28. Bölüm

FİNAL

Sahra Çıtak
sahravecoluu

FİNAL
Koridorun loş ışıkları, üzerlerinden geçen omuzları geniş, kalpleri gergin on bir adamı sararken metal zemindeki her krampon sesi yankılanıyordu. Ayak sesleri değil, yüreklerin attığı adımlar gibiydi. O koridorda yürümek, bir finalin yükünü taşımaktı. Kapının hemen önünde, takımın en önünde Asaf duruyordu. Kaptan. Omuzları dik, çenesi havada. Gözleri düz karşıya bakıyor ama içinde binlerce an, yüzlerce acı, ter, yorgunluk ve inat var. Yanındaki hakem bile sessizdi. Çünkü bu an, sadece futbola ait değildi—birer hayata dönüşüyordu.

Reva, kulübeye çok yakın bir noktada durmuş, oyuncularının sahaya adım atmadan önceki son hâllerine bakıyordu. Ellerini ceketinin cebine sokmuştu ama elleri titriyordu. Bunu sadece Saruca fark etti. Yavaşça başını çevirdi, bakışlarını ona sabitledi. Yine konuşmadan, sadece gözleriyle: “Korkma. Bu maç, bizim hikâyemiz.”

Asaf geri döndü, tüm takıma baktı. Derin bir nefes aldı. Son konuşmayı sahaya adım atmadan yaptı: “Bu sadece bir final değil. Bu, bizim yazdığımız masalın son satırı. Rakip güçlü olabilir. Tribünler gürültülü. Ama biz… bir ilke imza atıyoruz. Bu kupada sadece ter yok. Bu kupada Reva hocamızın adını taşıyan bir devrim var. İlk kez bir kadın teknik direktör bir erkek takımını finale taşıdı. Bu tarih. Bu inanç. Bu bizim ismimiz.”

Takımın gözleri parladı. O an Reva gözlerini kaçırmadı artık. Yanaklarındaki renk değişimini bile saklamadı. Çünkü artık korkacak bir şey kalmamıştı. “Kazanırsak, sadece şampiyon olmayacağız,” dedi Asaf, “Tarihe geçeceğiz.”

Tam o sırada anons yükseldi: “Final maçı başlamak üzere! Takımlar sahaya geliyor!”

Ve kapılar açıldı. Bir patlama gibi yükseldi sesler. Tribünler ayağa kalktı. Meşaleler, konfeti yağmurları, dev pankartlar… Taraftarlar haykırıyor, basın deklanşörlere basıyordu. Ama o kalabalık içinde, Reva sadece yürüyen takıma bakıyordu. Asaf en önde, Saruca bir adım arkasında, diğerleri bir zincirin halkaları gibi yürüyordu. Sanki sadece bir maç sahasına değil, kaderin ortasına çıkıyorlardı. Hakem düdüğünü çaldı. Takımlar orta yuvarlağa doğru ilerledi. Reva, kulübenin önünde durdu. İlk düdük için son saniyelerdi.

Asaf, hakemle tokalaşmadan önce dönüp Saruca’ya fısıldadı: “İlk yumruğu ben atacağım. Son golü sen vurursun.”

Saruca sadece başını salladı. O sırada tribünlerde dev bir pankart açıldı:

“BİR TAKIM, BİR KADIN, BİR KUPA – TARİH BURADA YAZILIYOR!”

Reva, bu cümleyi okurken boğazına bir şey düğümlendi. Gözlerini yumdu. Bu anı hep hatırlayacaktı.

Ve sonra...

DÜÜÜÜÜT!

Hakemin düdüğü tribünlerde yankılanırken, stadın içindeki hava bir anda değişti. Top Asaf’ın ayağına geldiği an, sanki tüm dünya bir anlığına nefesini tuttu. Fırtına’nın 11’i diziliydi. Reva’nın haftalardır üzerinde çalıştığı sistem tam olarak sahadaydı: 4-2-3-1’in içinde saklanan bir tuzak. Aras ve Kazım savunmanın belkemiği gibiydi. Tomris, sol kanatta hem hırçın hem yaratıcıydı. Ve Saruca... orta saha ile forvet hattı arasında sanki görünmez bir köprüydü. Ama bu hikâye sadece saha çizgileriyle yazılmıyordu.

Tribünler... Kuzey tribünlerinde, mavi - beyaz meşaleler parlıyor, bayraklar dalgalanıyor, taraftarlar omuz omuza bağırıyordu: "FIRTINA GİBİ ES, KUPAYI BİZE GETİR!"

Dev pankartlarda yazılar parlıyordu:
“Bu son düdük, bizim zaferimiz.”
“Hocam, aşk da oyun da sizinle güzel!”
“Reva varsa, umut var!”
“FIRTINA: Sahada, gönülde, tarihte!”

Locada ise bambaşka bir sahne yaşanıyordu. Süleyman’ın eşi, bebeğini bir battaniyeye sarmış, dikkatle sahayı izliyordu. Bebeğin başı annesinin omzunda ama gözleri babasını arıyor gibiydi. Süleyman ise oyunda, orta sahada. Ama her pasında başını kaldırdığında ilk bakışı tribüne gidiyordu. Göz göze gelemese de, kalp kalbe dokunuyordu. Reva o sırada kulübenin önüne gelmişti. Taktik tahtası elinde değildi artık. Oyunun içindeydi. Her adımı, her pası hissediyor, nefes alır gibi analiz ediyordu. “Aras, çizgiye daha yakın! Tomris, içe kat et, içe kat et!”

Aras topu kaptı, çizgiye sürdü. Son anda içeri kesti. Saruca ceza sahasına sızmıştı. Ayak içiyle topa dokundu ama top az farkla auta çıktı. “İyi deneme çocuk!” diye bağırdı Reva, dişlerini sıkarak. İçinde bir yumruk gibi büyüyen gerilim vardı ama dışa vurduğu sadece sakin bir liderlikti. Dakika 17. Rakip takım, Fırtına'nın üzerine daha yoğun baskı kurmaya başlamıştı. Asaf, geriden oyunu kurmakta zorlansa da pes etmiyordu. Süleyman orta sahada pres yaparken bir anlık hata yaptı. Top kaptırıldı. Kaleye yönelen tehlikeli bir atak…

Fikri, kaleci kalesinden çıkarak rakibin önüne atladı. Vücudunu siper etti. Tribünlerden alkışlar koptu.
“FİKRİ DUVAR GİBİ!”
“DUVARA ÇARPAN HAYALLER!”

Reva derin bir nefes aldı. Kulaklığındaki yardımcı antrenör sesi kısık: “Hocam, ilk 20 dakikada biraz tutuldular. Tomris yalnız kalıyor. Değişiklik ister misin?”

“Hayır,” dedi Reva kararlılıkla. “Bunlar fırtınanın sessiz saniyeleri. Birazdan kopacak o rüzgâr.”

Ve haklıydı.Dakika 24. Kazım savunmadan uzun bir top gönderdi. Aras göğsüyle indirdi, Tomris'e pasladı. Tomris topu sürdü, sonra bir anda ceza sahasına çevirdi. Saruca, rüzgâr gibi ortaya girdi. Rakip stoperle arasında bir nefes mesafesi vardı. Sağ ayağıyla topa dokundu... Tribünlerde nefes tutuldu. Top kalecinin parmaklarının ucundan sıyrılıp dış direkten döndü. Reva dişlerini sıktı, ama sonra Saruca’nın ona çevirdiği bakışla yumuşadı. O an bile, "Ben buradayım," demekti gözleriyle.

Dakika 33.

Tribünlerdeki çocuklar bağırıyordu:
“Fırtına uç, kupayı kucakla!”
“Seni seviyoruz Saruca!”
“Reva Hocam, annem gibi seviyoruz sizi!”

Reva’nın gözleri doldu. Ama bu gözyaşı zaafa ait değildi. Güce, mücadeleye, var olmanın yüküne aitti. Kadın olmanın değil, lider olmanın gururuna.

Dakika 44. Saha zemini nemliydi. Geceden kalma bir serinlik çimlerin arasında kalmıştı. Oyuncuların formaları terle sırılsıklam, ayakkabılar çamur sıçratıyordu. Hakem saati kontrol etti. İlk yarının bitmesine sadece iki dakika kalmıştı. Reva kulübenin önündeydi. Dudaklarını ısırıyordu. Her oyuncusunu ezberlemişti, her adım, her soluk tanıdıktı ona.

Tam o sırada, Asaf rakip ceza sahası önünde pres yaptı. Kazım geriden yükseltti topu. Aras kafayla indirdi. Saruca topu çekmek üzereyken ayağı kaydı—ama bir anda Süleyman araya girdi. Orta saha çizgisine yakın olmasına rağmen ileri çıkmıştı. “SÜLO ORADA NE ARIYOR!” diye bağırdı Tomris, ama geç kalmıştı.

Süleyman bir an bile düşünmeden topun gelişine vurdu. Top, sanki zamanın içinden geçerek ilerledi. Yükseldi. Yayın üzerinden geçti. Kaleci bir adım öne çıkmıştı, ama yetmedi. Parmak uçları topa değdi. Yetmedi. Top ağlarla buluştu. GOOOOOOOL!! Stadyum bir anda yerinden fırladı. Meşaleler patladı, tezahüratlar çığlığa dönüştü. Tribünlerde pankartlar sallanıyor, taraftarlar birbirine sarılıyordu.

“SÜLEYMAN! BABA OLDU, EFSANE OLDU!”

Locada Süleyman’ın eşi ayağa fırladı. Kucağındaki bebeği havaya kaldırır gibi yaptı, gözleri doldu. Dudaklarında bir fısıltı: “Aferin babası…” Reva yerinden kalkmış, yumruğunu havaya kaldırmıştı. Bu, taktikle değil; yürekle atılmış bir goldü. Süleyman, gol sevincinde ne yapacağını bilemedi. Önce gökyüzüne baktı, sonra formasını kaldırdı. İçindeki atletin üzerine keçeyle yazılmış bir cümle: “Minik Kızım, Bu Gol Senin!”

Tribünler o yazıyla birlikte kükredi. Asaf yanına geldi, omzuna vurdu. “Bu gece sen değilsen, kim?” dedi. Hakem düdüğü çaldı. İlk yarı sona erdi. Fırtına 1 - Rakip 0

Soyunma odası çılgın bir kutlamaya değil, derin bir sessizliğe bürünmüştü. Herkes konuşsa bile içeride bir ağırlık vardı. Süleyman havluyla yüzünü siliyordu, hâlâ tam inanamamış gibiydi. Saruca ayakkabılarını çıkarmadan oturmuş, kafasını dizlerine dayamıştı. Ter saç diplerinden damlıyordu ama sesi çıkmıyordu. Tomris ayaklarını uzatmış, başını geriye yaslamıştı. “Sanki iki yarı değil, iki ömür oynayacağız,” dedi kısık sesle.

Reva içeri girdiğinde herkes susmuştu. Elinde ne taktik tahtası vardı ne de bir not defteri. Sadece elini beline koydu ve bir süre tek tek gözlerinin içine baktı. Saruca’ya, Süleyman’a, Asaf’a, Tomris’e...

Sonra konuştu: “Süleyman’ın golü bize bir şey hatırlattı. Bu maç sadece bir kupa için değil. Bu, kalbimizin neden hâlâ çarptığını hatırlamak için. Hepinizin ayrı ayrı hikâyesi var. Aileleriniz burada. Taraftarlar burada. Ben... buradayım.”

Durdu. Sesi hafif titredi ama gözleri netti: “Yıllar sonra biri ‘bu takım nasıl şampiyon oldu’ diye sorduğunda, cevabı oyun değil... yürek olacak. İkinci yarıya çıkarken kafanızda sadece bir şey olsun: O kupa bizim. Çünkü biz sadece futbol oynamıyoruz. Biz Fırtına’yız. Ve artık estiğimiz yeri yıkarız.”

Alkış yoktu. Ama herkesin içinde bir ateş yanmıştı. Saruca başını kaldırdı, Reva’ya baktı. O bakışta bin kelime gizliydi. Reva hafifçe başını eğdi. “Haydi çocuklar,” dedi. “İkinci yarıya çıkıyoruz.”

Koridora çıktıklarında her biri yeniden doğmuş gibiydi. Krampon sesleri bu kez daha tok, daha kararlıydı. Tribünler yeniden canlandı. Takım sahaya döndü. Rakip oyuncular bile şaşkındı. Bu takımın içindeki bağlılık, saha dışına taşan bir destana dönüşmüştü. Süleyman orta sahada yeniden yerini aldı. Tribüne bir selam gönderdi. Kazım, Fikri’ye döndü: “Haydi dostum, bir gol de sen kurtar.”

Saruca ise Reva’ya döndü, sadece bir kelime fısıldadı: “Bu yarı... senin için.” Reva gülümsedi. İçinde taşıdığı yük hafiflemişti. Çünkü artık biliyordu—bu takım sadece bir kadro değildi. Bu, onun ailesiydi.

Hakem ikinci yarının düdüğünü çaldığında, Fırtına sahaya bir başka çıktı. İlk yarıda gol bulmanın özgüveni, Reva’nın soyunma odasındaki kelimeleri, Saruca’nın bakışları… hepsi birleşmişti. Ama rakip de boş durmuyordu. Dakika 52. Maç daha sertleşmişti. Rakip oyuncular daha çok faul yapıyor, özellikle Tomris’in ayağına oynamaya başlıyordu. Bir çarpışma sonrası Tomris yerde kaldı. Kulübe ayağa fırladı. Reva’nın kaşları çatıldı ama sesi yükselmedi—şimdilik. Sahada her temas kıvılcım çıkarıyordu. Dakika 59.

Süleyman topu kazandı. Pasını Asaf’a aktardı. Kaptan kontrol etti, soluna aldı. Rakip ceza sahasına doğru ilerlerken tribünler ayağa kalktı. Topu tam yay çizgisine yaklaştırdı. Omuz omuza bir savunmacıyla mücadele etti, dengesini kaybetti ama top hâlâ onun ayağındaydı. O an, kaleyi gördü. Sağ ayağını gerdi. VUUUUURDU!

Top, kalecinin uzanamayacağı köşeden ağlarla buluştu. GOOOOOL!

Fırtına 2 – Rakip 0 Stadyum yerinden oynadı. Meşaleler bir kez daha patladı. Asaf yumruğunu havaya kaldırdı, gökyüzüne bağırdı: “BU BİZİM ZAMANIMIZ!”

Ama o sevinç uzun sürmedi. Topu ağlardan alan rakip takım oyuncusu, Asaf’a omzuyla sertçe çarptı geçerken. Bir nevi meydan okuma. Asaf dönüp üzerine yürüdü. “Ne yaptığını sanıyorsun lan?” Oyuncular bir anda etraflarında toplandı. Tribünler gerildi. Hakem düdüğünü çaldı ama kimse durmadı. Rakip oyuncu Asaf’ın göğsüne eliyle itti. Asaf karşılık verdi. Tomris araya girmeye çalıştı ama sahada küçük bir çember oluşmuştu. Saruca da koşarak geldi, Asaf ile rakip arasına girdi. Omuz atılan rakip oyuncunun üzerine dikildi.

“Yeter!” diye bağırdı Saruca. “İtmekle kazanamazsınız!”

O an, rakibin başka bir oyuncusu Saruca’ya sertçe omuz attı. İtiş-kakış büyüdü. Hakem, düdüğünü delicesine çaldı. Saha kenarından Reva fırladı. Yardımcı hakeme dönerek bağırdı: “Bu kadar faulü neden görmüyorsunuz? Oyuncularımı korumak zorundasınız!”

Hakem, olayları ayırmak için dörtlü hakem ekibiyle birlikte araya girdi. Saha sakinleşti ama tansiyon hâlâ yüksek. Kartlar çıkmaya başladı. "Asaf’a sarı kart, Saruca’ya sarı kart, Rakip takımdan iki oyuncuya sarı kart." Asaf nefes nefese, dişlerini sıkmıştı. Reva göz göze geldi onunla. Kaptan olduğunu unutmaması gerekiyordu. Sakin olmalıydı. Asaf başını eğdi, sonra yavaşça tribünlere baktı.

Tribünlerden bir ses yükseldi:
“KAPTAN BİZE KUPAYI GETİRECEK.”
"ASAF SEZER, RAKİBİ YERE SERER"

Reva içinden “dayan” dedi. Takımın lideri her zaman teknik direktörden sonra gelirdi. Ve onun takımında bu denge kutsaldı. Saha yeniden oyun için hazırlandı. Oyuncular nefeslerini düzene sokmaya çalıştı. Ama maç artık bambaşka bir yere evrilmişti. Bu artık sadece bir final değil, bir savaş alanıydı. Ve Fırtına, rüzgârını kaybetmemek için her damla teriyle direniyordu.

Dakika 81.

Reva'nın alnında ter, gözlerinde endişe vardı. 2-0’lık avantaj, bir anlık rehavetle çözülmeye başlamıştı. Rakip takım, sağ kanattan geliştirdiği atakta Asaf’ın kademeye geç kalmasını fırsat bilerek farkı bire indirdi. Top ağlara gittiğinde tribünler bir anlığına sessizliğe gömüldü.

Fırtına 2 – Rakip 1.

Reva kulübenin önünde dimdik duruyordu. Gözleriyle oyuncularını taradı. “Sakın geri çekilmeyin,” diye bağırdı, “Bu maç burada bitmez!”

Dakika 89. Rakip takım bir kez daha geldi. Orta sahadan kazanılan top hızla ceza sahasına taşındı. Kazım yetişemedi. Fikri çıkmak üzereydi ama rakip forvet, ayağının ucuyla topu ağlara gönderdi.

2 – 2.

Tribünler yıkıldı. Sadece rakip takım değil, Fırtına'nın taraftarları da şaşkındı. Meşaleler bir anlık sönmüş gibiydi. Reva'nın yutkunduğu görüldü. Kulaklığında yardımcı antrenörün sesi titriyordu: “Hocam... uzatmalara mı kalacak?”

Ama Reva gözlerini kapattı ve yavaşça başını salladı. “Hayır... Biz bu hikâyeyi kendimiz yazacağız.”

Dakika 90+2. Hakem saatine bakıyordu. Bir buçuk dakika kalmıştı. Saruca, kendi yarı sahasına kadar gelmiş, topu almıştı. Gözlerinde bir odak, bedeninde bir sarsılmazlık vardı. Yana Tomris kaçtı, pası verdi. Tomris çizgiye indi, içeri çevirdi. Ama top rakip savunmadan sekip tekrar Saruca’ya geldi. Reva, kulübenin önünden fısıldadı: “Şimdi. Şimdi çocuk...”

Saruca topu kontrol etti. Rakibin stoperi üzerine geldi ama o vücudunu koydu, döndü. Ayak içiyle topu önüne alıp ceza sahasına girdi. Tribünler ayağa kalktı. Reva nefesini tuttu. Süleyman elini yumruk yapmış, dua eder gibiydi. Asaf ellerini dizlerine dayamış, sahaya kapanmıştı.

Ve Saruca vurdu.

Top, kalecinin uzandığı köşeyi geçti. Ağlarla buluştu.

GOOOOOOOOOOOL!

Fırtına 3 – Rakip 2.

Tribünler patladı. Meşaleler yeniden yandı. Konfetiler göğe savruldu. Taraftarlar ağlıyordu. Hakem saatine baktı... Ve... DÜÜÜÜÜÜÜÜT!

MAÇ BİTTİ.

Sahaya bir anda teknik ekip, yedekler, malzemeciler, hatta güvenlik görevlileri bile doluştu. Oyuncular birbirine sarıldı. Süleyman, çamurlu formasıyla tribünlere koştu. Asaf, formasını havaya savurdu. Tomris çığlık atarak yere kapandı. Kazım, Reva’ya sarıldı. Ama Reva... O hâlâ hareketsizdi. Sadece gözyaşları aktı. Bu sefer sessizce değil, gururla, bir devrimin sonunda. Tam o anda, kalabalık içinde bir yedek oyuncu, Saruca'nın eline küçük bir kutu sıkıştırdı. “Sakın unutma, abi. Söz verdiğin an geldi.”

Saruca, nefesini düzenlemeye çalışarak kutuyu elinde sıktı. Sonra kalabalığın arasından Reva’yı aradı. Onu kulübenin hemen önünde buldu. Göz göze geldiler. Reva, onun gelişini görünce önce anlam veremedi. “Sahada kutlama yapsana,” diyecekti ki, Saruca onun önünde diz çöktü. Bir anda kalabalık sessizleşti. Reva gözlerini büyüttü. “Saruca, ne yapıyorsun?”

Kutuyu açtı. İçinde bir yüzük. Parlak, sade, ama anlamı derin. Ve Saruca konuştu. Sesini sadece Reva değil, herkes duydu. Çünkü stadyumda artık onun sesi yankılanıyordu: “Kupayı kazanmadan bu soruyu sormak istemedim. Çünkü ben hayatın en önemli maçını kazanmak istedim önce. Şimdi… kupa burada. Ama ben, o kupayla birlikte seni de kazanmak istiyorum. Benimle evlenir misin, Reva?"

Reva’nın gözleri doldu. Gerçekten doldu. Gözyaşları süzüldü ama bu defa elinde taktik tahtası değil, kalbinde zafer vardı. Bir an konuşamadı. Tüm stadyum susmuştu. Taraftarlar nefesini tutmuştu. Reva eğildi. Saruca’nın ellerine dokundu. Ve fısıldadı: “Sen zaten çoktan kazandın beni... Ama şimdi resmileştirelim. Evet!”

Stadyum bir anda bir daha patladı. Meşaleler, tezahüratlar, sloganlar, çığlıklar…

“REVA VE SARUCA! KUPAYLA GELEN AŞK!”
“BİR KADIN, BİR TAKIM, BİR AŞK – TARİH BURADA YAZILIYOR!”

Asaf koşarak geldi, ikisini sarıldı. Tomris gözyaşlarını silerken gülüyordu. Süleyman uzaktan bağırdı: “Ben kızımı Reva’nın adıyla büyüteceğim!”
“Bu aşk kitaplara yazılır!”

Ve gece, o stadyumda sadece bir kupa değil, bir ömürlük bağlılık da kutlandı.

KUPA TÖRENİ

Stadyumun ışıkları artık sadece sahayı değil, bir hayalin zirveye ulaştığı anı aydınlatıyordu. Tribünlerden yükselen tezahüratlar, kupayı taşıyan platformun çevresini sararken; sahada ter, çamur ve gözyaşıyla yoğrulmuş bir hikâyenin kahramanları toplanıyordu. Gümüş rengi kupa, platformun ortasında parlıyordu. Üzerine düşen ışık, sanki kutsal bir emaneti aydınlatıyor gibiydi. Kupayı çevreleyen kırmızı halının etrafında medya görevlileri sıralanmış, flaşlar peş peşe patlıyordu. Fırtına'nın oyuncuları, teknik ekibi, Reva ve Saruca… hepsi platforma doğru yürüyordu. Adımlarında yorgunluk değil, zaferin ağırlığı vardı.

Sunucu anons etti: "Tarihte ilk kez bir kadın teknik direktörün liderliğinde şampiyon olan Fırtına takımını alkışlıyoruz! Reva Saygın ve öğrencileri... Futbolun kaderini değiştirdiniz!"

Tribünlerden sel gibi bir alkış yükseldi. “RE-VA! RE-VA! RE-VA!” sloganı dalga dalga yayıldı. Bazı taraftarlar gözyaşlarını tutamıyor, bazıları atkılarını havaya kaldırıyor, bazılarıysa yere çöküp dua eder gibi diz çöküyordu. Çünkü bu sadece bir maç değildi. Bir devrimdi. Reva platformun başına geldiğinde önce kupaya değil, takımına baktı. Saruca'nın elini tuttu. Ardından Asaf’a, Tomris’e, Süleyman’a, Kazım’a… Her birine kısa ama derin bir bakış gönderdi. O bakışta “Başardık” değil, “Siz olmadan olmazdı” diyordu.

Sunucu devam etti: "Ve şimdi… Kaptan Asaf Sezer’i, kupayı kaldırmak üzere davet ediyoruz!"

Asaf, tribünlerden gelen tezahüratlar arasında yavaşça yürüdü. Reva gözleriyle onu takip etti. Asaf kupanın yanına geldiğinde bir an durdu. Sonra döndü, kupayı kaldırmadan önce bir işaret yaptı. Eliyle Reva’yı yanına çağırdı. Sahada sessizlik oldu. Reva, şaşkın ama gururla dolu adımlarla platforma çıktı. Asaf mikrofonu aldı: “Bu kupayı kaldırmak için kaptan olmam yetmez. Bizi buraya getiren kişiye… sadece takım arkadaşım değil, artık ailem dediğim teknik direktörümüze birlikte kaldırmayı teklif ediyorum.”

Tribünler yıkıldı. “REVA! REVA! REVA!”

Reva, Asaf’ın uzattığı eli tuttu. Kupanın iki yanından tuttular. Geri sayım başladı: “Üç… İki… Bir!”

KUPA HAVAYA KALKTI.

Ve o an… Binlerce meşale aynı anda yandı. Altın rengi konfetiler gökyüzünden yağar gibi dökülmeye başladı. Taraftarlar ağlıyordu. Oyuncular zıplıyor, sarılıyor, bağırıyorlardı. Süleyman, kucağında bebeğini taşıyan eşine doğru koştu. Tomris çimlere yattı, elleriyle gökyüzünü kapatmaya çalışırcasına yüzünü örttü. Kazım ve Fikri birbirine sarıldı, titreyen ellerle kupaya dokundular. Ama gözler… O an herkesin gözleri, Reva'daydı. Reva, kupayı bir an havada tuttu, sonra kalbine bastı. Gözleri dolmuştu. Ama bu kez zaferin, direnişin ve sevginin gözyaşlarıydı.

Tam o sırada Saruca, platforma çıktı. Elinde hâlâ kutusu vardı. Ama artık başka bir şey düşünmüyordu. Sadece Reva’ya yaklaştı, omzuna dokundu. “Sen bu kupayı kalbinle kazandın,” dedi. Reva başını çevirdi, göz göze geldiler. Saruca, sessizce gülümsedi. Reva da ona... Ve tribünlerde yeni bir tezahürat başladı: “KUPA SENİN, REVA BİZİM!”

BİR AY SONRA

Güneş, Ege kıyılarında turuncu bir huzmeyle ufka yayılıyor, palmiyeler hafifçe salınıyordu. Arka planda martı sesleri, uzaktan gelen çocuk kahkahaları… Reva, küçük bir sahil kasabasındaki beyaz verandanın masasına oturmuş, elindeki kahveyi bir yudum alıp dizüstü bilgisayarına baktı. Gülümsedi. Çünkü o ekranın ardında, bir mucizenin parçaları vardı. Birer birer bağlandılar.

Tomris: Arkada deniz, elinde koca bir hindistan cevizi. “Hocaaaam, güneşi senin için döndürdüm. Ne haber?”

Asaf: Bir dağ köyünden bağlanmıştı, arka planda koyunlar geçiyordu. “WiFi zor çekiyor ama senin için her şey be hocam.”

Süleyman: Kucağında bebeği, üstünde önlük. “Mutfakta mercimek çorbası kaynıyor. Baba olmak kolay değilmiş, ama tatlı bir zorluk!”

Kazım ve Fikri: Aynı çerçevede belirdiler. Gülüşerek, kollarını birbirlerine atmışlardı. “Hocam, seni özledik. Ne bu video konferans işi? Takıma dönüş mü var yoksa?”

Reva, gülümsedi. Arkasına dönüp içeriden gelen bir sesi dinler gibi yaptı. Sonra yeniden ekranın başına geldi. “Hayır,” dedi yavaşça. “Size sadece bir haber vermek istedim.” Sessizlik oldu. Oyuncular merakla ekranlarına eğildiler. Hatta Süleyman’ın bebeği bile sanki ekranı izliyordu. Reva, kahvesini masaya bıraktı. Arka plandan tanıdık bir ses duyuldu: “Bir haftaya düğün var çocuklar. Biz evleniyoruz.”

Ekrandaki herkes bir anda dondu. Sonra çığlıklar koptu.

Tomris: “NEEE? HOCAM CİDDİ Mİ BU?”
Kazım: “Bu adam resmen hem kupayı hem kalbi kazandı…”
Süleyman: “Reva hocam, kızıma adını verdik. Düğüne gelirken kucakta getireceğim!”

Saruca, kameraya yaklaştı. Gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı, güneşten hafif bronzlaşmış, ama hâlâ o tanıdık bakışla gülümsüyordu. “Kaptanımızdan izin aldık. Takımdan onay bekliyoruz.”

Asaf başını salladı, gülümsedi: “Benden tam not. Ama düğünde dans isteriz. Hocadan dans görmek zorundayız.”

Reva gülerek başını öne eğdi. Gözleri dolmuştu ama bu defa yorgunluktan değil, tamamlanmış bir hikâyenin huzuruydu. “Siz benim hayatımda kazandığım en büyük kupasınız. Ama artık kendi maçımı oynamak istiyorum. Ve bu defa taktik tahtası yok. Sadece kalbim var.”

Ekrandaki herkes aynı anda ellerini kalplerine götürdü. Ekranlar tek tek kapanırken, son karede Reva ile Saruca kalmıştı. Verandanın arka planında gün batıyordu. Reva başını Saruca’nın omzuna yasladı. Ve kamera kapanmadan önce, Saruca’nın şu fısıltısı duyuldu: “Artık sadece maçları değil… hayatı birlikte kazanacağız.”

SON
Bazı hikâyeler bir maçla başlar ama bir ömürle biter.Bu kitap, sadece bir futbol sezonunun değil, inancın, direnişin ve kalbin sınır tanımayan gücünün hikâyesiydi. Reva, sadece bir teknik direktör değildi. O, ön yargıların üzerine yürüyen bir kadındı. Saruca, sadece bir forvet değildi. O, kalbini sahada bırakan bir adamdı. Ve Fırtına... sadece bir takım değildi. O, bir aileydi. Bir hayalin ete kemiğe bürünmüş hâliydi. Bu sayfalarda ter vardı, gözyaşı vardı, zafer vardı. Ama hepsinden öte: sevgi vardı. Ve sevgi, bazen bir golde, bazen bir sarılmada, bazen de hiçbir kelimeye ihtiyaç duymayan bir bakışta saklıydı.

Şimdi perde kapanıyor. Ama bil ki, o statta hâlâ bir yerlerde bir çocuk, “Ben de bir gün Reva gibi olacağım” diye fısıldıyor. Ve birileri hâlâ Saruca'nın o son golünü konuşuyor. Çünkü bazı zaferler bitmez. Bazı aşklar sahanın dışına taşar. Ve bazı hikâyeler… sonsuza kadar yaşar.

Tezahüratlar dindi. Işıklar söndü.
Ama Fırtına, hep kalbimizde esti.

Bölüm : 13.06.2025 23:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...