23. Bölüm

22.Bölüm

Sahra Çıtak
sahravecoluu

"Tanrı aşkına! Adam kadını almış, üstüne özel uçak ayarlamış ve bizim haberimiz bile olmamış," diye patladı Marlon. "Tamam, bir dur artık, Marlon," dedi Maran sakinleşmeye çalışarak. "Uçağa bakmışlar. Yurt dışına gitmemiş. Türkiye içinde bir yere gidiyor. Biz de eliyle koymuş gibi bulacağız." Özkan düşüncelere dalmışken, Marlon öfkeyle sokakta volta atıyordu. Mekândan çıkar çıkmaz eve dönmüşlerdi, ancak eve girdiklerinde ne Ahrazar ne de korumalar vardı. Korktukları şey başlarına gelmişti: Kudret, Ahrazar’ı kaçırmıştı.

Arabaların yanında beklerlerken, Maran’ın telefonu çaldı. "Evet, neredeler?"

"Maran Bey, uçak bir saat önce Trabzon’a iniş yaptı." Maran, telefonu daha fazla dinlemeden kapattı. "Adam sabah elini kolunu sallaya sallaya kadını götürmüş! Ruhumuz bile duymadı! Siksinler böyle işi!" diye öfkeyle kükredi. "Trabzon’a götürmüş..." Özkan, fısıltıyla, "Hayır, hayır... Öldürecek," dedi. "Ne dedin?" Maran hemen Özkan’a döndü. "Ne demek bu?" Özkan, başını öne eğmiş sessizce duruyordu. Fakat bir anda yakasından tutulup kendini arabanın kaputuna yapışmış halde buldu. Marlon, öfkeden gözü dönmüş şekilde Özkan’ın yakasına yapışmıştı.

"Söyle! Ne demek istiyorsun?" diye bağırdı. "Abi… O gece… Tekneden Kudret Bey’le indiğimiz gece, Kudret Bey, Milan’ın ilik ameliyatı sonrası yengemi annesinin yanına gömeceğine dair yemin etmişti. Eğer yengemin hastalığını ve ilik veremediğini öğrendiyse, onu—"

"SUS!" diye kesti Marlon. Kudret’in neler yapabileceğini en iyi bilen kişi oydu ve bu ihtimaller kafasında döndükçe delirecek gibi hissediyordu. Vakit kaybetmeden Maran’ın ayarladığı özel uçakla Trabzon’a doğru yola çıktılar.

Her şeyin başladığı yere… Trabzon’a.

Onlar Trabzon'a doğru hareket ederken Ahrazar babasının ona ne yapacağını düşünüyordu. Nereye geldiklerini, nasıl bir yerde oldukları hakkında hiç bir şey bilmiyordu. Şuan bir oda babasının şarap içişini izliyordu. Salon tarzı bu oda küçük ve penceresizdi. Uyandığında gözlerini direk burada açtığı için bir evde miydi onu da bilmiyordu. Odanın en köşesinde yere sinmiş dururken, Kudret koltukta oturmuş elinde ki bıçakla elma soyuyordu.

“Sana bilmediğin şeyleri anlatayım mı?” dedi Kudret, göz ucuyla Ahrazar’a bakarken. Gözlerinde alaycı bir parıltı vardı. Gülümsedi, ama bu bir babanın çocuğuna göstereceği sıcaklıkla değil; içinde acımasız bir keyif barındıran bir gülüştü. Ahrazar, duyacaklarından ürker gibi başını hafifçe yana çevirdi, ancak bakışlarını babasından ayıramıyordu. Kudret bir adım daha atıp onun korkusunu derinleştiren sözleri dile getirdi.

“Annen doğal yollarla ölmedi,” dedi Kudret, kelimelerini Ahrazar’ı yıkmak ister gibi ağır ağır seçerek. “Onu zehirledim, tıpkı şu an Diana’ya yaptığım gibi. O kadar çok psikolojik ilaç verdim ki zavallı yediği dayağı bile hatırlamıyordu. Milan annesine bu kadar düşkün olmasa, o da hayatta kalamazdı. Ama küçük kızım annesine çok bağlı. Maran iti şu an onları yanında tutuyorsa, bu benim izin verdiğim için. Sence seni oradan rahatça alabilen ben, karımı ve kızımı alamaz mıydım? Sadece biraz size olayları anlamanız için fırsat verdim. Kızımı tabii ki ona bırakmayacağım. Ama Diana mı? İsterse öldürsün. Umurumda değil.”

Ahrazar’ın boğazı düğümlendi. Gözleri öfkeyle doluydu, ama babasının sözleri her şeyin önüne geçen bir acı bırakmıştı. Kelimeler dudaklarından titreyerek döküldü: “Amacın ne, baba?”

Kudret soyduğu elmadan bir ısırık aldı. Kendinden emin tavrıyla sandalyesine yaslandı. Alaycı bir kahkaha attı, kahkahası odanın soğuk duvarlarında yankılandı. “Baba mı? Ben senin baban değilim ki. Ben, ilik bile veremediğin kardeşinin babasıyım.” Ahrazar, Kudret’in ilik meselesini nereden bildiğini düşündü. Cevabı arayışının gözlerinde yarattığı kaosu Kudret fark etmişti ve buna kayıtsız kalamadı. “Beni çok hafife alıyorsunuz,” dedi Kudret, dudaklarının köşesinde sinsice bir gülümseme belirirken. “Aslında Marlon, neler yapabileceğimi çok iyi biliyor ama o da yanındaki salaktan destek alıyor. Alsın bakalım. Karısının cesedini görünce aynı tepkiyi verecek mi, merak ediyorum.”

Bu sözler Ahrazar’ın kanını dondurdu. Yüzü bembeyaz oldu. Babasının sadistçe keyif alarak konuşması midesinde bir ağrı gibi yankılandı. Öfkesi artık taşma noktasına gelmişti. “Ne oldu, korktun mu?” diye sordu Kudret, yüzündeki alaycı ifadeyle. “Hadi ama. Teknede silah çekerken ya da karımı ve kızımı alırken gayet eğleniyordun. Bu hayatta tek bir işe yarayacaktın, onu da beceremedin. Kanser hastası olman umurumda bile değil. Eğer bu Milan için sorun olmayacak olsaydı, seni şimdi ameliyat masasındaydın. Ama Milan’ım, senin pis kanındaki mikroptan zarar görebilirmiş.”

Ahrazar’ın gözleri doldu. Öfkeyle dolu bir nefes aldı, boğazındaki düğümü çözercesine haykırdı:
“SENİN KANINI TAŞIYORUM BEN!”

Ayağa kalktı. Gözyaşlarıyla dolu gözleri babasına dikilmişti. Sesinde hem öfke hem çaresizlik vardı. “Ben de senin kızınım! O pis dediğin kanda senin kanın var. Aynı kanı taşıyoruz biz! Milan neyse, ben de oyum! Ben de senin kızınım! Beni neden sevmiyorsun? Asıl soru bu değil, neden bu kadar gaddarsın? Neden bu kadar acımasızsın? Ama iyi oldu biliyor musun? İyi ki kanser hastası çıktım. Ve inşallah o çok kıymetli kızın geberir de sen de acıdan ölürsün!”

Ahrazar’ın nefesi kesilmişti. Bu sözlerin hiçbirini kastetmiyordu. Milan’ın ölmesini asla istemezdi. Ama içinde biriken öfke, kontrol edemeyeceği kadar büyümüştü. Daha fazlasını söylemek üzere ağzını açtığında, suratına çarpan tokatla sersemledi. Bir anda yere savrulmuştu. Kudret, gözünü kırpmadan, Ahrazar’ın yere düşüşünü izledi. Ardından, çığlıkları umursamadan karnına, bacaklarına ve suratına tekmeler savurmaya başladı. “Bir kere işe yarayacak, babanı mutlu edecektin!” diye bağırıyordu. “Onu bile yapamadın! Neden yaşıyorsun o zaman? Seni geberteceğim! Sonra da bana doğru düzgün bir evlat veremeyen annenin yanına gömeceğim!”

Ahrazar, acı içinde kıvranıyordu. Babasının dediklerini tam anlayamıyordu ama nefes almakta zorlanıyordu. Kollarıyla yüzünü kapatmaya çalıştı, ama her tekmede biraz daha küçüldüğünü hissediyordu. “Kudret Bey, ne yapıyorsunuz?” diyerek içeri giren bir koruma, Ahrazar’ın hayatını kurtardı. Kudret, adamı kolundan yakaladığı gibi dışarı sürükledi. Kapıyı kapatmadan önce korumanın gözlerinin içine bakarak tehdit etti:

“Buraya ne olursa olsun gelmeyeceksiniz. Ne ses duyarsanız duy, adım atmayacaksınız. Yoksa sizi de öldürür, arka bahçeye gömerim.” Kapıyı kapatıp arkasını dönerken, bir anda vücudunda bir soğukluk hissetti. Ense köküne saplanan bıçak, ona konuşmanın bittiğini söylüyordu. Kudret olduğu yerde kala kalmıştı.

Kudret bir an olduğu yerde kaldı. Elleri ense köküne gitmeye çalışırken, yere düşen elmayı tek gözüyle gördü. Acıyla karışık bir öfke yüzünü sardı. Ama Ahrazar, elindeki bıçağın sapını sımsıkı tutuyordu. Vücudu titriyordu, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu, ama bu gözyaşlarında korku yoktu. Yorgunluk ve tükenmişlikle karışmış bir kararlılık vardı. “Beni öldür, baba!” diye bağırdı. “Hadi, yap şunu! Nasıl olsa istediğin bir evlat değilim. Nasıl olsa senin için bir hiçim. Beni neden yıllarca yaşattın ki? Öldür de bitsin bu işkence! Hem ben kurtulayım, hem sen rahatla!”

Kudret, dengesini kaybedip sendeledi. Elini kanla boyanmış gömleğinin üzerine bastırırken, yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi. Sanki bu durum bile ona eğlenceli geliyordu. O derin, alaycı sesiyle mırıldandı: “Sen... Gerçekten bana karşı geliyorsun, öyle mi? Şu zavallı halinle... İyi deneme Ahrazar. Ama sen bir yılandan asla daha zehirli olamazsın.”

Ahrazar elindeki bıçağı daha sıkı tuttu. Vücudu hem titriyor hem de taş gibi kesilmişti. Gözleri, babasının kanayan ensesine ve ardından ona meydan okuyan gözlerine kilitlendi. İçindeki öfke, nefret ve yorgunluk bir araya geldiğinde, zihninde sadece bir cümle yankılandı: “Bu adam durmayacak.” Bir anda ayağa kalktı. Bıçağı sert bir hamleyle tekrar Kudret’in vücuduna sapladı. Bu kez göğsüne... Kudret bir an nefesi kesilmiş gibi baktı, gözleri şokla büyüdü. Ama Ahrazar durmadı.

“Yıllarca bize yaptıklarının bedelini ödemeyeceğini mi sandın?” dedi Ahrazar, hıçkırıklar arasında. “Beni öldürmek istedin, annemi öldürdün, Milan’ı mahvetmeye çalıştın! Sen bizi sevmeyi seçebilirdin. Ama hep nefreti seçtin. Hep savaşı seçtin!”

Kudret yere düşerken, Ahrazar diz çöküp babasının gözlerinin içine baktı. O an içinde bir parça bile pişmanlık yoktu. Sadece yılların birikmiş yükünün hafiflediğini hissetti. “Bu, Milan için,” dedi Ahrazar, bıçağı babasının kalbine son bir kez saplarken. “Bu, annem için.” Kudret’in nefesi kesildi. Kanayan göğsünden elini çekemeden yere yığıldı. Gözleri, Ahrazar’ın yüzünde sabitlenmişti. Ama içinde hiçbir şey kalmamıştı; ne alay, ne öfke, ne de yaşam...

Ahrazar elleri kan içinde titrerken bir an için duraksadı. Gözyaşları yanaklarından süzülüyordu, ama bu kez bu gözyaşlarında bir şeyler bitmişti. Yıllardır peşinden gelen o karanlık, o acımasız hayalet artık yoktu. Babasının ölü bedeni karşısında sessizce nefes almaya çalıştı. Ahrazar, Kudret’in cansız bedenine bir süre baktı. Kalbinin atışları hızlanmış, elleri kan içinde titriyordu. Zihni karmaşık düşüncelerle doluyken gözleri masaya kaydı. Babasının telefonu masanın kenarında duruyordu. Yavaşça elini uzatıp telefonu aldı ve ekranı açtı. Parola gerekmiyordu; Kudret, kimseye güvenmezdi ama kendine fazlasıyla güvenir, birinin telefonuna ulaşabileceğini hiç düşünmezdi. Ahrazar hemen telefon rehberini açtı ve Marlon’un numarasını buldu. Derin bir nefes aldı, titreyen elleriyle Marlon’u aradı. Telefonun birkaç kez çalmasının ardından karşıdan gelen tanıdık ses duyuldu:

“Nerede lan Ahrazar? Öldüreceğim seni"

Ahrazar sesinin titremesini engellemeye çalışarak kocasına seslendiı: “Marlon...” Marlon karısının ağlayan sesini duyunca daha çok telaşlanmıştı, "Ahrazar iyi misin? Ne yaptı o it sana?" diye sordu. Ahrazar kısa bir süre sustu, sonra soğuk bir tonla cevap verdi: “Bitti, Marlon. Artık o yok. Sana konumu gönderiyorum, nerede olduğumuzu bilmiyorum ama çok fazla adamı var. Dikkatli ol."

"Kudret?"

"O etkisiz halde. Ne olur çabuk gel, korkuyorum" diyen Ahrazar tekrar ağlamaya başlamıştı. "Korkma güzelim, korkma. Maran, Özkan yanımda sağ salim çıkaracağız seni, sakin ol" dedi Marlon yatıştırırcasına. Ahrazar onu onaylayıp telefonu kapattı ama ayakta duracak hali yoktu. Telefonu kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. Ellerindeki kanı fark etti ve yavaşça masanın üzerindeki bir peçeteyi alarak temizlemeye çalıştı. Ama kanın izleri sadece ellerinde değil, zihninde de kalıcıydı. "Yıksanda geçmez" diyordu zihni, "Sen katilsin" diyordu...

Masaya geri döndü ve babasının dolabından çıkardığı bir şarap şişesini açtı. Ellerinin titremesi azalmıştı ama zihni hâlâ karmaşıktı. Şarabı bir bardağa doldurup tek bir yudumda içti. Bardak masaya vurulduğunda çıkan ses, odadaki derin sessizlikte yankılandı. Babasının onu karşısında içtiği gibi o da içti. Özgürlüğüne, özgürlüklerine içti.

Kendi kendine mırıldandı: “Her şey bitti... Ama neden hâlâ içimde bu boşluk var?” Ahrazar şarap şişesini alıp bir kez daha bardağı doldururken, dışarıdan gelen sesler dikkatini çekti. Marlon’un geldiğini anladı. Camdan dışarı baktığında, korumaların alarma geçtiğini ve kapıya yöneldiğini gördü. Marlon ve beraberindeki birkaç adam aracı evin önünde durdurur durdurmaz, korumalar silahlarını doğrulttu. Bir an için herkes hareketsiz kaldı, ardından ilk kurşun sesi havayı yardı. Çatışma başlamıştı. Silah sesleri evin duvarlarında yankılanırken, Ahrazar bir yudum daha şarap içti. Kulaklarında çatışmanın sesi çınlarken içinden bir şeyler fısıldıyordu: “Belki de ben de ölmeliymişim...”

Korumalar kapıyı korumak için tüm güçlerini kullanıyordu ama Marlon ve adamları eğitimliydi. Ateş altında ilerlemeye devam ederken, Marlon’un gözleri öfke ve kararlılıkla parlıyordu. Yanındaki bir adam kapıyı zorlamak için hazırlık yaparken, Marlon bir yandan Ahrazar’ı düşünüyordu. “Ona bir şey olmamalı,” diye mırıldandı. Ahrazar, içeride beklerken masadaki bardağı bir kez daha doldurdu. Gözleri, babasının kanıyla lekelenmiş halıya takıldı. Zihninde yaşadığı çalkantı, şarapla bile dinmiyordu. Ama sonra bir karar verdi. Ayağa kalktı, bıçağı masanın üzerinden aldı ve kapıya yöneldi. Kapının dışında çatışma devam ederken, Ahrazar kilidi açtı ve kapıyı araladı. Marlon’un ona doğru koştuğunu gördü. Korumalardan biri Marlon’a silah doğrulttuğu anda Ahrazar, elinde ki bıçağı adama fırlattı. Koruma sendeleyip yere düştüğünde Marlon karnına doğru bir kurşun sıkmıştı.

Marlon içeri girerken Ahrazar sakin bir şekilde geriye çekildi. “Bitti,” dedi, sesi düz ve boştu. “Artık babam yok.” Marlon, Ahrazar’ın yanına gelirken yerdeki kanı ve Kudret’in cesedini gördü. Daha sonra karısının suratında ki kanayan yaraları gördü. Bir kez daha tiksinti ile baktı onu büyüten adamın cesetine. Karısının ayakta duramadığı fark ettiğinde ona doğru bir adım attı. Ahrazar, Marlon’un elindeki silaha baktı. İçinden bir şeylerin tamamen değiştiğini hissetti. Artık eskisi gibi korkmuyordu. Tekrar dönüp babasının kanlı bedenine baktı, o an içinde bir boşalma yaşadı. Kendini yere bırakıp çığlık çığlığa ağlamaya başladı.

"Kanın pis dedi. Pis dedi. Onunla aynı kanı taşıyorum ben, ben onun pis kanını akıttım. Öldürdüm. Öldürdüm. Öldü" diye sayıklarken tamamen kendinden geçmişti. Çatışma bitmiş olmalı ki kapıya gelen Maran ve Özkan onu büyük bir şokla izliyordu. Ahrazar çöktüğü yerde babasının kanını gördükçe delirirken, elleri saçlarına gitmişti. Diplerinden tutuğu saçlarını çekiştirip bağırıyordu; "Öldürseydi beni. Öldür dedim"

Marlon Ahrazar'a ani bir hamle ile sarıldığın da Ahrazar onun kollarına yığılmıştı. Derin derin nefesi, hıçkırıkları çok net duyuluyordu. "Seni de bana mecbur etti" dedi fısıltı ile, sonuçta bu evlilik bit oyun ile başlamıştı. Marlon Ahrazar'a, Ahrazar'da Marlon'a mecbur kalmıştı. Marlon konuşmadan karısını kucağına aldı, dışarı kadar taşıdığı karısını arabaya bindirdi. Özkan evde ki cesetlerle uğraşırken onlar arabanın içinde bekliyordu. Ahrazar sakinleşmişti. Marlon derin bir nefes aldı ve Ahrazar’a baktı. “Ne yaptığının farkındasın, değil mi?”

Ahrazar gözlerini kapattı. Sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. “Biliyorum. Ve bununla yaşamayı öğrenmek zorundayım.” Marlon aynı şekilde fısıltı ile Ahrazar'ı delirtecek o soruyu sordu; "Sen nasıl birini öldürürsün Ahrazar?" diyen sesi şaşkın ve sinirliydi. Ahrazar güldü.

"Neden? Sende Timur'u öldürdün" dediğin de Marlon ona bakakalmıştı. Ahrazar'ın nereden öğrendiğini sorguluyor gibiydi ama babasından öğrendiğini asla bilmeyecekti. Ahrazar'ın gözleri bu seferde Maran'a dönmüştü, ikisine hitaben konuştu. "Sakın bana çok masum muşsunuz gibi suçlayıcı cümleler kurmayın. Sen beni vurdun ben ölümden döndüm ama yine yan yanayız Maran. Sen, ya ben senin yüzünden aç susuz nezarette kaldım. Senin öldürdüğün adamı öldürmekten tutuklandım ben ve senin sesin bile çıkmadı Marlon. Bilmediğim Daha ne pis işleriniz var bilmiyorum. O yüzden beni yargılarken iki kere düşünün"

Bu da son cümle olmuştu çünkü Ahrazar'ın bedeni Marlon'un kollarına düşmüştü....


 

Bölüm : 16.12.2024 15:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...