduğu gibi. Bu saatlerde personelin çoğu burada olmalıydı. Beklediğim gibi kapı çok geçmeden açıldığında beni garson olduğunu düşündüğüm bir adam karşıladı. Tek kaşını kaldırıp sorgular bir ifadeyle "Evet?" Dediğinde gülümseyerek karşılık verdim. "Merhaba. Ben Erna."

 

"Mekana arka kapıdan giriş yok hanımefendi. On beş dakika sonra girişler başlayacak." Başımı hayır dercesine iki yana salladım. "Ben Ayça'nın yerine geldim. Sorumlu kişiye bilgi verdiğini söylemişti. Berkant beyle konuşmuş kendisi." Adam gözlerini üzerimde dolaştırdıktan sonra "Berkant burada. İçeri geç, kendisiyle konuş." Dedi ifadesiz bir yüzle. Gülümsemekten ağrıyan çeneme inat bir kez daha gülümseyip benim için açtığı kapıdan geçerek içeri girdim. Tamda mekana yakışır şekilde geniş bir mutfaktı. Etrafta dolaşan insan kalabalığının arasında diğer herkesin aksine spor giyinen bir adam çekti dikkatimi. Başta sıcak yüzünden sandığım yüzündeki kızarıklığın aslında bağırmaktan olduğunu anladığım sırada yanından geçen garson kadına boğazını yırtmak ister gibi bir sesle bağırdığında sesinden Berkant denen adamı da bulmuştum.

Beyaz pantolonu ve üzerine giyindiği açık mavi kazağıyla ben başkayım diye bağırıyordu resmen mutfakta. Zira mutfakta ki tek renk ona ve tabaklarda ki yemeklere aitti. O haricinde herkes siyah ve beyaz ikilemesinden oluşuyordu.

 

Adımlarım ona doğru çevrilirken çenemi çıkaracak kadar büyük bir gülümseme ile yanına vardım. Bana bakıp başını arkamdaki adama çevirdi. Yapabilseydi gözlerinden ateşler çıkaracağından emin olduğum bakışlara sahipti.

 

"Müşterileri arkadan mı alıyoruz artık Adem?! Arkadaşına dışarıya kadar eşlik et!" Büyük ihtimalle Adem olduğunu düşündüğüm arkamdaki garson konuşmadan önce ben girdim söze. "Ben Erna. Ayça'nın yerine geçmek için geldim bu gece. Sizinle telefonda konuşmuştu. Kendisi hastanede."

 

İlk yaptığı şey beni baştan aşağı incelemek olduktan sonra ikna olmuş olacak ki "Nerede kaldın sen?!" Diye patladı bana. "Saatten haberin var mı? Ayça en geç bir saate orada olurdu demişti. Provan bile yok!" Bana yükselttiği sesini ve aşağılayan bakışlarını görmezden gelirken"Yolu bulmakta biraz zorlandım." Dedim. "Burası kalabalık bir yer. On dakikadır da araba için park arıyorum. Ancak gelebildim."

 

Elleri zaten kemerli olan burnunu bulup sıkarken "İyi." Dedi bıkkın bir sesle. "Sahneye geç ve ekiple konuş. On dakikan var, hemen hazırlan." Başımı kısaca sallayıp onayladım onu. "Adem, yolu göster." Dedikten sonra tekrar personelin canına okumaya devam eden Berkant'a göz devirirken yürüyen garsonun arkasından ilerledim. Mutfaktan çıktıktan sonra bizi karşılayan koridoru eliyle gösterip "Koridorun sonundaki kapıdan çık." Dedi. "Sonra sahne direk karşında zaten. Kolay gelsin."

 

"Sağol,sanada." Deyip hızlıca yürüdüm. Uzun koridordan geçerken yanından geçtiğim her kapıya dikkatle bakıyordum. Sonunda koridor bittiğinde bende kendimi müşterilerin deli gibi kopup, kafayı bulduğu yere ulaşmamıştım. Gözüme ilerideki büyük sahne ve üzerindekiler çarptığında hızlıca yanlarına varıp sahneye çıkan merdivenleri tırmandım. Elindeki gitarla uğraşan küt saçlı çocuk beni ilk fark eden olurken ben onların tüm bu malzemelerle ne yaptığını anlamaya çalışıyordum.

 

"Merhaba." Dedim yanlarına yaklaşıp ayakta dikilirken. İlk cevap verende yine gitarcı çocuk olmuştu. "Merhaba?"

 

"Erna ben." Dedim bir kez daha kendimi tanıtırken. "Ayça'nın yerine bu gecelik ben bakacağım. Kendisi biraz rahatsız da." Ses sistemiyle uğraşan adam ve baterici olduğunu düşündüğüm çocukta yanımıza geldiklerinde üçünün de odağında ben vardım. "Mete ben. Memnun oldum tanıştığımıza." Uzattığı elinde ki penayı parmaklarının arasından alırken gülümseyip artık boş olan elini sıktım. Diğer koluyla da dizinin üzerindeki gitarı sabit tutmaya çalışıyordu. Ellerimizi ayırdıktan sonra penasını geri verip gülümsedim. Bu gecenin sonunda çenemle uzun uzadıya bir rekabete girecek gibi hissediyordum.

 

"Kusura bakma. Bir süre sonra onuda kendinden bir parça gibi hissediyor insan." Elimi boş ver dercesine salladım boşlukta. Silahıyla nefes alan biri olarak ne demek istediğini gayet iyi anlıyordum. "İnan anlıyorum seni."Bu defa odağıma hepsinden büyük duran ve ben geldiğimde ses sistemiyle uğraşan adam girdi. İlk elini uzatan o olmuştu. "Orçun ben. Hoşgeldin aramıza."

 

"Erna. Memnun oldum." Uzun uzadıya bir diyaloga girmek istemediğim için baterist olana bakıp beklemeden elimi uzattım. "Emre. Memnun oldum bende. Ayça niye yok?"

 

"Gıda zehirlenmesi yüzünden hastanede şu an. Bu geceyi idare edemeyeceğini söyledi." Anca akan makyajını temizlerdi bu gece. Sabaha işini bitirse şükretmeliydi. "Ciddi bir şeyi yoktur umarım."

 

"Hayır." Dedim başımı iki yana sallarken. Sadece birkaç kilo boyanın altında kaldı. "Paket gıda yüzünden. Dinleniyor sadece. Durumu iyi."

 

"Zaman daralıyor. Provaya vakit yok. Halledebilecek misin? Keşke daha erken gelseydin?" Bakışlarım Mete'yi bulduğunda omuz silktim. "Herşey fazla ani gelişti. Yapamayacağım birşey olduğunu düşünmüyorum."

 

"Şarkı sözlerini panele yansıtıyorum o halde. Doğaçlama ilerlemek zorundasın çünkü az sonra dışarıda ki müşterileri içeri alacaklar. Açılışı saati geldi." Kaşlarım çatılırken"Nasıl yani?" Dedim. "Canlı müzik mi?"

 

"Sen ne sanmıştın ki?" Diyerek sohbete giren Orçun'a bakarken"Ses sistemine güveniyordum açıkçası." Dedim şaşkınlıkla. "Burada canlı müzik olduğunu düşünmüyordum doğrusu."

 

"Şansına küs prenses. Bu gece sendeyiz." Diyerek gülen Orçun hepsinin ciddi olduğunu anlamamı sağlarken şansıma bela okumakla meşguldüm. Küsmek az kalırdı. Ben iki tuşa basar geçerim, sanatçılar okur sanıyordum. Bu zamanda böyle yerlerde canlı müzik olur muydu ki hem? Boş zamanlarda daha fazla dışarı çıksam iyi ederdim.

 

Derin bir nefes verirken "Şarkı sözleri hangi panele yansıyacak peki?" Diye sordum. Emre sahnenin ucundaki zemine yerleştirilen küçük ekranı gösterirken"Bu ekranda gözükecek." Dedi. Ekran gayet küçük olsada mikrofona olan yakınlığı sayesinde soliste, ki bu ben oluyorum zorluk çıkarmazdı. Gayet net bir şekilde görebilirdim. İçimdeki son umutla yanımdaki üçlüye dönerken "Bari bana söyleyeceğim şarkıların uçuk şeyler olmadığını söyleyin." Dedim. Orçun kahkaha atarken homurtuyla güldüğü şeyi anlamaya çalışıyordum. Karşıma bilmediğim bir dilin şarkısıyla çıkarlarsa o ekranı hepsine yedirirdim ben. Mermi sıkmaya gelmiştim buraya neticede partilemeye değil."Biz elit bir mekanız. Şarkıdan yana dert edinme."

 

İçimden gelmese de Orçun'a güvenerek başımı salladım. Mete kısa bir an hala üzerimde olan kabana bakarken "Fazlalık olan eşyalarını aşağıya bırak istersen."dedi. Fazlasıyla iyi bir teklifti. Nereye bırakacağını bilmediğim için Emre kabanı ve çantamı almak istediğinde itiraz etmeden eşyalarımı ona verip ellerimle saçımı düzeltmeye başladım. Orçun yanımızdan ayrılıp tekrar son kontroller için giderken Emre'de baterisinin başına geçmişti. Mete nakaratlarda bana eşlik edeceği için mikrofonun yanındaki küçük oturağa kurulup gitarıyla pozisyonunu alırken bende göstermemeye çalışarak silahımı kontrol ettim son kez.

 

Emre'nin "Son iki dakika." Uyarısını duyduğumda panelde gözüken şarkı sözleriyle gözlerim kısıldı. "Şimdi ki gençler bu şarkılarla mı partileyip eğleniyor?" Kendimi tutamadan dudaklarımdan dökülenlerle ekranı izlemeye devam ederken yanımdaki Mete'nin kahkasını duydum. "Şimdikiler gençse sen ne oluyorsun tam olarak?" Kısık gözlerimin hedefine bu defa onu alırken kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Dolaylı yoldan yaşımı mı soruyorsun?" Derken tek kaşımı kaldırmıştım. "Senden büyük olduğuma bahse varım ve evet, şimdiki gençler bunları tercih ediyor." Dedi gülerek.

 

Bir kez daha ekrandaki şarkıyı kontrol ederken "Oda arkadaşlarımın birinin depresyondayken bu şarkıyla teselli aradığına eminim." Diye homurdandım. "Otuza merdiven dayamış biri olarak söylüyorum, zamanımızın şarkıları amaç değiştiriyor." Mete'ye yandan bakışlar atarken "Otuz göstermiyorsun." Dedim. "Ve eğer yaşını söyleme sebebin benimkini öğrenmekse pas geçiyorum." Bir kez daha güldüğünde Emre ve Orçun'un bakışları da bize dönmüştü. "Daha otuz değilim. Yirmi dokuza gün sayıyorum ama. Ayrıca kadınlara yaş sorulmayacağını öğrenecek kadar yaşadım." Gülümseyerek önümdeki mikrofonu kontrol ederken "İyi bir tecrübe olmamış gibi." Dedim. Gözlerim boş mekanda geziniyordu.

 

Savcı denilen adam çoktan gelmiş olabilir miydi? Belkide ilerleyen saatlerde gelecekti. Hala haber gelmemişti ve telefonum şu an çantamın içinde benden bir hayli uzaktayken kimseyle iletişime geçemezdim. Sıkkın bir nefes verip bu geceki işimin beklediğimden daha uzun ve zahmetli geçmemesini umut ediyordum. Gözlerim içimde bulunduğum mekanda gezindi kısaca. Geniş bir yerdi. Yeterince alanı vardı. Her yerde küçük masalar vardı. Birkaç yerede kalabalık gelen gruplar için daha büyük duran masalar ve deri koltuklar konulmuştu.

 

Bar kısmıda gayet büyük ve şıktı. Dikkat çekiyordu. Sahibinin gırtlağın çöktükten sonra eğer sorun çıkmazsa buraya tekrar gelebilirdim. Alt kattaki tezgahta duran birkaç barista gözüme çarptığında gözlerimi kısarak onlara baktım. Dört kişiydiler. Üçü kadınken biri erkekti. Ve yine üçü tezgahla meşgulken içlerinden biri öldürecek gibi bakışlarla belli bir noktaya kilitlenmiş gibi gözüküyordu.

 

Bakışlarım refleks olarak onunkileri takip ettiğinde ulaştığım sonuçla gülümsedim. En başından kadınla ilgilensem daha iyi olurmuş. Çünkü Savcı Şahsan şu an tam karşıdaki locada oturmuş rahat bir ifadeyle içkisini yudumluyordu. Gözlerim yanındaki adamlarda gezindiğinde artık benden mutlusu yoktu. Ferhat Bilen ve Seyit Sayar'da onunla beraber, aynı locadaydı. Üçü bir arada. En sevdiğimden. Geriye yapmam gereken tek şey locaya dikkat çekmeden çıkmanın bir yolunu bulmak kalıyordu.

 

Mekanda duyulan ayak sesleriyle gözlerimi hedeflerden çekmek zorunda kalırken kapının açıldığını gördüm. Aynı zamanda mekanın ses sisteminden slow bir müzik çalmaya başlamıştı. Benim zamanımın gelip gelmediğini anlamak için yanımdaki Mete'ye baktım. Anlamış gibi bana bakarken "Biz müziğe girdiğimizde sende şarkıya başlarsın." Dedi. "Önce insanların içeriye girmesini bekleyelim. Eminim dışarıdaki kalabalığın yarısı bile girmemiştir daha." Başımla onu onaylayıp tekrar locaya baktım. Ama bu defa bakışlarım karşılıklı kalmadı. Savcı Şahsan doğrudan gözlerimin içine bakarken dudağımın kenarı usulca kıvrıldı. Bu gece gördüğü son yüz bana ait olacaktı. Gidişata göre tabii.

 

Gülümsememi üzerine alınan adam elindeki kadehi hafif bir açıyla yukarıya kaldırsa bile yüzündeki sert ifadeyi buradan bile görebiliyordum. Beni tanıma ihtimalini göz önünde bulundurarak gözlerimi ondan çekip başımı da kalabalıklaşmaya başlayan mekana çevirdim. Daha şimdiden mekan dolmuş gibiydi. Etrafı gezinirken mekanın önünde oluşan kuyruğu görmüştüm zaten ama şimdi herkesi böyle iç içe girmek kalabalığı gözümde daha da büyütüyordu.

 

"Erna?"

 

İsmimin seslenmesi ile gözlerim Orçun'u bulduğunda "Efendim?" Dedim yüzümü mikrofondan uzaklaştırarak. "Hazır mısın? Girişi başlatalım mı?"

 

"Size ayak uyduracağım." Dedim başımı sallarken. Gözlerim bir yandanda hala ekrandaki şarkı sözlerine kayıyordu. Bu şarkının bir gece mekanında çalınması ne kadar normal bilmiyordum çünkü en son ki bar maceram karavana bir kurşuna kurban gittiğim gün olmuştu ve ondan öncesinde yaklaşık üç yıl hayatla bağım kopmuştu. iki yılı dağdaki son görevimde geçmiş, bir yılıysa hastane ve sonrasında yaşanan olaylarda çarçur olmuştu. Belkide beş yıldır eğlenmek için dışarı çıkmamıştım, ki çıktığım zamanlarda içkili mekanlar tercih eden biri olmadığım için böyle şeylerden anlamıyordum. Yaşıtlarımın, daha doğrusu eski timimin değimiyle eğlenmeyi bilmeyen, ihtiyar ruhlu bir kadındım. İç çekip tekrar şarkıya odaklanmaya çalıştım. En azından yabancılık çektiğim bir şey yapmayacaktım. Neyse ki tek yapmam gereken yanımdaki adamlara ayak uydurmaktı. Üstelik şarkı bilmediğim veya hiç söylemediğim bir şarkı değildi.

 

Ekrandan bana göz kırpan şarkı Sıla'nın Aslan Gibi şarkısından başkası değildi çünkü.

 

Yetimhanede ki oda arkadaşımın sevgilisinden ayrıldığı zaman dinlediği şarkılardan biriydi bu. Tüm depresyonunu bu şarkıyla atlatmıştı hatta. Bu şarkıyla motivasyon arayıp'Kaybeden o.' diye bağırdığı anları uykularımı mahveden gecelerden hatırlıyordum. Ve şimdi bu şarkıyı bir eğlence mekanında ben söyleyecektim. Yüzümde oluşan gülümsemeyle sözlere göz atarken slow müzik susmuş, şarkının girişi başlatılmıştı.

 

Parmaklarım mikrofonun etrafını sararken nefesimi düzene sokup melodiye odakladım kendimi. Gözlerim aynı zamanda mekandaki kalabalık üzerinde dolaşırken etraftaki koruma sayısına bakıyordum. Kalabalığı coşturmak için yanıp sönen ışıklar loş bir ortam yarattığı için sahnede duran benim gözükmem çokta mümkün değildi. Emre'nin önce elindeki bagetleri birbirine çarpıp çıkardığı tok sesi, ardından da "Son ki, üç dört!" Dediğini duydum. Sıranın bana geldiğini fark ettiğimde derin bir nefes alıp sözlere başladım.

 

"Göze aldım herşeyi tabii,

Niye boş bulundum sanki

Niye diye kendine sorarsın ya hani

Kendine en güvendiğin anda"

 

Kapının yanında bekleyen korumalara gözüm iliştiğinde geriside çorap söküğü gibi gelmişti. İç kısımda gizlemeyi beceremedikleri silahlardan anladığım kadarıyla sekiz kişi vardı ama acil bir durumda kaç kişi daha kadroya dahil olurdu bilemezdim. Üç lider vardı içeride. Kimse sekiz kişiyle yetindiklerine ikna olmazdı. Mola vermenin bir yolunu bulup telefonu kontrol etmem gerekiyordu.

 

"Doğal afet, dolunayda iyimserliği sollar ya,

Hayatı olduğu gibi karşılamazsan

İliklemez önünü asla karşında

Korkmi'caksın çarpıp düşsen bile

Dipçik gibi sağlam duracaksın ayakta."

 

Şarkıyı söylerken tutturduğum ritimle olduğum yerde salınıyordum. Kalabalık bağırarak eşlik etmeye başladığında üzerimde hissettiğim ağırlıkla ürperirken sesime yansıtmamaya çalışıp gözlerimi etrafta gezdirdim. Mete başını varla yok arası salladığında nakarata birlikte giriş yaptık.

 

"Özüme sözüme döndüm

Doğruyu yanlışı gördüm,ah

Can çıkmamış, yerinde

Aslan gibi geri döndüm."

 

Etrafa bakınmaya devam ederken az önce Savcı'nın oturduğu locaya ters bakışlar atan barmaidin şimdi de aynı bakışlarla beni izlediğini gördüm. Gözlerimi kısarak kadını izlerken şarkıya eşlik etmeye devam ediyordum. Bu kadınla tanışmadığıma emindim. O halde ne diye bana beni öldürecek gibi bakıyordu bu şimdi? Sahnede ki diğerlerine bakıp bakmadığını anlamak için bakışlarımı yanımdaki üçlüye çevirdim ama hayır, kadının bakışları doğrudan benim üzerimdeydi. Benden çektiği bakışları yanındaki barmene kaydığında bende boş bulunup ona baktım ve bu, bu gece yaptığım ilk hata olmuştu. Gözlerim ayakta dikilip beni izleyen bedene kaydığında kısık bakışlarla karşımdaki sahnenin gerçek olup olmadığını ayırt etmeye çalışıyordum. Aklım geçtiğimiz iki günde olduğu gibi yine benimle oyun oynuyor olabilir miydi? Lütfen öyle olsundu. Şu an onunla karşılamak isteyeceğim son şey bile değildi.

 

"Özüme sözüme döndüm,

Doğruyu yanlışı gördüm, ah

Can çıkmamış, yerinde

Ah,ah,"

 

Zihnime dolan anılarla gözlerimi sinirle yumdum ama hemen sonra açmak zorunda kaldım. Onlarca insanın karşısında her fırsatta önüme taş koyan kara bahtıma saydıramazdım. Gözlerimi karşımda bakışlarını benden ayırmayan adamdan çekerken bu defada tekrar Savcı'nın odağına girmiş olmalıyım ki onunla göz göze geldim. Bakışlarımı ondanda kopardıktan sonra kendini dünyadan soyutlanmayı başararak eğlenen insanlara çevirdim.

 

Oyalanmamalıydım. İlk fırsatta sahneden inmenin bir yolunu bulmalıydım. Yüzümde abartı bir makyaj yoktu. Bedenimde de herhangi bir değişim yapmamıştım. Tanınabilirdim. Tanınmıştım da. Kızılların üzerimden ayrılmamasının başka bir anlamı olamazdı çünkü. Tabii bir yanlışlık yapıp, büründüğüm kimlikten etkilenmediyse.

 

Şarkıyı söylerken kısa bir anlığına göz göze geldiğim Mete'ye gülümseyip son satırları okumaya devam ettim. Gözlerim bana ihabet ederek tekrar onun olduğu yere çevrildiğinde bu defa onu aradığım yerde bulamadım. Tezgahın arkasında ki yerinde yoktu. Bakışlarım kalabalığın içinde onu arasa bile bunu başaramadım. Vazgeçerek önüme döndüğümde şarkıyı sonlandırıp bir sonrakinin girişini beklemeye başladım.

 

Kendimi mikrofondan uzaklaştırarak yanımdaki Mete'ye diktik gözlerimi. "Tahmini olarak ne zaman mola veriyoruz. Umarım kimse soluksuz şarkı söylememi istemez." Mete gülümseyerek bana baktıktan sonra Orçun'un olduğu kısmı gösterdi işaret parmağıyla. "Anlaşılan senin molan daha erken geliyor." Kaşlarımı kaldırarak "O ne demek?" Diye sordum. Bakışlarımı da işaret ettiği yere, Orçun'a çevirdim. Eliyle küçük bir işaret yapıp beni çağırdı yanına. Tekrar Mete'ye baktığımda "Git." Dedi beni beklemeden. "Sıradaki parçayı ben okurum. Önemli olmasa seni çağırmazdı."

 

"Tamam. Teşekkür ederim." Dedikten sonra hızlı hareketlerle Orçun'a doğru yürüdüm. Arkamdan Mete'nin şarkıya girdiğini duyuyordum. "Ne oldu? Önemli bir şey mi var?" Aklımda dönüp duran tek ihtimal Savcı'nın beni tanımış olmasıydı. Yanına mı çağırıyordu? Fark edilmiş miydim? Orçun'un açılan ağzı, benim koluma sarılan elle konuşmadan kapanırken ne olduğunu anlamadan kolumu tutan elin sahibini buldu öfkeli bakışlarım. "Ne oluyor?" Dedim çattığım kaşlarımın altından öfkeyle.

 

"Çok şey." Benim aksime sabit duran ifadesine rağmen sesindeki öfkenin kırıntılarını fark etmiştim. Konuşmak istesem bile yanıbaşımızda bizi izleyen Orçun'a bakma gafletine düştüm kısa bir anlığına. İşte ne olduysa tak o anda oldu. Kolumdaki el yerini korurken bir diğeri belime dolanıp beni tek hamlede sahneden aşağıya çekti. Şaşkınlıkla beni sahneden indiren adama bakarken o, benim aksime herşey normalmiş gibi beni peşinden yürütmeye başladı.

 

Başımı çevirip sahnede şaşkınlıkla bizi izleyen Orçun'a baktım. Ondan başka fark eden olmamasını umuyordum çünkü Orçun'un bulunduğu kısım sahnenin en arkasıydı. Bize bakan kimsenin olmadığına emin olduğumda önümdeki adama döndüm sinirle. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?!"

 

Bilmediğim bir kapıdan geçip bizi bir odaya soktuğunda kapıyı arkamızdan kapatıp "Asıl sen ne yapıyorsun?!" Diye bağırdı yüzüme doğru. Hareketlerine herhangi bir anlam veremiyordum. Normal miydi? Eğer şu an anormal bir şey varsa kesinlikle karşımdaki bu adamdı. Hala kolumda olan elini görmezden gelirken başımı omzuma doğru yatırıp gözlerimi kısarak baştan aşağıya ona baktım. Kesinlikle normal değildi.

 

"Sen beni dinliyor musun? Hakkında verilmiş bir infaz emri varken bu kılıkla buraya gelirken aklın neredeydi senin?!"

 

"Basit bir barmene göre fazla soğukkanlısın." Dedim kıstığım gözlerimi kızıllarına bırakırken. Kafasını iki yana eğip kütlettikten sonra öfkeli gözlerini tekrar bana dikti. "Ölüm emri verilmiş birine göre fazla rahatsın."

 

"Birkaç gün önce celladına teslim ettiğin bir kadına karşı fazla mı iyimsersin?" Gözlerinin koyulaştığına anbean şahit olurken "Yoksa arsız mı?" Diye devam ettim sözlerime. İki gün yüzünü görmedik diye unutmuş mu oluyorduk? "Çık buradan." Dedi en sonunda konuşmayı akıl ettiğinde. Gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. "Çık buradan." Dedim tıpkı onun gibi. Yakınlığımızdan faydalanarak yüzümü yüzüne dahada yaklaştırıp gözlerine baktım. Asıl amacım başkaydı ama. Gözünün üzerinde düzensiz bir şekilde uzayan ve boyları birbirinden farklı olan kirpiklerinin ardında şimdi birde dikiş izi görmüştüm. Kaşlarım çatılırken gözlerimi tekrar gözlerine çevirip kolumu parmakları arasından kurtardım. "Çünkü ben birazdan burayı ateşe vereceğim. Senin aksine ben seni benim ateşimde yakmak istemem."

 

Onunda kaşları çatılmıştı artık. "Hiçbir şey yapmayacaksın." Dedi öfkeyle. Güldüm. "Buna sen mi karar veriyorsun?"

 

"İçeride üç kişi var Güneş. Üçü de basit adamlar değiller. Bir ordu adamla geziyorlar. Ölmek mi istiyorsun?"

 

"Hayır." Dedim umursamaz bir tavırla. "Aksine öldürmek için buradayım. Yaşayayım mı istersin?." Yüzündeki ifade afallarken "Ne?" Diye sordu şaşkınlıkla. Omuz silktim. "Bu kadar garipseme. Senin yaşından çok adam öldürürdüm ben. Daha birkaç gün önce arkadaşlarının yanında sıktım birine. Sana anlatmadılar mı?"

 

"Sen ne dediğinin farkında mısın?"

 

"Gayet farkındayım. Buraya geldim çünkü ölüm emrimi veren adamların cellada ihtiyacı vardı. Kadrodaki açığı kapattığım için bana teşekkür etmelisin." Gülümseyerek yüzüne baktığımda ettiği küfürleri duymamla yüzümü buruşturdum. "Kimseyi öldüremezsin."

 

"Gayette yaparım." Dedim kollarımı göğsümde kavuşturduğumda. "Hem ne bu tavırlar Altemur?" Diye sordum gözlerine bakarken. "Daha iki gün önce arkana bile bakmadan bıraktığın bir kadının şimdi cinayet işleyecek olması zoruna mı gitti? İyi insan olasın mı tuttu yoksa?"

 

"Ben-" konuşmasına iyzin vermeden ben komuştum. "Sen, beni ilgilendirmiyorsun. Ben yaşamak için öldürmek zorundayım ve şimdi de bunu yapacağım. Herşeyi göze alıp arkada bıraktıktan sonra kim olduğu bile belli olmayan bir adamın hayatımın içine etmesine izin vermeyeceğim. Seninde öyle."

 

"Oteldeyken gitti-" açıklamasına izin vermeden tekrar araya girdim. "Orada olanları ben unuttum. Sende unut. Birkaç saçma anı yüzünden zihnimde kendine yer edinmeni istemiyorum." Onu tanıdıktan sonra zihnimden atamadığım gerçeği gururumu ayağımın altına almama sebep oluyordu oysa. "Ama pişman olacaksın kızıl." Dedim kendime hakim olamayarak. Susup sadece gözlerime baktığında içerideki müzik sesi aramızdaki sessizliği böldü. Mete'nin sesinden dökülen beste gülümsememi büyütürken başımı omzuma doğru yatırıp burukça gülümsedim.

 

Çocukken onu bulduğumda her gün onunla bir şarkı paylaşacağımı söylemiştim kendime bir bodrum katında duvarlarla sohbet ederken. Bize herşeyi unutturacaktı o şarkılar. Duvarların konuşmadığı gerçeği yalan olup gidecekti. Çok sonra öğrendiğim, Ahmet Kaya şarkılarının hüznünü bizden uzak tutacaktım güya. Ama şimdi karşımda ki adama bakarken dinlemekten kaçtığım tüm o şarkıları bana yaşayatağını fısıldayan bir yanım vardı. Belkide bu yüzden o hayatımda kendine yer edinmeden onu hayatımdan söküp atmalıydım. Hep yaptığım gibi sessizce çekip gitmek yakışıyordu bana.

 

"Üzüleceksin." Diyerek Mete'yle aynı anda söze girdim. "İşte o zaman, yokum ben buralarda." Mete benim aksime şarkıya olduğu gibi devam ederken gülümsemem büyüdü. "Bu şarkı senin olsun." Dedim anlamsız bakışlarına karşılık vererek. "Konuşmayan duvarlar hala benimle çünkü." Gözleriyle beni talan eden adamı görmezden geldim bu defa herşeye rağmen. Yanından ayrılıp az önce onun kapattığı kapıyı açtım usulca. Bu defa kapıyı kapatanın ben olacağım farkındalığıyla içim burkulsa bile umursamadım. En azından ben onu, onun bana yaptığı gibi ölüme itmiyordum.

 

Açtığım kapıdan hiç beklemeden çıktım. Tereddüt ettiğinde vazgeçen insanlardandım ben. Arkamda kimseyi bırakamazdım. Önceden olsa mesleki deformasyon derdim. Güler geçerdim. Ama hayır, ben kimsesizdim. Bunun ne demek olduğunu biliyordum ve kimsem diye kendimi kandırdığım insanları arkamda bırakmak en çok bana koyuyordu. Şimdi, arkamda bıraktığım adam bana yabancıydı. Ama Erna için hala o bankta oturan kimsesiz çocuktan başkası değildi.

 

Biz aynıydık.

 

Birdik.

 

Çünkü ikimizde etrafımızı saran tüm kalabalığa rağmen kimsesiz olmanın nasıl olduğunu biliyorduk.

 

Biz kimsesizdik.

 

İçine sığmadığımız kalabalığa rağmen.

 

Az önce onunla geçtiğim koridoru hızla aşıp kalabalığa karıştım. Tekrar sahneye çıkamazdım. İnmenin bir yolunu arıyordum ve bulmuşken vakit kaybedemezdim. Localara çıkan merdivenlerin önüne geldiğimde aniden karşımda beliren bedenle durmak zorunda kalarak karşımdaki kadına baktım sinirle. Kollarını göğsünde kavuşturup "Sen o günkü kadınsın değil mi?" Dediğinde tüm öfkemi burada kusmak istedim. Sahnedeyken gözlerini benden ayırmayan barmaiddi bu. "Tanışıyor muyuz?" Dedim etrafta bizi izleyen biri olup olmadığını anlamak için. "Ne çabuk unuttun?" Dediğinde bıkkınlıkla karşımdaki kadına baktım. "Hatırlayacak kadar önemsememiş hafızam seni. Kimsin?"

 

Sinirle bana baktığında sıktığı dişlerini görmemle göz devirdim. Korkutucu olduğunu mu düşünüyordu? "Altemur'la aranda ne var senin?" Karın ağrısı belli olan kadına sıkıntıyla bakıp ofladım. "Tam emin değilim ama on beş yirmi santimlik bir boy farkımız var sanırım." Gözlerini abartıyla devirirken "Beni alaya alma." Dedi. "Geçen gün buraya geldiğinde peşinden ayrılmadı. Çıkışta da seni kucağında arabaya taşıyordu. Herşeyi gördüm." Kaşlarım çatılırken kadına dikkatle bakıp "Ben buraya hiç gelmedim." Dedim. Altemur'un beni kucağında taşıdığı kısmı atlıyordum çünkü öyle bir şey olsa hatırlardım.

 

"Tipini değiştirdin diye seni tanımadım mı sanıyorsun? Bu hafta yine buradaydın. Altemur'un arkadaşlarının yanında gördüm seni. Deli gibi içmiştin." Yüzündeki iğreti şimdi bende de vardı. Kaşlarım çatılırken etrafı dikkatle izlemeye çalıştım. Sağ elim şakaklarımı bulduğunda sertçe ovdum. Kafam ne zamandır benden habersiz çalışmayı bırakıyordu?

 

Daha bu hafta Altemur'un olduğu bara gelmiştim. O barda sarhoş olmuştum. Ve o barda vurulmuştum.

 

O bar, bu bardı.

 

Sokaktaki adamlara dağıtılan fotoğrafta bu barda çekilmiş olmalıydı.

 

Vurulduktan sonra beni kendi evlerine götürdüklerine göre buda beni Altemur'un kucağında görmesini açıklıyordu. Kaçıncı olduğunu bilmediğim sıkkın bir nefes dudaklarımdan firar ederken "Hesap mı veriyoruz sana?" Diye sordum karşımdaki kadına. "Kimsin sen? Sevgilisi falan mı?" Altemur yetmiyormuş gibi birde çevresinde ki insan kirliliğiyle mi uğraşacaktım yani. "Bu soruları ona değilde bana sorduğuna göre ben cevaplıyorum sorumu. Hiçbir şeyi. Ne tesadüf bende öyleyim. Şimdi çekil önümden. Senin kaprislerini çekecek değilim." Kadının benden öfkeyle ayrılan gözleri arkamda varlığını hissettiren bedene kaydığında benim aksime o, yeni fark ettiği adamla paniğe kapıldı. Gören kör, böyle oluyordu sanırım. Şahsen ben arkamdayken bile varlığından haberdardım.

 

Önümde ki kadının panik halinden faydalanıp yanından geçerek merdivenleri çıkmaya başladığımda arkamdan Altemur'la konuşma çabalarını duyuyordum ama umursamadan merdivenleri çıkmaya devam ettim. Dolu olan tek locaya doğru yürürken herşeye rağmen yüzüme sinir bozucu bir gülümseme eklemeyi unutmadım.

 

Kimsenin zevkimi elimden almasına izin vermezdim. Aşağıdaki kalabalığı izleyen ve kendi aralarında hararetli bir şekilde konuşan adamlar varlığımı fark etmemişlerdi hala. Yanlarında korumaları yoktu. Ben ve onlar dışında bu katta bulunan tek kişi bir garsondu. Gürültülü müzik çizmelerimin çıkardığı topuk sesini gizlediği için varlığım onlara fazlasıyla sürpriz olacaktı.

 

Şaşırmalarına bile fırsat vermezken kendimi tek boş olan deri koltuğa atıp bir ayağımı diğerinin üzerine attım. Masadaki üçlünün bakışları hızla beni bulduğunda gülümsemem daha da büyüdü. Gözlerimin kısılmasına sebep olacak kadar büyük bir gülümseme yüzümde yer edinirken "Nasıl gidiyor?" Diye sordum pişkince. "Var mı benden bir haber? Öldürebilmişler mi?" Şaşkınlıkla beni izleyen adamlara güldüm.

 

Bakışlarım kısa bir anlığına önümdeki adamlardan kopup aşağıdaki tezgahta beni izleyen adama kaydı. Başını omzuna doğru yatırıp kafasını kaldırmıştı. Gözleri doğrudan benim üzerimdeydi ve ellerini siyah kumaş pantolonunun ceplerine sokmuştu. Üzerindeki beyaz gömlek tıpkı önceden gördüğüm gibi omuzlarından dökülüp heybetli bedenini gizliyordu. Sonra gözlerim bir kez daha başına buyruk hareket ettiler. Buna sebep olan ben değildim. Hedeflerini bilir gubi bu mesafeden görmeyecek bile olsam kirpiklerine baktım. Birinin acımasızca zarar verdiği yere. O an o bilmeyecek, ben gururuma yediremecek bile olsam, ölmeden önce yapılacaklar listeme ilk maddeyi ona bakarken ekledim.

 

Ölmeyecektim.

 

Öldürecek, üzecek, kıracak ve dökecektim.

 

Ama herşey , herkese rağmen ölmeyecektim.

 

Gerekirse peşimde dolaşan Azrailin elinden eceli alır, onunla beraber tüm dünyaya dağıtırdım. Ama o ecelin bana uğramasına artık müsaade yoktu.

 

Yaşamak artık daha sevilesi duruyordu.

 

Bunu yaşamak için ölürken değil, bir kurşunla değilde bir çift gözle vurulduğumda anlamıştım çünkü.

 

Yakılacak fazladan bir can vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

_________

 

Altemur başını çooook taşlara vuracak. Duvarlarımızla bekliyoruz onu 😁 Güneş ortalığı yakıp geçecek gibi duruyor.

 

Bedensel rahatsızlığı sanki benden kaynaklı değilmiş gibi üzülüyorum kıza.

 

Huyumdur bu arada kitabın gidişatı kafamda otursun diye dönüp dönüp tekrar okuyorum tüm bölümleri. Güneş'in hastane bölümlerini okurken duygulandım, odasında Anna Karenina öldü diye ağlayan Tolstoy gibi hissediyorum kendimi.

 

Siz nasılsınız? Nasıl hissediyorsunuz ve nasıl gidiyor?

 

Umarım hepiniz iyisinizdir. Yine ortalama uzunlukta bir bölüm oldu. Diğerleri kadar sizi bekletmek istemedim. Yine umuyorum ki içinize sinen bir bölüm olur.

 

Müzikler aşırı olmuş olabilir bilemem ama o sahnelerin ihtiyacı olduğunu düşündüğüm parçalardı. Öyle mekanlarda Sıla dinlenir mi pek bilmiyorum ama içimden gelen oydu. Müzikler tamamen sahneler için seçildi yani.

 

Bu bölüm kimse ortalıkta yoktu ama diğer bölümü cümbür cemaat geçireceğiz. Şimdi...

 

Altemur ve Güneş hakkındaki düşüncelerinizi sorsam?

 

Favori sahneniz?

 

Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?

 

⭐ Oy ?

 

💬 Yorum?

 

☀️ Güneş?

 

Emoji sıralamam bozuldu 🥺

 

Altemur?

 

Araf? 

 

Azra? 

 

Kağan?

 

Yiğit?

 

Birde artık mazi olan Gehenna ⏳

 

Şimdi ben diğer bölümü yazmaya başlıyorum. Mesai başı yani. Sizden de rica ediyorum hayalet okuyucu olmayın 👻

 

Siz yazılardan ve bölüm sonrası yazılan bu kısımlardan beni az çok biliyorsunuz ama benim siz hakkındaki bilgilerim sıfır.

 

Bildirimlerde farkı kullanıcı adlarını görünce sanki yeni biriyle tanışmışım gibi oluyor. Diğer kitaplara oy verenlere bakarken tanıdık bir kullanıcı gördüm, ben bu kişiyi-ordada isim verdim tabii- tanıyorum dedim. Arkadaşım dediğime gülüyor. Ama bence normal. Çünkü artık birçok okuyucunun ismine aşinayım ve yorumlar sayesinde az çok o kişiyle tanışmış sayıyorum kendimi.

 

Bu sohbet kısmında çoğunlukla konuşturmaya çabalıyorum hatta fark edilmiştir. Amacım yorum sayısı veya kitaba ilgi değil kesinlikle bu arada. Annem haklı mı bilmiyorum ama eğer haklıysa garip biriymişim çünkü kitap uygulamalarından gelen yorumları okurken sırıtıyormuşum. O derece değerli hani benim için etkileşimimiz.

 

Lütfen kendinizi tanıtın yani ☺️

 

Birbirimize yabancı olmayalım.

 

Hoşçakalın 🦋

 

 

Bordo ojeden sonra bunu koymazsam içim rahat etmezdi 😁

 

💅🏻💅🏻💅🏻

 

İşte şimdi diğer bölümde görüşürüz ☺️ ❤️

 

 

Bölüm : 23.02.2025 02:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...