
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
08.01.2025
14. BÖLÜM
VERGİYE DAHİL
"Ben o üniformayı sekiz yıl hiç üzerimden çıkarmadım asker..."
🥴
GÜNEŞ ERNA ŞEREFİNE BİR KADEH ALALIM 🍷
......
Bazı anlar eliniz ayağınıza dolandırdı hani. Ne yapacağınızı nereye gideceğinizi şaşırırdınız. Vaktin aleyhinize aktığını bilir yinede kılınızı dahi kıpırdatamazdınız. Kal gelirdi sanki. Mantığının size hareket sinyalleri verirken bedeniniz sizi olduğunuz yere kitlerdi.
İşte öyle bir andaydım bende. Ne yapacağımı, daha doğrusu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Karşımda duran teröristlere ve esir aldıkları askerlere bakarken ellerimi sinirle saçlarımın arasından geçirip yüzümü sıvazladım. Bunca günüm sorunsuz geçerken cidden şimdi bunun mu gelmesi gerekiyordu başıma.
Sağ elim usulca ceketimin altındaki silaha giderken sol elimi cebime atıp çakımı kavradım. "Heval, ne duruyorsun? Bu saatte daha fazla dolaşma burada, kampa dönelim hep beraber,hayde." Başımla askerler gösterirken "Nerede yakaladınız?" diye sordum. Başlarındaki terörist, Cevşin konuştu.
"Birkaç metre ileridedir heval. Çok olmadı."
"Silahlı çatışmaya girdiniz mi? Kampa ses gelmedi?"
Göğsünü kabartıp yaptığını bir marifetmiş gibi anlatırken"Yok."dedi. "Gelmez zaten ses kampa. Fazla uzak burası.Çatışmaya girdik ama fazla zorlamadan aldık hepsini."
"Aferin. İyi halt yediniz."
"Anlamadım heval?" Cevşin'in kaşları çatılırken belimdeki silahı çıkarıp hiç düşünmeden karşımdaki adamın kafasına sıktım. Teröristler bu yaptığımı normal karşılarken Cevşin'in önüne düştüğü asker "Siktir lan deliye bak!"deyip geriledi. Teröristlere bakan gözlerim en önde duranını buldu bu defa. "Kampa taşıyıp kendinize yük etmeyin. Hayvanların karnı doysun."
"Harbi deli lan bu?! Ruh hastası kadın!" Bana seslenen askeri görmezden gelirken yanlarına iyice yaklaşıp önlerinde durdum. "Nerede yakalandınız siz?" Askerler soruyu onlara sormama şaşırsalar bile ses etmediler. Onlar yerine cevap veren arkamdaki adamlardan biri olmuştu. "On metre kadar ilerde he" arkamı dönüp konuşan adamı çenesinden vurduğumda adamın toprağa nasıl düştüğünü izledim. "Sana sormamıştım."
Kaldı sekiz...
İspanyol kadının ruh hastası kimliği fazlasıyla işime yaradığından kimse konuşmaya cüret etmemişti. Zira hepsi Hewar'ın önünde üç adamını öldürdüğümü ve gıkını bile çıkarmadığını bildiğinden bana karşı susmayı geçtiğimiz bir ay içinde fazlasıyla öğrenmişti. "Buda kalsın burada."dedikten sonra tekrar askerlere döndüm. "Nerede demiştiniz siz?" Adamlardan biri sinirle gülerken az önce konuşan asker bir kez daha konuştu. "Harbi manyak! Ruh hastası madem kendi itlerine kendin sıkacaksın ne diye ortalığa salıyorsun?!"
"Cem! Konuşma daha fazla." Askerlerden başka biri konuşmaya dahil olduğunda sessizce onları ve aralarında ki diyaloglarını seyrettim.
"Emredersiniz komutanım!" Onların konuşması bana yüzbaşı olan Güneş Erna'yı hatırlattığından gülümsemeden edemedim. "Adın Cem mi?" derken de gülümsüyordum. "Kusura bakma ama dağda avladığım itin yatağını ısıtan bir kadınla oturup sohbet etmeyeceğim." Askerin kendinden emin cevabıyla teröristlerden biri elinde tuttuğu keleşin kabzasını ona vurmak için kaldırdığında hazırda bekleyen silahımın hedefinde bu defa o olmuştu. Tek kurşunla oda yere serildiğinde arkamdakilerden biri "Heval, sakin olasın. Hewar duyarsa-" deme cüreti bulduğunda bana hazır bahane vermesiyle onuda vurdum.
Son altı...
"Hewar duyarsa susar. Bu kadar basit. Sana gelince-" bakışlarımı yerdeki cesetlerden alıp konuşan askere diktim. "O ağzını topla. Adın hatrına bağışlıyorum seni. Şimdi, tim komutanınızı siz mi söylemek istersiniz yoksa ben mi bulayım?" Hepsi sustuğunda önce Cem'in rütbesine baktım.
Astsubay kıdemli başçavuş...
Komutanım demişti az önce. Yani zaten ondan daha rütbeli biri vardı. Cem'in yanında duran ama başını omzuna doğru yatırdığı için kamuflajı rütbesini örten askere yaklaştığımda elimi ona doğru uzatmıştım ki askerin başını geri çekmesi ve içlerinden birinin "Benim!" Diye bağırması aynı anda olmuştu.
Elimi usulca çekip kafasını benden uzaklaştıran askere baktım.
Üniformasına dokunmamı istememişti...
Çünkü ona göre, hatta buradaki tüm askerlere göre birkaç teröristin yatağını ısıtan işe yaramaz bir kadından başkası değildim ve benim pis ellerimi üniformasına yakıştıramamıştı.
Doğru sayılırdı bir yerde. Bu dağdan indiğimde eski ben olmayacaktım.
Hayır, kafasını çekme sebebi ona zarar verecek olmam değil, üniformasına dokunacak olmamdı. Bundan emindim çünkü aynı korkuları zamanında bende yaşamıştım. Yüzüme buruk bir tebessüm konuk oldu bir kez daha. Bir zamanlar üzerimden çıkarmadığım üniformaya dokunmaya layık görülmüyordum artık.
Gözlerim az önce konuşan ve "Benim."diyen askeri buldu bu defa. Önünde durduğum ve hala bedenini benden uzak tutmaya çalışan askere kısa bir bakış atıp komutanlarına doğru yürüdüm. Kıdemli üsteğmendi komutanları. Bu rütbe gözümün önüne Eray'ın kamuflajlı halinin gelmesine sebep olurken karşımdaki adama dikkatle baktım.Askerinin aksine komutanı ona zarar vermemden korkmuştu. Biliyordum çünkü bende zamanında on bir canın emanetinin yükünü sırtlanmıştım. Gözlerim bir süre daha askerlerin üzerinde dolaştığında sakince arkamı dönüp geriye kalan altı teröriste baktım.
"Kampta akrabası olan var mı aranızda?" diye sorarken gözlerim üzerlerinde geziniyordu. "Bizim mi heval?" Başımı salladım. "Sizin."
"Benim bir abim var kampta heval"diyen teröriste baktım. "Başka yok mu?"
"Benimde kardeşim."
"Başka?"
Teröristlerden biri bir diğerini işaret edip "Haydar benim kardeşim."dedi. Geriye kalan ikiliye baktım. "Sizin kimseniz yok mu kampta?"
"Yok heval. Ne diye sorarsın ki?"
Başımı ağır ağıı yukarı sallarken "Peki ilerlediğimiz zamanlarda askerlere teslim olmayı düşünür müsünüz?"diye sordum. Sorum herkesi bozguna uğratmıştı. Adamlar hızla itiraz ettiklerinde "Asla heval!"dediler. "Bizim bir davamız var-"
"Artık yok."dediğimde iki el silah sesi daha karıştı geceye. Geriye kalan dört terörist birbirlerine baktıklarında askerlerde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. "Siz peki?" Derken diğer teröristlere yaklaştım. "Siz teslim olmayı düşünür müsünüz?" Sonlarının az öncekiler gibi olmasını istemediklerinden olsa gerek sustuklarında en yakınımdakinin şakağına silahımı dayayıp diğerlerine baktım. "Bence siz düşünürsünüz."
"Heval sen ne-"
"Silahlarınızı bırakın heval."derken alayla gülümsedim. Teröristler hareketlendiğinde dilimi damağıma vurup"Cık."diye bir ses çıkardım. Sonra tekrar başına silah dayadığım teröriste baktım. "Yoksa önce ben senin kafanı dağıtırım." Diğerlerine döndüm."Sonrada az önce silah verdiğim asker diğer üçünüzün." Askere verdiğim şey silah değil çakıydı ama pekte önem arz etmiyordu. Sonuçta bunu sadece ben biliyordum. "Karar sizin. Ben hiçbir şey olmamış gibi kampa döndüğümde kimse beni sorgulamaz. Ama arkanızda bıraktığınız herkesi yanınıza yollarım." Adamların gözleri hızla askerleri bulduğunda tetikteki parmağımın baskısını artırdım.
Silahı düşünmeden ateşleyip merminin adamın kulağını sıyırmasını sağladığımda kardeşi olduğunu söyleyen korkuyla "Dur!"diye bağırdı.Bu onlar için yeterli olmuştu. Silahları patır patır yere bıraktıklarında az önce kamuflajını benden korumaya çalışan askeri buldu bakışlarım. "Arkana bıraktığım çakıyla ipini kes." Bakışları önce bana sonra komutanına uğradığında hızlıca arkasını döndü. Yanındaki askerde aynı şeyi yapıp arkalarına bıraktığım çakıyı almak için hamle ettiğinde "Hayır."dedim. "İpini o kesecek ve hepiniz o kesene kadar bekleyeceksiniz."
Ayakta bekleyen teröristlere döndüm bu defa. "Haydar, silahları topla. İlk yanlışında..." Elimdeki silahın namlusunu adamın kafasına daha çok bastırırken gülümsedim. "Pat olur abin. Ona göre." Haydar hızlı hızlı silahları toplayıp uzak bir bölgeye bıraktığında askerde ipini kesmeyi bitirmişti. En sonunda ayağa kalktığında "Diğerlerini çöz."dedim. Onunda ilk yöneldiği kişi en yakınındaki Cem olmuştu. "Cem değil. Cem en son."derken kaygısızca gülümsüyordum.
Cem ters bakışlarını üzerime yollarken bir kez daha "Haydar!"diye bağırdım. "Abin uf olmadan askerlerin iplerini çözmelerine yardım et." Haydar'ın kıpırdanan dudakları büyük ihtimalle bana methiye düzmekle meşgulken ben gülümseyerek önümdeki tabloyu izliyordum.
Tabii tablodakiler de büyük ihtimalle çıldırdığını düşündükleri beni...
Sonunda herkes iplerden kurtulduğunda Cem bileklerine ovarak karşıma dikildi. "Ne ayaksın sen ruh hastası manyak?!" Baştan aşağı kısaca karşımdaki askeri süzdüm. Anlaşılan timin deli yüreği buydu. Gözlerim onda durmak yerine bir kez daha benden üniformasını sakınan askeri buldu.
"Rütben ne senin?" Bana değil komutanına baktı. Komutanı onu onayladığında "Astsubay."dedi. Başımı salladım. "Kaç yıldır giyiyorsun o üniformayı?" Bir kez daha komutanından aldığı izinle konuştu. Herkes pür dikkat bizi dinliyordu." Üç yıldır."
"Ben o üniformayı sekiz yıl hiç üzerimden çıkarmadım asker." Yüzümde oluşan tebessümün sebebi bu defa alay değil geçmişin hüznüydü. Üniformamı giyindiğim ilk günden son güne kadar her bir gün hala hatırımdaydı."Benimde üniformama benden başkasının eli değmezdi."
"Sen yani siz-" Onu bölen ben değil Cem olmuştu.
"Hadi buna da koca bir siktir ama!" Gözlerim Cem'i bulduğunda onunda gözleri komutanını buldu. "Kusura bakmayın komutanım." Komutanın onu pek dinlediği yok gibiydi çünkü gözleri hala benim üstümdeydi. "Hangi timdensin?"
"Gereği yok üsteğmen. Askerlerini topla. Buradan çıkmanız lazım."
"Rütbenizi ve birliğinizi öğrenebilir miyim? Kimseye koşulsuz bir şekilde askerlerimin canını teslim edemem." Çatık kaşlarıyla üzerimde üstünlük kurmaya çalışıyorduysa eğer bu adam daha baştan yanlış yapmıştı. "Yüzbaşı"dedim sadece. "Yeterli mi üsteğmenim?"
"Yeterli komutanım!"
Askerler esas duruşa geçtiklerinde yerde duran torbayı işaret ettim."Silahlarınızın olduğu torbayı gözünüzün önünden ayırmayın."gözlerim astsubayı buldu. "Başka birşeye benzemez bu. Önce onları sakınacaksınız."
"Emredersiniz komutanım."
"Yerdekilerin kıyafetlerini soyun. Yüzlerini de dağıtın. Neye benzedikleri belli olmasın. Birinizde şunların başında bekleyin. Yaralınız var mı?" Bu cümle bizim dilimizde yaralı olmamalı demekti ama Askerlerden biri kolunu arkasına aldığında tuttuğum nefesimi bıraktı. "Ciddi mi asker? Önceliğimiz sağlığın."
"Sıyrık komutanım! Ciddi birşey yok."
"Devam edebilir misin?"
"EvelAllah komutanım."
Konuşmak yerine başımla onu onayladım. Askerlerden biri eline aldığı silahla teröristlerin başına geçtiğinde bende en yakınımdaki kayalığa oturup cebimdeki sigara paketini çıkardım. Paketin sonunu görmüştük. Son dalımı parmaklarımın arasına alıp elimi önüne siper ederken sigaramı yakıp içime derim bir nefes çektim.
Tiryakisi değildim ama arada bir kafa dağıtmak için iyi oluyordu. Nikotin kesinlikle işe yarıyordu.
Çok geçmeden askerler teröristleri soyduğunda yüzleri de tanınmaz hale gelmişti. Hayatta kalan teröristler ölmemek için yerdeki arkadaşlarının yüzlerini yumruklarken ağzıma gelen mide öz suyumu tekrar yutmak zorunda kalmıştım. Biz böyle görmemiştik.
Biz şehit arkadaşını sırtında taşırken şehit olanları görmüştük ama ölen arkadaşına ölmek pahasına da olsa el kaldıranı hiç görmemiştik...
İğrençlikleri karşısında midem alt üst olurken sigaramı parmaklarımın arasında tutup yanlarına gittim. Askerler teröristlerden aldıkları kıyafetleri giyinmişlerdi. Ellerinde tuttukları kamuflajlara kısaca bakıp "Kan"dedim. "Kan bulaştırın kıyafetlere. İnandırıcı olsun. Birazda hırpalayın. Karıştırsa aleyhimize bir şey bulamasın. İlkokul tiyatrosunda değiliz."
Kısa süre sonra tüm işimiz bittiğinde teröristlerden aldığım telsizle Hewar'la iletişime geçmiş, devriye ekibiyle beraber kampa döndüğümü söylemiştim. Ölen teröristleri de mecburi bir şekilde peşimizden getiriyorduk. Üsteğmen yanımda yürürken"Ne zamandır buradasınız komutanım?"diye sordu.
"Süresiz." Kısa ve öz.
"O kadar çok mu?"
"O kadar belirsiz."
"Anlamadım."
"Nasıl yakalandınız?"
"Sacit'in başına silah dayamışlardı. Zorunda kaldık."
Başımla onu kısaca onaylayıp önümüzdeki kampa baktım. Saat bir hayli geç olduğundan nöbetçiler dışında kimse yoktu dışarıda. Kapmta belli bir saatten sonra çadırlardan çıkmaya izin verilmiyordu. Matthew güya herşeyi düşünüp ayarladığından ortalıkta kimsenin bu saatlerde ayak bağı olmasını isteniyordu.Bu izinlerden muaf olduğumdan ben rahatça dolaşıp duruyordum.
Nöbetçilerin gözü üzerimizde olsada hepsine ters ters baktığımdan kimse birşey sormaya cüret etmemişti. Hewar'ın çadırına yaklaştığımızda diğerlerinin de duyması için "Gidip elinizi yüzünüzü temizleyin."dedim komutan ve diğer askerlere. Yolda ne yapılacağını anlattığım için kimse beni ikiletmeden dediğim yere doğru yürümeye başladılar. Geriye sağ kalan dört terörist ve ben kalmıştık. Yanlarına iyice yaklaşıp onların duyacağı bir şekilde "Unutmayın."diye fısıldadım. "Sevdikleriniz. Sekiz özel harekat bu kampın içinden geçmek için yeterli olur ama sevdiklerinizi kimse kurtaramaz. Hepimiz silahlıyız. Ters bir hareketiniz olmasın."
Onlardan aldığım sözsüz onaylarla arkamı dönüp Hewar'ın çadırına girdim. Beni ayakta karşılayan adama alayla gülerken "Sonunda"dedi. "Nasıl oldu bu Roza? Altı asker demiştin değil mi?"
"Altı."
"Hepsi ölü mü?"
"Öyleler."
"İmkanınız varken canlı yakalamalıydınız."
"İmkanları olsaydı hepimiz ölürdük." Ben olmasam bile buldukları ilk fırsatta teröristlerin işini bitirmeye çalışacaklarını biliyordum. "İşe yaramaz adamlarınız benimle karşılaştıkları için mutlu olmalılar."
"Cesetler burada mı peki?"
"Dışarıdalar." Hewar hızlıca dışarı çıktığında bende peşinden çıktım. Doğrudan çadırın önünde bekleyen ceserlere doğru yürüdü. Önlerinde durup kısa bir an cesetlere baktığında yönünü bana çevirdi. "Bunların hâli ne, neye benzedikleri bile anlaşılmıyor. Adamlar niye çıplak hem?" Teröristlerin üzerlerine üniforma niyetini giyindikleri tek tip kıyafetleri çıkarmış, sadece içlikleri ile bırakmışlardı.
"Hocalarımdan biri; birine zarar vermek istiyorsan eğer ilk darben onurlarına olsun derdi." Omuzlarımı silkerken örük yaptığım saçımı sırtıma attım. "İlk darbem üzerlerinde ki üniformalara oldu."
"Peki yüzleri?"derken tiksintiyle bakıyordu bana. Anlaşılan gördüklerinden memnun kalmamıştı. "Yol uzundu. Benimde canım sıkıldı ve yanıma tuval almayı unutmuşum."derken kayıtsızdım. Hewar yüzünü buruşturur gibi olsada hemen ifadesini topladı. "Devriye ekibinin kalanları nerede?" Bu soruya benim yerime Hewar'ın çadırının önünde bekleyen nöbetçi cevap verdiğinde rahat bir nefes aldım. Benden çok kendi adamına güvenirdi şüphesiz.
"Her yerleri kana toprağa bulanmıştı heval. Roza başkan temizlenmeye yolladı."
Hewar aldığı cevaptan sonra bana baktığında"Ne yapacaksın"diye sordu. "Adamları kendime istediğimi söylemiştim. Bir pikap ayarla."
"Bunu yapamam. Matthew'e sor-"
"Matthew'in kız kardeşi benim ailemle birlikte İspanya'da gününü gün ederken Matthew'in bana bu kadarını verebileceğini düşünüyorum. Üstelik daha buraya gelme tenezzülünde bile bulunmadı." Üstten üstten karşımdaki adama bakarken kaşlarımı çattım.
Hewar gözlerini kaçırken"Biraz bekle"dedi."Hemen geliyorum." Tekrar çadıra girdiğinde asıl niyetinin Matthew'e haber vermek olduğunu biliyordum umursamadım. Planımı bozacak bir şey yapamazdı. Tekrar çıktığında"Ekiple araba birazdan kampın doğu tarafındaki girişinde hazır olur"dedi."Çadırda bekle istersen."
"Gerek yok."
"Em-" Hewar konuşmak için ağzını açtığında gür bir ses ortalığı inletip onun sesini kesmişti.
"HEVAL! YANGIN VAR HEVAL! TÜPLERDEN BİRİ PATLAMIŞ!" Hewar'ın duyduklarıyla rengi atarken gülümsedim. Askerler araba tüplerinin olduğu yerde yangın çıkarmışlardı. "Çadırına gir Roza. Ben kontrol edip geleceğim." Başımı sağa sola salladım. "Vakit kaybedecek değilim. Doğu kapısına geçiyorum. İşin biterse gelirsin. Yoksa da seni bekleyecek değilim." Hewar itiraz edecek gibi dursa da konuşmayıp sadece başıyla onayladı beni. Hewar ve kapıdaki nöbetçiler doğrudan depoya doğru koşarken onların uzaklaşmasıyla askerler girdikleri çadırdan çıkmışlardı.
"Kampın doğu girişine geçiyoruz. Acele edin." Üsteğmen- ki adının Han olduğunu öğrenmiştim- askerlerine işaret verip yürümeye başladılar.
Tim, yanımızdaki cesetler ve rehin olan dört teröristle birlikte kampın doğu girişine indiğimizde beklediğimiz araba çoktan gelmişti. Arabanın başında bekleyen adamın yanına yaklaşırken askerler geride durmuş beni bekliyorlardı. Adam beni görüp kendine çeki düzen verirken "Roza heval. Getirdim arabayı. Adamlar nerede?" diye sordu.
Elimi öne doğru uzatıp avucumu açarken"Adamları sen götürmeyeceksin." Kısaca arkamdaki teröristleri gösterdim. "Onlar götürecek. Sen anahtarı bırakıp kampa dön. Sizin beceriksizler bir yerleri tutuşturmuşlar." Burnumu kırıştırıp karşımdaki adama bakarken bir elim hep olduğu gibi belimdeki silahtaydı. Adam istemeye istemeye anahtarı bana bırakıp yangın söndürmeye yardım etmek için gittiğinde elimdeki anahtarı Cem'e verdim. "Umarım konuşmakta olduğu kadar direksiyonda da iyisindir."
"Şüpheniz olmasın komutanım!"
Bakışlarım üsteğmeni buldu. "Timini al ve hemen uzaklaş asker. Kamuflajar için üzgünüm. Birebir telafi etmek isterdim ama bu pek mümkün olmayacak gibi duruyor. Bu yılki vergilere dahil edeceğim ama onları. Gittiğiniz yere selamımı götürün. Selametle."
Birkaç adım gerileyip askerlerin, cesetleri ve rehineleri arabaya bindirmesini izledim. Herşey tamamlandığında tim tekrar karşıma dizilmişti. "Komutanım."diyen astsubaya baktım. "Dinliyorum."
"Adınızı vermediniz hala."
"Verecek bir ada sahip değilim asker. Bilmesenizde olur. Bir an önce vatan topraklarına geçin."
"Emredersiniz komutanım!"
Askerler yola koyulduklarında arkalarından rahat bir şekilde uzaklaşmalarını izledim. Sonunda kendimi çadırda ki demir karyolaya bıraktığımda alevlerin kızıllığı ve patlamaya devam eden tüplerin sesiyle kapattım gözlerimi. Uzun bir aradan sonra hareketli bir gün geçirmiştim. Biraz uyumak bu temponun üzerine bana bile iyi gelirdi...
.......
Örük yaptığım saçımı omzuma alırken oturduğum yataktan kalktım. Demir karyolanın çıkardığı sesle yüzümü buruştururken dün gece çıkardığım ceketimi tekrar üstüme geçirdim. Yatağın kenarına bıraktığım botlarımı önüme çekip tekini ayağıma geçirirken gözlerim sürekli kapıya kayıp duruyordu. Bir an önce çıksam iyi olurdu. Botlarımın bağcıklarını bağlarken elim havada kalmıştı çünkü ayağımın altında hissettiğim titreşim telefonun çaldığını bana söylüyordu.
Botun tabanında ki çentiği çekip telefonu koyduğum bölmeyi açtıktan sonra telefonu çıkardım.
F.
Ekranı süsleyen harf, numaranın sahibi ve rehberdeki tek isim olan façacıya aitti. Ağır adımlarla çadırın kapısına yürüyüp etrafı kolaçan ettikten sonra telefonu açıp kulağıma dayadım.
"Alo?"
"Dinliyorum."
"Beni dinle, Matthew bugün gizlice havalimanından özel bir jete binmiş." Kaşlarım çatılırken "Derdi neymiş?"diye sordum. "Ne diye gizli gizli binmiş jete? Gelecek miydi, bana söylemedin?"
"Geleceğini bende bilmiyordum çünkü! Bugün Hatay'da görenler olmuş. Her an kampa gelebilir. Böyle kaçak göçek geldiğine göre birşeyler çeviriyor olmalı. Kendine dikkat etmek zorundasın Güneş. Ters bir şey olur-"
"Biliyorum. Ters bir şey olursa sıfır."
"Tek bir şey olursa sıfır."diyerek tekrar etti beni. "Deli cesaretine güvenip kendi başına birşeyler yapmaya çalışma sakın. Anlıyor musun beni?"
"Yeni bir şey duyarsan haber ver. Matthew'in de şu an nerede olduğunu öğren."
"Tamam. Ben tekrar soruşturacağım. Sen çok göze batma."
"İyi. Görüşürüz."
"Baydemir." Kısık ve endişeli çıkan sesiyle tek kaşımı kaldırdım. Façacının duygulardan haberi var mıydı?
"Façacı?"
"Ölmeden gel." Alayla kıkırdadım.
"
Sende kendine iyi bak façacı, bu arada unutmadan, Ökten'le iletişime geçip bu yılki vergilere on üniforma fiyatı dahil etsin. Hadi görüşürüz." Façacının cevap vermesini beklemeden telefonu tekrar eski yerine sokup çadırdan çıktım. Diğer günlerden pek farkı var gibi görünmüyordu. Askerleri kamptan çıkaralı iki hafta olmuştu. Matthew'in geçen hafta gelmesini bekliyorduk ama bu defada başka bir şey çıkmıştı ortaya. Gelişinin eli kulağında olduğunu biliyordum ama gizlice gelmesi ister istemez kuşkulanmamı sağlamıştı.
Sıkıntıyla etrafa bakarken yanımdan geçen adamlardan birini durdurdum. "Hewar nerede?"
"Heval çadırındadır Roza başkan." Kafamla kısaca onaylayıp adımlarımı Hewar'ın çadırına doğru yönlendirdim. Çadırın önünde olması gereken nöbetçilerin yokluğu gözüme batarken hep yaptığım gibi gelişigüzel daldım çadıra.
Evet, görmeyi beklediğim şey kesinlikle Hewar'dı ama masanın hemen başında elinde viski şişesiyle oturan Matthew banada sürpriz olmuştu. Adımlarım kendiliğinden durduğunda gözlerim önce ayakta dikilen Hewar'ı buldu. Sonrada tekrar masada oturan Matthew'i. Hewar birkaç adımda yanımda biterken eliyle Matthew'i gösteriyordu. "Matthew, bugün döndü. Görüşmek için uyanmanı bekliyordu."
Gözlerim Matthew'in her bir hareketini ilgiyle izlerken o dibini gördüğü şişeyi ağır hareketlerle masaya bırakıp kendide ayaklandı. Bir hayli dinç gözüküyordu. Onu gören ilk kişinin edindiği izlenim hiç şüphesiz kusursuz yüzü olurdu. Kamptaki diğerlerinin aksine üzerinde kumaş, gri bir pantolon vardı. Üzerine açık kahve tonlarında bir kazak giyinmiş, beyaz gömleğinin yakalarını da dışarı çıkarmıştı. Açık kumral olan saçları özenle yana taransada yüzünde ki serseri ifadeyi kesinlikle saklayamamıştı.
Yüzüne yakışsada benim için iğreti duran bir gülümsemeyle önümde durduğunda sol elimi tutup elime doğru eğildi. Hareketine göz devirirken diğer elimle belimdeki silahı çıkarıp önümdeki kumral saçların içine daldırdım. "Dudakların tenime değerse önce senin kafanı patlatırım, sonrada dokunduğun o yeni soyar atarım." Mazoşist herif gür bir kahkaha atarken başını kaldırmadan kirpiklerinin altından bana baktı. "Tek istediğim centilmence bir hoşgeldin demekti."
"Öyle mi?"derken tek kaşımı kaldırıp elimi elinden çekip aldım. Masanın önündeki sandalyelerden birine otururken ayak ayak üstüne atıp elimdeki silahımla oynamaya başladım. "O halde bir buçuk ay kadar geç kaldın Matthew. Centilmenler bu kadar bekletmezler. Öyle değil mi?" Kafamı kaldırıp alayla yüzüne baktığımda oda gelip az önce kalktığı koltuğa oturdu.
"Haklı sebeplerim vardı madam. Yoksa sizin gibi biri için ölüm döşeğinden bile kalkıp gelebilirdim."
"Gereksiz olan kısmı kardeşine yoruyorum o zaman."
"Anlamadım?" Ellerini masanın üzerinde birleştirirken kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Kardeşini kontrol etmek için İspanya'ya gitmediğini mi söylüyorsun yani?"
"Hayır." Arkasındaki ahşap koltuğa sırtını yaslayıp rahat bir şekilde tek elini koltuğun yanına koydu. "Buna gerek duymadım çünkü müttefiklerime güveniyorum."
"Eminim müttefiklerinde en az senin kadar sana güveniyorlardır."
Açtığı başka bir şişeden doldurduğu şarabı önüme doğru bırakıp tekrar arkasına yaslandı. Şişe yerine bu defa o da kadeh kullanmıştı. Dudaklarından ayırdığı kadehi usulca masanın üzerine bırakırken "Doğruymuş." diye fısıldadı. "Neymiş doğru olan?"
Umursamazca omuz silkerken "Kuşlar..."diye devam etti sözlerine. "Bana Kılıç Baydemir'in aykırı kızının güzel olduklarını fısıldamıştı. Ama bu kararından onların da haberi olduğunu düşünmüyorum." Bende ki gözleri Hewar'ın üzerine döndüğünde kaşları çatılmıştı. "Doğru olduğunu söylemeliydin!" dedi. Hewar'ın yüzünün solan rengini buradan bile gayet net bir şekilde görebiliyordum. "Kimin kızı dedin sen?" Matthew kahkaha atarak oturduğu sandalyeden kalkarken "Siz hala tanışmadınız mı dostum?! Diye sordu sahte bir şaşkınlıkla.
"
O zaman seninle beraber bu şerefe ortak olmak bana düşüyor." Hewar'ın yanına vardığında tıpkı az önce onun bana yaptığı gibi beni eliyle gösterdi. "Kılıç Baydemir'in asi kızı küçük Baydemir. Umalımda adını bize bahşetsin değil mi?" Elimdeki kadehi masaya bırakırken"Kuşların işin eğlencesini kaçırmadığı için mutlu olmalısın o halde. Sonuçta doğrudan
tanışmamız daha iyi oldu."dedim umursamazca.
"Kader..."dedi Hewar'ı bırakıp bana doğru yürümeye başlarken. "Neyin ne zaman olması gerektiğini bilemezsin ama sen küçük Baydemir, bugünden sonra velinimetimsin..."
Yanında tuttuğu kadının bir nimet değil cehennemin ona sunduğu bir ceza olduğunu ona gösterecektim.
Ama önce ona bahşedeceğim şeyin ismim değil, kanla kaplı bir kader olduğunu göstermem gerekiyordu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.75k Okunma |
874 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |