19. Bölüm

YÜZ YÜZEYKEN GÖR

Sılanur Çınar
sadeceyaziyorumist

 

 

 

 

@mükemmel1iyimben adlı kullanıcıya ithaf edilmiştir.

 

 

 

 

GÜNEŞİN ÇOCUKLARI

 

 

 

 

 

 

 

25.12.2024

 

 

 

 

 

 

 

8. BÖLÜM

 

 

 

 

 

 

"Oysa benim beklediğim tek şey bana rağmen gelip benimle konuşmalarıydı..."

 

 

 

 

 

 

 

❄️

 

 

 

Yanımdakiler beni nasıl görüyordu bilmiyorum ama karşımdakilere sorsanız hiç şüphesiz acımasız derlerdi. Peki gerçekten öyle miydi?

 

Evet. 

 

Hiç şüphesiz acımasız biriydim. Çünkü ben böyle büyümüştüm. Bildiğim tek şey bir kalbimin olmadığıydı. Bana böyle öğretilmişti. Belki de sırf bu yüzden kimse beni acımasız olduğum için suçlayamazdı çünkü ben böyle büyümüş, böyle öğrenmiş ve en kötüsü de böyle büyütülmüştüm.

 

Acımasızca... Küçük bir kız çocuğunu büyütürken herkesin kuşandığı o duyguyla...

 

Çocukluğum öyle şatafatlı bir şekilde geçmemişti benim. Bir yetimhanedeydim. Çocukluğum onlarca duvar ve sayısını bile bilmediğim canavarlar arasında geçmişti. Çöp olup gitmişti. Benden çocukluğumu almışlardı.

 

Ama hiçbiri umrumda olmamıştı. Onlar beni nasıl mahvedeceklerini düşünüp dururken ben bulduğum her umuda sıkı sıkı bağlanırken kurtulmanın hayallerini kuruyordum. Kimse sevmezdi beni o yetimhanede. Sevilmediğimin farkındaydım ve bunu zerre umursamazdım çünkü bende onları sevmiyordum.Liseye geçip kazandığım harp lisesine başladığımda kimse benim gibi birine hayalimdeki mesleği yakıştıramamıştı.

 

Ama üzerimdeki baskılar artmıştı. Çünkü artık kaybedecek bir şeyim vardı. Öncesinde bana yaklaşmaya korkanlar okula başladıktan sonra akbaba gibi üşüşmüşlerdi başıma.Kavgalara karışmıyordum. Beni dövenlere bile karşılık vermiyordum çünkü en ufak bir hatam bile okuldan atılmama yeterdi ve bunu kaldığım yetimhanede ki her yetişkin seve seve yapardı.

 

Dayak yemeye başladım. Her gün daha fazla hemde. Yetimhenedeki müdürün hoşuna giderdi bu durum. Karşılık vermiyor oluşum ise canına minnetti. Nedenini bilmediğim bir şekilde bana derin bir kin beslerdi çünkü.

 

Ama bu durum çok uzun sürmedi çünkü lisedeki hocalarımın birinin yakın arkadaşı olan bir binbaşı benim halimi fark etmişti. Bir keresinde sınıftan apar topar çağrılmış ve o hocamızın odasına götürülmüştüm.

 

Hocam odada tek değildi. Yanında bahsettiğim binbaşı ve liseden sorumlu olan müdürümüz vardı. Beni görür görmez karşısına almış "Ne bu evladım? Her geldiğimde üzerinden tır geçmiş gibisin?"demişti.

 

"Yok bir şey komutanım!"

 

"Var bir şey ki soruyorum. Kim dövüyor seni?"

 

Ben o gün o odada hiçbir şey anlatmamıştım ama o binbaşı beni takip ederek herşeyi öğrenmişti. Yetimhaneye çektiği ayardan sonra çevremdekiler bana dokunmaya korkar olmuştu.

 

On sekizime girip o yetimhaneden kaçarcasına ayrılmıştım sonra. Askeriyeye girmiştim. Sonrada hayatıma Gehenna girmişti. Askeriyede üsteğmen olarak yeni bir tim oluşturmam istenmişti. Özel bir tim.

 

Gehenna'da ki her bir kişiyi ben seçmiş, ben bir araya getirmiştim. Timdeki herkes tek ortak noktanın ben olduğumu düşünürdü. Onları ayakta tutan kişinin ben olduğumu söylerlerdi. Yapı taşları olduğumu.

Ama şimdi ben yoktum. Onlar yinede bir aradaydı.

 

Çünkü onlara herşeyi ben öğretmiştim.

 

Kalmak kadar gitmeyi de...

 

Şimdiyse bir hastane odasında yine hep beraberdik. Tek fark onlar Gehenna'ydı, bense eski bir asker. Yanıbaşımda ki seslerini duyuyordum ama gözlerimi açarsam onları görmekten korkuyordum.

 

Bayıldıktan sonra kendime geldiğimde Demir Han pansumanımı yapmıştı ve ben daha pansuman bitmeden kendime gelmiştim ama bunu Demir Han dışında kimse fark etmemişti. Diğerlerinin çıkmasını istediğimi biliyordu. Ama onlar çıkmamak için inat ettikçe Demir Han'da çıkamıyordu.

 

Bende inatla gözlerimi açmazken odaya giren bir hemşire panikle Demir Han'a birşeyler söyleyerek onunla beraber dışarı çıktı. Hemen diğer yanımda oturan Eray'ın derin bir nefes aldığını duyduğumda göz devirmemek için zor duruyordum.

 

Bir hastanen odasında yaklaşık bir yıldır yatıyordum ve onların tek düşündüğü erkek bir doktorla olan samimiyetimdi.

 

"Komutanım niye hala uyanmadı ki acaba? Uyanması gerekmez miydi? Bir şey mi oldu acaba?"

 

"Saçmalama Gece. Uyanır birazdan."

 

"Bu doktor sakın bize çaktırmadan seruma birşeyler katmış olmasın."

 

"Sende abarttın Caner."

 

"Mehmet abi?"

 

"Efendim Gökalp?"

 

"Abi, ablam uyandığında burada mı duracağız?" Mehmet'in aldığı nefes sanki benim boğazıma takılıp kalkmıştı. İşte o an birşey daha fark ettim. Yokluğumun tüm yükü Mehmet abinin omuzlarına yüklenmişti değil mi? Ben yoktum ve her zaman olduğu gibi benden sonra her şeyi yüklenen yine Mehmet abi olmuştu.

 

"Bizi affetmez komutanım. Affetmeyecek." Diyen Bertuğ'un seside yorgun çıkıyordu. "Bertuğ, yapma. Allah aşkına bari şimdi bırakın bunları. Önce bir uyansın. Konuşalım."

 

"Yalan mı Bartın?"

 

"Bilemeyiz. Ablamla konuşmadan hiçbir şeyi bilemeyiz. Kendi kendinize yargılayıp durmayın. Ablamın ne düşündüğünü bile bilmiyoruz daha çünkü onunla konuşmadık."

 

"Ozan Cem!"

 

"Yalan mı Zülküf abi? Koskoca adamlarız hiçbirimizin yüreği yetmedi gidip konuşmaya. Ben anlamıyorum ki neyi bekliyoruz hala? Hepimiz biliyoruz, ablam bize kıyamaz..."

 

Oysa benim beklediğim tek şey bana rağmen gelip benimle konuşmalarıydı.

 

Ablan kendine kıymış adam be Ozan Cem.

 

"Ozan, hadi çıkalım odadan. Güneş konuşmak istediğinde gelecektir zaten. Hadi."

 

Mehmet abi teker teker hepsini odadan kovduğunda en sona kendi kalmıştı. Kapıya doğru yürüyordu ki "Yoruldum be abi..." diye fısıldadım. Geriye dönüp yüzüme bakmadı ama omuzları çöktü. "Yoruldum be abim... Yokluğun yordu beni..."

 

Gözüme gelen yaşları o görmeden silerken"Hepsini eve gönder abi"dedim. "Yarın akşam hepsiyle konuşacağım. Şimdi evlerine gitsinler. Bu gece burada kaldıklarını görmek istemiyorum." Hevesle arkasını döndüğünde zorlukla gülümsedim. Mehmet abinin yüzünde kocaman bir gülümseme oluşurken"Emredersiniz komutanım!" deyip odadan hızlıca çıktı.

 

Yine heyecenlanmış, bana komutanım demişti. Yüzümde buruk bir tebessüm oluşurken koskoca adamın heyecenla nasıl konuştuğunu dinliyordum. Koridorda gürültülü sesler gelmeye başladığında istemsizce güldüm. Sanırım hastaneden kovuluyorlardı.

 

"KOMUTANIM! BUNLAR KOVUYOR DİYE DEĞİL SİZ İSTEDİNİZ DİYE GİDİYORUM! BİLİNSİN YANİ! YARIN İLK BEN GELECEĞİM YANINIZA-"

 

"BEYEFENDİ ÇIKIN ARTIK!"diye bağırıp Ozan Cem'in sesini bastıran kişi hemşire olmalıydı. Başımı iki yana sallarken uzandığım yataktan kalktım. Biraz koridora çıkıp yürümek bana iyi gelirdi. Onlar burada diye odamdan dışarı çıkmamıştım ama benimde biraz nefes almaya hakkım vardı.

 

Aklıma gelenlerle dolaba doğru yürüyüp içinden beyaz boğazlı bir badi ve siyah yüksek bel bir eşofman alıp hızlıca giyindim. Siyah kapüşonlu bir hırkayı da üzerime geçirdiğimde ayağımda ki terlikleride çıkarıp dolapta bulduğum beyaz spor ayakkabıları giyindim. Hırkanın şapkasını başıma geçirip sessizce çıktım odadan.

 

Akşam olmadan geri dönecektim Sorun olmazdı herhalde.

 

Odadan çıkar çıkmaz büyük bir koridor ve bir dünya insanın beni karşılamasını beklemiyordum. Çünkü koridor şu an ana baba gününe dönmüştü. Ve bunun sebebi sanırım az ileride birbirine giren adamlardı. Normalde olsa ilgilenmezdim ama adamlardan biri Demir Han olunca işler ister istemez değişiyordu.

 

Sıkkın bir nefes verirken ileride hararetli hararetli konuşan adamlara baktım. Güya sessiz sessiz kaçıp girecektim buradan. DEMİR HAN kişisine yakalanmadan üstelik.

 

Ona kendimi ne olduğunu anlamadan göstermek istemediğim için kalabalığın arasına girip ikisini izlemeye başladım. Ters bir şey olursa eğer hemen müdahale ederdim. Yanına sokulduğum insanların arada bir Kürtçe konuştuğunu duyduğumda anlamasamda çok üzerinde durmayıp önümdeki ikiliyi izlemeye devam ettim. Hastanenin İstanbul'da olmadığını az çok anlamıştım. Ama odaya hapsolup kaldığımdan nerede olduğumu inada bindirip ne sormuş, nede öğrenmiştim.

 

"O EVE GELİNECEK! NEYİNİ ANLAMIYORSUN SEN LAN?!" diye gürleyen ve Demir Han'ın tam karşısında duran adama ben çatık kaşlarla bakarken Demir Han hiç istifini bozmadan "KATTAN ÇIK, YATAN HASTALARI RAHATSIZ EDİYORSUN!"dedi. Diğer adam sinirle yüzünü sıvazladığında artık sabredememiş olacak ki hızla kaldırdığı yumruğunu Demir Han'ın yüzüne indirdi.

 

Tamam, sanırım bizim kamuflaj tam burada devre dışı kalıyordu.

 

Herkes hayret dolu çığlıklar atarken birkaç kişide aceleci zılgıtlar çekti. Ve ben daha kimse ne olduğunu anlamadan yanlarına varmıştım. Demir Han'a kalkan yumruğa engel olamamıştım ama bunun yerine diğer adam daha ne olduğunu anlamadan ve Demir Han yerdeki başını kaldırmadan karşımdaki adama sert bir yumruk geçirdim.

 

İkici kez koridorda çığlıklar yükselirken diğer adam geriye doğru sendeledi ve elini kan akan burnuna bastırdı. Arkamı dönüp Demir Han'a baktığımda onunda burnundan kan aktığını gördüm. Önüme gelen saçlarımı arkaya atıp başımdaki şapkayı hızlıca çıkardığımda hızımı alamayıp "Dur ben şuna bir tane daha vurayım!"deyip önümdeki adama hamle ettiğimde Demir Han bileğimden tutmuştu.

 

"Güneş Erna! Ne yapıyorsun burada?!"

 

"Ne yapacağım kör müsün?! İntikamını alıyorum." Tuttuğu bileğimden beni çekip arkasına alırken"Ayıp olmazsa eğer neyin intikamını alıyorsun?" diye sordu.

 

"Demir Han?" Boşta olan elinin tersiyle kanayan burnuna tampon yaparken kaşlarını ne var der gibi kaldırdı. "Yumruk burnuna değil de beynine etki etmiş olabilir mi kuzum ha?"

 

"Kuzum? Hem sen nereye böyle hazırlanmış gidiyorsun?"

 

Elimi ondan kurtarırken az önce vurduğum adamı gösterdim gözlerimle. "Vurdu ya Demir Han sana. Can borcumu ödüyorum." Kaşları alayla kalkarken "Abimi yumruklayarak mı?"diye sordu. Başımla onayladım onu. "Abini yumruklaya- siktir! Abim ne lan?!"

 

Yüzünü buruştururken "Senin ağzın mı bozuldu biraz ne?" diye sordu ciddi ciddi. "Üzüm üzüme baka baka kararır lafını duymadın mı sen daha önce Demir?!"

 

"Demir Han Soykıran!"

 

Demir Han başını hızla adama doğru çevirirken"Efendim abi?"dedi. Adam sinirle ona bakarken bize doğru yürüyüp tam karşımda durdu. Yüzüne ve özellikle de burnunu gördüğümde yüzümü buruşturup"Demir Han?"dedim sorar gibi.

 

"Hmm?"

 

"Paslanmamışım hala değil mi?"

 

"Neden?"

 

"Adamın yüzünü güzel çizmişim değil mi? Elim hala paslanmamış."

 

"Doktor olan Demir Han'a mı soruyorsun, halktan olana mı yoksa abisini yumrukladığın Demir Han'a mı?" Omuz silktim. "Hangisi daha müsait?"

 

"Hepsi."

 

"Cevap?"

 

"Sağlam vurdun ama bunu uygulamalı görmek istediğimi sanmıyorum. Hele ki bu günden sonra."

 

"Doğru diyorsun. Ben-"

 

"Bu arada sen nereye gidiyorsun böyle giyinmişsin. Yüzünü sakladığın gözümden kaçmadı. Bir işin mi var."

 

"Ben-"

 

"KESİN LAN SESİNİZİ!"

 

"Hemen abi."

 

"NE MÜNASEBET LAN?!"

 

Demir Han'la aynı anda verdiğimiz cevaplarla adamın kaşları sanki mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Omuzlarımı dikleştirirken çenemi de havaya diktim. "Ben kimseden emir almıyorum. Demir sende yumuşama lan hemen!"

 

"Demir, ne oluyor lan burada?!"

 

"Abi-"

 

"Demir Han! Geç hemen arkama!"

 

"Ne diyorsun kızım sen?"

 

"Demir, yanıma gel abicim!" Adamın dişlerini sıkarak konuştuğunu gördüğümde sinirlenip Demir Han'a baktım. "Demir Han, geç arkama ablacım. Sana hiçbir şey yapamaz, korkma. Ben mahkemede sana tanık-"

 

"Güneş Erna? Sen kafanı falan mı vurdun? Bak varsa birşey söyle bana. Saat geçmeden seni bir doktora göstereyim."

 

"Yoo. Ben gayet iyiyim. Vurmadım kafamı."

 

"Ha sen temelden sorunlusun yani?" diyen adama sinirle bakarken "Senin kendinle zorun mu var kardeşim? Tüm kaportayı dağıtayım mı illa?" diye sordum.

 

"Sen kimlerle takılıyorsun lan Demir?"

 

Demir Han'dan önce ben cevap verdim. "Benimle. Bir sorun mu var?"

 

"Hastam o benim abi."

 

"Sorma ya! Demir Han, Demir Han diye ölüyorum ortalıkta!"

 

"Ne konuşuyorsunuz lan siz?!" diye gürleyen adamla istemesem de sustum. Demir Han olaya el atması gerektiğini anlamış olmalı ki bana eliyle karşısında ki adamı gösterip"Yusuf Bera Soykıran."dedi. "Abim." Diyede eklediğinde yüzümü buruşturmamak için kenimi zorlayarak adama baktım.

 

Bu defa da eliyle beni gösteriyordu. "Bu da hastanede olan, doktorların ilgilenmesi gereken türden sorunlu bir hasta abi. İlgilendiğim hasta. Güneş Erna Baydemir." Yusuf Bera benim aksime medeni bir şekilde başıyla selam verdiğinde tek odak noktam Demir Han'ın beni tanıtma şekliydi. "Sen her gördüğün adama böyle yumruğu geçiriyor musun?" Omuz silktim.

 

"Ne münasebet canım?!" İftiraya uğruyordum burada! "Sen Demir Han'a vurdun ben de sana vurdum. Kardeşine can borcum vardı. Sen ona vururken öylece geçip gidemezdim."

 

"Bütün hastaların böyle mi Demir?"

 

"Demir Han'ın tek hastası benim yalnız."

 

"Bir hastane dolusu hastaya bedelsin."

 

"Teşekkür ederim."

 

"Ne demek."

 

Duyduğumuz gülme sesiyle ikimizde Demir Han'a baktık. Şimdi niye gülüyordu bu beyin eksikliği yaşayan arkadaş? Bakışlarımızı fark ettiği an ciddileşirken ilk önce bana baktı. "Sen nereye böyle. Bir daha sormayacağım bak."

 

"Canım sıkıldı. Dışarı çıkacağım."

 

Tek kaşı havaya kalktı. "Pardon, anlamadım?"

 

"Neyini anlamadın kardeşim? Canım sıkılıyor ve bende bunun için dışarı çıkacağım."

 

"Bundan benim niye haberim yok o zaman?" Ellerimi arkamda birleştirip kaşlarımı çattım. "Olması mı gerekiyordu?"

 

"Mantıken evet."

 

"Şansına küs. Uzun zamandır mantık denen şeyle karşılaşmıyorum."

 

"Bekle bir dakika. Seninle sonra ilgileneceğim."

 

"Lütfen rahatına bak."derken alayla yüzüne bakıyordum. Anladığım kadarıyla bu Yusuf Bera kişisi Demir Han'ı bir yerlere götürmeye çalışıyordu. Bana hava hoştu canım!

 

"Abi, ben gelemem diyorum. Neyini anlamıyorsun?"

 

"Bende gelmek zorundasın diyorum Demir! Bunda anlamayacak ne var? Babam gelmeni istedi. Senin de orada olman lazım. Bir iki saat kalır dönersin. İnat etme oğlum, bak sabrım taşıyor!"

 

"Abi, Güneş'i burada yalnız bırakamam. Hastanede kalmam lazım. Evde kaç kişisiniz. İlla benim mi gelmem gerekiyor yani?"

 

"Anlamıyor musun oğlum?! Babam hepimiz orada olalım istiyor!"

 

"Pardon aranıza giriyorum ama, Demir Han'cığım sen beni dert etme. Git istediğin yere hiç sorun yok. Rahatına bak. Ben bakarım başımın çaresine."

 

"Yok ya, başka isteğin?"

 

"Şu an yok-"

 

"Gitmiyorum Güneş Erna! Burada, yanında kalacağım!" Ben şaşkınlıkla ona bakarken Yusuf Bera araya girip"Bu kadını burada tek bırakmazsın öyle mi?"diye sordu. Demir Han hızla kafasını salladı. "İyi o zaman. Oda bizimle geliyor."

 

"Benim için hava- bir dakika ne?!"

 

"Sen hastaneden çıkmak istemiyor muydun?"

 

"İstiyorum."

 

"İyi ya işte. Çıkıyorsun. İşimiz bitince Demir'le beraber geri dönersiniz."

 

"Abi-"

 

"Uzatma Demir!" Yusuf Bera cevap ister gibi bana baktığında fazla uzatmadan"Bana uyar."dedim. Yapacak birşeyim yoktu ne de olsa. Hiç olmazsa bunların peşine takılırdım. Demir Han'a bakmadan hızlıca Yusuf Bera'nın arkasından ilerlerken arkadan Demir Han'ın küfrettiğini duydum ama umursamadım. Konuşur konuşur susardı.

 

..............

 

 

Nasıl oldu bilmiyorum ama en sonunda Yusuf Bera ve Demir Han'la beraber bindiğim arabadan inmiş, ve kendimi bir silah deposunun içinde bulmuştum. Ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu ama sanırım Yusuf Bera benim hakkımda hiçbir şey bilmiyordu. Aksi halde beni asla buraya sokmazdı.

 

Zira şu an bulunduğum yer küçük çaplı bir cephaneden farksızdı. Yusuf Bera ve Demir Han hemen döneceklerini söyleyip beni burada bırakmışlardı. Nerede olduğumu az çok görebiliyordum. Bir konağa girmiştik. Büyük ihtimalle doğuda bir şehirdeydik. Ben ikinci kattaydım. Hemen alt katta ise büyük bir masa ve onlarca adam vardı.

 

Odanın siyah parmaklıklardan oluşan camından baktığımda aşağıyı gayet net bir şekilde görebiliyordum. Kocaman bir masa vardı ve etrafını sarmışlardı. Masanın sağ tarafında Yusuf Bera ve onun hemen yanında da Demir Han vardı. Diğer adamları tanımıyordum ama masanın ucunda yerde oturup ağlayan kız bir hayli dikkatimi çekmişti. Şimdi neden ağlıyordu bu kız? Hem üstelik bu kadar adamın yanında ne işi vardı?

 

Demir Han sürekli başını kaldırıp camdan beni kontrol ederken elimle sakin ol der gibi işaret yapıp aşağıyı izlemeye devam ettim. Masanın baş köşesinde oturan adam oturduğu sandalyeden ağır ağır kalkıp etrafındakileri kısaca süzdü. "Karar benim nezdimde bellidir ağalar! Soykıran'ların oğlu, Zozan'ların kızı Rozarin ile evlenmelidir. Namusumuz ancak bu şekilde temizlenir!"

 

Hadi be! Bildiğin töre dizilerinin içine düşmüştüm.

 

Tek sorun benim kimliğimin emekli bir yüzbaşı olmasıydı sanırım.

 

Soykıran'ların oğlu mu dedi sanki ne?

 

Bizim doktor Civanın evlendiği sahneler gözümün önünde film şeridi gibi geçiyordu. Keyifle aşağıya baktığımda genç bir çocuk ayağa kalkıp"Ben kimseyle evlenmek istemiyorum!"dedi. Bu da mı Soykıran'dı?

Soykıran'ların kaç oğlu var Güneş Erna?

"Sana söz düşmez Mirzahan Soykıran! Madem kızı hamile bıraktın o zaman evlenip bu pisliği temizleyeceksiniz! Yok öyle yağma!"

 

"Şirwan ağa! Sözünü bilipte konuşasın! Benim kardeşim yapmadım diyorsa yapmamıştır!"

 

"Bu ne demek Yusuf Ağa! Benim kızım mı yalan söyler! Karnında ki bebeğin babasını bilemez mi demeye çalışıyorsun?!"

Yusuf Bera'nın sinirle gerilen yüz hatlarını buradan bile rahat bir şekilde görebiliyordum. Adının Mirzahan olduğunu öğrendiğim çocuk sinirle ayağa kalktı. "Aklınızı başınıza toplayın! Ben bu kadını tanımıyorum bile?! Üstelik dediği tarihte ben ülkeye daha yeni dönmüştüm! Neden gelir gelmez soluğu bu kadının yanında alayım ki?!"

 

Çocuğun söyledikleriyle kaşlarımı çattım. Tam tersi olması gerekmiyor muydu? Hani normalde kadınlar mağdur, erkekler suçlu falan gibisinden.

 

Yerde ağlayan kadın sonunda konuşmaya karar vermiş gibi yüzünü kaldırıp"Bebeğimin babası Mirzahan Soykıran'dır! Ben ne olduğunu biliyorum. O gece-"

 

"KES LAN SAÇMALAMAYI!" diyerek gürleyen Mirzahan ile ben bile ürkmüştüm. Yalnız bu çocuk hiçte yalan söylüyor gibi durmuyordu. "Senin olmayabilir ama benim bir okulum var! Kanada'dan döner dönmez ne diye yanına gelecektim?! Hem seni daha iki gün öncesine kadar görmedim bile ben!"

 

"Yalan söyleme-"

 

"Kes sesini! Yalan söyleyen sensin! Karnındaki bebeğin babası kim bilmiyorum ama sizin suçunuzu üstlenipte hayatımı mahvetmeyeceğim! Kimden olduğunu bilmediğim bir bebeğe babalık edecek değilim! Okulum var ulan benim! Sizin yüzünüzden hayatımı yakar mıyım?!"

 

"Bebeğimize sahip çıkmalısız Mirza-"

 

"Kes diyorum kadın anlamıyor musun?! O haltı kiminle yediysen eğer bebeğine de onunla beraber sahip çık! Madem böyle bir halt yiyorsunuz, hele ki böyle topraklarda o zaman önleminizi alacaksınız!" Çocuk sinirle ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde Yusuf Bera'nın sesini duydum.

 

"Mirzahan-"

 

"Ne var abi?! Yalan mı?! Şurada iki hafta sonra defolup okuluma gideceğim ama uğraştığım şeye bak! Madem bu kızı ben hamile bıraktım benim niye haberim yok?!"

 

Kız daha fazla ağlayıp Kürtçe ağıtlar yakarken ben ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Demir Han ve Yusuf Bera üzgün yüzlerle Mirzahan'ı izliyordu. Çocuğun hiçte yalan söyler gibi bir hali yoktu. Ama kız için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Çünkü sürekli gözlerini kaçırıp, korkuyla etrafı süzmesi ve elleriyle oynaması bana yalan söylediğini düşündürtüyordu.

 

Siktir! Bu kadın gerçekten başkasının bebeğini bu çocuğun üzerine yıkmaya çalışmasın?!

 

"Yapacak bir şey yok ağalar! Mirzahan Soykıran yarından tezi yok düğün hazırlıklarına başlayasın! İki hafta sonra yurt dışına gitmeyide unut! Madem okumak istiyorsun o zaman memleketinde okuyacaksın! Karının, çocuğunun yanında duracaksın!"

 

"Çıldıracağım! Hala çocuğun diyorlar! Baba! Baba, ben evlenmem! Hem-" Kısaca etrafına baktığında bende Demir Han'a baktım. Sinirle yerdeki kıza bakıyordu. Ama gözden kaçırdığı bir şey vardı. Oda yerdeki kızın masada oturan ve şu an bildiğim tüm Soykıran'lara ve yerdeki arada bir kendisine sinsi bir gülümsemeyle bakan kadına bakıp göz kırpan bir adama bakıyor olduğuydu.

 

Tam emin olamasam da çocuğun suçsuz olduğuna içten içe inanıyordum. Üstelik yerdeki kızın hamile olduğuna da inanmıyordum çünkü göz yaşları fazla samimiyetsizdi. Hem bir kadın olarak anne olmasamda annelik iç güdüsü denilen şeyi biliyordum. Oysa karşımdaki bu kadın Mirzahan'ın sinirle önüne fırlattığı su şişesiyle karnını değil, yüzünü korumaya çalışmıştı. Aynı adam gülümseyerek Mirzahan'a bakarken Mirzahan yarım bıraktığı cümleyi tamamlayıp herkesi susturdu.

 

"Benim bekleyenim var. Burada, benimle. Onu bırakıp başka bir kadınla evlenemem. Sözüm var benim!" Hadi canım daha neler! Şu an kafasından atmıyorsa bende birşey bilmiyordum.

 

Kız korkarak az önce baktığı adama bakarken "Hayır!"diye bağırdı "Bu olamaz! Beni bırakıp başkasına gidemezsin!" Masada bakıştığı adam soğukkanlı bir şekilde ayağa kalkarken"Madem burada onu neden bizimle tanıştırmıyorsun Mirzahan?" diye sordu. Olmayan birini öyle damdan düşer gibi adamların önüne çıkaramazdı ya? Keyifle çocuğun yapacağı bir sonraki hamleyi beklerken o Yusuf Bera'ya bir baş işareti verip tekrar önüne döndü.

 

Mirzahan soğuk kanlı bir şekilde başını dikleştirirken hayır der gibi salladı. "Onu sizin karşınıza çıkaramam. Bunu sizde istemezsiniz." Yusuf Bera ve Demir Han alttan alttan gülerken masadaki herkes ne olduğunu anlamak ister gibi panikle birbirine bakıyordu. Yusuf Bera'nın gözleri sürekli kapıya doğru kaydığından gerçekten birini beklediklerini anlamıştım. Ama Yusuf'ta gergin gözüküyordu.

 

"O ne demek Mirzahan? Sevgilini neden bizimle tanıştıramazsın?"

 

Mirzahan'ın yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. Bu kadar profesyonel bir şekilde yalan söylemesi inanılır gibi değildi. Gerçekten biri gelecekti ve bu üç kardeş buna fazlasıyla güveniyordu.Ama döktüğü ecel terlerini ben taa buradan görebiliyordum şahsen. "O kadın bu konağa gelip olanları öğrenirse taşı taş üstünde bırakmaz!" Masadaki adam umursamaz bir şekilde omuz silkerken "Gelsin"dedi. "Taşı taş üstüne geri koymasını elbet biliriz."

 

"O kadın bu konağa gelirse üst üste koyabileceğiniz bir taş bırakmaz ortada Berzan ağa! Bu oyun bana sökmez. Ama emin ol onada sökmez."

 

"Sen getir sevgilini Mirzahan. Gerisini ne diye dert ediyorsun?" Adamın gülüşüyle Demir Han ve Yusuf Bera'nın sinirlendiğini gördüm. Yusuf Bera'nın öfkeli gözleri kapının yanındaki bir adama kaydığında bende oraya baktım. Adam başını kısaca iki yana sallayıp durmuştu. Yusuf Bera'nın gözleri bu defa yanındaki kardeşini bulduğunda oda aynı tepkiyi Demir Han'a gösterdi. Anlaşılan beklenilen kişi gelmeyecekti. Demir Han'ın üzgün gözleri kısa bir an beni bulsada tekrar kardeşini baktı.

 

Her an Berzan denilen adamın üzerine atlayacak gibi duruyorlardı. Mirzahan'ın da onlardan eksik kalır yanları yoktu. Aşağıda yaklaşık 40-50 adam vardı. Ve neredeyse bütün adamlar Berzan'a düşman gibi bakıyordu. Berzan ve yerdeki kadına olumlu yaklaşan toplasan epi topu 15 kişi vardı.

 

"Ne yapmaya çalıştığının farkındayız Berzan! Ama dur artık!"

 

"Ne diye duracağım Yusuf Ağa! Kardeşin yapmış bir yanlış, çeksin cezasını!"

 

"Kardeşim, sevdiğim var der! Ben bir şey yapmadım der!"

 

"Yapmadım deyince oluyor mu Yusuf Ağa?! Sorumluluk alacak! Hem onun ecnebi sevgilisini kim ne yapsın?!"

 

"Bana bak Berzan ağa, hepiniz durmanız gerecen yeri bileceksiniz! Ben evlenmem diyorum! Evlenmeyeceğim! Ben sevgilimi de alıp geldiğim gibi gideceğim!"

 

"Boş atma Mirzahan! Buraya gelirken yalnız olduğunu biliyorum. Bütün kayıtlarda varsın!"

 

Tamam. Sanırım ben daha fazla burada durmayacağım. Damarım tuttu bir kere ne yapayım yani?

 

Ne demişti Mirzahan? Deli dolu bir kadın. Taş taş üstünde bırakmaz. Tabirlerin tanıdık gelmesiyle sırıttım. Ecnebi olamayabilirdim ama akıllı olduğum söylenemezdi. Gözlerimi camdan çekip etrafımdaki silahlara baktım. Delirmek için gayet yeterliydi. Gülümsemem büyürken etrafımdaki sandıkları hızlı bir şekilde karıştırıp ilk bulduğum pompalı silahı elime aldım.

 

Bulduğum bir tabancayıda belime yerleştirirken pompalının mermilerini kontrol ettim. Yeterli cephanem vardı. Aşağıdaki kalabalığı göz önünde bulundurarak bir tabanca daha belime sıkıştırıp odadan çıktım. Bileğimde ki lastik tokayla açık saçlarımı yukarıdan sıkı bir at kuyruğu yaparken arkamda ki kapıyı ses çıkarmadan kapattım.

 

Yavaş adımlarla merdivenlerden inerken etraftaki koruma ordusunun radarına takılmamak için sessiz olmaya çalışıyordum. İçinde bulunduğum konağı incelerken doğuda bir şehirde olduğumuza emin olmuştum.

 

Sonunda masanın olduğu kata geldiğimde artık sesleri daha net duyabiliyordum. Herkes ortadaki kavgaya odaklandığı için kimse bana dikkat etmemişti. Gülümseyerek yavaş adımlarla ilerlemeye devam ettim. Demir Han'dan bu iyiliklerin rövanşını alacaktım.

Kesinlikle. Arada bir bu silahlarla oynamama izin vermeliydi.

Kendi düşünceme gülerken Berzan denilen adamın "Gelsin lan o zaman o deli kadın! Gelsin de görelim bakalım kim kimi doğduğuna pişman ediyormuş!"

 

Elimdeki pompalı silahı havaya kaldırıp üç el ateş ettim bu sözlerin üzerine. Etraftaki tüm korumaların silahı bana dönerken umursamadan bağırdım.

 

"Edecek olan benim ama karşımdaki kim olacak onu şimdi siz söyleyeceksiniz!"

 

Elimdeki pompalı silahı masada ayakta duran Berzan'a tutarken Demir Han ve Yusuf Bera panikle ayağa kalktı. Mirzahan ise neye uğradığını şaşırmış beni izliyordu.

 

"Ne yapıyor bu kadın ?!"

 

"Ben alelacele evlendirmeye çalıştığınız o adamın sözlüsüyüm! Hadi birde bana anlatın derdinizi!"

 

"Siktir! Güneş Erna!" diye fısıldayan Demir Han'a kaşlarımı çatarken "Sen sus Demir abi!" diye bağırdım. "Önce bu adamlar bana hesap verecek!" Kaşla göz arası Demir Han'a göz kırpmayı başardığımda Yusuf Bera'nın güldüğünü gördüm. Abi kardeş kişilik bozukluğu yaşıyorlardı sanırım. Onların üzerine fazla düşmeyip Mirzahan'a baktım. Zaten oda gözlerini bile kırpmadan bana bakıyordu. Ona güven verir bir şekilde gözlerimi açıp kapatırken bana doğru gelen bir koruma gördüm.

 

"Kim bu kadın?!" diye bağıran Berzan'a alayla gülerken "Beni çağırıyormuşsunuz ya! Geldim işte!"dedim.Gözleri hızla Mirzahan'ı buldu. "Doğru mu diyor bu kadın Mirzahan?! Sözlün mü?" Mirzahan ağız ucuyla gülerken başını varla yok arası salladı. Onunda gözleri beni bulduğunda "Böyle tanışmanı istemezdim. Kusura bakma ama bizim buralar biraz dengesizdir."dedi.

Allah var çocuk iyi oyuncuydu.

"Ne kusuru sevgilim? Bizede eğlence çıkar. Ama ben taş göremiyorum. Bana yıkacak üç beş birşey bırakmadın mı Mirzahan Soykıran?" Üzülmüş gibi dudaklarımı büzdüğümde Demir Han bir kez daha küfür etti.

 

Şu an sinirden kıvrandığına yemin edebilirdim çünkü bakışlarıyla bile burada ne işim olduğunu sorguluyordu. Bunun farkındaydım ama umrumda değildi. Sonuçta burada bir çocuğun hayatı söz konusuydu.

 

Ben tam tersi hayal etmiştim. Ters tepmiş sayılır mı?

 

Yüzüme tekrar ciddiyetimi kuşanırken güya arkadan sessiz sessiz bana yaklaşıp beni kıskacına alacak o korumaya elimdeki pompalının kabzasını geçirdim. Hızlıca arkamı dönüp silahın arkasıyla adamın kafasına sert bir darbe vurduğumda geriye doğru sarsılıp yardığım başını tuttu.

 

"Adamlarınıza söyleyin bana yaklaşmasınlar! Sözlümü alıp gideceğim buradan!" Sinirle söylediklerime karşın Berzan aynı şekilde karşılık verdi. "Yok öyle bir şey Mirzahan Soykıran, yarın Rozarin Zozan ile nikahlanacak! Aranızdaki söz bitmiştir!"

 

Alayla gülümserken öyle mi der gibi karşımdaki adamlara bakıyordum. Gözlerim hızla Mirzahan'ı bulduğunda başını sağa sola ağır ağır salladı. Buraya nereden düştüğümü sorguluyordum ama yinede buradan geri dönecek değildim. Bu işi çözmeden hiçbir yere gitmiyordum. Demir Han ayaklanıp yanıma geldiğinde bir eliyle kolumu kavradı. "Hadi Güneş, gidiyoruz!"dişlerini sıkarak söylediklerini yanında olmama rağmen zor duymuştum ama sinirini aldığı nefeste bile anlayabiliyordum. "Beklediğiniz kadın her kimse gelmeyecek Demir Han. Tek şansınız benim. Bırak elimden geleni yapayım." Kulağına fısıldadıklarımdan sonra gözlerimi güven verircesine açıp kapattım.

 

"Hiçbir yere gelmiyorum Demir Han abi!"derken sesimin sinirli çıkmasına özen göstermiştim ama gözlerimde ki alayın farkındaydı. Sinirle sabır çekerken tuttuğu kolumu ondan çekip omuzlarımı dikleştirdim. "Beni buradan gönderecek olan varsa buyursun gelsin! Hodri meydan! Ama canını güvence edemem! Zira-" derken imayal Berzan'a baktım. "Taş üstünde taş bulamadıysam hesabımı omuz üstündeki başlarla kapatırız!"

 

Yusuf Bera'nın gülümsemesi gittikçe büyüdüğü için kısık bir gülüş yuvarlandı dudaklarından ama bunu küçük öksürüklere çevirerek hemen maskeledi. Hastanedeki adamın bu kadar şen şakrak olmasını beklemezdim şahsen.

 

Demir Han'ın yanından uzaklaştığımda Mirzahan ve Rozarin'in arasında durdum. İkisiyle de aramızda on adım kadar vardı. "Mirzahan'ı kimse rızası dışında evlendiremez! Siz onu zorlasanız dahi ben buna müsaade etmem!"

 

"O nasıl olacakmış?!"diyen ağaya kaydı gözlerim. Şirwan olmalıydı bu. Kaşlarımı çatarak yüzüne sinirle baktım. "Kızının hamile olduğu ne malum?! Yada bebeğin Mirzahan'dan olduğu!"

 

"Sen ne dedi-"

 

Adamı duymazdan gelirken hala yerde duran ve bana sinirle bakan Rozarin'e baktım. "O gecenin tarihini söyleyebilir misin?!" Gözlerinde ki korkuyu görmemek için kör olmak gerekirdi ama bunu yinede benden başka kimse görmemişti. Rozarin kimseye fark ettirmeden hızlıca Berzan'a bakıp tekrar bana baktı.

 

"Kanada'dan geldiği ilk gündü. Merkezdeki gece kulü-"

 

"Yeter!"tek elimi havaya kaldırarak susmasını işaret ettim. "Mirzahan Kanada'dan benimle döndü. O gecede benimle beraber havalimanında kalmak zorunda kaldı. Evine döndüğünde bile saat epey geçmişti ve eve gider gitmez bana telefon etti." Çatık kaşlarla karşımdaki kadına bakmaya devam ederken "Yalan söylüyorsun!"diye bağırdı vakit kaybetmeden.

 

"Yaaa"diye konuştum alayla. İstediğim şey onu ciddiye almadığımı anlamasıydı. "Kanıtlayabilir misin?" Ona doğru birkaç adım attığımda korkuyla geriledi. "Benim yalan söylediğimi-" omuz silktim."Senin doğru söylediğini?" Yüzümü buruşturup kaşlarımı kaldırdım. "Hiç sanmıyorum!"derken ciddiyetsiz bir şekilde güldüm.

 

Gülümsememi hızla silerken yine ciddiyete büründüm. Arkamdaki ağalara bakıp "Verdiğiniz hükmü kabul etmiyorum!"diye bağırdım. "Ben bu kadının karnındaki çocuğun babasının Mirzahan olduğuna inanmıyorum!" Bakışlarım hızla Yusuf Bera'yı buldu. Demir Han'dan birşey istemeye tırsıyordum çünkü her an bir silah bulup beni vuracakmış gibi duruyordu.

 

"Yusuf abi, burada adamın var mı?" Yusuf Bera başıyla anında beni onaylarken gözlerini masadaki adamların üzerinde tehditvari bir şekilde dolaştırıp tekrar bana baktı. Bu onun dilinde bir tür uyarıydı. Göz dağı veriyordu. "Burada birçok adamımız var."

 

"İyi. Birini yolla. Yakınlardaki bir eczaneden gebelik testi alsın." Etraftaki adamların ayıplayan bakışlarını görmezden gelirken "Gözlerimizle görelim değil mi?"diye sordum. "Senin için sorun olur mu Rozarin?" Rozarin korkuyla yutkunarak itiraz etmek için ağzını açmıştı ama Berzan gözleriyle onu durdurdu. İtiraz etmesi herkesi şüphelendirirdi ve bu Berzan'ın işine gelmezdi.

 

Yusuf Bera'nın yüzüne sinsi bir gülümseme otururken yanına bir adam çağırdı. Rozarin gözlerindeki korku ve nefretle beni izlerken onu görmezden gelip Mirzahan'a doğru yürüdüm. Herkes kendi arasında birşeyler fısıldaşıyor, konuyu değerlendiriyordu. Demir Han ve Yusuf Bera'da yanımıza geldiğinde yüzümdeki gülümsemeyle dudaklarımı fazla hareket ettirmeye özen göstererek konuştum.

 

"Umarım bu kızın anlattıkları doğru değildir yoksa Demir Han'ı kendimize borçlu çıkarayım derken kardeşine kuma olacağım. Değil mi Demir Han'ın kardeşi?" Yusuf Bera gülerken Demir Han bu adam olmaz bakışları atıyordu. Mirzahan sanki takılacak başka şey bulamamış gibi "Demir Han'ın kardeşi mi?"diye sorduğunda kaşlarımı çatıp "Sen olmamışsın."dedim.

 

Yusuf Bera'nın attığı kısık kahkaha konuşmaların arasında kaynarken Mirzahan'ın birdenbire "Yaş farkını umursamıyorum."demesiyle gözlerimi belerttim. "Af buyur?!" Omuzlarını silkerken "Kusura bakma ama bu kadınla evlenmektense seninle evlenirim Demir Han'ın arkadaşı."diye fısıldadı .Demir Han sinirli gözlerini kardeşine dikerken Mirzahan'ın hiç umrunda değil gibiydi.

 

Konuşmak için ağzını açmıştı ki içeriye aceleyle dalan korumayla herkes sustu. Yusuf Bera'nın test alması için gönderdiği adamdı bu. Adam utana utana bize yaklaşırken ben hızlı adımlarla yanına gidip elindeki poşeti aldım. Karşımdaki adam sanki üzerindeki yükleri alınmış gibi davranırken ona öcü görmüş gibi bakmamı kimse garipseyemezri bence.

 

Adamı arkamda bıraktığımda Rozarin'in yanına gidip "Kalk!"diye bağırdım. Korkuyla bana bakarken "Buna izin verecek değilim!"diye bağırdı. Elimdeki silahın emniyetini açarken namluyu ona doğrultup tekrar"Kalk!"dedim. "Sana soru sormadım. Yap dedim. Yapacaksın!"

 

Korkuyla etrafındaki adamlara baktı ama kimse bana engel olmadı yada kimse ona destek çıkmadı. Bu onu daha da korkutmuş olmalıydı ki istemeye istemeye de olsa çabucak ayaklandı.

 

Korkunun imanına ölelim mi Güneş Erna?

 

Rozarin'i önüme alırken Demir Han'ı sinir etmek için bir kez daha göz kırptım. Berzan'ın gözlerinin yanımdaki kadına değdiğini gördüğümde oyalanmayı bırakıp Rozarin'i dürttüm.

 

İçinde bulunduğum binayı tanımadığım için karşıma çıkan her kapıyı açarken az önce benim bulunduğum kata çıktık. Birkaç odadan sonra gördüğüm banyo kapısıyla rahat bir nefes alıp Rozarin'i içeriye doğru hafifçe ittim. "Acele et. Seni bekliyorum."

 

Rozarin avına bakar gibi bana bakarken eğer beni korkutacağını sanıyorsa fazlasıyla yanılıyordu ama onun bakışlarını sertleştirmek için verdiği emeği gözönünde bulundurularak sadece alaylı bir tebessüm ettim. İçeriye geçip kapıyı arkasından kapatırken bende arkamdaki duvara sırtımı yaslayıp onun çıkmasını bekledim.

 

Hastaneden çıkarken tek istediğim sakin bir yer bulup birkaç kutu kola devirmekti. Yusuf Bera ve Demir Han ile birlikte kendimi burada bulmaksa en beklemediğim şeydi. Zira kaçmaya çalıştığım Demir Han'la birlikte bir konağa gelipte kardeşi olduğunu bile yeni öğrendiğim bir adamla böyle bir oyunun içine girmeyi hiçte beklemiyordum.

 

Duyduğum kısık sesle düşüncelerden sıyrılıp sesin geldiği yöne doğru birkaç adım attım. Gözlerim arkamda bıraktığım Rozarin'in olduğu banyonun kapısına gittiğinde elimi hızlı tutmaya özen gösterip duyduğum sese doğru hızla birkaç adım daha yaklaştım. Bulunduğumuz koridordan tam köşeyi dönmüştüm ki ilerideki merdivenlerden arkası bu tarafa dönük, hızlı bir şekilde merdivenleri inen bir kadın gördüm.

 

Bu defada arkamda bıraktığım koridordan bir ses geldiğinde o kadının üzerinde fazla durmayıp oraya doğru yürüdüm. Rozarin işimi bir an önce halledip kendimle ilgilensem iyi olurdu artık çünkü bende sıkılmıştım. Aralık gördüğüm banyo kapısıyla kaşlarım çatılırken yerdeki hamilelik testine uzanan Rozarin'e kaydı gözlerim. Bana ukala bir sırıtışla bakarken kapıyı tamamen açıp kadını kolundan tuttum.

 

Üslubumla ilgilenmeyip arkamdan beni takip ettiğinde az önce çıktığımız merdivenleri tekrar indik. Mirzahan'ın gözleri hızla bisi bulurken diğerleri de ondan farksızdı. Rozarin'in yüzündeki sırıtışın bir benzerini Berzan'ın yüzünde gördüğümde ensemden omurgama doğru bir ürpertinin yayıldığını hissettim.

 

Rozarin etraftaki kalabalığı fırsat bilip elimdeki kolunu abartılı bir şekilde kendine doğru çektiğinde diğer elinde tuttuğu gebelik testini ortaya doğru fırlattı.

 

Çift çizgi. Tek cevap. Hamile.

 

 

Sanırım düğünümüz vardı. Küçük bir Soykıran damat olmuş gidiyordu...

 

👰🏻 💒

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sürekli yazdığım yerlerin kaybolması artık bana sinir krizi geçirtecek yemin ediyorum. Bu bölümü üçüncü düzeltişim.

 

 

​​​​​​

Bölüm : 06.01.2025 14:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...