
Zemin ayak sesleriyle inliyor. Takımın bazı oyuncuları sessizce formalarını giyerken, diğerleri sinirini bandaj sararak ya da yere tekmeler savurarak boşaltıyor. Saruca aynanın karşısında başını öne eğmiş, boynundaki kolyeyi parmaklarının ucunda çeviriyor. Reva içeri girdiğinde göz göze gelmemeye çalışsa da, aralarındaki görünmez ip bir kez daha onları çekiyor birbirine. Reva, dolabın kapağını açarken bir an omzunun üzerinden bakıyor:
"Hazır mısın?"
Saruca hafifçe gülümsüyor ama sesi ciddiyet taşıyor: "Sen yanımdayken, hep hazırım."
Bir sessizlik çöküyor. Diğer oyuncular sessizce soyunma odasını terk ederken, sadece ikisi kalıyor içeride. Reva, formasını giymek yerine Saruca’ya dönüyor. Aralarındaki mesafe bir adım bile değil artık. "Bu gece... kaderimizi belirleyebilir," diye fısıldıyor Reva.
"Ya da her şeyi altüst edebilir," diye karşılık veriyor Saruca.
Bir an için, zaman donmuş gibi. Saruca, Reva’nın çenesini nazikçe tutuyor. Parmak uçlarıyla onun yüzüne dokunurken gözleri sanki bir şey sormak istiyor ama kelimelere dökemiyor. Reva ise tereddütsüz. Ellerini onun omuzlarına koyup yüzüne yaklaşıyor. Dudakları buluşuyor. Sert, aç bir öpücük değil bu. Daha çok savaş öncesi bir yemin gibi. Dudaklar birbirine kenetlenirken, içerideki hava bir anlığına ağırlaşıyor. Onlar için artık hiçbir şey sadece futbol değil. Bu maç, o öpücükten sonra, her şeyin provası olacak.
Kapı dışarıdan vuruluyor. Birinin sesi yükseliyor: "Beş dakika kaldı! Sahaya çıkıyoruz!"
Reva hafifçe geri çekiliyor ama ellerini onun göğsünde tutuyor bir süre daha. Gözleriyle söz veriyor: "Ne olursa olsun, yanındayım."
Saruca gözlerini kapatıyor, sonra derin bir nefes alıyor. Formasını giyiyor. Sırtında 13 numara. Reva çıkarken dönüp bir daha bakıyor. Aralarında artık bir sır değil bu yakınlık. O artık her şey.
Metal koridorun duvarlarında yankılanan tek şey: krampon sesleri. Sanki ayaklarına değil, kalplerine çarpıyor o tok sesler. Tribünlerin uğultusu betonun içinden bile duyuluyor. O an, hayattaki her şey duruyor. Sadece bu maç, bu gece, bu ses var.
Kaptan Asaf, aralarında en önde yürüyor. Omuzları geniş, bakışları sabit. Sanki on bir değil, bir orduyu sahaya çıkarıyor. Saruca hemen arkasında, başı dik ama gözleri dalgın—az önce soyunma odasında olanları tekrar tekrar yaşıyor içinde. Reva'nın dudakları hâlâ dudağında gibi. Fikri, kaleci eldivenlerini yere iki kez vurup parmaklarını açıyor. “Bugün hiçbir şey geçmeyecek,” der gibi. Kazım, boylu poslu stoper, kafasında sessiz bir dua mırıldanıyor. Süleyman, gözleri tribünlerde bir yerde—eşinin o kalabalığın içinde olduğunu bilmenin ağırlığıyla. Tomris ve Aras, yan yana yürürken birbirlerine sessizce yumruk vuruyorlar, “hazır mısın” diye sormadan.
Koridorun sonunda ışık görünüyor. Stadyumun içi. Sahaya ilk adımı Asaf atıyor. Bir anda çığlıklar patlıyor. Binlerce kişi ayakta. Meşaleler, bayraklar, tezahüratlar… Gökyüzü bile gergin sanki. Gecenin serinliği çimenlerin üstünde titreşiyor. Reva, yedek kulübesinin önünden geçerken başını çevirip bir an Saruca’ya bakıyor. Saruca da onu hissediyor. Göz göze gelmeden bile. Hakem orta yuvarlağa çağırıyor: Asaf ve rakip kaptan tokalaşıyor. Yazgı gibi ağır bir bakışma.
Saruca, Asaf’ın yanına sokuluyor: "Bir adım arkandan yürüyorum, unutma."
Asaf başını hafifçe çeviriyor: "Ve ben, her zaman sırtını kolluyorum."
Top orta yuvarlakta. Sessizlik bir anlığına stadyumu sarıyor. Sadece hakemin düdüğü, her şeyin başlangıcı olacak.
DÜÜÜÜÜT! Ve maç başlar.
Top Asaf’a gelir. Sağ kanada açılırken Aras hızlıca çizgiden fırlıyor. Süleyman orta sahada baskıya başlar başlamaz, rakip takım topu uzun oynar ama Kazım kafayla indirir. Tomris hemen ayağının dışıyla Asaf'a gönderir, yedek kulübesindeki çığlıklar arasında top Saruca’ya doğru döner. Top Saruca’nın ayağında. Gözleri ileriye bakıyor ama zihninde çok daha fazlası var: bu maç, bu gece, sadece futbol değil. Final öncesi son sınav. Herkes için bir şeyin eşiği. Ya yıkılacaklar… ya da yükselecekler.
Hakemin son düdüğüyle birlikte stadyumda bir patlama olurcasına tezahüratlar yükseliyor. Takım el ele kenetlenmiş, son saniyeye kadar mücadele etmiş. Skor tabelasında net ve gururla parlayan o sayı: **2-1.**
Galibiyet.
Sahada bir anda koşuşturma başlıyor. Yedek kulübesinden oyuncular fırlıyor, Reva yerinden kalkıp havaya yumruğunu savuruyor. Tomris, Aras’a sarılıyor; Fikri sevinçten dizlerinin üstüne çöküyor. Asaf, başını gökyüzüne kaldırıp gözlerini kapatıyor. Ama en çok Saruca gülümsüyor. Çünkü maçtan çok daha fazlası kazanıldı bu gece.
Yeşil saha bir anda kutlama alanına dönüşüyor. Konfetiler, taraftarların bağırışları, teknik ekipten gelen sarılmalar… Reva ile Saruca göz göze geliyor. Saruca başını iki kez sallayıp sahayı işaret ediyor: “Final yolu açık.”
Reva ise gülümsüyor sadece: “Seninle, her yol açık.”
Tam o sırada tribünlerden bir hareketlilik olur. Süleyman’ın dokuz aylık hamile eşi kalabalığın arasından güçlükle sahaya inmeye çalışıyor. Elinde şişmiş bir balon gibi duran bir pankart var: “Seninle gurur duyuyorum, Sülo!”
Süleyman onu görür görmez ellerini iki yana açarak ona doğru koşuyor. “Aşkım! Sahaya mı indin sen? Deli misin ya!” diye gülüyor, ama yüzünde sevgi var, kaygıyla karışık. Karısı bir şey demek istiyor ama duruyor. Yüzü bir anda değişiyor. Ve sonra…
“Sülo… galiba... suyum geldi.”
Süleyman bir an ne dediğini anlamaz gibi bakıyor. Sonra yavaşça gözleri büyüyor. “Nasıl yani şimdi mi? ŞU AN MI?”
Kadıncağız başını sallar, bir eli karnında. “Evet. Bu... bu gerçek.”
Tomris ve Aras kahkahalarla yere kapanırken, Süleyman bir ileri bir geri yürümeye başlıyor: “Ambulans nerede? AMBULANS NEREDE? Bizim kulüp ambulansı? KULÜP AMBULANSIIII!”
Kazım sırtına vuruyor, “Sakin ol Sülo, çocuk sahaya doğmasın.” Fikri eldivenlerini hâlâ elinde tutarken cep telefonuyla ambulansı arar gibi yapıyor ama ekran kapalı. Reva hemen devreye giriyor: “Kulüp ambulansı hazır! Saha çıkışında!”
Süleyman, eşinin elini tutup etrafındaki herkese bağırıyor: “Yol açın, kampanya var! Final öncesi bir doğum hediyesi geliyor!” Sahadaki herkes gülmekten kırılıyor. Ambulansın sireni uzaktan duyulurken, Süleyman eşiyle birlikte sedyeye oturur gibi araca yerleşiyor ama hâlâ sahadaki herkese sesleniyor: “Finalde yokum, ama belki iki kişiyle dönerim!”
Ambulans uzaklaşırken herkes bir anlığına durup birbirine bakıyor. Sonra Reva, sessizce ama kararlı bir şekilde söylüyor: “Finali birlikte alacağız. Ve bir bebekle taçlandıracağız.” Kahkahalar arasında gece, galibiyetin ve hayatın yeni bir başlangıcına doğru akıyor.
Maçtan saatler geçmiş, şehir yavaş yavaş uykuya dalmıştı ama onların içindeki kıpırtı hâlâ dinmemişti. Reva, kapüşonunu biraz daha sıkarak yürüyordu kaldırımda. Yanında Saruca, kasketini neredeyse gözlerinin üstüne kadar indirmiş. Magazin basınının peşlerinde olabileceğini ikisi de biliyordu ama bu an, onların gizli lüksüydü. Sokağın köşesindeki eski, nostaljik dondurmacı hâlâ açıktı. Saat gece yarısını çoktan geçmiş olsa da, yaşlı adam her zamanki gibi dükkânının önündeki sandalyede oturuyordu. İkisini görünce sadece başıyla selam verdi. Tanımış gibiydi ama ses etmedi.
Reva ve Saruca, camekânın önünde durup vitrine baktılar. Dondurma tezgâhı, rengârenk ama ikisinin aklında tek bir şey vardı. “Seninki her zaman vanilyadır,” dedi Saruca, hafifçe eğilerek. Reva göz ucuyla ona baktı. “Seninki de çifte kavrulmuş fıstık. Şaşmazsın.”
Yaşlı adam hiçbir şey sormadan ikisine de tam da söyledikleri gibi birer külah uzattı. Sadece gülümsedi. “Bu gece de kimseyi görmedim,” dedi alçak sesle. Reva başını eğerek teşekkür etti. Birlikte, dondurmalarını alıp dondurmacının yanındaki dar taş sokağa saptılar. Sokak lambasının loş ışığında yürüdüler. Duvarlara yansıyan gölgeleri, iki yalnız ama birbirine yaslanan ruh gibiydi.
“Sence bizi ne zaman öğrenecekler?” diye sordu Reva, dondurmasından bir lokma aldıktan sonra.
Saruca gülümsedi. “Bizi mi, Reva’yı mı?”
“Bizi,” dedi Reva, gözlerini kaçırmadan.
Bir an durdu Saruca. Elindeki dondurmayı aşağı indirdi. “Bir gün herkes öğrenecek. Ama o gün, bu hikâye sadece bizim olmaktan çıkacak. O yüzden…” Başını kaldırdı, gözlerinin ta içine baktı. “…o gün gelene kadar her lokmayı, her anı böyle yaşamak istiyorum. Sessizce. Sadece seninle.”
Reva bir şey demedi. Sadece gülümsedi. Sonra Saruca’nın dondurmasından bir ısırık aldı. “Bu seninkinden güzelmiş.”
Saruca şaşkınlıkla baktı. “Ama sen hep vanilya—”
“Damak tadım da değişebilir, duygularım da,” dedi Reva. “Ama bir şey değişmeyecek.”
Saruca merakla sordu: “Neymiş o?”
Reva eğildi, alnını onun omzuna yasladı. “Senin yanımda olduğun her anın kıymeti.”
Sokakta sessizlik vardı. Sadece gece serinliği, hafif rüzgâr ve iki dondurmanın sessiz eriyişi… Ve onları izleyen eski bir lambanın titrek ışığı altında, şehrin gürültüsünden uzakta, sadece kalbin sesi duyuluyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |