24. Bölüm

24. Bölüm

Sahra Çıtak
sahravecoluu


Nisan ayının ortaları olmasına rağmen hava hâlâ soğuktu. Tabii, futbolcular soğuğu pek hissetmezdi. Reva Hoca, son aldıkları mağlubiyetin ardından o kadar çok çalışmıştı ki bir sonraki maçı üstün bir farkla kazanmışlardı. Son bir maç kalmıştı. Bir maç...
Şampiyonu belirleyecek olan maçtı bu ve karşılaşmaya henüz iki hafta kadar zaman vardı. Oyuncular heyecanlıydı, Reva ise gergindi. Bu zaman diliminde Saruca ile tüm geçmişini paylaşmıştı: Yıllar önce kaybettiği bebeği, ailesi ve takımı... Saruca onu anlamıştı. Hem de öyle iyi anlamıştı ki, Reva artık emindi; Saruca ona âşıktı.

Sabah ışığı salona yumuşakça süzülüyordu. Reva, elinde kahve kupasıyla sessizce yaklaştı. Saruca, koltukta, battaniyeye sarılmış hâlde derin uykudaydı. Saçları dağınıktı, güçlü gövdesi güneşin altında belli belirsiz parlıyordu. Reva gözlerini ondan alamadı. Bir anlığına sadece izledi. Sonra kendini toparlayıp mutfağa yöneldi.

Arkasından gelen o sesle irkildi. “Beni hep mi böyle uzaktan izleyeceksin?”

Reva yavaşça döndü. Saruca uyanmıştı, gözleri hâlâ uykulu ama sesi yumuşak ve kısık, tam bir sabah sesi... Reva, dudaklarının kenarında beliren o soğukkanlı gülümsemeyle cevap verdi: “Sadece kontrol ediyorum. Evimde bir adam uyuyorsa, bilinçli mi değil mi bilmek isterim.”

Saruca doğruldu, battaniyeyi üstünden attı. Gömleğini giymemişti. Koltuğun kenarına oturup başını yana eğdi. “Kontrol sende sanıyorsun, ama farkında değilsin...” Reva tam o sırada yanına gelmişti. Kahvesinden bir yudum aldı. Ama o an, Saruca aniden bileğinden tuttu, Reva'nın elindeki kupa hafifçe sendeledi, sehpanın üzerine bırakmak zorunda kaldı. “Saruca—”

Sözü bitmeden Saruca onu hızla kendine çekti. Bir anda denge kayboldu. Reva koltuğa sırtüstü düştü. Şaşkındı ama öfke yoktu gözlerinde, sadece bir kıvılcım: O tanıdık meydan okuma. Saruca, üzerine eğildi. Ellerini Reva’nın kalçalarına koyup bedenini koltuğa sabitledi. Dudakları sadece bir nefes mesafesindeydi. “Şimdi kimin evinde olduğumuzun önemi kalmadı, Reva. Çünkü bu sabah… seni öpeceğim. Hem de kontrolün tamamen bende olduğunu bilerek.”

Reva nefesini tuttu. İçgüdüsel olarak karşı koymak istedi ama gözlerindeki ışık onu ele verdi. Dudaklarını hafifçe araladı, “Göreceğiz,” dedi. Saruca tereddütsüz eğildi. Önce boynuna, ardından çenesine öpücükler bıraktı. Her dokunuşu, her nefesi içini titretirken Reva'nın elleri istemsizce Saruca’nın sırtında gezinmeye başladı. Ve sonunda dudakları buluştu. Bu öpücük, geceden kalma değil; yeni bir sabahın, yeni bir arzunun ilanıydı. Saruca, Reva’yı koltuğa adeta hapsederken elleri teninde dolandı, nefesleri karıştı, zaman durdu.

Reva, bir an gözlerini açtı. Bakışları Saruca'nın gözlerinde kilitlendi. “Bu kadar kolay teslim olmam,” dedi kısık bir sesle.Saruca gülümsedi. Dudaklarını tekrar ona bastırırken fısıldadı: “O yüzden seni istiyorum zaten.”

Saruca’nın dudakları, Reva’nın dudaklarına bastırıldığında ikisi de bir an nefeslerini tuttu. Reva’nın parmakları, Saruca’nın omuzlarına bastı, sanki itmek ister gibi — ama o baskı, reddetmekten çok yönlendirmek gibiydi. Saruca, dudaklarını Reva’nın çenesinden yanağına, oradan kulak altına doğru kaydırdı. Her öpücükte daha derine iniyor, Reva’nın sınırlarını zorluyordu. Ama Reva, o tanıdık soğukkanlı tonuyla fısıldadı:

“Dur.”

Saruca başını kaldırdı. Bakışlarında bir şey vardı — meydan okuma mı, yoksa sabırla örülmüş bir arzunun sınırında gezinen sabırsızlık mı? Reva yavaşça doğruldu, Saruca’nın kalçasına dizini koyarak onu hafifçe geri itti. Üzerine çıkan artık oydu. Bedenini Saruca’nın üzerine yerleştirirken, iki elini adamın göğsüne bastırdı.

“Kontrolü sana veririm sanma,” dedi, gözleri gözlerinde. “Sadece oynuyorum.”

Saruca kıkırdar gibi bir nefes verdi. “Oyununu çok sevdim.”

Reva eğildi. Dudaklarını bu kez kendisi bastırdı. Öpücük daha derin, daha sabırsızdı. Ellerini Saruca’nın göğsünden boynuna, oradan saçlarına kaydırdı. Tırnakları tenine iz bırakacak kadar sertti ama acıdan çok haz taşıyordu o dokunuş. Saruca’nın elleri, Reva’nın bacaklarında gezinmeye başladığında Reva eğilip onun çenesini ısırdı, hafif ama kararlı.

“İzin verdiğim kadar dokun,” dedi. Ama Saruca’nın cevabı gecikmedi. Belinden kavrayıp onu yeniden altına aldı. Koltuğun yastıkları yere düşerken, iki beden sarmaşık gibi birbirine dolandı. “İzin almayı hiç bilmem,” dedi. “Ama seni hissedebildiğim sürece, başka hiçbir şeyi umursamam.”

Öpüşmeleri yeniden başladı. Dudaklar, boyun, omuzlar… Elleri, tenin her yerine iz bırakırken, nefesler giderek daha karışık, daha hızlı, daha sarsıcıydı. Reva bir an için gözlerini yumdu, başını koltuğun kenarına yasladı. Bırakmak istemediği kontrol yavaş yavaş eriyor, ama bu erime onda güçsüzlük değil, tam tersine bir özgürlük yaratıyordu. Saruca'nın göğsüne yaslanmış hâlde bir an bile nefes almak istemedi. Teninin sıcaklığı, parmak uçlarından ruhuna kadar yayılıyordu. İçindeki her şey karışmıştı. Sanki hem yanıyor hem de ilk kez gerçekten nefes alıyordu.

Saruca başını kaldırdı, gözleri hâlâ onun gözlerinde... O anda Reva'nın içinde bir şeyler kırıldı. Zincirleri çatırdadı, kontrol duygusu ellerinin arasından kayıp gitti. Dayanamadı. Ellerini Saruca’nın yüzüne koydu, bir anda onu kendine çekti ve dudaklarına yapıştı. Öpüşme ani, aç, savunmasızdı. Her şeyi susturmak isteyen bir öpücüktü bu. Saruca afallamadı. Reva’nın onu çekişini, bastırışını kendi elleriyle güçlendirdi. Kollarını Reva’nın beline doladı, onu dizlerinin üzerine alıp bedenine bastırdı. Dudakları, Reva’nın boynuna indiğinde Reva kesik bir nefesle geriye yaslandı. Parmakları Saruca’nın saçlarında kayıyor, tırnakları tenine geçiyordu.

“Ben—” dedi Reva, nefes nefese, öpücükler arasında. “Uzak durmak istemiyorum.”

Saruca başını kaldırdı. Gözlerinde şaşkınlık değil, tamamen yakıcı bir arzu vardı. Reva konuşmaya devam etti, sesi titrek ama her kelimesi doludizgin: “Sana karşı durmaya çalıştım. Defalarca. Ama olmuyor... Çünkü yanındayken kendimden kaçamıyorum.”

Saruca ellerini Reva’nın yüzüne koydu, başparmağıyla dudak kenarındaki nefesi silerken, “Kaçma zaten,” dedi, fısıltıyla. “Kal.”

Reva'nın gözleri doldu, ama bu gözyaşları bir zayıflık değil, bir patlamaydı. Dudaklarını ısırarak bir adım geri çekilmek istedi. Ama Saruca izin vermedi. Onu yeniden kucağına aldı, koltuğun arkalığına yasladı, bacaklarının arasına sıkıştırdı. “Seninle olmak… bir yangın gibi,” dedi Reva. “Ama artık yanmak istiyorum.”

Saruca'nın elleri, Reva'nın sırtında gezinirken bir kez daha dudaklarını buldu. Bu kez daha derin, daha sert, daha özlem dolu... Her öpücükte, her dokunuşta Reva'nın bastırdığı duygular boşalıyordu. Arzunun diliyle fısıldadı Reva: “Gitme. Bu sefer gitmeni istemiyorum.”

Saruca başını eğdi, alnını onun alnına yasladı. Nefesleri birbirine karıştı. “Ben zaten hiç gitmedim,” dedi. Ve o an, sadece bedenleri değil, ruhları da birbirine geçmişti. Kontrol, artık bir savaş aracı değil, aralarında kurulan bağın parçasıydı..

Sabahın mahmurluğu henüz dağılmamışken, yaşadıkları kısa ama yoğun yakınlaşmanın ardından stadyumun yolunu tutmuşlardı. Havanın serinliği tenlerini okşarken, şehir yavaş yavaş uyanıyordu. Saruca, alışkanlıkla garaj kapısından içeri süzülürken, Reva dikkat çekmemek adına ana girişi kullanmayı tercih etti. Omuzlarında geceye dair izler, gözlerinde ise hâlâ uyanmamış bir huzur taşıyordu.

Ofisine girdiğinde adımlarını hızlandırdı, zamanla yarışır gibi. Antreman kıyafetlerini telaşsız ama kararlı bir şekilde giyip aynada kendine kısa bir bakış attı. Toparlanmıştı. İşinin başındaydı. Reva Sungur yine sahadaydı. Dışarı çıktığında, sabah güneşi yeşil sahayı altın gibi parlatıyordu. Takım çoktan bahçeye çıkmış, henüz başlamayan antrenmanın keyfini sohbete bölmüşlerdi. Hava neşeyle doluydu. Süleyman’ın yüzünde, çocukça bir sevinç vardı; gülüşü yüzünü ikiye bölüyordu. Elinde tuttuğu kutudan baklava ikram ederken adeta etrafa şeker serpiyor gibiydi.

“Herkes alsın! Hadi alın alın! Maşallah diyerek yiyin,” diyordu coşkuyla. Reva adımlarını hızlandırarak yanlarına yaklaştı. Sesindeki ciddiyetle ama gözlerindeki kıvılcımla konuştu: “Süleyman, antrenman öncesi takıma baklava dağıtman doğru mu sence?”

Süleyman, sanki onu duymamış gibi davranarak kutuyu Reva’ya doğru uzattı. Gülüşü daha da derinleşti. “Hocam, bebeğimizin cinsiyeti belli oldu da... biraz heyecanlıyım.” Takımın içinde bir uğultu yayıldı. Meraklı bakışlar Süleyman’ın üstünde toplandı. Reva’nın kaşları kalktı, dudaklarında belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Asaf hemen atıldı: “Olum, niye baştan demiyorsun? Neymiş yeğenimin cinsiyeti?”

Süleyman’ın yüzü güneşten bile parlaktı o an. Gözleri hafifçe dolmuş gibiydi ama sesi dimdik çıktı: “Benim bir kızım olacak.”

O an sanki biri düdük çalmış gibi oldu. Takım bir anda bağırarak sevinçle üstüne atladı. Omuzlar, sırtlar, tokatlar… Sevgiyle karışık bir küçük saldırıydı bu. Kahkahalar sahayı doldurdu. Asaf, Süleyman’ı havaya kaldırdı, “Ulan kız babası ha! Evde şimdiden örgü örmeye başla,” diyerek güldü. Reva bir adım geri çekilip hepsine baktı. İçinde tarifsiz bir sıcaklık yayıldı. Bu sahne... işte takım olmak böyle bir şeydi. Sadece galibiyetleri değil, hayatı da paylaşmak.

Birden eli cebine gitti. Telefon titriyordu. Ekranda bir mesaj: "Hocam, seni yukarı çağırıyorlar. Yönetim odasında bir toplantı var." Kaşları çatıldı. Kutlamanın gölgesinde, içini belli belirsiz bir huzursuzluk sardı. Takım sevinçle baklava yerken, Reva arkasını döndü ve binaya doğru yürümeye başladı. Güneş biraz daha yükselmişti, ama onun içinde esen rüzgar değişmişti.

Binanın içi sabahın ilk saatlerinden farklıydı artık. Duvarlar biraz daha soğuk, hava biraz daha ağırdı. Reva, uzun koridorları geçerken adımlarının sesi çınlayarak yankılandı. Her basamağa, içinde büyüyen o sıkıntıyı bastırmaya çalışırcasına sert basıyordu. İçinden bir ses, “Bu sıradan bir toplantı değil,” diyordu. Ama hâlâ bir parça umut taşıyordu içinde. Belki takımın yeni transferiyle ilgili konuşacaklardı, belki de lig öncesi son hazırlıkları değerlendireceklerdi. Kendine bu küçük yalanları söylüyordu; çünkü gerçek daha ürkütücüydü.

Kapının önüne geldiğinde, başını hafifçe eğip derin bir nefes aldı. Sonra tokmağı çevirdi.

Kapı açıldığında, içeridekilerin yüzündeki ifade, birkaç saniyeliğine nefesini kesti.

O masa her zaman çok kalabalık olmazdı. Ama bugün... herkes oradaydı. Başkan, yardımcıları, kulüp avukatı, medya danışmanı, sportif direktör... Sanki bir kriz masası kurulmuştu da haber yalnızca ona geç verilmişti. Dosyalar, laptoplar, masanın ortasında açılmış bir zarf... ve evet, tam ortada bir şey daha vardı: birkaç büyük boy fotoğraf. Fotoğrafların birinde, Reva ile Saruca stadyumun otoparkında birbirine sarılıyorlardı. Arka planda ışık patlamış, objektife yakalanmışlardı. Bir başka karede, gece geç saatlerde aynı arabanın yanında duruyorlardı, Reva’nın eli Saruca’nın yüzüne uzanmıştı. O anın mahremiyeti, bir lensin merhametsiz bakışıyla açığa çıkarılmıştı.

Reva'nın gözleri dondu. Vücudu istemsizce bir adım geriye çekildi ama sonra kendini toparladı. İçeride buz gibi bir sessizlik vardı. Herkes onu izliyordu. Odaya adım attı ve sessizce sandalyeye oturdu. Başkan ağır ağır konuşmaya başladı: “Reva. Öncelikle... geldiğin için teşekkür ederim. Bu senin ne kadar profesyonel olduğunu gösteriyor. Biliyoruz, senin için bu kulüp sadece bir iş yeri değil. Ama artık konuşmamız gereken başka şeyler var.”

Reva gözünü fotoğraflardan alamıyordu. Her biri, onun özeline fütursuzca girilmiş bir bıçak gibiydi. Yanaklarında bir sıcaklık hissetti, ama ağlamıyordu. Sadece... utanç, öfke ve çaresizlik iç içe geçmişti. Başkan devam etti; “Geçtiğimiz hafta... basına düşmeden önce elimize bu fotoğraflar ulaştı. Saruca ile olan ilişkiniz... artık saklanamaz hale geldi. Seni bir kadın olarak yargılamak ya da özel hayatına müdahale etmek bizim haddimize değil. Ama sen bu takımın teknik direktörüsün. O ise sahadaki oyuncularından biri. Ve bu ilişki kulüp dinamiklerini tehdit eden bir yapıya dönüştü.”

Bir başkan yardımcısı lafa karıştı: “Medya bu işin peşine düşmeden önce biz bu işi çözmeliyiz. Takım içinde söylentiler başlamış bile olabilir. Bu, senin otoriteni zedeler. Ve daha da kötüsü, takım içindeki rekabetin adil olmadığını düşündürebilir.”

Reva gözlerini kaldırdı. Kırılgan ama dimdikti. “Ben birini torpille oynatacak bir teknik direktör değilim. Herkes bunu biliyor.”

Sportif direktör başını eğdi. “Elbette hocam. Kimsenin senin teknik kapasiteni ya da adaletini sorguladığı yok. Ama dışarıdan nasıl göründüğü önemli. Algı yönetilemeyen bir yangına dönüşebilir.”

Başkan, önündeki dosyayı kapattı. “Bizi zor bir karara sürükledin, Reva. Ve sana hâlâ büyük saygımız var. Bu yüzden seni kovmak istemiyoruz. Ama senin... bu şartlarda göreve devam etmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. İstifa etmeni istiyoruz. Bu, hem senin onurun için hem kulübün geleceği için en sağlıklı çözüm olur.”

Reva bir süre sessiz kaldı. Başını yavaşça öne eğdi. Parmakları kenetlenmişti. İçinde yükselen hayal kırıklığı, öfke ve kalp kırıklığı arasında gidip geliyordu. Bu kulüp... onun hayatıydı. Yıllarını vermişti. Saatlerce analiz yapmış, gece yarılarına kadar saha çalışmaları yürütmüş, her bir oyuncunun kariyer planlamasına tek tek kafa yormuştu. Takım, onun ailesi gibiydi. Bu masada ise kendini yabancı gibi hissediyordu.

Gözlerini tekrar fotoğraflara çevirdi. O karelerde suç yoktu. Sadece... bir anlık korunmasızlık vardı. İnsanlık vardı. Sevgi vardı. Ama şimdi bu sevgi, onun hayatını darmadağın ediyordu. “Bu... sizin kararınız mı?” diye sordu. Sesi soğuk ve netti.

Başkan bir süre durdu. “Evet.”

Reva hafifçe başını salladı. Sonra gözlerini herkesin üzerine gezdirdi. Tek tek, birer yabancı gibi bakıyordu artık onlara. Son olarak başkana döndü: “Beni buraya getiren sizdiniz. Bana bu kulübü emanet ettiniz. Beni takımı kuran, onu bir arada tutan kişi yaptınız. Ve şimdi... birine sarıldım diye, her şeyi siliyorsunuz.”

Ayağa kalktı. Sandalyesi hafifçe geriye kaydı. Bakışları keskinleşti.“Ben istifa etmiyorum. Kovulacaksam, bu kararı siz açıklayacaksınız.” Kapıya doğru yürüdü. Bir an durdu. Ardına baktı. “Ve şunu unutmayın... Ben bu takıma sadece taktik vermedim. Ruh verdim.”

Kapıyı açtı ve çıktı. Koridorda yürürken gözleri doldu. Ama ağlamadı. Ağlamak zaferin uzağında bir duyguydu. Ve o hâlâ kazanmak istiyordu.

Bölüm : 15.04.2025 00:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...