
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
13.01.2025
17. BÖLÜM
"Bugün bulduğum kimsemi daha kavuşamadan kaybetmiştim ben..."
OMUZLARAYÜK
⚰️
Değer denilen bir şey vardı. Varlığını hisseden için en azından. Küçük olduğum zamanlarda buna inanır ve gördüğümü düşünürdüm. Dadımın bana değer verdiğini. Yüzüme bir kez bile gülmediği için sinirini bile saçma bir hayranlıkla izlediğim babamın bana değer verdiğini. Annemi kendi kızı gibi görüp bunun içinde yanımda durduğunu bana her fırsatta dile getiren akıl hocamın bana değer verdiğini düşünürdüm.
Yıllar sonra bulupta gerçek olduğunu düşündüğüm ailemin bana değer verdiğini düşünürdüm.
Ama ben sadece düşünürdüm.
Çünkü hiçbiri gerçek değildi.
Küçük olduğum zamanlarda diğer çocuklar onlara anlatılan masallara inanırken ben ailem dediğim insanların beni sevdiği, değer verdiği yalanına inanırdım. Oysa hepsi benim küçük zihninin bana acımasızca yaşattığı bir yanılsamaydı.
Öğrenmiştim çünkü...
Dadım küçük bedenimi bir yangının ortasında bırakıp ölmem pahasına kaçtığında değer görmediğimi öğrenmiştim.
Öğrenmiştim çünkü...
Façacı için sadece annemin kızı olmaktan ibaret olduğumu anladığımda değer görmediğimi öğrenmiştim.
Öğrenmiştim çünkü...
Babam küçük bedenime yaşarken cehennemi yaşatırken, beni hayata mahrum ederken, en çokta her fırsatta bana nefesini kusarken değer görmediğimi öğrenmiştim.
Öğrenmiştim çünkü...
Kardeşlerim kollarında tabutumu taşırken bana aylarca geç kaldıklarını canımı benden alan bir adamın dudaklarından duyduğumda değer görmediğimi öğrenmiştim.
Ben önlerinde acıyla çırpınırken bana el uzatmadıklarında öğrenmiştim.
Ben abim bildiğim adamın önünde ağlarken beni sarmayan kollarıyla değer görmediğimi öğrenmiştim.
Ben babam bildiğim adamın karşısında nefeslerimi verirken değer görmediğimi öğrenmiştim.
Ben ailem dediğim adamlar bana arkalarını döndüğünde değer görmediğimi öğrenmiştim.
Ama ben en çok onlarla öğrenmiştim...
Bir mezarlıktaydım. Bu defa farklıydı ama. Mezarlar vardı, ölüler, insanlar. Ama farklıydı. Karşımda on iki adam duruyordu. Hayır, karşımda birçok insan vardı. Ama benim gözlerim sadece on ikisini görmekte diretiyordu.
Karşılarına geçmek istiyordum. Bas bas bağırmak, "Yokluğum muydu beni değerli kılan!"diye yakarmak istiyordum. Beni bir kez daha kimsesiz bırakan o insanlardan hesap sormak istiyordum. Ama buna bile gücüm yoktu.
Üzerlerinde üniformaları vardı. Utanmamışlardı. Benim yanıma gelirken benden alınan üniformayı giymeye utanmamışlardı. Hep hayal ettiğim gibi bir şehitlikte değildim. Bir mezarlıkta öylece dikiliyordum ayakta. Zülküf öndeydi. Sana el uzatanı doğduğuna pişman ederim diyen adam en ön sıradaydı. Elinde bir çerçeve tutuyordu. İçinde ben...
Askeriyede ki ilk resmim vardı fotoğrafta. Şehit olursam çerçevelersin dediğim fotoğrafım kollarının arasında ahşap çerçevesiyle duruyordu. Aksıyan ayağına kaydı bakışlarım. Bana koşarken vurulan ayağına.
Abim bana koşarken kardeşim ona silah sıkmıştı bana koşamasın diye.
Ben onlara her fırsatta koşarken onlar bana adım atmayı çok görmüşlerdi. Adım atanın yoluna taş koymuşlardı.
Zülküf belki bana gelmişti ama geç kalmıştı.
Kaybederim korkusuyla bir yurt bahçesinde iki hafta boyunca beklediğim adam, onu ömrünün sonuna kadar bekleyecek kardeşine bir kez daha geç kalmıştı. Üzerinde üniformalarıyla taşıdıkları tabut omuzlarına yüktü. Tabuta koyacak bir uzvumu bile bulamamış olmak onlara yüktü. Benim varlığım kadar yokluğumda onlara yüktü.
Ben Güneş Erna Baydemir. Kaderinin bir anneyi bile çok gördüğü o küçük çocuğum.
Omuzlara yük varlığımla cenazeme gelmiştim.
Kendi cenazeme.
Ruhumu gömüyordum bugün.
Kardeşlerimi.
Geçmişimi.
Gerçeklerimi.
En çokta kendimi...
Başım dikti. Tabutumu taşıyan adamların başları önlerine eğikti ama ben başım dik bir şekilde karşılıyordum onları. Çünkü ben zaten biliyordum yaşamadığımı...
Tabutuma Türk bayrağı sarmışlardı. Herbirinin gözleri yaşlıydı. Her yer asker kaynıyordu. Sivil, üniformalı, rütbeli olanlar. Birçok tanıdık vardı cenazemde. Ama bende vardım. Yaşıyordum. Kendi cenazemi defnetmeye gelmiştim. Yalnızdım.
Zülküf önümde ağlayarak yürürken yüzü bir kayadan farksızdı. Gözlerinden akan yaşların hızına yetişemiyordum. Ama yüzünde tek bir mimik bile oynamıyordu. Tökezlediğini gördüğümde bedenim beni bile dinlemeden ileri atılmıştı ona el uzatmak için. Ama olmadı...
Ardında duran kardeşleriyle yürümeye devam etti. Ben yine yalnızdım ama onlar yokluğumda bile beraberdi... Gülümsemem yüzümde acıyla yer edindiğinde yutkunamadım. Hepsi kabullenmişti yokluğumu. Omuzlarında ki tabutum yerde benim için hazırlanan çukurun yanına bırakıldığında Zülküf kollarında tuttuğu resmime sardı kollarını.
Hepsi doğrulurken o yerdeki tabutumun yanına bıraktı kendini. O dizlerinin üzerine çöküp gözündeki yaşı akıttığında içimde bir yerlerde hala kendini göstermek için bağıra bağıra ağlayan küçük çocuk tırnaklarını yüreğime sapladı sanki. Abin ağlıyor dedi bana. Abin senin yüzünden ağlıyor...
Yağan yağmur Zülküf'ün göz yaşlarına karışırken gözlerim hıçkırıklarla ağlayan Ozan Cem'in üzerinde durdu. Gözyaşlarını saklama gereği duymuyordu. Acısını saklamıyordu. Elleri bayrağa sarılan tabutumu bulduğunda "Abla!"diye bağırdığını duydum. İçim yanarken gözlerimi kapatıp onu duymamayı diledim ama imkansızdı. O konuşuyordu ve daha da kötüsü ben onu duyuyordum.
"Abla gel geri! Abla ne olursun gel! Ben sana geç kaldım ama sen bana gel be abla!"
Gökalp Ozan Cem'in yanına diz çöktüğünde kolundan tutup kaldırmaya çalıştı ama Ozan Cem sarıldığı tabutu bırakmıyordu. Mehmet abi çökmüş görünüyordu. Yanına gelen karısını bile görmezden gelirken onunda gözleri yokluğumla birlikte yaş akıtıyordu. Cengiz albay yanında duran askerlerden birine yaslanırken gözleri fersiz bakıyordu. Eray'ın iç çekişlerini duyacak kadar yakındım onlara. Ama onlar tüm bunlara rağmen beni göremeyecek kadar uzaktılar bana.
Gökalp ve Eren güç bela Ozan Cem'i kollarından tutup tabuttan ayırdığında Bertuğ tabutun başına geçmişti. Gülümsedim. Tabutu açtıktan sonra çıkaracak bir beden bile yoktu halbuki. Dudaklarını ısırırken elinin tersiyle gözlerini sildi. Tabutun üzerindeki bayrağı kaldırıp öperek alnına dayadı. Özenle katlayıp yanında duran askere uzattığında elleri bu defa tabutun ahşap kapağını bulmuştu.
Ağlayarak açtı tabutun kapağını. Açtıktan sonra dahada arttı ağlaması. Zaten bildiği bir şeydi o tabutun içinde olanlar ama yinede kaldıramıyordu yüreği bu gerçeği. Tabutun kapağı ellerinden kayıp toprak zemine düşerken gözlerim yere yığılan Bertuğ'u izledi. Halsiz bir şekilde bedeni toprağa yığıldığında Bartın ve Hüda yanına koşmuştu.
Eray sırtını yandaki mezarlardan birine yaslamış, başını ellerinin arasına almıştı. Ozan Cem ve Gökalp birbirlerinin omzunda ağlıyorlardı. Mehmet abi sırtını karısına dayamış gözyaşlarını aktırken Zülküf kollarını doladığı fotoğrafımın üzerine ağlıyordu. Yakut ve Gece Cengiz albaya destek olurken onlarında diğerlerinden farkı yoktu. Caner'se annesi Hatice teyzeye doladığı kollarıyla hıçkıra hıçkıra ağlıyordu.
Kardeşlerim gözlerimin önünde küle dönerken yaptığım tek şey izlemekti.
Tıpkı onların bana yaptıkları gibi...
Hiçbiri devamını getirecek gücü kendinde bulamamıştı. Karargahtan tanıdığım iki asker ve Levent tabutun başına geçerken içinden çıkardıkları siyah torbayı izledim duygusuz gözlerle. Bir kefenim bile yoktu. Çıkardıkları torbayı mezar diye kazdıkları yere bıraktıklarında Hüda Bertuğ'un yanından ayrılıp eline aldığı tahtaları mezarın içine yerleştirmeye başladı. Gehenna etrfa parçalarını saçmış, darmadağın olmuştu. Kimse yerinden kıpırdamıyordu.
Mezarımın üzerine ilk toprağı atan askerlerden biri olmuştu. Gece Cengiz albayı bırakıp mezarın üzerine atılırken duygusuz gözlerle izledim onu. "Örtmeyin üstünü..."dedi yaşlı gözlerle Levent'e bakarken. "Örtmeyin komutanım. Ablama yakışır mı bu!"
"Gece, asla-"
"Komutanım! Yapmayın. Örtmeyin ablamın üstünü."
"Kardeşim..." Gece'nin üstünden güç bela ayırdığım gözlerim zülküf'ü buldu bir kez daha. "Yine bir mezarlıktayım. Ama bu defa sen yoksun. Ben yine bir kardeşimi gömüyorum ama bu defa yalnızım. Güneş..." Zihnime dolan anılarla yutkunurken başıma attığım şalı iyice öne çektim. "Ne diye bıraktın evlatlarını. Benden bir kez daha alırken ailemi acımadın mı sen bana abim?"
Aldığım nefesler gözümde büyürken"Senin için..."diye fısıldadım. "Sizin için. Benim için..."
"Yakışmadı be abim. Sana herşey yakışırdı ama bu yakışmadı..."
Kimse konuşmazken mezara toprak atışlarını izledim. Nasıl aağladıklarını duydum. Kavruluşlarına bizzat şahit oldum ama bu kadardı. Başka hiçbir şey yapmadım.
Herkes teker teker gitmeye başladı sonra. Cengiz albaya başsağlığı veren gidiyordu. Gittiler. Bir Gehenna kaldı yanımda. Hala ilk oldukları yerde dururlarken kimse konuşmuyordu. Hepsi ağlıyordu ama kimsenin sesi çıkmıyordu. "Gitti..."diyerek sessizliği bozan Yakut olmuştu. "Biz ona varamadan gitti. Son bir kez göremeden. Ne ölüme ne dirime dedi, bizi ikisinden de mahrum etti..."
Eray'ın gözleri Yakut'un söyledikleriyle Cengiz albayı bulurken sinirle ayağa kalktığını gördüm. Hiç düşünmeden yürüdü karşısında ki adamın üzerine. "Senin yüzünden!" Diye bağırdığında Gökalp'in kollarında iç çeke çeke ağlayan Ozan Cem'in yerinden nasıl sıçradığını gördüm. Eray Cengiz albayın tam önünde durduğunda "SEN SEBEP OLDUN!"diye bağırdı gür sesiyle. "Alışmak zorunda dedin. Bırakın kabullensin dedin! Yanında durup boş teselliler verirsek buna kendini alıştıramaz dedin. Çok şey dedin ama Güneş ne yapar demedin sen!"
Yumruk yaptığı ellerini kafasına sertçe vurduğunda"Dinledim!"diye bağırdı tekrar. "Lanet olsun ki seni dinledim! Ben göz yaşıma kıyamayan kadın karşıma geçip hıçkıra hıçkıra ağladığında senin yüzünden onun yanında duramadım. Görev dedin bana. Askeriz dedin. Duygu yok dedin! Hadi şimdi getir ablamı bana! Ver onu bana!" Elleri Cengiz albayın yakalarını bulduğunda herkesin gözü onların üzerindeydi. Ama tek bir tanesi bile onu durdurmaya çalışmadı.
"Baba dedim, geldim sana. Babaydın güya hepimize! Ablam yok dedim. Dört aydır ortalarda yok dedim! Sen ne yaptın. Vardır bir hesabı deyip kapattın. Güneş Erna bu dedin. Beni bulamazsınız dediyse aramayın dedin. Görev var dedin. En uzak neresi varsa oraya gönderdin. Şimdi ben ablama nasıl ulaşacağım?! Ben dizlerimin üzerine çöküp içinde ablamın olduğu kampın nasıl cayır cayır yandığını izledim!"
Tuttuğu yakalarından albayı sarsarken göz yaşları yanaklarından tek tek süzülüyordu. "Hiçbirimiz birşey yapamadık çünkü adımımızı attığımız an birimizi daha kaybedecektik! Biz ona bir kez daha geç kaldık. Sen belki hepimize baba oldun ama hiçbir zaman onun yerini tutamazsın. Çünkü sen hepimizin eksiğini kapatırken onun en büyük yarasını tekrar kanattın."
Eray albayı bırakıp geri adımlarken kısaca etrafındakilere baktı. Gözleri tekrar albayı bulduğunda"Ben artık yokum..."diye fısıldadı. "Gelen gelir ama ben artık burada yokum. Bu şehirden en kısa zamanda gideceğim. Gelmeyeceksenizde keyfiniz bilir. Ama unutmayın." Gözlerindeki yaşlar durulurken çenesini dikleştirdi. "Biz cehenneme doğan Güneşin Çocuklarıyız. Güneş olmadıkça yanmaya mahkum kalacağız. Onsuz bir Gehenna'da nefes alamam ben..."
"Şimdi mi aklınıza geldi lan Güneş'in arasında durmak şerefsiz!"
Duyduğum sesle kafam dikleşirken nefes almayı bırakmış gibiydim. Gözlerim hiç yabancılık çekmediği yüzlerde dolaşıp dururken istemsizce iç çektim. Gelmişlerdi. Onlarda gelmişti. Bana rağmen onlar birkez daha benim yanımdaydılar. Öfkeyle solurken attığı sert adımlarla Ökten'i baştan aşağı süzdüm. Üzerine alelacele geçirdiği tişörtü ve eşofmanıyla hızlı adımlarla yürüyordu.
Yanındaki Aram ve Mazhar'ın öfkesi de onlara eş değerdi. Ökten'in şişmiş göz altı torbaları ve kızarık gözleri buradan bile gayet rahat bir şekilde görülüyordu. Onlara sızlayan içim Ömür'ü gördüğünde kavrulmuştu sanki...
Bitmişti.
Onu anlatabileceğim en iyi kelime buydu sanırım. Bitmişti kelimenin tam anlamıyla. Tükenmiş gözüküyordu. Üzerinde ütülü açık mavi bir gömlek altında kot bir pantolon vardı. Saçları düzenli görüntüsünün aksine darmadağınken yüzünü ıslatan yaşlar ve çektiği içli nefesler bir kez daha nefesimi haram kıldı.
Ökten'in ilk hedefi albayın önündeki Eray'ı çekip yumruğunu yüzüne geçirmek olurken Mazhar ve Aram'ın gözleri az önce üzeri kapanan mezarın üzerinde geziniyordu.
"Güneş'i kapının önüne koyarlarken neredeydiniz lan siz?! O kız tek başına oralara giderken neredeydiniz siz?!" Bir yumruk daha Eray'ın yüzünde patladığında Gece ayaklanıp yanlarına doğru yürümeye başladı. "Kardeşlik bu mu lan?! Biz size onu öldürün diye mi bıraktık?!" Ökten bu defa onu tutmak için kolunu saran Gece'ye kafa attığında benim gözlerim sadece Ömür'e odaklanmıştı. Diğer hiçkimseyi umursuyor gibi gözükmüyordu. "Abla..."dedi sorar gibi. Gözleri mezarın başına sapladıkları tahtaya kaydı.
"Abla... Ben ziyaret edecek birini istemiyordum ki?"
"Sen bu saatte burada ne arıyorsun?" Etraftaki mezarlara baktım kısaca. "Ziyaret mi?" Yüzünde küçük bir tebessüm oluşurken oda benim gibi omuz silkti. "Ziyarete layık kimseyi bulamadık daha."
"Ne iş o zaman? Bekçi sen misin?"
"Yok be abla? Bize kim neyi emanet etsin?"
İlk gün yaptığımız konuşmalar zihnimde tekrar ederken Mazhar diğerlerinin yapamadıklarını yapıp Ökten'i kollarından tutarak ayırdı Eray ve Gece'den. Eray yüzündeki kanlarla yere yığılırken Caner'de olduğu yerden kalkıp yanlarına geldi. Kimse konuşmuyordu.
Ökten'leri tanırdı bizimkiler. Görüşürdük ama fazlasını bilmezdi kimse. Kaldığım yetimhanelerden birinden arkadaşlarım diye biliyorlardı. Zülküf neyse benim için, onlarda öyleydiler.
"Nasıl oldu bu?" Diye soran Mazhar'ın muhatabı Mehmet abi olmuştu. Mehmet abinin yanıbaşında duran eşi, Aylin abla konuşmak için hareketlendiğinde Mehmet abi elini tutarak durdurdu onu. "Bizim yüzümüzden."derken söyledikleri onların tek gerçekleriydi. "Patlamadan sorumlu olan itin kampına gitmiş. Sınırı dışına çıkmış gizlice. Kampta esirmiş..." Dediği an Ökten'de kayışlar yine kopmuş gibiydi.
"Ne demek esirmiş?! Birde işkence mi görmüş lan orada?!"
"Hayırdır? Sen hiç şaşırmadın kampa gittiğine, ne oldu biliyor muydun yoksa?" Diyen Eren doğrudan ökten'e bakıyordu. Ökten'in sesi çıkmadığında Aram"Sanki bilmiyordunuz?!"diye bağırdı. "Güneş oğlum bu Güneş! Yanlarına bırakır mıydı sanıyorsunuz, bulduğu ilk fırsatta o adamın burnundan getirecekti?"
"Doğru söyleyin lan, ablam konuştu sizinle değil mi?! Biliyordunuz o adamın peşinden gideceğini!" Gökalp sinirle Aram'ın üzerine yürürken Mehmet abi çöktüğü yerden hızlıca kalkıp ikisinin arasına girdi. "Yerinde dur Gökalp!" Bakışları tekrar Aram'a döndüğünde kaşları çatılmıştı. "Sizde ne biliyorsanız anlatın, buradan geri dönüş yok artık!"
"Bildiğimiz tek şey Güneş'in aylar sonra yanımıza geldiği ilk gün gidiyorum demesi! Biz onun ordudan ayrıldığını bile bilmiyorduk. Ömür'ü getirdikten sonra size emanet diyip çekti gitti!" Mazhar'ın ani çıkışıyla gözler ona döndüğünde herkes yeni fark etmiş gibi Ömür'e baktı kısa bir an. "Nereye gittiğini bile söylemedi! Geleceğim dedi ve gitti. Bu kadardı herşey. Bir saat bile etmedi! Ama o hasta yatağında yatarken yanında olan sizdiniz. Bir haber vermeye bile tenezzül etmemişsiniz lan!"
Ökten sinirle kahkaha attığında"Niye haber versinler ki?!"diye bağırdı. "Hazır bulmuşlar fırsatını, atacaklar işte bizi başlarından ama yok! Dokuz ay sonra bulduğumuz kardeşimizi, altı ay sonra toprağa veriyorlar ama yine haberimiz yok!"
"Ne zaman olacaktı haberimiz? Ömür elinde gazetelerle gelmese, belkide ruhumuz bile duymayacaktı!"
Yüzümde istemsizce oluşan tebessüm gazetede yer edinen beş altı satırlık haberimeydi. "Halktan bir sivilin sınır dışında patlayan bir terör örgütü kampında olduğu bildirildi. Alınan bilgilere göre, vatandaşımız aylardır orada esir tutulup işkenceye uğramıştı. Öğrenilenlere bir diğer habere göre kendisi bir yıl önce yaşanan patlamada gazi olarak meslekten ayrılan emekli yüzbaşının ta kendisiydi. Kendisine Allah'tan rahmet yakınlarına başsağlığı dileriz..."
"Ben kardeşimin ölüm haberini uyduruk bir gazete sayfasından mı öğrenecektim lan? Siz yoktunuz, biz çocukken. Güneş'in yanında olanlar bizlerdik. Asker olacağım dedi sustuk. Yanınıza geldi. Sizin gibi adamlarla onun işi olmaz dediniz yolumuza koymadığınız taş kalmadı ama sustuk! Böyle mi olacaktı? Bizden koruduğunuz kardeşimizi kendinizden korumak gelmedi mi lan aklınıza ?!"
Ökten'in öfkesi geçeceğe benzemiyordu. Ben bugün buraya geleceklerini bile beklemiyordum aslında. Ama anlaşılan gazetedeki o haber çoğumuza ters köşe yaptırmışlardı. "Ne konuşuyorsun oğlum sen?!"diyen Bartın'da ayaklanmıştı. "Biz mi gönderdik ablamı oraya? Biz mi habersiz çek git dedik? Bilsek bırakır mıydık? Görevdeydik oğlum biz!"
"CENGİZ BABA!" Aylin ablanın çığlığıyla irkildiğimde benimde gözlerim diğer herkes gibi ona dönmüştü. Anın heyecanıyla kimse ne Cengiz albayı, nede hasta kalbini hatırlamıştı. Elim ayağım boşalırken nutkumun tutulduğunu hissettim.
Kriz geçiriyordu...
Mehmet abi başta olmak üzere herkes onların başına toplanırken onları umursamayan sadece Ökten'ler ve Ömür'dü. Herkes ilk birkaç saniye sessiz kaldığında yine kendine gelip ilk harekete geçen Mehmet abi olmuştu. Cengiz albayın kıyafetinin yakasıyla uğraştığını görebiliyordum sadece. Biraz sonra görüntü diğerlerininde etraflarına toplanmasıyla bitmişti.
Ökten ve Mazhar'ın hedefi doğrudan Ömür olurken Aram timin arasına karışmıştı. Cengiz albaya müdahale edecekti. Nefesimi tutmuş ne olacağını beklerken Eray'ın sesi kalabalığın panikli sesini delip geçti.
"Bu böyle olmayacak! Çekilin!" Eray'ın bedeni tekrar görüş açıma girdiğinde kucağındaki adama baktım. Cengiz albayı kollarıyla sarmıştı. Az önce karşısında bağırıp çağırdığı adamı şimdi kollarında taşıyordu. Yüreğimdeki panik olduğu yerde sayıp dururken Eray ve timin mezarlıktan nasıl koşarak gittiklerini izledim.
Ama benim gözlerim yerdeki ıslak topraktan ayrılmadı. Yerdeki o tek karelik fotoğraftan ayrılmadı. Zülküf'ün ellerinden kayıp tıpkı hayallerim gibi yerde kalan fotoğraf üzerine düşen her bir yağmur damlasında üzerindeki cam çerçeve yüzünden sesler çıkarırken yutkundum.
Değerim ölümümle bile bilinmemişti.
Belki de ben hep yanlış yerden yanlış şeyler beklemiştim.
Çünkü tam şu an da yıllarca ailem bildiğim adamın ardında bıraktığı resmim birkaç günü benimle geçiren bir çocuk bağrına basıyordu.
Ömür'ün toprak zeminde ayağa kalkmadan dizlerinin üzerinde sürünerek yerdeki resme doğru gidişini izledim. Bulduğu resmin üzerindeki su damlalarını elleriyle silkeledi önce. Sonra ağır ağır gömleğinin eteklerini çıkardı pantolonun belinden. Çıkardığı gömleği görünce gülmeden edemedim. Yaşlı gözlerime tezat bir şekilde yüzümde yer edinen tebessüm içimi yakıyordu.
Kardeşlerimin de kardeşiydi o artık.
Üzerine giydiği Mazhar'ın gömleği büyük cüssesinden bile anlaşılıyordu. Tuttuğu kumaş parçasını resmin ahşap çerçevesinin etrafında dolaştırıp çamurunu temizledi sonra. Fotoğrafı nasıl göğsüne çektiğini izledim. Bugün onu yapan ikinci kişiydi. Onunda bırakmasını bekledim. Fotoğrafı oraya bir yere, belkide ismimin kazındığ8 o tahtanın altına bırakıp gitmesini bekledim ama hayır, o bunu yapmadı.
Ökten'e döndü kafasını. "Abi..."derken arkasını döndüğü için yüzünü göremiyordum. Ama ağlıyordu, biliyordum çünkü sesi titriyordu. En az ben kadar yanıyordu içi. Belkide daha fazla...
"Bende hiç fotoğrafı yok ablamın. Bende kalsın mı bu? Yanına benim yüzümü de koyarız. Benim hiç ailemle fotoğrafım yok. Benim olsun mu bu?" Omzuna doğru düşen başını gördüğümde önümdeki ıslak toprağı avuçlarımın arasında sıktım. Ben onun ailesi değildim. Beni ailesi olarak göremezdi. Bu ona acıdan başka bir şey vermezdi.
Ökten ısırdığı dudaklarıyla"Kalsın."dediğinde yutkundum. "Koyarız fotoğrafını yanına. Odana asarız beraber."
Ömür orada ölümüme ağlarken ben olduğum yerde ondan düşen her bir gözyaşı için ağladım. Hıçkırıklarım arttı. Gözyaşlarım azalmadı. Ömür mezarımın başından hiç kalkmadı.
Git dedi iç sesim. Git bas bağrına ama ağlamasın.
Ama yapamadım. Çünkü benim varlığım bundan sonra yakınımda olan herkese acıydı. Elemdi. Can yakardı bu saatten sonra varlığım. Yokluğumun eksikliği bile varlığımın verdiği acıyla boy ölçüşemezdi benim bu saatten sonra.
Benim kimseye bir Baydemir verecek gücüm yoktu. Benim kimseye istediğini verecek gücüm yoktu. Ben kimseyi mutlu edemezdim.
Yüktüm ben. Varlığımla, yokluğumla yüktüm sadece...
Ölüm, dirim fark etmiyordu.
Kimsesizdim ben.
Bugün kimsesiz bırakmışlardı kardeşlerim beni.
Bugün kimsem olmuştu karşımdaki adamlar.
Bugün bulduğum kimsemi daha kavuşamadan kaybetmiştim ben.
Sırtımı önümdeki ağaca yaslayıp göz yaşlarımı akıtmaya devam ettim. Arkamda Ömür sırtını Ökten'e dayarken ağladık.
Ağladı...
Ağladım...
Ben bugün hiç ölmediğim kadar ölmüştüm...
Ben bugün öylesine değil, ölesiye kaybetmiştim.
Bir kez kazanmış, çok kez kaybetmiştim.
Arkamda kardeşlerimle beraber birkez daha hiç bilmeden beraber akıttık gözyaşlarımızı...
Ve bir kez daha kimse silmedi gözyaşlarımızı...
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Bölüm bitti sonunda. Ben pek duyguyu veremedim gibi hissettim ama bilemedim açıkçası...
Halbuki ilham olsun diye Ferdi Tayfur ve Ahmet Kaya dinliyorum saatlerdir🥺
Bir sonraki bölümde görüşürüz.
Oy vermediysen eğer lütfen çıkmadan önce Güneş için bir yıldız bırak ❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.75k Okunma |
874 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |