
GÜNEŞİN ÇOCUKLARI
16.01.2025
19. BÖLÜM
YENİ SAYALAR
🗞️
Arkadaşlar buraya küçük bir bilgilendirme bırakıyorum okursanız eğer aklınızdaki sorulara az da olsa cevap verebilirim diye umuyorum.
Arkadaşlar Güneş sadece albino değil, albino heterokromi.
Burada biraz sürprizi bozuyor gibi hissetsemde yapacak birşey yok 🥺
Bir gözün mavi, diğer gözün ise kahverengi olma durumu. Bunu aslında bölüm içinde anlatmak istiyordum ama aklınız karışmasın diye paylaşmak istedim.
Albinonun yanında birde heterokromi hastası olduğu için bu iki hastalık birbirini dengeliyor. Çünkü bilinenin aksine heterokromi bir hastalık değil, fiziksel bir özelliktir.
Albinizm (Albino) hastaları hakkında verilen hükümlerde asker veya polis olmaları gibi durumlarda çıkan kanunlar doğrultusunda izin veriliyor. Bunuda uzunca bir süre araştırmıştım ve ' Türkiye'nin beyaz melekleri' isimli bir araştırma gördüm. Albinizm hastası insanların kendi hak ve isteklerini belirttikleri hakkında konular ele alınmıştı. Kaldı ki Güneş'in albino oluşundan kendi timinin ve yetimhaneden beri birlikte olduğu Zülküf'ün bile haberi yok. Çocukluk travmaları yüzünden bunu herkesten saklıyor.
Albinizm bireyler, Onlarında diğer herkes gibi olduğu, tek farklılıklarının ten ve vücutta ki tüy ve saç renklerinin farklılıkları olduğunu belirtmişlerdi. Ki bence haklılar. Bu konudan önce onlar hakkında pek bir bilgim yoktu ama karşı karşıya kaldıkları önyargıyı görünce üzülmedim diyemem. Seksen küsurden fazla olan nüfusumuzda sadece üç ila dört bin albinizm hastası varmış. Biride bizim komşumuz. (Buraya random koyasım var ama muhtişimsel ciddiyetimi bozmayacağım 😁)
Ama tabii, göz veya görme bozukluğu olan hastalarda bu durum değişiyor. Çünkü bir birey Albino olmadığı halde bile görme bozukluğu yaşarsa belli bir düzeyin üzerinde bu durum görevine engeldir.
Kaldı ki Güneş, Kılıç Baydemir'in koltuğu için yetiştirilmiş. Albino olduğunu ve heterokromi olduğunu saklamış. Bununda muhkem sebebini ilerideki bölümlerinde anlatacağım.
Güneş'in heterokromi oluşunun saklanmasının nasıl mümkün olduğuna gelincede bir yerlerde gerçekten illegal bir tıp ve illegal bir teknolojinin geliştiğine inanıyorum ben. Ve aynı illegal teknoloji sayesinde Güneş'in farklılığı saklanıyor.
Birazda kurgusal alem canım 😅
Aklınızdaki soru işaretlerini giderebildiysem ne mutlu bana. Umarım bir yararı olmuştur. Aklınıza takılan bir kısım veya sormak istediğiniz birşey olursa bir tuş uzağınızdayım.
Okuma, oy ve yorum sayılarını aynı sayıda tutabilir miyiz acaba merak ediyorum. Geçen bir kitabı okurken bütün simgeler aynı düzeydi. En azından ben oy verip eşitliği bozana kadar 😂
Oy ve yorum yaparak bana destek olursanız sevinirim. ❤️
İyi okumalar ☺️
📃
GÜNEŞ ERNA BİR KADEHİNİZİ ALIR ARTIK 😉 O KADAR SPOİ ÇITLATTIK YANİ😁
📃
🗞️
Yol. Veya yollar. Hangisi daha fazla veya tehlikeydi bilmiyorum ama benim hayatım bu ikisinden oluşuyordu sadece. Karşıma hep yol ayrımları çıkıp duruyordu. Kendimden taviz vermem gereken, bazı zamanlarda kendimi bile unutmam gerek yol ayrımları.
Ne yapacağımı veya nereye gideceğimi bilmezdim böyle zamanlarda. Yolum vardı ama bana yol gösteren yoktu. Çok küçükken büyümüştüm ben. Hayır , diğer çocuklar gibi sıcak yuvalarda veya anne babamın şefkatli kollarında büyümemiştim ben. Seçtiğim yollar ve girdiğim yol ayrımları büyütmüştü beni.
Yanlış yaptığmda veya düştüğümde beni kaldıran bir babam yoktu. Babama rağmen herkesi karşısına alacak bir annem hiç olmamıştı. Olsaydı babamın aksine beni sever miydi bilmiyorum ama yinede yokluğu en az babamın varlığı kadar acı veriyordu bana.
İhtiyacım olan zamanlarda bana ön ayak olup yapmam gerekenleri anlatan bir annem yoktu. Doğum günlerimi kutlayan bir babam olmamıştı. Ben hiç çocuk olamamıştım. İçimdeki çocuğu, yine ben büyütmüş en derinime saklamıştım.
Ben babasını kahraman olarak değil cellat olarak gören kesimdim. Çünkü babam hiçbir zaman benim kahramanım olmamıştı. Onun hayatımdaki tek vasfı sahip olduğu cellatlığıydı. Amacı neydi bilmiyorum ama birçok şeyi başarmıştı benim nezdimde.
Duygularım ölmüştü.
Benliğim yoktu.
Cellat olmayı becermişti ama bende, ben hariç herşeyi öldürmüştü. Yaşayan bir ölüden farksızdım. Ama babamın istediği tam olarak buydu.
Ölü bir ölüm makinesi.
Varlığıyla yok ettiği hükümdarlığını varlığımla kazanmak istiyordu. Babam, uluslararsı illegal bir örgütün Türkiye ayağının iki şahından biriydi. Yapıları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bana bahsedilen sadece zamanı geldiğinde bir satranç tahtasında, bir şahın yanında kendimi bulacağımdı.
Ama öyle olmamıştı. Çünkü ben tıpkı babamın yaptığı gibi liderime ihanet etmiştim. Babamın ihanet ettiği kişiyi hiç öğrenmemiştim ama benim ihanet ettiğim adam babamdı. Onun eğittiği bir asker olarak onun karşısında yer almıştım. Asker olmam ne onun nede başka herhangi birinin aklına gelmişti. Tek bilen Ökten ve bendik. Öyle ki Aram ve Mazhar bile ben harp lisesinden mezun olduğumda öğrenmişlerdi.
Babam öğrendiğinde buna engel olmak için herşeyi yapacağına emindim. Buna kendimi hazırlamıştım. Ama mezuniyet törenime katılıp "Hayırlı olsun." Diyen bir Kılıç Baydemir'in varlığı beni bile dumura uğratmıştı.
Şimdiyse ölmüştüm. Gerçek anlamda. Ölüm haberimi herkes duymuştu. Duyması gereken herkes...
Gazete ve haber bültenlerinde çıkan birkaç dakikalık ve beş altı satırdan oluşan haberler kısa sürede hızlıca yayılmıştı. Kamptan örnekler alındığını biliyordum. Geriye kalan tüm ceset ve kemik parçalarından DNA örnekleri alınmıştı. Teker teker ölen terör örgütü üyelerinin kimlikleri paylaşılıyordu. Benim ölüm haberim verilen ilk isimdi çünkü bilinçli bir şekilde arkamda bıraktığım kan izleri, kıyafetler ve kızıl kurşun sayesinde ellerine sağlam kanıtlar vermiştim. Timin baskısı yüzünden DNA örneklerim incelenmiş, kanın ve depodaki kadın cesedinin bana ait olduğu onaylanmıştı.
Diyar ve timi en iyi şekilde ilgilenmişti sonuçlarla. Cenaze kaldırıldığı günden bu yana bir hafta geçmişti. Küçük bir mahallede bulduğum bir otelde kalıyordum. Mezarlıkta gördüğüm ismi araştırmaya çalışmıştım ama Zülküf kilit noktaydı. Elimden bir şey gelmediği için Zülküf'ün onu bulduğu gerçeğine inandırmıştım kendimi. Kardeşimizi bulmuştu ve sözde cenazemi onun yanına defnetmişti.
Bir haftadır oturmaktan başka birşey yapamıyordum burada. Kamptan kalan işkencenin izleri yüzümü hala terk etmediğinden kaldığım otel odasından dışarıya çok çıkmıyordum. Yüzümdeki morluklar yüzünden başıma iş gelmesini istemiyordum.
Sadece üç kez dışarı çıkmış, Taşlıtarla'da ki evime gitmiştim. Amacım Ömür'ü uzaktan da olsa görebilmekti ama birkez bile rastlamamıştık. Eve gelmiyor olmalıydı. Büyük ihtimalle Ökten'in evine yerleşmişti. Zaten ben yokken Ökten onu asla yalnız bırakmazdı.
Derin bir nefes alırken üzerime giyindiğim hırkanın yakalarını düzeltirken aynanın yanına bıraktığım şapkayı da başıma geçirdim. Siyah maskemi ve gözlüklerimide aldığımda odadan çıkmak için hazırdım. Salık bıraktığım saçlarım yüzüme dağıldığından pekte görünür bir halim yoktu. Yinede maskemi takıp çıktım odadan. Kapıyı arkamdan kilitlerken sakın adımlarla indim merdivenlerden. Girişteki küçük resepsiyonda bekleyen çocuğun baş selamına aynı şekilde karşılık verdikten sonra kendimi otelden dışarı atmıştım.
Ellerimi siyah pantolonumun ceplerine sıkıştırırken etrafıma bakıyordum. Mahalle her zamanki gibi kalabalıktı. Bana, daha çok saçlarıma bakan insanları görmezden gelirken kaldırım boyunca yürümeye başladım.
Pantolonumu siyah giyinmiştim ama üzerimde ki tişört ve hırkam beyazdı. Saçlarımın çokta dikkat çekmesini istemiyordum. Sokakta koşuşturan çocukları gülümseyerek izlerken otobüs durağına doğru yürüyordum. Vaktim çoktu ve bu defa yapacak bir şeyim yoktu. İstanbul trafiğine bir otobüsle katılıp zamanımı katletmek en azından boş boş oturmaktan daha iyi geliyordu.
Gelen otobüse binip kendimi boş bir koltuğa bıraktım. Yanımda oturan anne kıza gülümserken maskemi sanki mümkünatı varmış gibi yukarıya doğru çekiştirip ellerimi tekrar cebime soktum. Gözlerimi kapatıp olduğum yere iyice yerleştim.
"Elsa gibi di'mi?" Yanımdaki küçük kızın sesi kulağıma dolduğunda gülümsedim. Mevzu bahis Elsa ben oluyordum sanırım. "Sessiz ol kızım. Bak uyuyor abla."
"Tabii uyur! Olaf çok yaramaz görmedin mi sen? Hele Sven'le bir araya geldiklerinde çok çekilmez oluyorlar." Küçük kızın azarlar gibi çıkan sesi beni güldürürken dinlemeye devam ettim. Büyümüşte küçülmüş tam olarak bu küçük hanımefendi olmalıydı. "Kızım sen dayınla birlikte film mi izledin yine?"
"Anneciğim. Şimdi bu ablanın saçları beyaz ya hani..."
"Görüyorum kızım."
"Benim ki de kahverengi. O Elsa'ysa be de Anna'sı olabilir miyim?"
Annesi kısa bir an sessiz kaldığında gözlerimi açıp küçük kıza baktım. Beyaz yanakları hızla kızarırken kafasını annesinin göğsüne gömdü. Utanmıştı. "Anna ablasından çekiniyor mu?"derken küçük ellerinin altından bana baktığının farkındaydım. Gülümsedim. "Anna olmak istemiyor musun?" Başını annesinin göğsünden kaldırıp çekingen bir ifadeyle bana bakarken "Ben Anna'yım ki."dedi. "Sende Elsa'sın."
Başımla onu onaylarken hala gülümsüyordum. "Ama sen niye böyle sakladın ki kendini?" Yüzünü yüzüme yaklaştırırken niyetini anlayıp başımı ona doğru eğdim. "Olaf'tan kaçıyorsan eğer bana söyleyebilirsin."kulağıma dolan küçük fısıltısını büyük bir dikkattle dinlerken "Hayır."diye yanıtladım onu. "Olaf'tan değil Sven'den kaçıyorum."
Başını aşağı yukarı sallarken küçük ellerini yukarı kaldırıp baş parmağını içeri kıvırarak ellerini açıp kapattı. Bu hareketiyle kaşlarım çatılırken "Eğer tehlikedeysen böyle yap."dedi. "Ben seni anlarım." Yardım işaretiydi bu. Birkaç sene önce ki virüs zamanlarında ortaya çıkmış ve çokça yayılmıştı. Gözlerim küçük kız ve annesi arasında gidip gelirken küçük kızın sözleriyle bir kez daha ona bakarken buldum kendimi. "Annem, Furkan abi yanına gelince öyle yapmıştı. Sonra pol-"
"Ecem, kızım başını ağrıtıyorsun ablanın."kadının telaşlı sesi aramıza girdiğinde küçük kızın gözleri mahcubiyetle yeri buldu. "Başın ağrıdı mı abla?"diye soran çocuğa"Hiç ağrımadı."diye cevap verirken gözlerim annesinin üzerinde dolaşıyordu. Kadının telaşlı gözleri benim üzerimde dolaşırken "Hadi." Dedi kızına. "Bu durakta iniyoruz." Kadın oturduğu koltuktan kalktığında kucağındaki çocuğu da kendiyle beraber kaldırmıştı.
Ben tekrar konuşmak için hareketlendiğimde Ecem çok şükür ki bunu benim yerime yapmıştı. Küçük elleri pantolonumu tutarken "Benimle oynamaya gelir misin?" Diye sordu. "Hem belki Olaf ve Sven'de seninle gelir." Başımla hemen onaylarken "Gelirim tabii."dedim. Yüzündeki gülümseme büyürken annesi hala Ecem'i ikna etmeye çalışıyordu. "Biz buradaki çocukların mavi pelerinli kahramanıyız Elsa biliyor musun? Acıkınca annem hemen mavi önlüğünü giyinip onlara yemek yapıyor."
"Ecem hadi kızım! Geç kalıyoruz." Kadın kızını kolundan tuttuğu gibi kucakladığı da kısa bir an arkasından bakakalsamda gülümseyerek bana el sallayan Ecem'e karşılık vermeyi unutmadım. Kadın, şoföre ineceklerini söyleyip Ecem'le beraber arabadan indiğinde gözlerim hala üstlerindeydi.Oysa ben konuşmak isterdim. Kadın böylesi endişelendiğine göre tedirgin olmasına sebep olan şey onu gerçekten korkutuyor olmalıydı.
Ecem'in gidişinin ardından tekrar gözlerimi kapatıp arkamdaki koltuğa yaslandım. Eğer erkenden dönersem yine aynı otobüsü kullanırdım. Belki akşam üstü burada onlara tekrar rastlayabilirdim bile.
İki durak kadar sonra bende otobüsten indiğimde evimin olduğu sokağa varmıştım. Kaldığım mahallede fazla kimseyle tanışma imkanım olmamıştı. Hatta tanıdığım kişileri bile sadece sima olarak bildirdim. Mahallede ismini bildiğim tek şey her sabah koşusunda karşılaştığım imamdı. Onunda şimdi burada olup olmadığını bile bilmiyordum.
Ama benim dışımda tüm mahalle birbirini tanırdı. Eski mahallelerden olduğunda yüksek binalar değil, müstakil evler vardı daha çok. Çoğu zaman kadınların akşamları toplandığını veya genç tayfanın sokaklarda eğlendiğini biliyordum ama kimseyle birebir muhatabım olmamıştı.
Eve doğru yürürken hızla gelen bir bedenin bana çarpmasıyla irkildim. Bedenime sertçe çarptığı için sızlayan yaralarım yüzünden ağzımdan kaçan iniltiye engel olamamıştım."Kusura bakmayın. Acelem vardı benim-" başını kaldıran çocukla göz göze geldiğimizde tam şu an beklediğim tek şey yarılan yerin beni içine almasıydı. Ama olmadı. Kaç defa görmek için buraya gelmiştim ama şimdi uzaktan izlemek isterken yanımda bitmesini beklemiyordum.
Ellerim bir kez daha yüzümdeki maskeyi çekiştirdiğinde gergince gözlerimi kaçırdım karşımdaki çocuktan. Gözlerim o hariç her yerde gidip gelirken "Sizi tanıyor gibiyim."diyen sesiyle birkez daha irkilirken yerdeki gözlerimi kaldırıp yüzüne baktım.
Daha fazla görmezden gelecek değildim. Beni bu halde tanıyacak değildi. Hele ki gözüken tek yer gözlerimken. Konuşmadan yüzüne baktığımda çattığı kaşlarıyla beni izliyordu. Ellerimi oynatıp işaret dili kullandığımda her ihtimale karşılık"Ben tanımıyorum sizi." Dedim. Sesimi duyması beni tehlikeye atardı. İşaret dili biliyor muydu bilmiyorum ama eğer biliyorsa bile kendimi tehlikeye atanmama gerek yoktu.
Beklediğim gibi beni anlamadığında bir süre ellerime baktı. Sonra tekrar gözlerime çıkardı gözlerini. "Konuşamıyor musun?" Sorusuyla başımı aşağı yukarı salladım. "Kusura bakma o zaman. Acelem vardı, seni göremedim. İyi misin?" Başımı salladım. Gözleri yorgun duruyordu. Zayıflamış gibiydi de. Bu hali modalimi bozarken sıkkın bir nefes verdim. İyi bakmıyordu kendine.
Gözlerim elinde taşıdığı poşetlere kaydığında tekrar birkaç metre ilerimizde kalan eve baktım kısaca. Çenemle elinde tuttuğu poşetleri işaret edip tekrar "Yardım edebilir miyim?" Diye sordum.
Beni anlamadığı için tek yaptığı hareketlerimi izlemekti. Gözleri belli bir süre elindeki poşetler ve ben arasında gidip geldiğinde "Gerek yok "dedi. "Zaten geldim." Israla elindeki poşete uzanmaya çalıştığımda tek niyetim onu daha fazla görebilmekti. Sonunda inadı bırakıp "Aslında çok iyi olur."dedi gülümseyerek. "Ev zaten burada. Ama ellerim kopmadı desem yalan olur." Ellerim poşetlere doğru bir kez daha uzandığında birkaç tanesini çekip aldım ondan. Konuşmak yerine yürümeye başladığında birkaç dakika içinde eve ulaşmıştık. İlk basamağa adımımı attığımda "Bekle biraz."diyen sesiyle duraksadım. "O ev değil. Burası."
Başıyla işaret ettiği yere baktığımda alt katın kapısını gösterdiğini fark ettim. Başımı onaylarcasına sallarken adımlarımı oraya doğru yönelttim. Kapıyı açıp geçmem için yol verirken kapıyı kilitlemediğini görmek beni gülümsetmişti. Eve girmek yerine antrede bekleyip onunda ayakkabılarını çıkarmasını bekledim önce. Yanıma gelip "Bunları mutfağa bırakalım."dediğinde peşinden yürüdüm sadece. Aşinası olduğum evde göz gezdirirken elimdeki poşetleri mutfağa bırakıp doğruldum. Üzerine giyindiği sweatshirt neredeyse yeri boylayacaktı. Eğer böyle devam ederse yakında kıyafetlerini çocuk giyimden alması gerekirdi bu çocuğun. Onu izlemeye son verirken derin bir nefes aldım.
Artık gitsem iyi olurdu. Elimle önce kendimi sonra arkamdaki kapıyı işaret ettiğimde "Teşekkür ederim"dedi. "Ve az öncesi için tekrar kusura bakma." Başımı sorun yok der gibi salladığımda gözlerim mutfakta dolaşıp duruyordu. Hala bıraktığım gibiydi. Çok birşey değişmemişti ben yokken. Bu eve sadece aldığım şeyleri bırakmak için giriyordum. Birde izin günlerimde tuttuğum temizlik personelleriyle birlikte ayda bir kez fazladan uğrardım.
Gözlerim çöp kutusundan taşan kahve poşetlerini bulduğunda kaşlarım havalanmıştı. Paketler hala doluydu. Evdeki kahveleri çöpe mi atmıştı? Bakışlarım tekrar yanımdaki çocuğu bulduğunda neye baktığımı anlamış gibi "Kahve sevmem ben."dedi. "Burada da içen kimse yok. İçmesinler zaten..."diye mırıldandığında kalkan kaşlarımla ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Kahve içerdi. Ben kahve bağımlısı olarak Ömür'ün yanımda olduğu her gün kahve içerdim ve o da her seferinde bana eşlik ederdi. Ensesinde ki elini indirip kapıyı gösterdiğinde "Ben geçireyim seni."dedi. Anlaşılan vaktimiz dolmuştu.
Arkamı dönüp mutfaktan hızlı adımlarla çıkarken antreye geçip az önce çıkardığım spor ayakkabılarımı giyindim. Arkamdan geldiğinde ben çoktan ayakkabılarımı giyinmiş, evden çıkmıştım. Arkamdan bana bakarken bir kez daha "Kusura bakma tekrar."dedi. Elimi kısaca sağa sola sallayıp yürümeye başladım. Açık kapının önünde durmuş, beni izliyordu arkamdan.
Hala orada olup olmadığına bakmak için arkamı döndüğümde uzaktanda olsa eğdiği başını gördüm. Maskenin altında göremeyeceğini bilsem dahi gülümseyerek aldım selamını. Tekrar önümü dönüp ilk adımı attığımda arkamda bağırmasıyla tekrar durmak zorunda kaldım. "ÖMÜR BEN!"diye bağırdı arkamdan. Bir kez daha gülümsedim. Ömür'dü o.
Ömür'le olan zamanımızın vaktinin ederi yoktu ama benim için yeri hep ayrı kalacaktı. Çünkü Ömür, biriktirdiğim gerçek dostlardan biriydi.
...............
Önümdeki sokağa boylu boyunca göz gezdirirken elimle ağrıyan başımı ovdum. Lanet olası lokantalar neden bu kadar fazlaydı ki! Elimdeki su şişesinde kalan son yudumlarıda içip şişeyi yanımdaki çöp konteynerine atarken önünde durduğum lokantaya girdim daha fazla oyalanmadan. Kasada bekleyen ihtiyar adama doğru yürürken "Merhaba."dedim kısaca.
"Merhaba kızım. Buyur boş masalardan birine geç. Ben gönderiyorum çocukları."
"Ben yemek için gelmedim efendim. Birşey sormak istiyordum."dediğimde ihtiyar önündeki defteri kapatıp bakışlarını bana dikti. "Buyur kızım."
"Ben anaokulu öğretmeniyim."dedim aklıma gelen ilk yalanı sıkarken. "Bir öğrencimin annesi burada bir lokantada çalışıyor ama ismini bilmediğim için sokaktaki tüm restoranlara baktım. Acaba burada olabilir mi kendisi?"
"Bizim personellerden çocuğu olan yok kızım. Ama tarif etsen tanırım belki. Buralarda çalışıyorsa illa rast gelmişizdir."
"İsmi Ecem öğrencimin. Kahverengi saçlı, küçük bir çocuk. Mor bir mont vardı bugün okula gelirken." Sabahki konuşmamızı hatırlamaya çalışırken Ecem'in mavi önlük dediği anlar gözümün önüne geldi. "Birde mavi önlükle ilgili birşeyler söyledi. Sanırım genellikle öğrencilerin tercih ettiği bir mekan." Diye ekledim sözlerime. Başını aşağı yukarı sallarken"Sen aşağıdaki lokantayı diyorsun kızım o vakit"dedi eliyle çalışanlardan birini çağırırken. "Bizim çocuk seni götürsün."
"Gerek yok aslında."dedim bize doğru gelen çocuğa bakarken. "Bana yerini tarif etseniz yeter. Giderim ben."
"Sen bilirsin madem. Buradan bir alt sokağa gir öğretmen hanım. Büyükçe bir yer zaten. Kapısının önünde de büyükçe bir balon var. Yanlış hatırlamıyorsam o da mavi önlüklü bir oyuncaktı." Tebessüm ederken "Teşekkür ederim efendim."dedim. "Hayırlı işler, teşekkür ederim."
"Ne demek öğretmen hanım. Hayırlı günler."
"Sizede." Lokantadan çıkıp tekrar az önce altını üstüne getirdiğim sokağa girdim. Anlaşılan kadın biraz erken inmişti otobüsten. Sıkkın bir nefes verirken adamın tarif ettiği yere doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Ecem'in otobüste söyledikleri aklıma takılmıştı. Bu hareketi biliyor olması iyiydi. Ama kullanmaya ihtiyaç duymuş olması pekte normal karşılayacağım birşey olamazdı. Ev içi şiddete şahit belkide dahada kötüsü muhatab olmalıydı. Kendi olmasa bile annesi, ki buda bir şey değiştirmezdi. O çocuğun geçmişinde hatta belki de şimdisinde şiddet vardı. Bir kez görsem içim rahat ederdi.
Ömür'ü erkenden görüp üstüne konuşmak zorunda kaldığımdan vaktim fazlasıyla artmıştı. Sokakta saatlerce bekleyip Ömür'ün yolunu gözlememe gerek kalmamıştı. Artan vaktimi Ecem ve annesini kontrol etmek için harcayabilirdim. Saat daha beş olmamıştı. Yani kadın büyük ihtimalle hala iş yerinde olmalıydı. Ecem'i de yanında götürdüğüne göre hala ikisinin yan yana olmasını umuyordum.
Derin bir nefes alıp köşeyi döndüğümde aradığım sokağa girmiştim. Girer girmez gözüme çarpan şeyle sinirle güldüm.
Karşımda şişme balondan yaklaşık üç metrelik bir figür duruyordu. Aramızda yaklaşık beş altı metre mesafe vardı. Figürün eli sürekli hareket edip "Gel."der gibi işaret ederken bunu nasıl olurda göremem diye düşündüm. Üzerinde mavi bir önlük vardı figürün ve restoranın dışındaki masalar bile tıklım tıklım öğrenci doluydu.
Adımlarım hız kazanırken tekrar maskemi takıp saçlarımı elimle iyice önüme çektim. Kalabalığın arasından sıyrılıp restorana girdiğimde gözlerim içeride dolaşmaya başlamıştı. Kadın buralarda bir yerlerde olmalıydı. Garsonların yüzüne dikkatle bakarken kasadaki kalabalık yüzünden çalışanın yanına gidemiyordum. Yanımdan geçen kadın bir garsonu kolundan yakaladığımda "Bir şey sormam gerekiyor." Dedim. Kolunu elimden kurtarırken asık suratıyla "Dinliyorum." Dedi.
"Benim bir öğrencimin annesi burada çalışıyor."diyerek ihtiyar adam söylediğim yalanımı devam ettirdim. "Kendisine ulaşmaya çalıştım ama olmadı. Siz tanıyor musunuz kendisini acaba?"
"Çalışanlarımızdan çocuğu okula giden kimse yok diye biliyorum ben." Derken yüzüne meraklı bir ifade eklenmişti. "Tekrar düşünün lütfen. İsmi Ecem öğrencimin. Hatta bugün mor bir mont vardı üzerinde. Kahverengi saçlı tatlı bir çocuk." Kaşları kalkarken araya birkaç adım mesafe koyup geriledi. "Ayça ablanın kızı okula gitmiyor."derken sesi sertti. "Kimsin sen? Niye arıyorsun onları?"
"Kreşimize yeni başladı kendisi. Okul öncesi eğitim veriyoruz."derken sesimi elimden geldiğince ılımlı tutmaya çalışıyordum. "Kusura bakmayın ama küçük bir çocuğun öğretmeni olabilecek gibi durmuyorsunuz." Sinirle sarf ettiği cümleler yüzünden öfkelenmeye başlarken manidar bakışları kollarımdaydı. Gözlerini takip edip nereye baktığını anlamaya çalıştım.
Gözleri hırkanın kayarak açık bıraktığı bileklerimdeydi. Prangalardan kalan izlerde. Derin bir soluğu içime çekerken"Bak,"diyerek konuşmaya devam ettim. "Ayça'ya veya Ecem'e zarar verecek değilim. Şiddet mevzusunu biliyorum tamam mı?"derken yüz ifadesini izliyordum. Kireç gibi olan yüzü ve benden köşe bucak kaçırdığı gözleri tahminlerimde yanılmadığımı gösteriyordu.
Düşüncelerimin doğru olduğunu bilmek canımı sıkarken "Neredeler?" Diye sordum. "Sadece Ecem ve annesinin iyi olduğunu bilmek istiyorum. Onlara zarar verecek değilim." Gözleri benden ayrılıp arkamdaki bir noktaya kaydığında nereye baktığını görebilmek için bende arkamı döndüm. Çalışanlar haricinde girilemeyeceği yazan koridora bakıyordu. Kaşlarım çatılırken "Oradalar mı?"diye sordum. "Burası bu kadar kalabalıkken neden arkada?"
"Gitmesi gerekiyordu."diye mırıldanan kızla sinirlerim iyice gerilirken "Artık konuşacak mısın?"diye sordum dişlerimin arasında. Ama hayır, bu kız konuşacağa benzemiyordu. Son kez baktıktan sonra arkamı dönüp etraftaki kalabalığı yararak koridora doğru koşmaya başladım. Arkamdan bana bağırdığını duyuyordum ama duramazdım. Birkaç kişiye çarptığımda üzerime dökülen sıcak şeye aldırmadan koridora girip etrafa bakındım.
Karşıma çıkan büyük kapıya girdiğimde büyük bir mutfakla karşılaşmıştım. Nefes nefese etrafıma bakınırken "Ayça!"diye bağırdım. Mutfaktaki gürültülü sesler benim bağırmamla kesilmişti. Herkesin odak noktası bir anda ben olurken "Ayça nerede?"diye sordum. "Gördünüz mü onu? Ecem'le Ayça'yı gördünüz mü?!"diye gürlediğimde önümdeki beyaz önlük giyinen aşçılardan biri "Arka çıkışa giderken gördüm."diye cevapladı beni. "Arka çıkış nerede?" Kaşlarımı çatmış karşımdaki adamın vereceği cevabı bekliyordum. Konuşmak yerine aval aval yüzüme baktığında sinirle "Şu lanet kapının yerini biri söylesin artık!"diye bağırdım.
İçerideki çalışanlardan biri "Koridorun sonundaki çelik kapıdan çıkın."dediğinde hiç beklemeden mutfaktan çıkıp koşmaya başladım. Önümdeki çelik kapıyı aralık gördüğümde düşünmeden kapıyı açıp kendimi dışarı attım. Soluk soluğa etrafa bakarken gördüğüm ilk şey boş bir sokak olmuştu. Diğeriyse bir köşede oturmuş yaşlı gözlerle bana bakan Ecem. Dudaklarım benden bağımsız bir küfür savrulup giderken Ecem'e doğru koştum.
Sırtını duvara yaslamış, dizlerini kendine çekmişti. Dizlerinin etrafına doladığı kollarının üzerine yasladığı kafasını hafifçe kaldırmış bana bakıyordu. Gözlerindeki yaşları gördüğümde sinirden köpürüyor gibi hissetmiştim kendimi. Ama ellerini gördüğümde bütün sinirim kıyıya vurmuş, kayalara çarpmıştı.
Sağ elinin baş parmağını tıpkı otobüste yaptığı gibi içeriye doğru kıvırmış, parmaklarını açıp kapatıyordu. Önüne geldiğimde panikle diz çöküp çenesinden tutarak başını yukarı kaldırdım. "Ecem? İyi misin ablacığım? Bana bak hadi kuzum." Yanaklarını avuçlarımın arasına alıp yüzündeki yaşları parmaklarımla silerken kalbim korkuyla çarpıyordu. "İyi misin birtanem?" Derken panikle bedenini süzüyordum. Birşey olmuş muydu? Neyi vardı? Niye ağlıyordu?
"Ablam hadi konuş benimle. Bak Elsa geldi. Ben geldim. Konuş benimle kuzum, lütfen." Bedeninde birşey olmadığına emin olduğumda yüzüne odakladım gözlerimi. Etrafında çöp konteynerleri ve boş kutular vardı. Onu bu kadar çabuk farketmem şansmaydı."Kuzum, konuşmayacak mısın benimle?" Derken Ecem'in gözyaşları hızlanmış, hıçkırıkları artmıştı. Fark ettiğim eksikle beynimde şimşekler çakarken "Annen..."diye fısıldadım. "Ecem, Ayça nerede? Annen nerede Ecem?" Ben Ecem'i konuşturmaya çalışırken arkamdaki kapının oradan sesler geldiğini duydum.
Ecem'in yaşlı gözleri sokağın başındaki yolu gösterdiğinde ağlaması şiddetini artırmıştı. Arkamı dönüp bizi izleyen insanlara baktım. Mutfaktan birkaç kişi ve takım elbiseli bir adam vardı. Gözlerim konuştuğum garson kızı bulduğunda Ecem'i gösterip "Yanında kal."dedim. "Annesini alıp geleceğim." Başını hızlı hızlı sallarken hızlıca yanımıza gelip benim yanımda diz çöktü. Ecem'in kahve saçlarına küçük bir öpücük kondururken "Anneni getireceğim sana prenses."dedim. "Ama ben gelene kadar ağlamamalısın. Anlaştık mı?"
"Polisi ara."derken yanımdaki garsona bakıyordum.Ecem'i kızın kollarına bırakır bırakmaz ayaklanıp sokağa doğru koştum. Ayça kızını aklınca burada gizleyip kendini yem olarak ileri atmış olmalıydı. Kalbim ağzımda atarken nereye gideceğimi kestirmeye çalışıyordum. Yollardan biri ana caddeye giderken bir diğeri harabe görüntüsüyle uzak dur diye bağırıyordu.
Ayça kaçmaya çalıştıysa eğer ana caddeye çıkmış olmalıydı. Ama eğer kaçırılmaya çalıştıysa eğer de harabe olan kısma. Gözlerim yerdeki beton yolda gezinirken sürüklenen çöpleri görmemle yönümü çevirmem bir oldu. Ayça yalnız değildi. Gideceği yolu seçen o değildi.
Kahretsin!
Adımlarım hız kazanırken etrafımda herhangi bir ses duymayı umuyordum. Bağırmalı, yardım istemeliydi. Panikle koşustururken girdiğim sokakta karşıma çıkan bir diğer yol ayrımıyl durmak zorunda kaldım. "Siktir ama ya!" Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken sinirle yanımda duran teneke kovaya geçirdim tekmemi. Çıkan ses dar sokakta yankı yaparken ben hala nereden gideceğime dair bir iz arıyordum.
Dizlerimin üzerine çöküp tek elimi dizime yasladığımda aynı anlarda kulağıma çalınan çığlıkla tüylerim ürperdi. Çöktüğüm yerden hızla ayaklanırken sesin geldiği yöne doğru koşmaya devam ettim."YARDIM EDİN! KİMSE YOK MU, ÖLDÜRECEK BENİ!" Ayça'nın sesi gittikçe bana yaklaşırken nefesimi tuttum. Titreyen sesine çığlıklar eşlik ederken ses artık çok yakından geliyordu.
Ve bingo!
Çıkmaz bir sokağa girdiğimde gözüme ilk kestirdiğim bana arkası dönük, havaya kaldırdığı elinde bıçak tutan bir adamdı. Gözlerim hızla yerde geriye doğru sürüklenmeye çalışan Ayça'yı bulduğunda bir an nefesin nasıl alındığını bile unutmuş gibiydim. Hayır, bu kadın benim sabah gördüğüm kadınla aynı kişi olamazdı.
Yüzü gözü dağılmış, kızıla boyanmıştı. Dağılmış yüzüne bakarken hissettiğim tek şey saf bir nefret olmuştu. İşaret parmağımı sinirle dudaklarımın üzerine kapatıp bana korkuyla bakan Ayça'ya susmasını işaret ederken başımla önündeki adamı gösterdim. Diğer elimi yukarı doğru kaldırıp bağırmaya devam etmesini işaret ederken seri adımlarla onlara doğru yürüyordum. Ayça korkuyla "Git artık, rahat bırak bizi!"diye fısıldadığında önümdeki şerefsizin "Kes!"diye gürlediğini duydum.
"Vereceksin o çocuğu bana Ayça! Ya o çocuk ya sen!" Ayça başını iki yana sallarken "Asla!"diye bağırdı. "Kızımı sana vermeyeceğim!"
"Vereceksin!" Tek elimle bıçağı tuttuğu elini hızlıca kavradığımda diğer elimde eş zamanlı olarak çenesini kavramıştı. "Anca ecelini alırsın orospu çocuğu!" Tuttuğum elini hiç beklemeden kendime doğru çevirdiğimde önce çığlığı doldu kulaklarıma sonrada yere düşen bıçağın tok sesi.
Ayaklarımın önüne düşen bıçağı itekleyerek kendimden uzaklaştırırken tuttuğum çenesini tüm gücümle sıktım. Çevirdiğim elini bir kez daha bükerek kırdığımdan emin olduğumda tek ayağımı ayağına dolayıp tökezlemesini sağladığımda diğer elimide boynuna dolayıp yanımızdaki duvara doğru çektim bedenini.
Sağlam olan eliyle uzanıp kafamı tutmaya çalıştığında kafamı geri çekip engelledim onu. Ayça hala bağıra çağıra ağlamaya devam ederken "Yardım edin!"çığlıkları atmaya devam ediyordu. Tuttuğum çenesini bırakıp saçlarını sıkıca tutarken yüzünü duvara gömdüm. Ellerimin altındaki beden acıyla bağırırken "KİMİ ALIYORSUN LAN SEN?!" Diye bağırdım. Bir kez daha sertçe vurdum kafasına. "KİMİ-"
Bir kez daha vurdum. Acımadım."İSTİYORUM-" burnundan gelen ses beni dahada çıldırtırken gözlerim önüne gelen tek şey Ecem'in yaşlı gözleriydi. "DEDİN LAN SEN?!" hızımı alamayıp iki elimle saçını kavradığımda kafasını ardarda duvara vurmaya devam ediyordum. "ŞEREFİNİ SİKTİĞİMİN HAYSİYETSİZİ! PUŞT HERİF LAN! KİMİ KİMDEN-" Bedeni ellerimin arasından kayıp yere düştüğünde bu defa düşen bedenini tekmelemeye başladım. "ALIYORSUN LAN İT?!"
"Dur! Dur lütfen öldüreceksin!" Kolumda hissettiğim eli geri iterken tekmem bir kez daha önümdeki bedene doğru savruldu. "Dur!" Bir kez daha vurdum.
"DUR ARTIK O ECEM'İN BABASI!"
Tekme atmak için kaldırdığım ayağım bu sözlerle tekrar yere basarken başımı yavaşça yanımda ağlayan kadına çevirdim. Bitik haldeydi. Ağlıyordu ama korku dolu gözleri benim üzerimdeydi. "Öldüreceksin onu. Ben Ecem'e ne derim."
"Ecem..."dedim yutkunurken. Gözlerim tekrar önümdeki adama kaydı. Gidiyordu. Önümdeki adamın son haline insan demeye bile bin şahit isterdi. Onun durumundan önce Ecem ve yanımdaki kadının olduğu halı düşündüğümde öfkemi tekrar üzerime geçirmiştim.
"Ecem böyle bir babayla büyüyeceğine, ölü bir babanın ardında kalabilir!" Kadın başını hızla sallarken"Olmaz."dedi hıçkırıklarının arasından. "Ecem daha onu göremedi bile. Ölemez. Ona baban öldü diyemem. Bunu ona yapamam." Sinirle saçlarımı geriye atarken "Telefonun var mı?"diye sordum öfkeyle. Elleri pantolonunun cebine giderken"Polisi ara."dedim. "Gelip alsınlar şunu. Durumunu bildir." Başını hızlı hızlı sallarken çıkardığı telefonuyla uğraşmaya başladı. Gözleri çekingen bir şekilde beni bulduğunda"Yaşıyor mu?" Diye fısıldadı. Yaşamasını istediğini gözlerinden bile anlayabiliyordum.
Herşeye rağmen kızının babasını yaşatmaya çalışıyordu.
Soluklarımı sinirle bırakırken hırsla dizlerimin üzerine çöküp işaret parmağımı kan gölüne dönen boynuna doğru uzattım. Parmağım şah damarının üzerindeki ritime denk geldiğinde öfkem artmıştı. "Yaşıyor puşt herif!"
Elimi çekip tekrar ayaklandığımda Ayça'ya yöneldim. "Sen iyi misin?"
"İ-iyiyim ben. Ama Ecem, Ecem'i bıraktım ben." Gözyaşları hızla artarken "Ecem'i garsonlardan birine bıraktım."dedim. "İyi. Onu ben buldum ve güvende. Sen nasıl olduğunu söyle bana."
"Ben iyiyim. Sen nasıl buldun beni? Sabah otobüste gördük biz seni. Kimsin sen?"
"Ecem'in tavrından şüphelenmiştim. Kontrol etmek için gelmiştim ve bugün yaptığım en mantıklı şey bu, inan bana!"
Ayça sessiz kalırken ben çöktüğüm yerden kalkmaya yeltendim ama beni tutan eller duraksamamı sağladı. Gözlerine tekrar korku bulanmıştı. "Ne oldu?" Cevap vermeyince ellerim omuzlarını buldu. Hiç çekinmeden sertçe omuzlarını sarsarken "Ne oldu Ayça?"diye tekrarladım sorumu. "Aradı. Aradı gelecekleri!"
"Kim gelecek?!"
"Arkadaşlarını çağırdı! Geleceğiz dediler. Geliyorlar."
"Siktir ama ya!" Etrafıma göz gezdirirken kolumu tutan kadını bu defa ben kollarından kavradım. Yakınımızda ki merdiven boşluğu gözüme iliştiğinde kollarından tuttuğum kadını oraya doğru çekiştirdim. Dar koridora doğru onu itekleyip "Polisler gelene kadar buradan sakın çıkma!" Dedim sertçe. "Ama sen-"
"Ben etrafı kolaçan edeceğim. Sen buradan çıkmıyorsun anladın mı beni?" Başını sallarken "Sende gel."dedi. "Kalabalık gelecekler. Onlar tek gezmezler."
"Ben tek takılmayı severim ama. Şanslarına küssünler." Ayça'yı içeriye doğru itekleyip yanımdaki büyük konteyneri girişe doğru çekip önünü kapattım. "Buradan çıkma. Ecem'e anneni getireceğim diye söz verdim. Eğer bu adam yüzünden Ecem'e geri dönemezsen Ecem'in bir babası olmaz. Sana söz veriyorum öldürürüm onu. Anladın mı beni?" Korkuyla başını sallarken sokakta yankılanan tekerlek sesiyle kafamı çevirdim.
Sokağın başını kapatan arabayı ve içinden inenleri gördüğümde sıkkın bir nefes daha verdim kaçıncı olduğunu saymadan. Altı kişiydiler. Gözleri yerdeki adam ve ben arasında dolaşıp dururken onları dövüp dövememe ihtimalini gözden geçiriyordum.
Alırdım hepsini. Ama dört aylık bir işkenceden çıkan bedenim daha fazla hasar alırsa bu benim için hiç iyi olmazdı. Ayça'ya kısaca bakıp onu kimsenin göremeyeceğine emin olduktan sonra karşıdaki adamlara doğru "TİPİNİ SİKTİKLERİM!"diye bağırdım. Gözleri hızla beni bulmuştu. Kanlı elimi havaya kaldırıp önlerinde sallarken "ARKADAŞINIZIN TİPİNİ BEN BECERDİM!" dedim sinirle.
Benim peşimden gelirlerse eğer Ayça'yı rahat bırakırlardı. Beklediğim gibi olduğunda hepsi üzerime doğru koşmaya başladı. Hiç beklemeden bende onlara arkamı dönüp sokak boyu kaçmaya başladım. Peşimden bağırıp çağırıyirlardı ama hayır, bugünü karakolda kapatmak gibi bir niyetim yoktu. O yüzden ne polise nede arkamdaki fazlalıklara yakalanamazdım.
Gördüğüm ilk sapaktan araba seslerinin gümbür gümbür geldiği bir sokağa daldığımda kendimi büyük bir pazarın ortasında bulmuştum. Kalbim göğüs kafesimi döverken arkamdan gelenlere bakma gafletine düşmüştüm. Kısrak at gibi peşimden geliyorlardı. Şansıma sövmeyi unutmazken pazarı yara yara koşmaya başladım. İçinden geçtiğim tezgahları birbirine katarken önüme atlayan adama tezgahtan aldığım portakalı fırlattım.
Portakalı suratına yedikten sonra geriye doğru sendelediğinde onuda ensesinden kavrayıp diz kapağımı karın boşluğuna geçirdim. Ellerimi çektiğim adam yanımızdaki iç çamaşır tezgahına yığılıp kalırken etrafımızdaki insanlar çığlık çığlığa etrafımıza toplanıyorlardı. Çeneme indirdiğim maskemi tekrar yüzüme çekip kendimi sakladıktan sonra koşmaya devam ettim. Gözüme kestirdiğim sokağa daldığımda sokağın başındaki düğün salonunu görmemle gülümsedim.
Kalabalıktı. İşime yarardı. Hızımı kesmeden salona doğru ilerlediğimde çok geçmeden salonun girişine varmıştım. Ben girdiğim sırada sokağın başında görünen adam beni diğerlerine gösterip arkamdan bağırırken ben kendimi çoktan salona atmıştım bile. Koşmaya bir son verip hızlı adımlarla yürümeye başladığımda gözüme kestirdiğim odaya doğru yürüyordum.
"Personel odası." Yazıyordu. İlla ki giyinecek birşeyler bulunurdu orada. Saçlarımı ve kıyafetlerimi değiştirip buradan tüyebilirdim. Odaya hızlıca girip arkamdan kapıyı kapattım da sonunda rahat bir nefes alabilmiştim. "Neden bu kadar geç kaldın sen?" Arkamda duyduğum sesle havaya bir nevi sıçrarken elimi deli gibi atan kalbime yaslayıp arkamı döndüm. Önümde bir kadın durmuş bana bakıyordu. Göğsünde kavuşturduğu kolları ve çatık kaşlarıyla beni izlerken bir anda kolumdan tutup peşinden çekmeye başladı beni.
"Ben-"
"Sen geç kaldığın için sonra özür dilersin. Şimdi üzerini değiştirmen lazım. Hemen kostümünü giyinip geliyorsun." Cevap vermem izin vermeden beni kolumdan tutup üzerimede birkaç elbise savurduğunda itiraz etmek için hazırlanıyordum ama kucağıma düşen kıyafetler canına minnetti. Elbiseleri süzerken kadın "Ben çıkıyorum. Giyin ve gel."dedi. Konuşmama bile izin vermeden odadan çıktığında arkasından hızlıca gidip kapıyı kilitledim.
Elbise aradığım doğruydu ama bunları değildi. Ama bunları giymesem benim bana hatrım kalırdı. Elimdeki kıyafetlere bakarken hiç beklemeden üzerimi çıkarmaya başladım. Ayak bileklerime kadar inen siyah, saten kumaştan mavlana eteği giyinip üzerine de kadının verdiği penyeyi geçirdim. Uzun kolları, elimin üstüne kadar geliyordu. Bisiklet yakasını düzeltip yaralarımın görünüp görünmediğini kontrol ettim hızlıca. Kenarda duran sıfır taban bağlamalı babet ayakkabıları da ayağıma geçirdiğimde dağınık saçlarımı elimle hızlıca toparlayıp odadaki makyaj masasının üstünde bulduğum tokayla saçlarımı aşağıdan toplayıp düşük bir at kuyruğu yaptım.
Son halimle aynanın karşısına geçtiğimde hiçte fena görünmüyordum. Kıyafetleri tanıyordum. Büyük ihtimalle geleneksel bir oyun oynanacaktı. Ve tahminimce de Kafkas. Üzerimi son kez kontrol edip çıkardığım parçaları bir kenara bırakarak açtım kapıyı. Ama yine beklemediğim bir şey olmuştu. Çünkü az önce odadaki kadın ve büyük ihtimalle dans ekibinin tamamı beni kapının diğer tarafında bekliyorlardı. Kadın kolumdan tutup beni sıraya soktuğunda ne olduğunu anlamamıştım bile.
"Sakın ses etme. Zaten en son sen geldin. Şunu halledip çıkalım şuradan."
Mekanda yankılanan sesle başka bir imkanım olmadığını anlayarak usul usul salladım başımı. Sıraya dahil olup beklerken önümdeki kadınların hareketlenmeleri ile bende tıpkı onların yaptığı gibi iki yana doğru zarifçe açtım kollarımı.
Neticede dövüş sanatları dansın en keskin yanıydı.
Ve ben bu konuda kesinlikle mükemmeldim...
.
.
.
.
.
.
.
.
Arkadaşlar karakter fazlalığının göz yorduğunu tahmin edebiliyorum ama Gehenna artık hayatımızdan çıktı sayılır.
Oy verip yorum yaparsanız sevinirim. Ben artık uyumaya giriyorum 🤯
Yazım yanlışı olan yerleri lütfen mimleyin ❤️
Diğer bölümde görüşürüz ❤️ ☺️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.75k Okunma |
874 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |