
Sellam✨
Nasılsınız bayram şekerleri.
Bölüme geçmeden önce oy vermeyi ve bölüme bol bol satır arası yorumlar bırakmayı unutmayın olur mu? Motivasyon için oylarınıza ve yorumlarınıza ihtiyacım var.
Keyifli okumalar diliyorum✨
Mükemmellik kavramı hayat ile ters orantılıydı. Ve bu ters orantı, insanı hep diken üstünde yaşamaya zorlardı. Bir şey ne kadar mükemmel ilerliyorsa, arkasından gelecek olan felaket o kadar büyük olurdu... Ve insanoğlu o felaketi beklerken mükemmel olanın tadını alamazdı hiçbir zaman.
Mükemmeldi.
Planımız mükemmeldi.
Yolculuğumuz mükemmeldi.
San Doreo'da geçirdiğimiz üç gün mükemmeldi.
Ama o mükemmellerin içinde bile, modumu düşürmek için içime doğmaya çalışan kötü hisler boşuna değildi. Bunu şimdi fark ediyordum. Dün iki buçuk saatlik bekleyiş... Bugün görevinden istifa eden şoför...
Dün yine bir kaza olmuş...
Böyle söylemişti Ahari. Bunun anlamı, dün o yolun birkaç can daha aldığıydı. Peki gerçekten yol mu alıyordu o canları? Ahari'nin gitmeden önce söylediği sözler kafamın içinde yankılanıp duruyordu.
On yaşıma kadar ailemle o yoldan defalarca kez geçtiğimi hatırlıyorum.
O yolu tehlikeli yapan şey yol değil, başka bir şey var.
Ne olduysa son yirmi yılda oldu.
O yola girerseniz canlı çıkamayacaksınız ve sizi öldüren şey yol olmayacak.
Size tavsiyem, siz de gitmeyin.
Sizi öldüren şey yol olmayacak.
O kadar kendinden emin konuşuyordu ki... İnsan düşünmeden edemiyordu. Ama bu hiç mantıklı da gelmiyordu bana.
Mantığınıza ters bir sesin, zihninizin içinde yankılanıp durmasının yarattığı karmaşayı bilir misiniz? Ahari'nin, arabayla geldiği yoldan yürüyerek kayboluşunu izlerken o karmaşa hakimdi işte zihnimde. Onun sesiyle mantığım resmen bir savaş içindeydi. Ölürsek şayet, bizi öldüren şey yoldan başka ne olabilirdi? Ne vardı orada? Bir canavar mı? Ya da bir hayvan... Bir katil mi? Ya da katiller...
Yoksa bunlar, sadece batıl bir inanışın esiri olmuş zihinden çıkan sözler miydi? Bu işe başladığım ilk andan beri bu gibi söylemlere çokça maruz kalmıştım. Gittiğimiz her bölge, her ev, her yapı ile ilgili uydurulan ve zamanla uydurma olmaktan çıkıp inanılan bir hikâye olurdu. İşimi eğlenceli kılan da buydu ya zaten. Gezi esnasında duyduğumuz korku dolu hikâyeleri anlatarak videoları renklendirmek...
İçimden bir ses, Ahari'nin sözlerinin de böyle bir şey olduğunu söylüyordu. Muhtemelen yolda olan kazaların, kötü ruhlar tarafından gerçekleştirildiğine falan inanıyor olmalıydı. Ya da buna benzer başka bir hikâye...
Neye inanıyor olduğu ile hiç ilgilenmiyordum. Çünkü bu, şoförsüz kaldığımız gerçeğini değiştirmiyordu.
"Şimdi ne olacak?"
"Arabayı ben kullanabilirim..."
"Eminim başka bir şoför bulabiliriz."
Arkamdan aynı anda yükselen sesler ve birbirinden apayrı olan düşünceleri ortaya döken sözler... Hangi sorunun kime ait olduğunu çözmek zor değildi. Ne olacağını soran Hayal'ken, başka şoför fikrini ortaya atan Efehan'dı. Ve Yücel... Kendine çıkardığı yeni bir macera ile heyecanla arabayı kullanmayı teklif ediyordu. Dört uyumsuz olarak nasıl bu kadar iyi anlaşabildiğimize bazen şaşırıyordum. Klişe olacaktı belki ama gerçekten zıt kutuplar birbirini çeker lafının kanıtlanmış haliydik biz bazı konularda.
Derin bir iç çekip gözlerimi Ahari'den geriye kalan boşluktan çekip arkadaşlarıma döndüm. Rehberimiz Harvey, sessizce olayları takip ederken arkadaşlarım bana sorarcasına bakıyordu.
"Ne yani?" diye sordum bir kaşımı kaldırıp. "Daha dün bir kazanın olduğunu duyduğunuz hâlde, hiçbiriniz vazgeçmeyi teklif etmeyecek misiniz?"
"Deli misin kızım..." diye ilk atılan Yücel oldu. "Asıl kazadan dolayı gitmeliyiz. Arabaların kazalarda ne hale geldiğini kendi gözlerimizle görebilir ve kayda alabiliriz. Ayrıca video için çarpıcı bir ayrıntı da olur bu." Yücel beni hiç şaşırtmıyordu. Ona ilk baktığınızda, söyledikleri kulağa vicdandan yoksun biriymiş gibi geliyordu ama hiç öyle değildi. Yücel çok vicdanlı biriydi, öyle ki geçen sene köpeği Dexter doğum yaparken dede oluyorum diye ayrı, yavruları sahiplendirirken ayrı ağlamıştı. Yücel sadece insanların kendi seçimlerine saygı duyan biriydi ve o seçimlerin doğuracağı sonuçlara katlanmaları gerektiğine inanıyordu. Ve onun bu inanışını yüzde yüz destekliyordum.
Zaten sözlerimin muhatabı da Yücel değildi, gözlerim Hayal ve Efehan'da sabitken onların bir cevap vermesini bekliyordum. Omuz silkti Efehan, parmaklarını pantolonunun ceplerine yerleştirmişti. "Bu yolculuğa zaten bir kaza haberiyle çıkmadık mı?" Sakin sesi, duyduklarından hiç etkilenmediğini gösteriyordu.
"Yüzdük yüzdük, kuyruğuna geldik." diyerek Hayal de ona katıldı. Onun sesinde biraz da olsa tereddüt vardı ama gizlemekte çok iyiydi. "En azından yolun girişine kadar gidip bir nabız yoklamamız gerektiğine inanıyorum. Buraya kadar boşuna gelmiş olamayız."
Dördümüzün de aynı fikirde olması beni rahatlatırken dudaklarım bir gülümsemeyle kıvrıldı. Ruhumun etrafını kefen gibi saran kara bulutlar usulca dağılırlarken adımlarım bir kez daha kulübeye doğru yöneldi. Adam gazeteyi okumayı bırakmış bizi izliyordu. Yanına geldiğimde pencereye doğru eğilip, tombul yanakları kıpkırmızı olan yüzüne baktım. "Elinizde, şu an boş olan bir şoför var mı acaba?"
Gözlerini yüzümden ayırmadan tembel hareketlerle gazeteyi katlayıp masanın üzerine koydu ve dirseklerini de masaya yasladı. Bu hareketi, uyuşuk insanlara ne kadar sinir olduğumu bir kez daha hatırlatmıştı bana. Sabır dilenircesine bir nefes verip adamdan gelecek cevabı bekledim. "Maalesef..." dedi yüzündeki sinir bozucu gülümsemeyle. Pekâlâ, dün Harvey, Mornelliler turistlerden pek haz etmezler derken bunu kastediyormuş. Adamın bu kadar sinir bozucu olmasının başka bir açıklaması olamazdı çünkü. "Ahari elimizde kalan son iki şoförden biriydi. Diğeri de az önce duyduğunuz üzere, dün olan kazada öldü."
Bunu o kadar normal bir şeymiş gibi söylüyordu ki... Tüylerimin ürperdiğini hissettim. Ölen sanki bir insan değil de bir fareymiş gibi... İnsan hayatının bir değeri yok muydu yani bu kasabada? Oysaki San Doreo'da bu durum tam tersiydi. Geçirdiğim üç gün bile bunu anlamam için yetmişti bana. İnsanları o kadar sıcakkanlıydı ki, bir an kendi memleketimde hissetmiştim kendimi. Ayrıca güvenlikler çok sıkıydı, yasalar da öyle... Mornel nasıl bu kadar geride kalmıştı bu konuda?
Geride kalmasaydı eğer, o yolu güvenli hâle getirmek için çalışmalar yaparlardı...
"Pekâlâ..." diye mırıldandım. Elimizde bir şoför olmadan ne yapabilirdik ki? Rehbersiz kalma ihtimalimiz hep zihnimin bir köşesinde bana fısıldayıp durmuştu. O sesle o kadar meşgul olmuştum ki, şoförsüz kalma ihtimalimiz hiç aklıma gelmemişti. Doğrulup hemen arkamda bekleyen çocuklara dönüp ne yapacağız derecesine baktım yüzlerine.
"Hâlâ arabayı benim kullanabileceğim konusunda ısrar ediyorum..."
Yücel'in sesiyle üçümüz de gözlerimizi devirdik. Keskin bakışlarım ona dönerken "Söz konusu bile değil..." dedim net bir sesle. Koyu kahveleri muziplikle parlıyordu. Ona yeter ki macera olsun... "Travis'in planına göre ayarladık her şeyi, o plandan saparsak bu sonumuz olabilir."
Yücel, en inatçı haliyle tam ısrar etmek için dudaklarını aralamıştı ki, üç ağızdan "Kapa çeneni..." diyerek onu susturduk. Hepimiz onu tanıyor, edeceği ısrarın hazır olan methiyesini gözlerinden okuyabiliyorduk.
Yüzündeki bezgin ifadeyle birlikte ellerini teslim olurcasına kaldırdı ve bir adım geri çekildi. Tam o sırada "Aslında..." diye söze girmişti Harvey. Dördümüzün bakışları da beklentiyle ona döndü. "Mornel'de bize şoförlük yapabilecek birilerini tanıyorum ve sanırım onlardan, en azından, birini bizimle gelmeye ikna edebilirim."
İçimdeki beklenti, içimden dolup taştı. Duyduklarımla yüzüm aydınlanırken iki adımda Harvey'in dibinde bitip "Onları arayıp sorabilir misin?" diye sordum. Başını umutsuzca iki yana salladı. "Dün telefonumu evde unuttuğumu söylemiştim. Ve numaraları ezberimde değil..."
Tam hayal kırıklığı ile omuzlarım çökecekti ki, "Ama evlerinin yerini biliyorum." diye devam etti cümlelerine. Ardından kaşlarıyla biraz önce Aharin'in getirdiği arabayı işaret etti. "Ve Mornel küçük bir kasaba..."
Dudaklarım farkındalıkla aralanırken elalarım birkaç saniye boyunca arabayla kulübedeki görevli arasında gidip geldi. Bu doğru olur muydu?
"Düşündüğün şey, arabayı almanın doğru olup olmayacağıysa..." Omuz silkti rehberimiz. Ardından ellerini pantolonunun ceplerine soktu. "Arabayı kiralayıp depozitosunu çoktan ödedin bile. Yani araba, süresi dolana kadar senindir."
Doğru... Arabayı kiralamış, depozitoyu da ödemiştim. Kiralama bedeliniyse hizmetten sonra ödeyecektim.
Kapanan bir kapının ardından, açılan bir diğer kapıdan görünen ışık gözlerimi alıyordu sanki. Umut hiç tükenmiyordu, tam tükendiğini zannettiğiniz anda yeni bir tane doğabiliyordu.
"Tamam ama yola çıkmak için çok vaktimiz yok. Sen söyledin, geceye kalmamamız gerekiyor. Ne kadar sürer gidip geri gelmen?"
Bir elini kirli sakallarında gezdirirken gözlerini hesap yaparcasına kısıp giriş kapısına baktı. Kafasında bir plan şekillenmiş olacak ki birkaç saniye sonra gözlerini bana çevirdiğinde zeytin karası gözleri daha net bakıyordu. "Yarım saatlik bir gecikme, bir kayıp sayılmaz. Yarım saat içinde burada olursam yola çıkarız, olamazsam çıkmak için geç kaldık demektir. Ki yaklaşık on dakika önce yola çıkmış olmamız gerekiyordu, zaten yeterince geciktik. O zaman ne yapacağınıza karar verirsiniz. Ya geziyi bir sonraki güne erteleriz ya da San Doreo'ya geri döneriz."
Bakışlarım kısa bir an arabayla Harvey arasında gidip geldi. Yarım saat, kaderimizi belirleyecek zamanın miktarı buydu. Binlerce kilometrelik yolu boşuna tepmemiştik, eli boş dönmeyi kabul etmiyordum. Bu yüzden üzerine çok da düşünmedim. Bir kez başımı eğerek onaylayıp "Tamam... Öyle yapalım." diye mırıldandım.
Şansımızı mı zorluyorduk? Belki...
Buna değecek miydi peki? Tüm kalbimle değeceğine inanıyordum.
Harvey yanımızdan ayrılır ayrılmaz, biz de bu yarım saati Mornel'deki kaydı aradan çıkararak değerlendirmeye karar verdik. Dördümüzün dört bir yana dağıldığı bu kısacık turda bile elimize yeterince kayıt toplamıştık. Harvey'in dün bahsettiği kafe ve bar tarafına gitmeyi de çok istiyordum ama geç kalma riskini göze alamazdım, o yüzden o kısmı şimdilik rafa kaldırmıştım. Geri dönüşte belki bir ara uğrar ve çekerdik. Ya da Harvey geç kalırsa ya da bir şoför bulamazsa...
Aradan geçen tam yirmi beş dakikanın sonunda, dördümüz de tıpkı planladığımız gibi durağa ulaşmayı başarmıştık. Şimdi Durağın girişinde durmuş Harvey'i bekliyorduk. Doğruyu söylemek gerekirse yüreğim ağzımdaydı, kalp atışlarımın kulaklarımdaki çınlayışlarını duyabiliyordum. Vazgeçmeyi istemiyordum, buraya kadar gelmişken vazgeçme ihtimalini düşünmek bile istemiyordum hemde. O yüzden elimizde bir seçenek kalıyordu, yarına ertelemek... Bu tüm planı aksatsa ve bana ciddi bir maddi kayıp olarak dönse de en azından buraya kadar boşuna gelmemiş olacaktık. O yolu geçemezsek bile takipçilerin o video için çıldıracağından emindim. Yani getirisi götürüsünden katbekat daha fazla olacaktı.
"Neden şansımızı zorluyormuşuz gibi hissetmeye başladım ben?"
Uzun soluklu sessizliği bölen Hayal'in sesi oldu. Yirmi yedinci dakikadaydık ve hâlâ Harvey'den bir iz yoktu. Gözlerimi Harvey'in kaybolduğu yoldan çekip Hayal'e döndüm. "Şansımızı zorluyoruz çünkü. Hep yaptığımız gibi... Eğer avuçlarının boş kalmasını istemiyorsan, şansını zorlaman gerek; çünkü bu hayatta, her şey gibi şans da zorlu yolu seviyor ne yazık ki."
Şans... Adaletsizliğin insanların arasına dağılan gölgesiydi. Şanssızlık, kaderiniz değil, hayatın sizden aldıklarının bir diğer adıydı.
"Ama ya bunlar..." diye devam etti Hayal, kollarını bedenine sarmıştı şimdi. Bu hareketinin nedeninin soğukla ilgili olduğunu düşünmüyordum. Mornel'e adım attığımızdan beri huzursuz hissettiğini biliyordum. Ona bu hareketi yaptıran o huzursuzluktu. "Oraya gitmememiz için evrenin bize verdiği mesajlarsa... Ya oraya gitmemiz kötü sonuçlar doğuracaksa... Sence bu kez gerçekten şansımızı zorlamalı mıyız?"
Bir şey diyemedim. O rahatsız hissin beni de içten içe yokladığını bilirken bu noktada Hayal'i rahatlatacak bir şeyler söylemek ikiyüzlülük olurdu. Daha kendimi bile tam olarak rahatlatamıyordum ki...
İçgüdülerinizi dinleyin demişti Travis. İçgüdülerime kulak verdiğimde bana doğru olanı yaptığımı söylüyordu. Her şeyin çok güzel olacağını, devam etmemiz gerektiğini... Peki o zaman bu his de neyin nesiydi?
"Çok kafaya takıyorsunuz..." diyen bir ses araya girdiğinde kendimi düşüncelerimden sıyırıp sesin sahibine döndüm. Efehan hemen aramızda durmuş, ellerini arkasına bağlamış bir vaziyette yolu izliyordu. "Üzerine bu kadar düşünmeyin. Bir karar aldık ve şimdi o kararın bizi götürebildiği yere kadar gitme zamanı. Düşüncelerle beyninizi bulandırmayın, o yolda bulanık zihinlere ihtiyacımız yok. İhtiyacımız olan tek şey dikkatimizin toplanmış olması."
Hayal sessizliğini korumaya devam ederken ben başımı sallayıp "Haklısın..." demekle yetindim. Dikkatimizi dağıtacak düşüncelerin bize hiçbir faydası yoktu. Atmamız gereken adımları ince ince hesaplamıştık. Evet belki o hesapta sapmalar olmuştu ama bu hep olacağı anlamına gelmiyordu. Yapabilirdik. Biz nelerle mücadele etmiştik, bunun da altından kalkabilirdik.
"Geliyor..." Yücel'in bağırış sesiyle konuşmamız son bulurken, hepimiz ondan tarafa döndük. Gözlerini kısmış bir hâlde ileri doğru bakıyordu. Baktığı yöne baktığımız sırada "Yanında biri daha var..." dedi Yücel heyecanla. Bu cümle hepimizi heyecanlandırmaya yetmişti. Gözlerim bileğimdeki saate kaydı. Yirmi sekizinci dakikadaydık... Başarmıştı. Bir şoför bulmuştu ve biz en sonunda yola çıkabilecektik. Buraya geliş amacımıza ulaşabilecektik. Rayından sapan planımızın yeniden rayına oturduğu an o andı.
Ya da ben öyle zannediyordum.
Araba tam önümüzde durduğunda Harvey yolcu koltuğundan indi. Şoför tarafında, kendi yaşlarında uzun saçlı, uzun sakallı, Harvey'in aksine beyaz tenli bir adam vardı. Gözlerindeki sert bakış ürkmeme neden olunca gözlerimi hızla kaçırdım ondan ve Harvey'e baktım. Dudaklarına memnun bir gülümseme konmuşken, "Arkadaşım Lunder... Kendisi bir zamanlar nakliyat şoförüydü, uzun yıllar madende çalıştıktan sonra bu yılın başında emekli oldu. Yani harika bir şoför olduğunun garantisini verebilirim." dedi.
Mükemmel... Tam olarak ihtiyacımız olan şey buydu işte...
Dudaklarım, engelleyemediğim bir gülümsemeyle kıvrılırken elimi adama uzatıp "Merhaba..." dedim. "Ben Lizge Alâ Gürkan. Bizimle gelmeyi kabul ettiğiniz için minnettarım."
Sert bakışları bir an olsun yumuşamadı ya da elini uzatıp benimle tokalaşma zahmetine bile girmedi. Birkaç uzun saniye boyunca yüzümü süzdükten sonra "Sevincinizi sonraya saklayın genç bayan..." dedi katı bir sesle. "Zira muhtemelen ölüm etinizin tadına bakmak isteyecektir."
Anlamsız bir ürperti daha tenimi delip geçerken yüzümdeki gülüş soldu önce, ardından elimi indirdim ve bir adım gerileyip bakışlarımı Harvey'e çevirdim. Yüzünde, arkadaşının kabalığından ötürü özür dileyen bir ifade vardı.
"Daha fazla gecikmeden yola çıkalım..." dedi durumu toparlamak için ve başıyla arabayı işaret ederek. Eşyalarımızı toparlayıp saniyeler için arabaya doluşurken kulübedeki adamın arkamızdan "İyi şanslar..." diye bağırdığını duydum alaylı bir sesle. "Buna ihtiyacınız olacak..." diye eklediğinde dönüp ona hareket çekme isteğimi güç bela bastırdım. Ne sinir bozucu bir adamdı...
Aracın ön kısmında bir şoför iki de yolcu koltuğu vardı. Arka tarafındaki kısım ise, karşılıklı bakacak şekilde üçerli iki koltukla doldurulmuştu. Yücel, hem alanı daha iyi taramak için hem de en net açıyla çekebilmek için öne geçti. Küçük bir go pro kamerayı aracın ön kısmına yerleştirmişti. Hayal ve Efehan ise, arabanın sol tarafına yerleştiler. Harvey'in söylediğine göre dağ tarafı solda kalacaktı ve Hayal de o dağı kontrol edecek, olası bir hareketi bize önceden bildirecekti. Harvey ile bende tam karşılarına yerleştik. Efehan bizi çekerken alanla ilgili her bilgiyi bizzat yerinde alacaktım Harvey'den.
Yücel'in yaptığı gibi, birkaç go pro kamerayı daha cam kenarına yerleştirmiştik. Şarjları daha fazla dayansın diye yolu yarılayana kadar açmayacaktık onları. Hatta bana kalırsa yolun başına kadar açmamamız daha iyidi. Efehan'ın elinde profesyonel bir kamera vardı ve son ayarlamaları yapıyordu. Bir de benim cebimde, geçen sene indirimden aldığım ve yalnızca bir kez kullanıp kalitesini beğenmediğim için kenara kaldırdığım gözlük şeklinde bir kamera daha vardı. Her ihtimale karşı almıştım yanıma. Elimizdeki kameralara bir şey olursa, kayıtsız kalmaktansa, elimizde kalitesi kötü de olsa kayıtların olması daha iyi bir seçenekti. Ayrıca bir drone da tam tepemizden uçacak, kontrolü Yücel'de olacaktı. O kadar hazırdık ki...
Araba çalıştığında ve Mornel'in arasına karışıp, kısa bir süre sonra da Mornel'i geride bıraktığımızda içimizdeki kötü histen eser kalmamış, o andan sonra bizi saf bir heyecan ve merak sarmıştı.
Oysaki o kötü hislerin bizlere anlatmaya çalıştığı bir şey vardı... Hiç birimizin tahmin dahi edemeyeceği bir şey...
"San Doreo neden bu yolla ilgili bir çalışma yapmıyor? Bu kadar ölümün gerçekleştiği bir yolu kapatmaları en doğrusu olmaz mı?"
Üzerimdeki montun fermuarını boğazıma kadar çekerken Harvey'e bakıp sordum bu soruyu. Yaklaşık bir saattir yoldaydık ve şimdi etrafımız tamamen dağlık alandı. Çok az kalmıştı ölüm yoluna girmemize.
"On iki yıl önce kapatmayı denediler..." diye cevap verdi Harvey soruma. Efehan bizi çekse de biz kameraya bakmıyorduk o an. Ara ara birbirimizin yüzüne, ara ara da arabanın camından dışarı bakıyorduk. "Ama insanlar yasakları çiğneme konusunda fazla ısrarcı. Kapalı kaldığı iki yıl boyunca, Dünya'nın farklı bölgelerinden polislere bildirilen 218 kayıp vakanın çözümü o yolun kenarındaki uçurumun dibinde yatıyordu. Gençlerden birinin ailesi, çocuklarının bu konuma geldiğini söylediğinde, bu alanda arama çalışmaları başladı. Polislere eşlik eden kişi bendim. Eski dere yatağı, adeta bir ceset tarlasına dönmüştü. Geçen on iki yıla rağmen o görüntüyü bugün bile unutamıyorum." Kısa bir duraksama ve Harvey'in dudaklarından umutsuz bir nefesin dökülmesi... Bu korkunçtu. Geride kalan aileleri düşünmek bile istemiyordum. Polise bildirirken çocuklarını bir gün yeniden görebilecekleri umuduna tutunuyorlardı ve o umut ellerinde kalmakla yetinmiyor, kollarını kanatlarını kırıyordu.
Gözlerini birkaç kez yumup yeniden açtığında, zihninin bir kez daha o görüntüleri ön plana attığını anladım. Başını iki yana sallayıp o anlarda kaybolmadan yeniden konuşmaya başladı. "Engellenemediğini gördüklerinde yasaklamanın bir anlamının da olmadığını fark ettiler. Yasak olmazsa, en azından kayıpları fazla uzakta aramalarına da gerek kalmayacaktı. Bu nedenle havaalanında, yerel polisin isteği üzerine yolculara gidecekleri bölgelerin hepsi tek tek sorulur ve kayıt altına alınır. Eğer havaalanında Katalana'ya gideceğiniz bilgisini vermeseydiniz, Mornel için otobüs bileti alamazdınız. Mornel'e gitmek için ise Katalanaya kesinlikle gitmeyeceğinizi bildirmeniz gerekir. Katalana, gideceğiniz bölgelerin arasındaysa, prosedür gereği size tüm sorumluluğun size ait olduğuna dair bir belge imzalatırlar. İmzalarken görmüş olmalısınız zaten."
Katalana ile ilgili bir şeyler sorduklarını hatırlıyordum ama uçak yolculuğu, yeni bir maceranın heyecanı derken dikkat etmemiştim... Ne sorulara ne de imzalatılanlara... Bunun yanlış olduğunun farkındaydım, bir şeye imza atmadan önce okumazsanız başınıza büyük belalar açılabilirdi ama işte o an es geçmiştim.
Başımı sallamakla yetindim bu yüzden. Ardından topuzumdan kurtulup çehremi okşayan bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdım. "Peki, yolu yıkmayı ya da restore etmeyi düşünmediler mi hiç?"
Sorum üzerine, dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerinin parmak uçlarını önünde birleştirdi Harvey. Araba toprak yolda ilerlerken bizi fazlasıyla sarsıyordu ama o, bu sarsıntıdan hiç etkilenmiyordu. Alışkanlığı onu dirayetli tutuyordu.
"Yolu tamamen yıkmak, coğrafi konumu açısından imkânsız." diye girdi söze. "Yolun bulunduğu dağ, San Doreo'nun tatlı su kaynağı aynı zamanda. Yani, o yolu yıkmak demek; dağı yıkmak, tatlı su kaynağını yok etmek demek." Parmakları belli bir ritimle birbirlerine dokunurken, parmaklarındaki gözlerini bana çevirdi ve devam etti. "Restorasyon için iş makineleri ile yol çalışması yapmayı da denediler. Ama üst kısımdan sürekli yuvarlanan kaya parçaları, yol çalışmalarını da imkânsız kılıyor. Ondan fazla iş makinesi o kayaların altında kaldı ve onlarca işçi can verdi. En sonunda pes ettiler ve yolu kendi hallerine bırakmaya karar ver..." Araba çok kötü bir şekilde sarılınca sözleri yarıda kesildi. Neredeyse koltuktan düşecekken son anda pencereleri sarmalayan tutunma demirlerine yapıştım. Öyle kötü sarsılmıştık ki, Harvey bile etkilenmişti. Parmaklarım, panikle silindir şeklindeki demirler kavrarken gözlerim şoföre kaydı. Araba hâlâ ilerlemeye devam ediyordu. Kalbimin ritmi hızlanırken, sarsılmaya devam eden arabanın içinde düzgünce oturmaya çalışıyordum.
"Yollar bozulmaya başladı, neredeyse girişe geldik." diyerek sarsıntının nedenini açıkladı Harvey. Şimdi o da oturduğumuz koltuğun kenarına tutunuyordu. Araba, sürekli olarak sarsılıyor, tekerlere takılan taşlar yüzünden yerlerimizde oturur pozisyonda kalmakta zorlanıyorduk. Nabzım hızlanırken hemen yan tarafımda duran kameranın açma tuşuna bastım ve sarsıntıdan dolayı gevşemeye başlayan vidasını iyice sıkmaya çalıştım. Yavaş yavaş, ağaçların ve kayaların üzerinde kar birikintileri belirmeye başlıyordu artık...
Ölüm yolu bizi çağırmıyordu belki ama biz son sürat ona doğru gidiyorduk. Tek temennim bir aksiliğin çıkmamasıydı. Bu noktadan sonra çıkacak her aksiliğin bedeli ölüm olacaktı çünkü.
Bir noktadan sonra arabanın sarsıntılarına alıştığımızda cevabını bildiğim bir başka soruyu dile getirdim. "Peki Katalana köyüne giden başka bir yol var mı? Yani Katalana halkı bu yola mahkûm değil öyle değil mi?"
Başını iki yana salladı Harvey. "Katalana'ya giden güvenli başka bir yol elbette mevcut, anayoldan ayrı bisiklet yolları da var. Bisikleti olanlar, genellikle ağır iş makinelerinin geçtiği yollardan geçmek istemiyor. Ne kadar güvenli olursa olsun, virajlar olduğu sürece hep bir tehlikesi var ve bu tehlikeyi göze almak istemeyen halk, bisiklet yolunu kullanıyor. Ölüm yolu yerel halkın değil, turistlerin tercihi."
Araştırmalarım esnasında bu bilgiyi elbette edinmiştim. Giderken kullandığımız ölüm yolunu dönüşte kullanmayacaktık, tehlikeyi bir kez tatmak yeter de artardı zaten bize.
Tam yeni bir soru sormak için dudaklarım aralanmıştı ki, sarsıntılar aniden kesildi. Aralanan dudaklarımı kapatıp başımı çevirdiğimde arabanın durduğunu gördüm.
Neler oluyordu?
"Başlangıç noktasına geldik..." diye açıkladı Harvey durumu. Hava sertliğini ciddi biçimde hissettirecek kadar soğumuştu. San Doreo ve Katalana arasındaki havanın bu denli değişkenlik gösteriyor olması bile bir garipti, yaz ayının ortasında insana resmen kışı yaşatıyordu Katalana.
Harvey oturduğu yerden kalkïo arabanın sürgülü kapısının kolunu çekti ve kapıyı açtı, kış kokusu anında arabanın içine dolmuştu. "Geri dönmek için son şansımız... O yola girdiğimizde, herhangi bir noktasından geri dönüş şansı yok ne yazık ki..."
Hep birlikte arabadan çıktığımızda gözlerimizin önüne serilen manzara, resimlerde ve videolarda gördüklerimizden çok daha fazlasıydı. Çok daha canlı, çok daha etkileyici, çok daha büyüleyici... Çok daha ürpertici...
Derin dağ havasını içime çektim. Eşsiz bir kokuydu... Öyle saf ve temizdi ki, oksijen anında ciğerlerimi sızlatmaya başlamıştı.
"Dostum burası bir harika..." diye coşkuyla şakıyan, bizden önce davranıp bir kaç adım öne çıkan Yücel'di. Elinde tuttuğu droneun kumandasıyla, tepemizde uçan droneu ileri doğru yönlendirdi.
Gözlerimi dronedan çekip etrafı incelemeye koyuldum. Yolun üst tarafında şimdilik, dalları karlarla kaplı ağaçlardan başka bir şey yoktu. Toprak yolun kenarına sabitlenmiş bariyerler de, üst taraflarından gelip onları ezecek kaya parçalarının olmayışının rahatlığıyla sağlam görünüyorlardı. Bariyerlerden birkaç santim sonra ise, keskin bir uçurumun kıyısı bize göz kırpıyordu. Üst tarafı kaplayan ağaçlar, aşağı tarafı kendilerinden mahrum etmişti.
Manzarayı daha yakından görebilmek için, uçuruma doğru yaklaştım ve bariyerlerin soğuk metalini bacaklarımda hissedene kadar durmadım. Soğuk hava, yamaca yaklaştıkça daha da sertleşiyordu. Saçlarım şiddetli rüzgârın karşısında çaresizce dağılıyor, kıvırcık bukleler yüzümün kıyılarına çarpıyordu. Ürkütücü bir uğultu, rüzgârın ıslığıyla kulaklarımdan içeri dolarken gözlerimi aşağı indirdim. Dimdik bir uçurumdu, belli bir noktaya kadar, çıkıntılar oluşturan kaya parçalarını görebiliyordum ama devamı yoktu. Dibi görünmeyen bir sonsuzluğa uzanıyor gibi görünüyordu buradan bakınca. Kendimi boşluğa bıraksam, yere çakılana kadar havada binlerce parçaya ayılırdım sanki. Öyle bir hissi vardı bulunduğum noktadan aşağı bakmanın.
Efehan omzuna sabitlenmiş kamerayla peşimden gelirken hareketleri yalnızca gözümün kıyısına çarpıyordu, benim odağım tamamen uçurumdaydı. Baş döndürücüydü...
Efe kameranın kadrajını uçurumdan bana doğru yavaşça çevirdiğinde, etkilenmiş bakışlarımı koruyarak gözlerimi uçurumdan çekip mercekle bakıştım. "Başlangıç noktasındayız... Şimdi bir karar vermemiz gerekiyor: Tamam mı, devam mı?" Sesim, hissettiğim heyecanı en yalın haliyle ortaya dökerken rüzgâr yüzünden gözümün önüne gelen saç tutamınü kulağımın ardına itip devam ettim. "Çünkü rehberimizin söylediğine göre, yola girdiğimizde geri dönebileceğimiz herhangi bir yer yokmuş. Kaderimizi asıl belirleyen o andayız yani. Şimdi biz minik bir ekip toplantısı yapacağız, toplantının ardından tekrar görüşürüz."
Son sözümle birlikte Efehan kaydı durdurup kamerayı omzundan indirdi. "Kaderimizi asıl belirleyecek olan an ha?" Gülerek söylediği söze karşın omuz silktim. "Bu anı daha farklı nasıl özetleyebilirdim ki?"
Ela gözlerim, Efehan'ın mavilerinden, önümüzde uzanan toprak yola kaydı. O kadar da kötü görünmüyordu. Bunun sebebi muhtemelen arabadayken Harvey'in bahsettiği, yıllar önce yapılmaya çalışılan yol çalışması ve üst taraftan yolu parçalayacak bir kaya parçasının düşmemiş olmasıydı. Yolu hasara uğratacak bir etken yoktu henüz bulunduğumuz konumda.
"Ne yapıyoruz peki şimdi?"
Hayal'in sesiyle gözlerim ona çevrildi bu kez. Elindeki drone kumandası ile ilgilenen Yücel'le birlikte hemen yanımızda dikiliyorlardı. Onun gözlerindeki kararsızlık ve endişe öyle çıplaktı ki... Hepimizi bir şekilde terk etmeyi başaran o rahatsızlık hissi, Hayal'e resmen yapışmıştı. Onu rahatlatacak şeyler söylemeyi her ne kadar çok istesem de, "Bilmiyorum..." diye mırıldanmaktan başka bir şey yapamadım. "Son kararı vermek için çok vaktimiz yok, siz söyleyin ne yapalım?"
O yola girmeyi her şeyden çok istiyordum. Bunu başarmayı... Ve bunu başarabileceğimize de tüm kalbimle inanıyordum. Biz güçlü bir ekiptik, içgüdülerimizle verdiğimiz ortak kararlarımız bizi hiç yanıltmamıştı şimdiye kadar.
"Yol o kadar da kötü görünmüyor..." diye mırıldandı Efehan, mavileri önümüzde uzanan ve bir elli metre kadar sonra keskin bir virajla dağın iç tarafına doğru kıvrılan yolu inceliyordu.
"Harvey'in ne söylediğini duymadın mı?" diye huzursuzca homurdandı onun bu yorumu üzerine Hayal. "Bir noktaya kadar yol çalışması yapmayı denemişler. Yolun iyi görüntüsü bu ağaçlar bitene kadardır muhtemelen... Sonrası, yuvarlanan kayalar yüzünden vasat olmalı."
Kollarımı göğsümde kavuşturup onların kendi aralarındaki münakaşalarını sessizlik içinde izlemeye karar verdim. Düşünüp tartmamız gerekiyordu ve çok vaktimiz yoktu. Her ne kadar Travis'in kayıtlarını ezberlemiş olsak da, burada olmak kayıtlarda izlediğimizde hissettiklerimizden çok daha farklıydı. Her saniyesini ezberlediğim o kayıt ve bölge ile ilgili olan fotoğraflar zihnimin içinde dönmeye başladı. Gerçekten ilerde dönmemize olanak sağlayacak hiçbir alan yok muydu?
Yücel başını kumandada bulunan ekrandan kaldırıp bize baktı. "Aslında ilerisi de o kadar kötü görünmüyor." Sözleriyle eş zamanlı, elindeki kumandayı bize doğru uzatıp droneun çektiği görüntüleri önümüze sunmuştu. "Bariyer yok ama yol gayet iyi durumda. Bundan çok daha kötülerinden geçtik biz, bu çocuk oyuncağı gibi göründü benim gözüme..."
Çocuk oyuncağı yorumuna gözlerimi devirirken kumandayı elinden alıp ekrandaki görüntüyü incelemeye başladım. Hayal'in azarlar tondaki sesi kulaklarıma dolduğunda benim gözlerim, droneun bize sunduğu kadarıyla görünen, dağ boyunca kıvrılan yoldaydı. "O yolların hiçbirinin tepesinde yuvarlanmaya yer arayan kayalar yoktu ve dibi böylesi bir uçuruma açılmıyordu ama..."
Evet, ileride uçurum daha da dikleşiyor ve kayalar daha yok edici görünüyordu. Ağaçların bittiği noktadan başlayan kayalar, toprağa emanet duruyordu ama yine de belli bir noktasına kadar gidebilirdik.
Hatıralarımı destekleyen görüntüler, dudaklarımın kıvrılmasına neden oldu. Harvey'in söylediği gibi dönüş imkânsız değildi, keskin virajların olduğu kısımlarda, arabanın dönmesine olanak sağlayacak kadar alanlar vardı.
Droneu kontrollü bir şekilde yola yaklaştırırken "Şuna bir bakın..." dedim, hissettiğim umut ve heyecan yüzünden sesim bir tık yüksek notadan çıkmıştı. Onlara dronun yaklaştığı noktayı gösterirken. "Araba bu kısımlardan dönemez mi?" diye sordum Dönebileceğini biliyordum ama onlardan da onay almakta fayda vardı.
Yücel anında başını kumandaya doğru eğip gösterdiğim noktaya baktı. Efehan ve Hayal de onu takip etmişti. "Çok rahat döner..." diye hemen şakıdı Yücel bilirkişi edasıyla. Bu haber onu da en az benim kadar heyecanlandırmıştı.
Gözlerim bu kez Efehan ve Hayal'e kaydı. Onların da onayına ihtiyacımız vardı. Efehan, başı ile onaylayarak cevap vermeyi seçtiğinde, geriye kalan tek kişi Hayal'di. Onun sessizliği, üçümüzün de ona dönmesine neden oldu. Çattığı kaşlarıyla, tamamen odaklanmış bir hâlde ekrana bakıyordu. Birkaç saniye bu böyle sürdü, en sonunda Hayal gözlerini kaldırıp üçümüze de sırayla baktığında gözlerindeki soru işaretlerini çok net gördüm.
"Madem böyle alanlar vardı, neden dönüş yok dedi rehber bize?" diye sorduğu esnada alnında da sorusunu destekleyen derin bir çizgi belirmişti. Sesinde anlaşılmaz bir ima vardı, imayı sezebiliyordum ama neyi kastettiği muammaydı.
Sözleriyle odağımız Harvey'e döndü ister istemez. Sahi neden dönüşün olmadığını söylemişti bize?
"Yola girmek istemiyor olabilir," diye ilk yorumda bulunan Efehan oldu. "Amacı bizi de vazgeçirmek olabilir, buradan dönersek hiçbir risk almamış olacağız neticede. Onun da cebi, risksiz bir parayla dolmuş olacak."
Gözlerim, arkadaşı Lunder ile sessizce sohbet eden Harvey'deydi. Sesi hafifçe bize taşınıyordu ama konuştuğu dili bilmediğimden neyden bahsettiklerini anlayamıyordum.
"Haksız da sayılmaz..." diyerek Efehan'ın yorumuna kendi yorumunu ekleyen Hayal'di.
Gözlerimi Harvey'den çekip yeniden çocuklara döndüm. "Ya da yolun ilerisinde ne olduğunu o da bilmiyor..."
"Bu çok daha olası..." diyerek bana katıldı Yücel.
"Yani... Bu yola girenlerin sayısı bir elin beş parmağını geçmez..." Efehan her zamanki umursamaz tavrıyla omuz silkmişti. "O adam kaç kez geçmiş olabilir ki zaten?"
"Doğru..." Elimdeki kumandayı Yücel'e uzattım. "Zaten bir rehber ararken, burayı avucunun içi gibi bilen birini bulmayı hiç ummadık." Ellerimi montumun ceplerine sokup olduğum yerde hafifçe hareketlendim. Soğuktu... "Şimdi kararınız ne? Tamam mı, devam mı? Bunu yapıyor muyuz?"
Konuşurken resmen ağzımızdan beyaz buhar çıkıyordu.
"Arkadaşlar, bu noktadan sonra geri dönemeyiz..." diye atıldı Yücel. Ses tonu, geri dönmeyi kabullenemeyen bir ifadeyle, inatçı çıkıyordu. "Birkaç saat sonra bu yolu geçmeyi başaran sınırlı sayıda insanlardan biri olacağız farkında mısınız? Buraya kadar gelmişken bunu elimizin tersiyle itemeyiz."
Yücel'in inatçı sesini tamamen görmezden gelen Hayal bana dönüp "Sen ne düşünüyorsun Lizge?" diye sordu. Vazgeçsem anında onaylayacak gibi bakıyordu yüzüme. Vazgeçmemi diliyormuş gibi...
Üzgünüm Hayal...
Derin bir nefesi içime çektim. Bakışlarım arkadaşlarımdan yola ve uçuruma kaydı bir kez daha... O kadar cazip görünüyordu ki yol... Sanki dile gelip beni kendine çağırıyordu. İçinde bulunduğumuz hayat bir fabldan alınmış olsaydı belki de dile gelir ve bana devam etmemi söylerdi.
Ya da ardına bakmadan kaçmanı...
Kurtulduğumu sandığım o hissin sesini yeniden duymak, hafif bir ürpertinin tenimden geçmesine neden oldu. Sanrı değildi aslında, gerçekten de kurtulmuştum ama Hayal'in endişesinden bana da bulaşmış olmalıydı.
"Bana soracak olursanız..." diye girdim söze son heceyi hafifçe uzatarak. "Dönebileceğimiz yerleri de gördüğümüze göre, plana sadık kalarak devam etmeliyiz..." Omuz silktim. "Eğer şimdi korkaklık edersek, geri kalan hayatımızı acabalarla geçirmek zorunda kalacağız. Acaba devam etseydik ne olurdu? Acaba... Acaba... Acaba... Bununla yaşamaktansa, deneyip görmeyi tercih ederim. LiYalFeCel ekibi hiçbir zaman korkak olmadı, şimdi de olmamalı."
"LiYalFeCel mi?"
Üçünün de aynı anda sorduğu soruya karşılık gülerek omuz silkip "Şimdi uydurdum, bence güzel oldu..." dedim. Birkaç saniye birbirimizle bakıştık. Sözlerimi düşündüklerini gözlerinde görebiliyordum. Ve ikna olduklarını...
Yücel elini öne, dördümüzün oluşturduğu çemberin ortasına doğru uzattı. "Devam mı o zaman?"
Düşünmeden elimi elinin üzerine koyup, "Devam..." dedim net bir sesle.
Beni Efehan takip etti, en sonunda ise Hayal de ikna olup elini elimizin üzerine koymuş ve "Devam..." diye mırıldanmıştı.
Hepimizin cevabından sonra Yücel yüksek bir sesle, "O zaman..." diye bağırdı ve ellerimizi sallamaya başladı. Üçüncü sallayışındaysa, "Li-Yal-Fe-Cel..." diye bağırmaya başlamıştı benim uydurduğum kelimeyi heceleyerek.
Güldük...
Bilemezdik... Bu anın son gülüşlerimizi dudaklarımıza çaldığını bilemezdik...
Yeniden toparlanıp arabaya geçmemizin ve yola çıkmamızın üzerinden ne kadar süre geçmişti bilmiyorum ama fazlasıyla yavaş gitmemize rağmen bir hayli yol kat etmiş, yolu yarılamıştık. Artık görünen ağaçların sayısı bir elin beş parmağını geçmezdi ve kayalar... ne zaman yukarı baksam, sanki her an üzerimize devrilecek gibi görünen büyük kayalar... her yerdeydiler...
Yol, bir arabanın zar zor sığabileceği genişlikteydi, arabanın içindeyken yolun dar oluşunu o kadar fark etmiyorduk ama kayıt almak için arabadan indiğimiz birkaç seferde durumun vehametini görmüştük. Arabanın yanında iki kişi yan yana durabilecek kadar bile alan yoktu. İyi tarafından bakarsak, zemin sandığımız kadar bozuk değildi ve araba ilerlerken sarsıntılar minimum düzeydeydi. Yani hızımızı biraz daha artırabilirdik aslında. Bu sayede de yolu daha çabuk bitirmiş olurduk. Çünkü, yukarı baktığımızda üzerinize devrilmek için an kollayan kayalarla bakışmak, aşağı baktığımızda arabanın tekeri her an kayıp o korkunç uçurumdan yuvarlanabilirmiş hissiyle yüzleşmek... Her an diken üstünde durmamıza neden oluyordu. Hayal'in gözlerini bile kırpmadan kayalara baktığını görebiliyordum. Tetikteydi, gördüğü en ufak bir hareketi bildirmek için hazırdı. Lunaparklardaki korku tünelleri bile bu kadar geremezdi sanırım bir insanı...
Yine de hızlanabilir miyiz diye sormadım kimseye. Bu şekilde ilerlediği sürece, yolun ne kadar sürdüğünün bir önemi yoktu. Durup dururken tehlikenin boyutunu artırmanın da bir anlamı...
Arada aklıma gelen soruları Harvey'e sorduğum ve onun da cevapladığı kısa sohbetlerle videoyu renklendiriyorduk. Yine o anlardan birinde, ben sorumu sormuştum, o da cevaplıyordu ki, birden bir gürültünün koptuğunu işittik. Sanki zemin ayaklarımızın altında sallanıyormuş hissi, gürültüden hemen sonra geldi ve aynı anda Yücel, "Dur..." diye bağırdı. "Dur dur dur dur..."
Araba durdu...
Yalnızca iki saniye...
İki saniye sonra biraz ilerimize arabanın boyutlarına yakın devasa bir kaya düştü. O parça, yuvarlanarak yoldan çekilip uçuruma doğru yol alırken, etrafa saçılan birkaç taş parçası da arabamızın ön camına vurmuş, büyük bir toz bulutu önümüzü kaplamıştı.
İki saniye...
Bizi hayatta tutan yalnızca iki saniyeydi.
Yücel bağırmamış olsa, belki de o kaya parçasının altında feci şekilde ezilerek can verecektik.
"Aman Tanrım..." diye bir solukla nefes nefese konuşan ilk isim Hayal'di. "Neredeyse ölüyorduk... Ciddi ciddi ölüyorduk..."
Kalbim ağzında atıyordu şimdi.
Ölüme bu kadar yaklaştığımız başka bir an var mıydı?
Derin nefeslerle kendimi sakinleştirmeye çalışırken, önümüzü kaplayan toz bulutunun dağılmasını bekledik. Bulut dağıldığındaysa, durumumuz çok daha kötü görünüyordu. Biz bir kaya yuvarlandı sanıyorduk ama hemen önümüzde yolu kaplayan bir parça daha vardı. Geçişimizi tamamen kapatan bir parça...
Hayır... Hayır... Hayır...
Bu kadar yaklaşmışken olmazdı... Olmamalıydı.
"İnebilir miyiz?" diye sordum, gözlerimi kaya parçasından ayırmadan. Altı kişiydik, belki de iterek önümüzden çekebilirdik. Yolun ortasında, dönüşün olmadığı bir noktada mahsur kalmaktan daha iyi bir fikirdi o kayayı itmek...
Sırayla indik arabadan, Efehan'ın kamerayı yeniden omuzladığını gördüm. Ve Yücel'in uçurduğu drone tepemizde vızıldıyordu. "Drone sayesinde görebildim kayanın topraktan ayrıldığını..." dedi Yücel. "Anasını satayım resmen kefeni yırttık az önce."
Yaptığı yorumlara bir cevap vermeden kaya parçasına doğru ilerledim. Çok büyük bir şey değildi, ince bir parçaydı. Muhtemelen düşmenin etkisiyle parçalanmış ve diğer parça yoluna devam ederken bu burada kalmıştı. Yoğun toprak kokusunun içinde elimi uzatıp kaya parçasına dokundum. Azrailimizin görevine araç olmasına ramak kalan o parçaya...
"İtebiliriz..." dedi Efehan da hemen yan tarafimda durup.
"İtmekten başka şansımızın olduğunu sanmıyorum zaten..." Uzun süredir sessizliğini koruyan Harvey'di bunu söyleyen. "Elimizi çabuk tutalım, bunun ayrıldığı yerde toprak oynamış olmalı, arkasının gelmesi çok olası."
Yücel elindeki kumandayı bana verirken "Düşme anını anbean kaydettim." dedi çarpık bir gülüşle göz kırparak. "Aşırı heyecanlı bir video olacak bu video..." Sonra yanımdan ayrılıp kayanın diğer tarafına doğru dolandı.
"Hayal ve Lizge, siz geride durun, biz hallederiz."
Efehan'ın centilmenliğine karşılık gülümsemeden edemedim. Dört erkek, kaya parçasının etrafını kuşattılar ve olağan güçleriyle itmeye başladılar, zemine oturmadığı için, ilk an zorlansalar da, ilk hareketlenmeden sonra daha fazla asıldıkları için kaya parçası yoldan kaymış ve büyük bir gürültüyle uçurumdan yuvarlanmaya başlamıştı. Yuvarlanışını izledim... Uçuruma yapışan diğer kayalara çarpıp paramparça oluşunu ve toz bulutuna dönüşüşünü...
Sonra bir gürültü daha koptu... Hepimizin gözleri uçurumdan yuvarlanan kaya parçasını izlerken, gelen asıl felaketi ancak patlayan camların ve ezilip büzülen demirlerin sesiyle fark edebildik. Fark ettiğimizdeyse her şey için çok geç kalmıştık çünkü artık bir arabamız yoktu.
Yukarıdan yuvarlana bir başka kaya parçası, düşmek için tam olarak arabamızın üzerini seçmişti ve araba artık hurda bile diyemeyeceğim bir halde demir yığınından ibaretti.
Ölümden kurtulduğumuz ikinci andı.
Ya da biz öyle sanıyorduk...
Bilmiyorduk ki tüm bunlar iğrenç bir planın parçası ve biz bu planın acınası kurbanlarıyız..
Bölümü nasıl buldunuz?
Evvet kemerlerinizi sıkı bağlayın çünkü asıl olaylara başlıyoruz.
Küçük bir uyarı yapmak istiyorum, bu noktadan sonrasında yaşanacaklar travmatize edici şeyler olacak ve herkesin kaldıramayacağı bir konuya evrilecek kitap. Devam edip etmeyeceğinize ona göre karar verin.
Seviliyorsunuz✨
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |