
"Ha bu gün çok önemli bir gün, bir sıkıntı çıksın istemiyorum. O yüzden Maran uzak durma eylemini bırak ve buraya gel"
"Ahrazar anlattım sana zorlama" dedi Maran. Ahrazar telefona doğru sıkıntılı bir nefes verdi, "Maran bir haftadır hem kendine, hem Diana'ya acı çektiriyorsun. Emin ol sen burada iken Diana daha rahat." Maran'dan bir süre ses gelmedi, çünkü o Diana'nın kendisini görmek istemeyeceğini düşünüyordu.
"Peki geliyorum" dediğinde Ahrazar rahatlayarak telefonu kapattı. Daha sonra makyajı yapılan kadınların yanına gitti. "Oh be Maran'ı ikna ettim geliyor" dediğin de zorla makyaj masasına oturttukları Diana'nın gülümsemesi gözünden kaçmamıştı. Hemen beyazlar içinde ki arkadaşına baktı, "Gelinlik çok yakışmış güzelime."
"Ahrazar akşama evlu bir kadun olacağim da, çok heyecanluyum"
"Sen bir Özkan'ı gör, Marlon'nun dediğine göre heyecandan yerinde duramıyormuş"
Kızlar büyük bir neşe ile hazırlanmalarını bitirince yüksek korna sesi ile damat tarafının geldiğini anlamışlardı. Gülizar'ın babası en önde olacak şekile dışarı çıktılar. Maran, Marlon ve Özkan yan yana dizilmişlerdi, Özkan az sonra karısı olacak kadına kitlenip kalmıştı. Marlon karısının yanına gidip elini tuttu, "Bu güzellik insanı her suça teşvik eder" diye fısıldadı. Ahrazar'ın üstünde Marlon ile ilk konuştukları gün giydiği rengin aynısı vardı. "Bazı ilklerin başladığı, bazı sonların olduğu yere gidiyoruz" dedi Ahrazar gülümseyerek. Tabi ki düğün Gülizar'ın babasının isteği üzerine köy meydanında yapılacaktı.
Büyük bir konvoy eşliğinde köy meydanına doğru ilerlediler. Arabaların korna sesleri, köyün dar sokaklarında yankılanıyor; kadınlar pencerelerden başlarını uzatıp kalabalığı izliyordu. Çocuklar ise konvoyun arkasından koşuyor, neşe içinde bağırıyorlardı. Herkes, Gülizar ve Özkan'ın mutluluğunu paylaşmaya hazır görünüyordu. Meydan, beyaz ışıklarla süslenmişti. Bir yanda geleneksel çalgılar çalınıyor, diğer yanda davul zurna sesleri duyuluyordu. Meydanın ortasına kurulan küçük bir sahne, düğün töreni için hazırlanmıştı. Gülizar'ın babası, konvoydan inen gelin ve damadı görünce hemen yanlarına geldi.
"Allah mesut etsin evlatlarım!" dedi, gözleri gururla dolmuştu.
Ahrazar, Marlon'un yanında durup meydanı izlerken, Maran'ı gözleriyle aradı. Onu biraz uzakta, kalabalığın içinde Diana ile konuşurken buldu. Diana'nın yüzünde her zamankinden farklı, huzurlu bir ifade vardı. Maran'ın varlığı ona güç vermiş gibiydi. Marlon, Ahrazar'ın dikkatini fark edip hafifçe güldü. "Maran ne yapar eder, Diana'yı bir şekilde yumuşatır," dedi fısıldayarak. Ahrazar ona dönüp başını salladı. "Diana'nın ihtiyacı olan şey tam da buydu, birinin onun yanına gelip sabırla kalması."
Bu sırada düğün töreni başlamıştı. Gelin ve damat, sahneye doğru ilerlerken, meydandaki herkes onları alkışlarla destekliyordu. Gülizar'ın beyazlar içinde gülümseyen yüzü, Özkan'ın heyecanla titreyen elleri, köydeki bu sade ama içten düğünü unutulmaz bir hale getiriyordu.
Maran, Diana'nın eline dokundu. "Belki de bu düğün, bazı yaraları iyileştirmenin bir başlangıcı olur," dedi. Diana hafifçe gülümsedi, ama gözleri bir anlığına doldu. Yüzünü başka yöne çevirmeye çalışsa da, Maran onun gözyaşlarını fark etti. Bir şey söylemek ister gibiydi ama sustu. Diana'nın bu kadar hassas olduğu bir anda üzerine gitmenin doğru olmayacağını biliyordu. Sessizce Diana'nın elini tuttu ve meydanın biraz kenarındaki bir masaya doğru yönlendirdi. "Gel, biraz oturalım," dedi sakin bir sesle. Diana itiraz etmedi, Maran'ın yönlendirmesine izin verdi.
Masaya oturduklarında Maran, Diana’nın yüzünü kalabalığın dikkatinden uzak tutmak için kendi vücudunu hafifçe öne eğdi. Elleriyle masanın üzerindeki ufak kırıntıları temizliyor gibi yaparak, ona sanki sadece iki arkadaş sıradan bir konuşma yapıyormuş hissi verdi. Bu küçük hareket, Diana’nın içinde tanımlayamadığı bir şey uyandırdı. Daha önce kimse onun duygularını bu şekilde korumaya çalışmamıştı. Ona her şey yolundaymış gibi davranan birinin yanında bulunmak... garip bir şekilde huzur vericiydi.
Diana derin bir nefes aldı ve başını önüne eğdi. Maran hiçbir şey sormadı, sadece onun yanında kalmayı seçti. Bu sessizlikte bile, Diana Maran'ın varlığının teselli edici olduğunu hissetti. Meydanın coşkusu yükselirken, Diana bir an başını kaldırıp Maran’a baktı. Gözlerinde neşe yoktu, ama ilk kez bir nebze huzur vardı. "Teşekkür ederim," dedi usulca.
Maran sadece başını eğip hafifçe gülümsedi. "Her zaman."
O sırada sahnede gelin ve damadın ilk dansı başlamıştı. Kalabalık alkışlarla onları izlerken, Diana da başını çevirip dans eden çifte baktı. Bu gece sadece onların mutluluğuna tanık olmuyordu; kendi içinde de belki küçük bir umut kıvılcımı doğuyordu.
Gelin ve damadın ilk dansı devam ederken kalabalık onların etrafında bir çember oluşturmuştu. Herkesin gözleri, neşe içinde dönen Gülizar ve Özkan’ın üzerindeydi. Gülizar’ın gözlerindeki heyecan, Özkan’ın ona hayranlıkla bakışları, bu anı daha da unutulmaz kılıyordu. Dans bitiminde, Gülizar’ın arkadaşları onları sahneden alıp Ahrazar ve Marlon’u öne doğru itti. Ahrazar, kısa bir şaşkınlık yaşasa da Marlon’un elini tuttu ve meydanın ortasında kalabalığın alkışları arasında dans etmeye başladılar.
“Beni dansa çekmek için hep böyle planlar mı kuruyorsun?” diye sordu Ahrazar, gözlerinde hınzır bir gülümsemeyle. Marlon omuz silkti. “Bazen planlıyorum, bazen de kaderi benim yerime başkaları yazıyor.”
Ahrazar hafifçe güldü ve müzikle uyumlu adımlarla dansa devam etti. Kalabalık onların zarif hareketlerini izlerken, sahneye tekrar Özkan ve Gülizar katıldı. Yeni evli çift, dostlarının yanında dans etmeye başlayınca meydandaki herkes alkışlarla eşlik etmeye koyuldu. Diana, Maran’ın yanında bu sahneyi sessizce izliyordu. O an kalbinin bir köşesinde beliren bir duygu, daha önce hissetmediği kadar gerçekti. Dans eden çiftler arasında Ahrazar ve Marlon’a kısa bir an bakarken, Maran’ın kendisine dönüp hafifçe gülümsediğini fark etti.
“Biliyor musun,” dedi Maran, sessizliği bozan bir fısıltıyla, “bu tür anlar, insanın hayatında küçük ama önemli dönüm noktaları yaratır.”
Diana ona doğru dönüp bir süre Maran’ın yüzüne baktı. Derin bir nefes aldı, ama bu kez bir şey söylemek yerine gülümsemeyi tercih etti. İlk kez, bu kadar uzun zamandır içinde biriken yüklerden biraz olsun kurtulabileceğini hissetmişti.
Dans eden çiftler, meydanı neşeyle doldururken, müzik ritmini yavaşça değiştirdi. Bu sefer halk dansları başlamıştı ve meydandaki herkes ellerini birleştirip oyun havalarına katılmaya hazırlanıyordu. Milan kalabalığın arasından koşa koşa Maran’ın yanına geldi. Küçük kızın yüzünde tatlı bir heyecan vardı.
“Maran Amca! Hadi sen de dans et! Çok eğlenceli!” dedi, kollarını coşkuyla sallayarak.
Maran, eğilip Milan’ı kucağına aldı. “Seninle dans ederim, küçük hanım. Bu meydanı biraz daha hareketlendirelim, ne dersin?” dedi şaka yollu, göz kırparak. Milan kıkır kıkır güldü. “Hadi bakalım, en iyi dansı yapalım!” Maran, Milan’ı kucağında tutarak meydanın ortasına doğru ilerledi. Küçük kızın kahkahaları, müziğin ritmine karışırken meydandaki herkesin yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi. Maran, Milan’la birlikte dönüp eğlenirken, bu küçük sahne herkesin neşesini daha da artırmıştı.
Biraz uzakta duran Diana, bu manzarayı sessizce izliyordu. Milan’ın Maran’la bu kadar samimi olmasına ve kahkahalarının özgürce meydanı doldurmasına bakarken, kalbinin derinliklerinde bir sıcaklık hissetti. Uzun zamandır Milan’ın bu kadar neşeli olduğu bir anı hatırlamıyordu. Maran, Milan’ı kucağında tutarak meydanın ortasında birkaç adım daha döndü. Küçük kızın kahkahaları kalabalığın neşesini daha da artırmıştı. Milan’ı yere indirip onun ellerini tutarak bir iki adım daha dans etti ve sonunda onu yavaşça annesinin yanına götürdü.
Milan, annesine dönüp coşkuyla konuşmaya başladı. “Anne, Maran Amca çok eğlenceli! Onunla hep dans edebilir miyim?” dedi ve gülerek Maran’ın koluna sarıldı. Diana, Milan’ın bu neşesine kayıtsız kalamayıp hafifçe gülümsedi. Ama bu gülümseme, daha önce Maran’ın hiç görmediği bir sıcaklığa sahipti. Diana’nın genelde soğuk ve mesafeli duran yüzünde, ilk kez bir ferahlık belirmişti.
Maran, bu anı fark ettiğinde bir an duraksadı. Diana’nın bu kadar doğal bir şekilde gülümsediğine ilk kez şahit oluyordu. Kalbinde tuhaf bir sıcaklık belirdi. O, Diana’nın yaralarını hep anlamaya çalışmıştı ama bu kadar kısa bir anda böyle bir değişim görebileceğini düşünmemişti. Diana, Maran’ın kendisine baktığını fark edip gülümsemesini hemen silmeye çalıştı. Ama o kısa an, Maran’ın zihninde kazınmış gibiydi. “Ne oldu?” diye sordu Diana, onun dikkatini çektiğini fark edip.
Maran başını iki yana sallayıp hafifçe gülümsedi. “Hiç... sadece seni ilk kez böyle gördüm,” dedi. Sesinde hafif bir şaşkınlık ve hayranlık vardı. Diana’nın kaşları hafifçe kalktı. “Böyle mi?” diye sordu. Maran, kısa bir sessizliğin ardından dürüstçe cevap verdi. “Gülerken. Gerçekten, içten bir şekilde.”
Diana ne diyeceğini bilemedi. Utangaç bir şekilde başını başka yöne çevirdi. Ama Milan’ın neşeli sesi ortamın gerginliğini dağıttı. “Anne, hadi Maran Amca’yla bir tur daha oynayayım mı?” Diana derin bir nefes aldı ve hafif bir baş hareketiyle onay verdi. Milan hemen Maran’ın elini tutup tekrar meydanın ortasına koşturdu. Maran, Diana’nın bu sessiz onayıyla içinden bir rahatlama hissetti. Milan’la dans etmeye devam ederken, gözleri bir kez daha Diana’ya kaydı. İlk kez, onun ne kadar kırılgan bir gücün içinde saklandığını görebiliyordu. Ve o güç, yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamış gibiydi. Diana uzaktan onları izlerken bu sefer gülümsemesini saklamadı. İçinde, yıllardır ilk kez umut dolu bir kıpırtı hissetmişti.
Horon sesi duyulduğun da Marlon yavaşça karısının kulağına eğildi, "Hadi beni kendine bir kere daha aşık et" dedi. Ahrazar gülümseyerek Gülizar'ın yanına, horon oynayanların içine girdi. Marlon, Maran'ın yanına oturdu ve karısının horon oynayışını seyre daldı. Özkan'da masada oturmuş, horon tepen karısını ve yengesini izledi... Horon başka müzikler ile devam ederken Marlon ve Özkan'da oynamaya çalışıyorlardı. "Marlon hiç beceremiyor" dedi Maran Diana'ya hitaben. Diana güldü, "Sen neden oynamıyorsun?"
"Seni yalnız bırakmak istemiyorum"
"Merak etme kaçıp gitmem" dedi Diana.
Maran gülümseyip ona doğru eğildi, "Kaçsan da fark etmez. Bulurum."
"Maran," diyen bir ses tüm anı bozdu. Maran, arkasını döndüğünde karşısında annesini görmeyi hiç beklemiyordu. Hemen ayağa kalkıp yanına gitti. "Anne, senin burada ne işin var?"
Zerda Hanım ağır adımlarla masaya oturdu. "Ahrazar kızım çağırdı. Ama görüyorum ki keyfin yerinde maşallah. Dediklerim bir kulağından girip diğerinden çıkmış gibi. Öyle mi Maran?"
"Anne, şimdi sırası değil," diyerek konuyu kapattı Maran. Diana, konuşulanları anlamadığı için sessizce bakıyordu. Maran ona gülümseyince Diana da bakışlarını kaçırıp önüne döndü. Zerda Hanım ise gözlerini Diana’dan ayırmıyordu. Belli ki buraya geliş amacı sadece düğün değildi...
Düğün sona ererken Özkan ve Gülizar, önceden planladıkları bir günlük tatil için uğurlandı. Ahrazar’ın ısrarı üzerine Zerda Hanım ve diğerleri de onların evine geçmişti. Hep birlikte düğün yorgunluğunu atmak için bahçede kahve içiyorlardı. "Zerda Hanım, beni kırmayıp geldiğiniz için çok teşekkür ederim," dedi Ahrazar samimi bir şekilde.
"Sen çağırırsın da gelmez miyim? Hem Maran’ı da görmem gerekiyordu."
"Yarın mı gidiyorsun, anne?" diye sordu Maran. Zerda Hanım derin bir nefes aldı. "Canım ne zaman isterse o zaman giderim, Maran."
Bu sırada Milan elinde bir kitapla Maran’a yaklaştı.
"Maran Amca, bu kitabı bana Gülizar Abla verdi. Okur musun?"
Diana hemen ayağa kalktı.
"Ben okurum, Maran Amcan oturuyor zaten."
Ama Milan dudaklarını büzerek ısrar etti.
"Anne, ben Maran Amca okusun istiyorum. Lütfen!"
Maran hafifçe gülümsedi. "Sorun yok," diyerek ayağa kalktı. Zerda Hanımın, iğneleyici bakışları eşliğin de Milan’ın odasına birlikte çıktılar. Milan mutlu bir şekilde yatağına geçerken, Diana çok mahçup hissediyordu. "Kusura bakma Maran" dedi. Maran onun aksine hayet mutluydu, "Önemli değil, hadi küçük hanımın kitabını okuyalım."
"Anne sende yanıma uzan"
"Tamam" dedi Diana, kızının yanına uzandı ve sandalyede oturan Maran'a dikti gözlerini. Maran elinde ki kitabı gür sesi ile okumaya başladı, okudu okudu kitabın yarısına yakın Milan'ın uyuduğunu fark edince kitabı kapattı. Tam Diana'ya seslenecekti ki onun da uyuduğunu fark edince gülmeden edemedi. Yatağın diğer tarafına dolaşıp Diana'nın açıkta kalan omzunu örttü. Bir kaç dakika öylece uyuyan kadını ve çocuğu izledi, annesinin sesini duyana kadar...
"Aşağı gel Maran, hemen" dedi Zerda hanım sert çıkan sesi ile. Maran, annesinin sert sesiyle odadan çıkar çıkmaz derin bir nefes aldı. Diana ve Milan’ı uyandırmamak için kapıyı usulca kapattıktan sonra merdivenlerden ağır adımlarla indi. Salona vardığında, Zerda Hanım, kahve fincanını masanın üzerine koymuş, gözlerini oğlunun üzerine dikmişti. Onun bu duruşu, fırtına öncesi sessizlik gibiydi.
"Ne söyleyeceksen söyle, anne," dedi Maran, yorgun bir şekilde.
Zerda Hanım, oğlunun bu rahat tavrına daha da sinirlenmiş gibiydi. Sandalyeden doğrularak konuşmaya başladı. "Maran, söylemek zorunda mıyım gerçekten? Görmüyor musun? O kadın senin etrafında dolanıyor, sen de onun her isteğine koşuyorsun. Ne yapmaya çalışıyorsun? O kadın sana uygun değil. Bunu anlaman için illa bir şey mi olması gerekiyor?"
Maran kaşlarını çattı. "Diana’nın hiçbir şey yapmadığını biliyorsun, anne. Kendi kuruntularından dolayı böyle konuşuyorsun."
Zerda Hanım başını iki yana salladı. "Kuruntu mu? Maran, o kadın dul! Çocuklu bir kadın! Daha ne diyeyim? Üstelik yabancı biri. Bizim adetlerimize, değerlerimize, ailemizin onuruna uygun değil. Diyarbakırlı bir delikanlı olarak buna nasıl göz yumarsın?"
Maran, annesinin bu sert çıkışlarına alışkındı, ama her defasında sabrını korumakta zorlanıyordu. Derin bir nefes alıp sesini sakinleştirmeye çalıştı. "Anne, Milan için yapıyorum. O küçük kıza kıyamıyorum. Babasız büyümüş bir çocuk. Diana ise yalnızca... ne bileyim, yanında üzülmesin diye duruyorum. Ne işim olur çocuklu bir kadınla?"
O sırada, odanın kapısının arkasında duran Diana, her kelimeyi duymuştu. Ellerini göğsüne sıkıca bastırmıştı; sanki içindeki kırgınlığı bastırmaya çalışıyordu. "Ne işim olur çocuklu bir kadınla?" sözü, içini delen bir hançer gibi hissettirmişti. Nefesini tutmuş, konuşmanın devamını dinlemek zorunda kalmıştı.
Zerda Hanım, oğlunun bu sözleri üzerine derin bir nefes aldı. Gözlerinde öfkeyle karışık bir rahatlama vardı.
"İşte böyle konuş, Maran. Aklını kullan. Bizim ailemizin adı, senin adın, böyle insanlarla anılmamalı. Sana kız mı yok? Diyarbakır'da bin tane namuslu, bizim gibi bir aileden gelen kız var. Neden gidip onların birini seçmiyorsun? Ben senin için en iyisini düşünmekten başka ne yapıyorum?"
Maran dişlerini sıktı, ellerini yumruk yapıp yanlarına koydu.
"Anne, yeter artık! Diana’ya bir şey dediğin yoksa, bu konuşma burada biter. O benim arkadaşım, başka hiçbir şey değil."
Zerda Hanım, oğlunun bu çıkışıyla biraz geri çekilmiş gibi göründü, ama kolay kolay pes etmeyecekti.
"Arkadaşmış!" dedi alaycı bir sesle. "Maran, sen ne kadar saf olsan da, o kadın saf değil. Senden bir şey umuyor, bunu görmüyor musun? Bu durum sana yakışmıyor. Ben senin annenim ve sana doğruyu söylüyorum. O kadından uzak dur."
Maran, artık annesine cevap vermenin bir faydası olmadığını biliyordu. Derin bir nefes alıp başını iki yana salladı.
"Anne, Diana hakkında böyle konuşmaya devam edersen, bu konuşmaları tamamen bitiririz. Şimdi izin ver, gidip dinleneyim."
Annesi bir şey daha söyleyecekken durdu, ama yüzündeki memnuniyetsizlik bakışları gitmemişti. Maran, salondan hızla çıkıp merdivenlere yöneldi. Diana, kapının ardında ne yapacağını bilemeden duruyordu. Yüzündeki donuk ifade, içindeki karmaşayı ele veriyordu. O an odadan içeri giren Maran’la göz göze gelmemek için hemen yatağın yanına geçip uyuyor gibi yaptı. Maran, odaya girdiğinde Diana’yı uyuyor sanmıştı. Hafifçe gülümseyip Milan’ın saçlarını okşadı ve yanlarına oturdu. Ama Diana’nın gözlerini kapalı tutsa da nefesinin düzensizliğini fark etmedi. İçindeki ağırlığı, yalnızca Diana’nın kalbinde hissettiği derin bir kırgınlık tamamladı.
Sabah ilk uyanan Ahrazar olmuştu, evde ki yardımcı ile beraber büyük bir kahvaltı masası hazırlamışlardı. Herkes tek tek uyanıp masanın etrafında buluşurken, tek eksik Zerda hanım ve Diana idi. "Milan annen nerede?" dedi Ahrazar. Milan umursamaz bir tavırla cevap verdi, "Maran amcamın annesi ile oda da konuşuyorlardı." Maran Milan'ın dedikleri ile ayaklanırken annesini kapıdan içeri girerken gördü. Annesi gelip sofraya oturdu, "Ahrazar kızım neler neler hazırlamışsın, ellerine sağlık."
"Afiyet olsun.. Diana gelmiyor mu?"
"Başı ağrıyormuş sanırım, uyuyacaktı" dedi Zerda hanım. Maran hariç herkes kahvaltısına başlamıştı. Maran annesi ile konuşmak için fırsat kolluyordu. Kahvaltı bittiğin de Marlon ve Ahrazar bir yere gideceklerini söylemişti, "Zerda hanım size ayıp olmaz değil mi?"
"Ne ayıbı çocuklar, bende gidiyorum zaten. Maran oğlum beni havaalanına götür hadi"
"Bende gelebilir miyim?" dedi Milan Maran'a. Maran kafasını sallayarak onu kucağına aldı, hep beraber evden çıkarlarken kimsenin aklında evde tek kalan Diana yoktu... Maran bile annesi ile konuşmaya o kadar takılmıştı ki, onu unutmuştu. Onlar son sürat havaalanına gelirken, Milan yanlarında olduğu için Maran yine konuşamamıştı. Özel uçağın kalkacağı yere geldiklerin de Maran Milan'a arabada kalmasını söyledi ve annesi ile aşağı indi.
"Ne dedin anne kadına da inmedi aşağı?"
"Annene ne cüretle bağırırsın sen Maran!"
Maran kendine hakim olmaya çalışıyordu, "Anne tekrar sordurma kadına ne dedin?" diye yeniledi.
"Onun sana göre olmadığını bir de ona anlattım. Zaten kendisi dün gece bizi dinlemiş, merak etme sana askıntı olmayacak" dediğin de Maran'da kayışlar kopmuştu. "Mahvettin anne, her şeyi mahvvettin. Ne olur git." Maran annesine son sözlerini söykedikten sonra hızla arabaya bindi, arkada oturan kıza döndüp gülümesedi. Hızlıca eve doğru yola çıktı, Diana ile konuşup yanlış anladığını söylemesi gerekiyordu. Maran o sözleri annesini başından savmak için söylemişti..
Eve geldiklerin kapıda korumalara Milan'ı bahçede oynatmalarını rica etti. Kendisi hızla içeri girdi, alt katta ki hizmetliye Dianayı sordu. "Diana hanım siz çıktıktan sonra hiç aşağı inmedi, az önce bir takım sesler duydum sanırım duşa girdi ama bir bilgim yok hiç yukarı çıkmadım." Kadına teşekkür edip yukarı çıktı,kapalı odanın kapısını tıklattı. "Diana benim Maran, konuşabilir miyiz?"
İçeriden ses gelmeyince yavaşça içeri girdi ama kimseyi göremedi. Odanın banyosuna baktığında oranında boş olduğunu gördü. Odadan çıkacak iken yatağın üstünde ki defterin açık sayfası çekti dikkatini, eline alıp baktığında kağıtta 2 gün öncesinin tarihi gördü. Merak edip yazanları okumaya başladı;
"Bazen tutacak bir el ararsın; o el çok yakındadır ama dokunamazsın. Dokunmak istersin, tüm kalbinle istersin, ama yapamazsın. Çünkü korkarsın. Maran… O, benim asla elini tutamayacağım tek sığınağım. Belki bunu hiç bilmiyor, ama onun yanındayken ne kadar huzurlu olduğumu yalnızca ben biliyorum. Ona bunları söyleyemem, cesaretim yok. Çünkü biliyorum, bir gün o da benden vazgeçecek. İşte o güne kadar, onun gücüne sığınacağım… Hem de o bunu bilmeden, hissetmeden."
Maran okudukları karşısında dumura uğraşmıştı, Diana'nın böyle düşündüğünü hiç bilmiyordu. Gülümsemeden edemedi ama annesinin söyledikleri aklına gelince hemen odadan çıktı. Milan'ın odasına girdiğin de yerde yatan Diana'yı görünce elinin ayağının kesildiğini hissetti. Bir yerde yatan kadına, diğer yanda kadını elinin hemen yanında duran hap kutusuna...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |