
Sabah güneşi sahanın üzerine eğilmiş, çimler taze sulanmış gibi kokuyordu. Takım, ısınma turlarını bitirmiş, pas çalışmasına geçmişti. Reva, yedek kulübesinin önünde kollarını kavuşturmuş, oyuncularını izliyordu. Yanında not defteri, kalemini dişlerinin arasına almış. Ciddi görünüyordu ama gözleri arada sırada Saruca’ya kayıyordu. Saruca fark edince sadece top sektirmeye devam etti, ama bir köşesinden gülümsedi.
Saha kenarından bir bağırış koptu: "Eee baba! Kaç bez değiştirdin bu sabah?"
Süleyman, topa vurmak üzereyken tökezleyip gülmeye başladı. Elini havaya kaldırıp of çeker gibi yaptı:"Üç! Sadece sabah üç!"
Tomris hemen atıldı: "Ooo ilerleme var. İlk gün beşle başlamıştın!"
Aras da boş durmadı: "Senin kollar ter değil, bez kokuyor artık be Sülo!"
Tüm takım kahkahalara boğulurken Süleyman ellerini yana açtı ve dramatik bir şekilde gökyüzüne seslendi: "Ben artık futbolcu değilim, bezciyim! Karım 'Altın Biberon' ödülünü bana verdi sabah!" Reva da istemsizce gülümseyip not defterini kapattı. "Süleyman, elinde ki bezi bırak, topa odaklan. Bu hafta formaya dönüyorsun."
Süleyman hemen toparlandı ama ciddiyeti bir saniye sürdü. Cebinden telefonunu çıkarıp hızla görüntülü aramayı açtı. "Bir saniye hocam, kızımı göstermem lazım! Bakın bakın, yeni güldü bugün!" Sahadaki herkes yeniden gülmeye başladı. Fikri kaleci eldivenlerini yere bırakıp yaklaşarak ekrana baktı: "Ayy minnak! Gözleri Sülo’ya çekmemiş, şükür!"
Kazım başıyla onayladı: "Anasına benzemiş, kurtulmuş!"
Süleyman ise tüm bu laflara rağmen gülümsüyordu. Herkesin ortasında babalıkla gururlanıyor, ara ara “ay çok küçük hapşurdu az önce” gibi anlamsız detayları büyük bir ciddiyetle anlatıyordu. O sırada Saruca, paslaşma sırasında Reva'nın göz ucuna ilişti. Top ayağındayken sanki ona kısa bir mesaj göndermek ister gibi başını eğdi. Reva anlamazlıktan geldi. Ama içinden bir sıcaklık geçti.
Öğle güneşi tam tepede, antrenman bir mola vermişti. Oyuncular sahanın kenarına çökmüş, ter içinde nefeslenirken kantin arabası yanlarına yanaşmıştı. Plastik bardaklarda buz gibi limonatalar dağıtılıyordu. Süleyman, hâlâ telefonuyla uğraşıyordu. Bebeğinin yüzünü birilerine göstermeye çalışırken ekranı ters çevirdi, sonra yine çevirdi, sonra kendi yüzünü görüp gülümsedi: "Kamerayı bana değil, kıza çevir Sülo!" diye bağırdı Tomris. "Senin gülüşünü değil, minnoşun gamzesini istiyoruz!"
Fikri de eldivenlerini çıkarmadan elini kaldırdı: "Hocam bence Sülo’yu üç maç dinlendirelim. Çünkü çocuk uyandığında ağlayıp 'babam nerede' demeye başlıyor. Psikolojik baskı yaratmayalım kıza."
Süleyman omuz silkti:"Kızım benimle gurur duyuyor. Sabah bana kaka yaptı, sevgi ifadesiydi."
Kahkahalar yeniden patladı. Kazım, limonatasından bir yudum alıp Süleyman’a döndü:"Senin doğum izni bitsin de, gerçek hayata dön. Reva hocam sana ilk kartı gösterecek, ‘aşırı babalık’ nedeniyle.”
Tam bu sırada Saruca, elinde havlu, Reva’nın yanına doğru yürüyordu. Yüzü terliydi ama gülümsemesi eksik değildi. Reva ona bir su şişesi uzattı, Saruca da ona kısa ama anlamlı bir bakış fırlattı. Aralarındaki bağ gözle görülür, elle tutulur hale gelmişti artık. Tomris, yan gözle olan biteni izleyip dirseğiyle Aras’ı dürttü. "Ooo bak bak... Şişe bile özel servis artık. Biz hâlâ kendi suyumuzu kendimiz alıyoruz."
Aras da hemen topa girdi: "Hocam ayıp oluyor ama... Bu takımda torpil var!"
Fikri başını iki yana salladı, suratında yapmacık bir ciddiyetle:"Disiplin bozuldu. Teknik direktörle oyuncu arasında yakınlaşma. Bu takım nereye gidiyor!" Reva elindeki dosyayla onları işaret etti, kaşlarını çatmış gibi yaparak: "İkinci sınıf dizilere çevirdiniz burayı. Biriniz de gelip pas çalışmasındaki hatalar üzerine laf etmez mi?"
Ama sesi sert olsa da gülmemek için dudağını ısırıyordu. Takımın neşesi, sarılması, şakalaşması arasında yürürken Saruca onun kulağına eğildi: "İstersen biraz ciddileşeyim, uzak durayım." Reva yanıt vermedi. Sadece gözlerini ona çevirdi ve fısıltı gibi bir söz dudaklarından döküldü: "Yok… işte böyle olunca, daha güzeliz."
O sırada Süleyman tekrar bağırdı: "Kızım şimdi güldü! Vallahi bakın!"
Takım hep birden başını çevirdi, ama ekranda yalnızca Süleyman’ın parmağı vardı. "Kamera lensini parmağınla kapatmışsın, baba yılın selfie’si!" diye bağırdı Aras. Kazım ise dramatik bir tonla araya girdi; "Ve böylece… Süleyman’ın kızının ilk gülüşü sadece bir parmakla anıldı."
Herkes yerlere yatarken, Reva başını iki yana sallayıp saatine baktı:"Tamam takım, molayı çok uzattık. Kıkırdamaları bırakıyoruz, 10 dakikaya top tekrar dönüyor!" Ama bu kez komut bir disiplinden çok, aile içi bir çağrı gibi gelmişti. Çünkü bu takım artık sadece bir kadro değil, bir hikâyeydi. İçinde yeni doğmuş bir bebek, saklanan ama hissedilen bir aşk, babalık telaşı, limonata arası şakalar ve hepsinden öte… birbirine inanan kalpler vardı.
Antrenman bitmişti. Terli formalar birer birer çıkarılıyor, duş sırasına giriliyor, soyunma odası ise tam bir curcuna. Reva, koridordan geçerken içeriden gelen kahkahaları duydu ve başını içeri uzattı. Tam o sırada Tomris, eline bir havlu almış, sahte bir telefonla konuşuyordu: "Efendim aşkım? Yok yok, bezler dolaba, ıslak mendiller sağda. Ha? Gazı mı var? Süleyman nerede? Babası antrenmanda!"
Süleyman, gülmekle havluyu fırlatmak arasında kararsızdı. "Şaka maka, çocuğuma ikinci ismimi ‘Tomris’ koyacağım, rahat et!"
Kazım, bir köşede elinde not defteriyle ayağa kalktı ve anons etti: "Arkadaşlar toplanın! Bugünkü 'Günün Babası' ödülünü, gece 03.45’te poposuna krem sürerken 'Bu işte bir sanat var' diyen Süleyman’a veriyoruz!"
O an herkes alkışlamaya başladı. Fikri, kaleci eldivenlerini hiç çıkarmamıştı, ama el çırpmaya çalışırken garip sesler çıkarıyordu. "Bebek bezi gibi şapırdıyor bu eldivenler!" deyince kahkahalar bir kez daha patladı. Saruca, ayakkabılarını bağlamaya çalışıyordu ama göz ucuyla Reva’yı kesiyordu. O sırada Aras hemen fark etti: "Ooo, damat da geldi. Reva hocam, takımın dizisini siz yazın bari. Saruca başrol, siz hem teknik direktör hem kadın başrol!"
Tomris ekledi: "Damat bey çorabını kendi mi çıkarıyor, yoksa hocam siz mi yardım ediyorsunuz?"
Reva, göz devirdi ama gülümsedi. "Devam edin böyle, bu hafta kondisyon çalışmasını çifte artıracağım."
Fikri başını salladı: "Yandık. Hocamız da aşık, ama kin tutan bir aşık!"
Süleyman elindeki şampuan şişesini mikrofon gibi tutarak ortaya çıktı: "Bu sezonun en iyi senaryosu: 'Bir futbol takımında aşk ve bebek nasıl başa bela olur?' Başrolde: Reva, Saruca ve minik bez kahraman!"
Bir alkış daha. Tomris, spot ışığıymış gibi tavan lambasının altına geçti:"Son sahnede Reva hocam şunu söylüyor: 'Bu aşk, sadece saha içinde yaşanabilir!' ve fade out."
Reva, kapıya yaslanmış hâlâ onları izliyordu. Gülümsemesi hafif ama gözleri ışıldıyordu. Bu insanlar sadece oyuncusu değil, ailesiydi. Her biri başka bir deli ama bir araya geldiklerinde tarifsiz bir ahenk oluşuyordu. Saruca sonunda başını kaldırdı, Reva’ya sessizce bir bakış attı. Reva da gözleriyle yanıt verdi: “Bırak eğlensinler.” Zaten bu sahnede en çok yakışan şey kahkahaydı. Ve dışarıdan gelen bir tezahürat sesiyle herkes durdu. Kantin görevlisi kafasını uzatmıştı: "Limonata bitti ama siz hâlâ gülüyorsunuz. Hayırdır, kupa mı geldi?"
Asaf elini havaya kaldırdı:"Hayır abi, biz zaten kupayı kazandık. Birimiz baba oldu, birimiz âşık... Daha ne olsun!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |