
"Tüm hazırlıklar tamamdır, hocam."
Saruca, koridor boyunca Reva’nın arkasından ilerlerken ayak seslerini bilerek daha sertleştiriyordu. Hocası, onu fark etmek zorundaydı. Yokmuş gibi davranamazdı. "Hocam, neden ilk 11'de olmadığım konusunda açıklama yapmak ister misiniz?" dedi, sesine mümkün olduğunca meydan okuyan bir ton katarak.
Reva, hiç duraksamadan, başını bile çevirmeden yanıtladı: "Hayır."
Bu tek kelime, Saruca’nın içini bir kor gibi yaktı. Elleri yumruk oldu, adımlarını hızlandırıp hocasına yetişmeye çalıştı, ama Reva çoktan odasına girmiş ve kapıyı kapatmıştı. Kapının önünde durup birkaç kez derin nefes aldı, ama hiçbir şey o içindeki aşağılanmışlık hissini bastıramıyordu.
Odada Reva, sakin bir şekilde antrenman kıyafetlerini çıkarıyordu. Gardırobundan seçtiği siyah takım elbiseyi üzerindeyken düzeltti. Aynadaki yansımasına baktığında yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Saruca’nın sorusu ve ardından gelen inadı, onu rahatsız etmek yerine eğlendirmişti. Genç futbolcunun gözlerindeki hırs, yeteneği kadar çarpıcıydı, ama bunu itiraf etmeye niyeti yoktu. Bu tür meydan okumalar, ona hep kazandığı oyunları hatırlatırdı.
Kapıyı açtığında Saruca’yı tam beklediği gibi, kapının önünde buldu. Ancak bu kez çocuğun bakışları doğrudan Reva’nın üzerindeydi. Kumaş takımını görünce gözlerindeki o mücadeleci alev yerini bir an için şaşkınlığa bıraktı, ama çok geçmeden yeniden yandı. "Bir sorun mu var, Saruca?" diye sordu Reva, sesine hafif bir alay tonu katarak.
"Var," dedi Saruca, geri adım atmadan. "Beni görmezden gelmeye devam edeceğinizi mi sanıyorsunuz? İlk 11’de olmamam saçmalık ve bunu siz de biliyorsunuz."
Reva’nın kaşları hafifçe kalktı. Saruca’nın dik duruşu ve sert tonu, odanın havasını değiştirmişti. Ama bir hoca olarak otoritesinden taviz vermeyecekti. Ellerini cebine sokarak Saruca’nın birkaç adım önüne geldi, gözlerini genç futbolcunun gözlerine dikti. "İlk 11’i hak eden, sahada konuşur, koridorda değil," dedi, sesi buz gibiydi. "Sana bunu öğreteceğimi sanmıştım, ama belli ki hâlâ eksikler var."
Saruca’nın yüzü bir an gerildi. Bu, onun için bir darbe olmuştu, ama çenesini kaldırarak bakışlarını Reva’dan ayırmadı. "Ben sahada konuşacağım, hocam," dedi, dişlerinin arasından. "Ama siz beni oynatmazsanız nasıl kendimi gösterebilirim?"
Reva’nın yüzünde bir gölge belirdi. Cevap vermedi. Sadece Saruca’yı geçip koridorun sonuna doğru yürümeye başladı. Ayak sesleri yankılanırken, arkasından gelen genç futbolcunun inatçı nefesini hissediyordu. Saruca pes etmeyecekti. Bu da Reva’nın hoşuna gitmişti. Arka arkaya girdikleri soyunma odasında takımı hazrılanırken bulmuşlardı. Saruca odaya gözünü dahi değdirmemişti çünkü tek odağı Reva idi.
"Saruca, ilk maçın olduğu için bu sefer forvete ben geçeceğim. Reva Hoca seni ikinci yarıda oyuna alacak," dedi Süleyman, sırtını sıvazlayarak. Saruca bir an ne diyeceğini bilemedi. Haftalardır hocasıyla arasındaki soğukluk ve takım arkadaşlarıyla yaşadığı gerginlik nedeniyle kendisini dışlandığını düşünmüştü. Ama durum farklıymış. İçinden, "Demek sebep buymuş," diye geçirdi. İlk maçı olduğu için ikinci yarıya bırakıldığını öğrenmek, içindeki gergin düğümü biraz çözmüş, hatta neşelenmesine neden olmuştu.
Tam dönüp Reva’ya teşekkür etmek için ağzını açmıştı ki, Reva ondan önce davrandı. "Saruca, bak forman gelmiş," dedi Reva, elinde tuttuğu formayı ona uzatarak. "İstediğin gibi 13 numara. Hadi, sen de giyin. Vaktimiz daralıyor."
Saruca, hocasının yüzüne baktı. Reva'nın sesi her zamanki gibi soğukkanlıydı, ama içinde saklı bir şey vardı. Hoca, bu anın önemini biliyor gibiydi. Forma Saruca’nın ellerine geçtiğinde bir an donakaldı. Bu sadece bir forma değildi; sanki Reva, ona bir mesaj veriyordu. O mesajı kelimelere dökmese de Saruca, hocasının gözlerinden anlamıştı: “Sahada konuş, seni izliyorum.” demişti adeta.
"Teşekkürler, hocam," dedi Saruca, sesi biraz alçalmıştı. Ama Reva, onun bu haline pek aldırmadı. "Teşekkür için vakit yok. Çık ve hazır ol," dedi ve ona sırtını dönerek çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Saruca, formasını sımsıkı tutarken içindeki heyecan ve hırs birbirine karışmıştı. Bugün hocasının güvenini kazanacağını biliyordu. Ve eğer kazanamazsa, kaybetmek gibi bir seçenek olmadığını da...
“Hey millet, tüm topları bana atıyorsunuz, okey mi? Karım beni izlemeye geldi. Gol atıp ona armağan edeceğim!” Süleyman, 16 numaralı formasını düzeltirken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. “Asla şov yapmadan duramazsın, değil mi?” dedi Asaf, hafifçe gülerek. Sonra ciddi bir ifadeyle etrafına baktı ve sesini yükseltti: “Tamam, dinleyin. Sayın Fırtına Spor Kulübü üyeleri! Eğer bu maçı kazanamazsak birincilik koltuğundan iniyoruz. O yüzden, bu maçı alıyoruz! Net!”
Aras, Asaf’ın sözlerini taklit ederek dalga geçti: “Ne güzel motive ettin, kaptan! Kesin kazanırız artık.”
Takım, Aras’ın alaycı tonuna kahkahalarla karşılık verdi. Ama bu gülüşlerin altında, hepsinin yüzünde bir kararlılık seziliyordu. Şakalaşmalar sona erince koridora dizildiler. Karşı takımın oyuncuları da yanlarına geçip hazırlanmıştı. Onların mavi tonlardaki formaları, karşı takımın parlak turuncu renkte ki formalarının yanında göze çarpıyordu. Asaf, takımın başında en önde duruyordu. Bir anda arkasına dönüp bağırdı:
“Pankartı düzgün tutun! Ve gülmek yok! Ciddi olun!”
Ellerinde siyah bir pankart taşıyan takım, ağır adımlarla sahaya çıkarken tribünlerden gelen alkış sesleri yükseldi. Ancak, bu alkışta sevinç yerine derin bir hüzün vardı. Stadyum sessizliğe bürünmüş, sadece pankartın üzerinde yazılı kelimeler yankılanıyordu:
"Hatayın Kuğuları’nı Unutmayacağız"
Geçtiğimiz günlerde, ülkeye büyük bir şampiyonluk kazandıran Hatayın Kuğuları futbol takımı, Türkiye’ye dönerken bindikleri uçağın düşmesi sonucu tüm oyuncularını ve teknik ekibini kaybetmişti. O acı haber, spor dünyasını derinden sarsmıştı. Tribünlerde gözyaşlarını tutamayan insanlar vardı. Takım arkadaşlarından biri, pankartın ucunu tutarken gözlerini silmeye çalışıyordu. Süleyman, sessiz bir nefes aldı. Yüzündeki esprili ifadeden eser kalmamıştı. Mırıldandı: “Bugün onlar için oynuyoruz.”
Asaf, geri dönüp takımına baktı. Gözlerinde kararlılık vardı, ama sesinde ince bir titreme hissettirdi: “Bu maçı alacağız. Onların hatırasına.” Hakemin düdüğü çalmadan önce, bir anlığına herkes olduğu yerde durdu. Ve o sessizlik, hem bir saygı duruşu hem de yükselecek mücadele ateşinin habercisiydi. Ve maç başladı. 2 takımınm taraftarı tezahürat ve marşlar eşliğin de takımını destekliyordu. Süleyman'ın karısı maç sonu kocasına vereceği haber için dakika sayarken, Reva hoca klübe de oturmuş oyunun hareketlenmesini bekliyordu.
"Verim mi topu he istİyon mu?"
"Süleyman mal mısın atsana?" dese de Süleyman çoktan topu kaptırmıştı. Asaf topun peşinde son sürat koşsa da top çoktan kendi yarı bölgelerine girmişti. Karşı takımın oyuncusu topu çok iyi saklıyordu ama hesaba katmadığı bir şey vardı, "Kazım." Kazım onun şutunu çevik hareketi ile taça çıkarmıştı. Taraftarın alkışını alan Kazım dönüp hocasına bir bakış atmıştı. Reva ciddi suratı ile sadece alkışlamıştı. Maçın ilk yarısının sonlarına gelirken henüz gol yoktu. Saruca yedek klübesin de takımını izliyor, çoğunlukla küfür ediyordu...
Koray'a yapılan müdahele ile serbest vuruş kazanmışlardı. Topun başına geçen Asaf, Süleyman'a işaret çaktı ve topu tam ona doğru gönderdi. Süleyman kendisine doğru gelen topu içeri bir sürü insa olmasına rağmen kafası ile karşılamayı başarmıştı. Solunu doğru vurduğu top kalecinin hemen omzunun üstünden geçip ağlar ile buluşmuştu. Golü attığını bir tık geç fark eden Süleyman soluğu karısın olduğu tarafta almıştı, önce kalbini daha sonra karısı işaret ederek golü onun için attığını göstermişti. Ona doğru koşan Asaf direk üstüne atlamıştı, "Asaf sağol kardeşim" dedi Süleyman. Asaf eyvallah anlamında kafasını salayıp kendi mevkisine dönmüştü.
Reva takımını gurur ile izlerken, Saruca bu kadar bağlı bir takıma nasıl ısınacağını düşünüyordu. İlk yarı bitince hepsi soyunma odasına doluşmuştu. Süleyman çok neşeli idi, Reva ise sadece bir gol atabildikleri için onları azarlıyordu. "Karşı takım sizi ne kadar zorladı gördünüz. Emin olun 2. yarı bunun iki katı olacak, bu yüzden sınırları zorluyoruz. Koray pasların güzel ama çok gerili oynuyorsun, biraz daha hücuma destek olmalısın. Ve Kazım kurtardığın pozisyonlar harikaydı. Tebrik ederim hepinizi"
Bu konuşmadan sonra soyunma odasından çıkan Reva Hoca, yüzünde kaygılı ama kararlı bir ifadeyle kulübede yerini almıştı. İkinci yarı, ilk yarıya göre çok daha tempolu başlamıştı. Saruca, sahaya çıkmak için sabırla işaret beklerken, takım talihsiz bir şekilde kötü bir gol yemişti. Reva Hoca, kafasını öne eğip bir şeyler mırıldanarak kulübeye geri oturdu. Tribünlerden gelen homurdanmalar ve taraftarların tepkileri sahayı doldurmuştu. Ancak takım, morallerini yüksek tutmaya çalışarak toparlanmaya çabalıyordu.
Tam bu sırada, ikinci bir gol daha ağlarla buluştu. Stadyumu bir uğultu sardı; tribünlerdeki yüzler bembeyazdı. Skor tabelası şimdi 2-1’i gösteriyordu. Reva Hoca’nın sabrı taşmış olacak ki dakikalar 85’i gösterirken kenara dönüp, "Değişiklik yapıyoruz!" diye bağırdı. Süleyman ve Koray oyundan alınırken, kenarda bekleyen Saruca, formasını düzeltip hocasının yanına geldi. Reva Hoca gözlerinin içine bakarak, "Sana güveniyorum. Hadi bakalım!" dedi. Saruca, gözlerinde parlayan azimle sahaya doğru ilerlerken, "Bana bırakın hocam," diye mırıldandı. Birkaç saniye sonra anons duyuldu:
"Takımımızın yeni forveti: SARUCA KURTAN! 13 numaralı forması ile oyunda."
Tribünlerde dalgalanmalar olmuştu. Bazı taraftarlar ellerini başına koymuşken, kimileri umutsuzca alkışlamaya başlamıştı. Sahaya adımını atan Saruca, çevresine şöyle bir göz gezdirdi. Rüzgâr yüzüne vuruyor, çimlerin hafif kokusu onu daha da heyecanlandırıyordu. Topla ilk buluşmasını sabırsızlıkla bekliyordu. Takım arkadaşları ona güvenle bakıyordu. "Hadi Saruca, şu işi bitirelim!" diye bağıran Murat'ın sesi duyuldu. Reva Hoca ise kenardan direktifler yağdırıyordu. Saruca bir an durup tribünlere baktı, binlerce göz ona çevrilmişti. Bu baskıya boyun eğmek mi, yoksa kahraman olmak mı? Karar onun ellerindeydi.
Taç atışıyla yeniden başlayan oyun, stadyumu eski temposuna döndürmüştü. Taraftarlar nefeslerini tutmuş, sahadaki yeni oyuncuya umut dolu gözlerle bakıyorlardı. İlk kez gördükleri bu genç yeteneğin maçı kurtarması için dualar ediyorlardı. Asaf, ona gönderilen topla kaleye doğru hızla ilerlerken, attığı her adımda özgüvenini hissettiriyordu. Gol atacağına dair hiçbir şüphesi yoktu. Önüne çıkan her rakibi birer birer geçerek şutunu çekti;
"VE TOP AĞLARDA!"
Stadyum çılgına dönmüştü. Hoparlörlerden yankılanan ses, herkesin kalbini tutuşturdu: "Takımımızın beraberlik golü, 9 numara SEZER!"
Ama tribünlerin sevgilisi belliydi.
"ASAF!" diye haykırıyordu taraftar, coşkuyla. Adı anons sırasında iki kez daha tekrarlandığında, Asaf çoktan takım arkadaşlarıyla sarılmaya başlamıştı. Ancak bu mutluluğu paylaşmayan bir kişi vardı: Saruca. Asaf’ın başarısı için sevinen herkesin aksine, Saruca öfkesini gizleyemiyordu. Reva hoca, Asaf’a gurur dolu bir bakış atarken, Saruca’nın içi kıskançlıkla doluyordu. O bakış ona ait olmalıydı. Golü atan kendisi olmalıydı. Maça eklenen 4 dakikalık uzatma süresi başladığında, her iki takımın da tek hedefi belliydi: galibiyet golünü bulmak. Ancak top sürekli karşı takımın kontrolünde olduğu için, kendi yarı sahalarından çıkmaları imkansız hale gelmişti. Asaf, rakip takımın gittikçe sertleşen ve neredeyse sakatlama amacı güden oyununu fark ettiğinde, içinde yükselen öfke onu daha da kararlı bir hale getirdi.
"Bu maçı ne olursa olsun alacağız," diye içinden geçirdi.
Asaf, topu rakibinden almak için sayısız hamle yaptı. Yorulmayı, vazgeçmeyi aklının ucundan bile geçirmiyordu. Nihayet, istediğini başardı ve top ayağına geçti. Saruca ile hızlı bir paslaşma sonucu ceza sahasına kadar girdiler. Asaf şut çekmek için tam hazırlandığı sırada, rakip oyuncunun sert tekmesiyle yere yığıldı. Acı içinde kıvranırken, tribünlerden yükselen protesto sesleri stadyumu çınlatıyordu. O sırada hakemin düdüğü çaldı ve beyaz noktayı gösterdi.
Penaltı kazanmışlardı.
Tribünlerde yükselen alkış ve tezahüratlar, aynı zamanda Asaf için endişeli gözler ile dolmuştu. Sağlık ekipleri sahaya girerken, Asaf sekerek de olsa ayağa kalkmayı başarmıştı. Şimdi sıra penaltıdaydı. Reva Hoca, topun başına Saruca’nın geçmesi yönünde işaret edince, Asaf’ın yüzü bir an için düştü. Fakat bunu belli etmemeye çalışarak diğer oyuncularla birlikte çizginin gerisine geçti. Tribünler susmuş, herkes nefesini tutmuştu. Saruca, bunun gibi pek çok penaltı kullandığı için rahattı. İçinden kendini motive etmeye çalıştı: "Hadi Saruca, sen kimlere attın, bunu da yaparsın." Topun başına geçti, hakemin düdüğünü bekledi. Hakem onayı verir vermez geriye doğru birkaç adım atıp derin bir nefes aldı ve şutunu çekti.
Taraftarlar alkış için ellerini hazır bekletirken, işler istedikleri gibi gitmemişti. Top üst ağlara çarparak dışarı çıkmıştı. Tribünlerden yükselen hayal kırıklığı dolu uğultular, rakip takım taraftarlarının sevinç çığlıklarıyla birleşmişti. Saruca, üzülmeye bile fırsat bulamadan rakip kalecinin ona doğru yaptığı alaycı hareketle irkildi. Kalecinin yumruğunu havaya kaldırarak zaferini kutlar gibi bir hareket yapması Saruca’nın sinirlerini alt üst etti.
"Sen o eli kime kaldırdın?" diye bağırarak kalecinin üstüne yürüdü. Ancak daha ona ulaşamadan Asaf hızla önüne geçti ve Saruca’yı durdurdu. "Ne yaptığını sanıyorsun? Yerine geç!" diye sert bir sesle çıkıştı. Asaf, penaltının kaçmasından dolayı zaten sinirliydi; şimdi bir de Saruca’yı yatıştırması gerekiyordu. Saruca, Asaf’ın öfkeli bakışları altında birkaç adım geriledi. Ancak aklı hâlâ rakip kalecinin hareketindeydi. Önceki takımında yaşadığı kötü anılar zihninde canlanmıştı; bu his onu hem korkutuyor hem de öfkelendiriyordu.
Hakemin son düdüğüyle maç sona erdi. Beraberlik skoru, tribünlerde bir hayal kırıklığı havası yaratmıştı. Saruca ise kendisini kötü hissettiğini belli etmemeye çalışıyordu, ama içindeki çalkantılar gözlerinden okunuyordu. Soyunma odasına doğru ilerlerken Asaf ona dönüp, "Kendine gel Saruca." dedi ve sertçe omzuna dokundu.
Soyunma odasına geçtiklerin de, Reva Hoca kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra sakin bir sesle cevap verdi: "Hepinizin bu takıma katkısı büyük. Ama öfkenizi kontrol etmediğiniz sürece maç kazanmak imkânsız. Sadece saha içinde değil, kafanızın içinde de güçlü olmalısınız." Bu sözler, Saruca’nın yüzünde düşünceli bir ifadeye yol açtı. Takım arkadaşları da aynı şekilde etkilenmiş görünüyordu. Maçın sadece skoru değil, Saruca’nın bu hatadan nasıl bir ders çıkaracağı da herkes için önemliydi. Sonunda soyunma odasının kapısı aralandı ve dışarıdan bir yönetici sesi duyuldu:
"Beyler, basın sizi bekliyor."
Saruca derin bir nefes aldı ve içinden geçirdi: "Bu kez kendimi toparlayacağım."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |