
Sellam✨
Uzun bir bölüm sizi bekliyor, bol bol yorumlarınızla satır aralarını coşturalım olur mu?
Ve oy vermeyi lütfen unutmayın. Motivasyonumu kaybediyorum çiçekler, yazma isteğim gidiyor yavaş yavaş. Bu yüzden oy verirseniz çok sevinirim.
Keyifli okumalar diliyorum❤️
🃏🎲
Etrafınızdaki insanların size karşı olan tutumunu yine siz belirlersiniz. Eğer kendinize saygınız varsa, kendinizi seviyorsanız etrafınızdakilerden de aynı muameleyi görürsünüz. Bu yazılı olmayan bir kuraldır... Kendine saygı duymayan birine başkaları neden saygı duysun ki?
Ve İnanın bana, kendinizi sevdiğiniz ve saygı duyduğunuz hâlde sizden nefret eden birileri varsa, aslında içten içe size hayrandır, imreniyordur. Çünkü onların belki de hiçbir zaman sahip olamayacağı bir şeye sahipsinizdir.
Selin'in hiçbir zaman sahip olamayacağı bir şeye sahiptim.
Çetin Aral Bakırcı'ya...
Ve Selin'in ben olmak istediğini bilmeyen kimse yoktu.
Bu ben olma isteği bir noktada kendini hırs ve nefrete dönüştürmüştü. Biraz önce karşıma geçip pervasızca, benim erkek arkadaşımın ona koruma tuttuğunu herkesin içinde söylerken tutunduğu şey bu nefretti.
Üstelik yalan söylemiyordu... Bunu baktığım her açıdan net bir şekilde görebiliyordum.
Geriye sorulması gereken tek bir soru kalıyordu. Neden? Hayır... Bir nedene, sağlam bir nedene, bağlı olduğundan emindim. O kadar olan şeyden sonra Çetin'in böyle bir hamleyi boş yere yapmayacağından emindim.
O yüzden payıma bambaşka bir soru düşüyordu; Bunu neden ben Çetin'den değil de Selin'den duymak zorunda kalıyordum? Üstelik böyle bir muamele ile, herkesin içinde rezil olarak...
Öfke tırnak diplerimden saç uçlarıma kadar beni yavaş yavaş yakmaya başladı. Bu his; güvenle kendini emanet ettiğin estetik doktorunun, günün sonunda seni olduğundan çok daha kötü bir burunla eve göndermesi gibiydi. Aynı rezil olmuşluk hissi, aynı güven zedelenmesi...
Sadakatine olan güvenimin zedelenmesi değildi bu... Bana olan saygısına karşı olan güvenimin zedelenmesiydi.
Bana saygı duyuyorsa bu kararı aldığı ilk an, nedenleriyle birlikte ilk benimle paylaşmalıydı. Ben bunu Selin'den değil, doğrudan Çetin'in kendisinden duymayı hak ediyordum.
Neden hak ettiğim benden esirgeniyordu?
"Aymar?"
Betül'ün sesiyle daldığım düşüncelerden sıyrılmayı başarırken sonunda gözlerimi Selin'den arta kalan boşluktan çekebildim. Selin gideli çok olmuştu ama ben kendi içime öyle dalmıştım ki hâlâ bakıyordum ardından...
Neden hep böyle olmak zorundaydı?
Neden yolunda gitmeyen şeyleri yoluna oturttuğumuz her an, o yol ayaklarımızın altından kaymak zorundaydı?
Yeterince düşmüyor muyduk zaten düzeltme aşamasında? Yeterince kanatmıyor muyduk dizlerimizi küçük bir çocuk gibi?
"İyi misin?" Betül'ün kahveleri arayış içinde gözlerimin içine bakıyordu. Başımı sallayarak onayladım onu. Koca bir yalanı dilime dökmek zor gelmişti o an. İyi falan değildim.
Shila uzanıp masanın üzerinden elimi tuttuğunda bu kez de bakışlarım ona kaymıştı. Endişe içindeydi koyu teniyle uyum içindeki koyu renkli gözleri. "Ne söyledi sana..." diye sordu. "Birden rengin soldu."
Yutkunmaya çalıştım ama boğazımda hazmedemediklerimin koca bir yükü vardı. Bana duymaktansa bileklerimi kesmeyi tercih edeceğim şeyler söylemişti...
Yine de en azından konuşmanın o kısmına onlar şahit olmadıkları için kendimi şanslı sayabilirdim sanırım. O kadar da rezil olmamıştım.
Derin bir nefesi içime çekip hiç bozuntuya vermeden dudaklarıma umursamaz bir gülümseme kondurdum. Aklımı toparlamalı, düşünmeliydim... Atacağım adımları kafamda hesaplamalıydım. Şu an içimde hissettiğim öfkeyle hareket edersem herkesten çok kendime zarar verecektim. Ani tepkiler vermem, ani hareket etmem Selin'e istediğini verecekti.
Bunları herkesin içinde yüksek sesle dile getirmemesinin bir nedeni vardı. Yalnızca bana duyurmuştu ki sözleriyle düşünmeden hareket edip, kendi kendimi ele verip, kendi kendimi rezil edeyim...
Ama unuttuğu bir şey daha vardı.
Ben Aymar Doğan'dım...
Mükemmelliği takıntı haline getirmiş, kusursuzluğu hayatının mottosu yapmış biriydim.
En kötü zamanlarımda bile...
Her şey olabilirdi, her şey yaşanabilirdi, canım çok acıyabilirdi ama günün sonunda aynaya baktığımda orada gördüğüm şey hiç değişmezdi. Sonuçta güzeldim...
"Önemli bir şey değil..." dedim Shila'ya. "Klasik Selin Demirel işte. Saçmalıyor..."
Masada duran içeceği alıp kalın pipetini dudaklarıma yasladım ve bir yudum aldım. Ben, yumuşak aromanın yanında ağzıma gelen minik topcukları çiğnerken "İyi olduğundan emin misin?" diye sordu Betül. "Yine Çetin ile ilgili bir şey mi?"
Kız arkadaşlarımdan bir şeyler saklamak hiç hoşuma gitmiyordu ama bazı şeyler saklı kalmak zorundaydı. Kaldı ki bugün benim için bir ilkti. İkiz kardeşim ile ilk kez bir şeyler yapacak, bir anı paylaşacaktık. Kimsenin bunu baltalamasına izin vermeye niyetim yoktu. Çetin'in bile... Yıllardır hayalini kurduğum o an nihayet gelmişken olmazdı.
"Exactly (Kesinlikle)." İçeceğimden bir yudum daha alırken gözlerimi özellikle Betül'den çekmedim. Tamamen emin olana kadar rahat etmeyecekti. "Son derece mükemmelim, vizyonsuz bir sürtüğün beni etkileyemeyeceğini iyi biliyorsunuz."
Dilime dökemediğim o koca yalan, işte oradaydı. Mükemmel falan da değildim, Selin de beni berbat ötesi bir derecede etkilemeyi başarmıştı. Dört ay önce de... Şimdi de...
Göz ucuyla Ayda'nın yüzünü hafifçe buruşturduğunu görünce tüm ilgim ve dikkatim ona çekildi. Hem konuyu değiştirmek adına hem de merakımdan "Bir sorun mu var?" diye sordum. Ama sesim planladığım tondan daha sert çıktığı için sorum bariz yanlış anlaşıldı.
Ayda oturduğu yerde gerilirken yüzü utançla kıpkırmızı olmuş bir hâlde bakışlarını kaçırdı. Açık mavi gözleri mahcubiyet ile dalgalanmıştı. "Ben... ben... şey... Hiçbir... hiçbir sorun yok."
Özgüvenin altın kuralı, kendine güvenmek, söylediklerinin arkasında durabilmekti. Ve fikir ve düşüncelerinin...
İnsanlar, fikir ve düşüncelerinin arkasında durabildikleri sürece kendileri olabilirdi, aksi takdirde sürüye uyan koyunlardan hiçbir farkı kalmazdı.
Ayda'da değişmesi gereken en temel şey buydu işte...
"Hey..." diye mırıldandım sesini biraz daha yumuşatarak. Üzerimdeki toz pembe elbisenin omuzumdan düşen askısını başparmağımla usulca geri kaldırdım. "Sakin ol, sadece yüzünü buruşturduğunu gördüm ve sorunun ne olduğunu merak ettim."
Ayda masanın üzerinde olan ellerini kucağına doğru indirip olduğu yerde daha da küçüldü. "Gerçekten bir sorun yok..."
"Baby girl..." diyerek lâfa atlayan Betül oldu. "Eğer Aymar Doğan sana bir sorun mu var diye soruyorsa bil ki bit sorunun olduğunu çoktan fark etmiştir."
Eh, haklıydı.
"Tam olarak bu..." diye cevap verdi bunun üzerine Ayda. Elleri yeniden masanın üzerine kalkmış ve kaybolan özgüveni biraz da olsa yerine gelmişti. "Türkçe konuşurken araya sıkıştırılan İngilizce kelimeler... Türkçe'yi resmen katletmek bu ve ben Türkçe konusunda biraz takıntılıyımdır. Bundan rahatsız olmuştum..."
Varan 1: Türkçe konusunda takıntılı. Onun yanında yabancı kelimeleri dilimden uzak tutmalıyım.
İçeceğimden bir yeni yudum daha alırken "Küçükken..." diyerek kendimi açıklama ihtiyacı ile dudaklarımı araladım. Neden bu ihtiyacın kucağına düştüğümü bile bilmiyordum ya neyse... "Babamla çok fazla ülke değiştirdik, çok uzun bir süre Türkiye'ye ayak bile basmadım."
Betül ve Shila bunu zaten biliyordu. Sadece bunu neden yaptığımızı bilmiyorlardı. Bu yüzden konuşurken rahattım.
Bir omzumu silkip devam ettim. "Bir ara Türkçe konuşmayı tamamen unuttuğumu bile hatırlıyorum. Sonra Türkçe'mi mükemmelleştirmek için çok çalıştım ama işte, dile yapışan bazı kalıplardan kurtulmak o kadar da kolay olmuyor. Hem seviyorum da iki dili karıştırmayı."
Bana bakan gözlerinin içi kısacık bir an şaşkınlıkla doldu. "Bende küçükken çok fazla ülke değiştirmek zorunda kaldım. Annem çok çabuk sıkılırdı her yerden..."
Bunun bir tesadüf olduğunu düşündüğü çok açıktı ama hayır, bu bir tesadüf değildi... Aynı nedenden ötürü aynı yerlere sürüklenip durmuştuk. Onlar kaçmıştı, biz onları kovalamıştık...
Zaten bugün için yeterince ağır hasarlı olan kalbim şimdi biraz daha kırıldı. Tüm bunları yaşamamıza hiç gerek yoktu aslında. Şu an karşımda oturan ikizimin, beni bir yabancı olarak görmesine hiç gerek yoktu...
Derin bir nefesi içime çektim. Bugün hiç planladığım gibi gitmiyordu. Ben bugün mutlu olmalıydım... Ve heyecanlı... Ama şu an hissettiklerimin bunlarla uzaktan yakından alâkası yoktu. Çetin'e kızgındım, kırgındım. Ayda ile yaşayabileceklerimizin ama yaşayamadıklarımızın acısı tam kalbimdeydi.
"Sebebi bu mu?" İçeceğimden bir yudum alırken bu soru benden bağımsız dökülmüştü sanki dudaklarımdan. Aklım duygularımla iş birliği yapıyor, o konudan uzaklaşıp bambaşka bir konuya odaklanıyordu. "Türkçe'ye olan takıntının yani... Sebebi yurtdışında büyümüş olman mı?"
Dudakları mütevazı bir gülümsemeyle kıvrılırken gözleri şimdi bambaşka bir ışıkla parlıyordu. "Aslında Hayır..." diye cevap verdi. "Bir gün, çok iyi bir yazar olmak istiyorum. En büyük hayalim bu... Bu nedenle takıntılıyım."
Varan 2: En büyük hayalini öğrendim. Yazar olmak istiyordu.
İlgimi çeken konuyla başım omzuma doğru yatarken ilgimi gizleme gereği görmeden "Denemelerin var mı hiç? Yani bu konuda herhangi bir adım attın mı? Ya da atıyor musun?" diye sordum.
O kadar heyecanlanmıştı ki dokunsam o heyecan parmak uçlarıma bulaşacaktı sanki...
Varan 3: Hayali hakkında konuşmayı seviyor. Bunu aramızdaki iletişim aracı olarak kullanabilirim.
"Aslında bitirdiğim üç romanım var. Sadece, biraz düzenlemeye ihtiyaçları var, biraz da profesyonel bir editörün dokunuşlarına..." Sesi sonlara doğru kısıldı ve o heyecan yavaşça söndü. Bir sorun vardı...
"Madem bitirdiğin üç romanın var... Neden bastırmak için gerekli adımları atmıyorsun?"
Bunu soran Betül'dü. Shila bizden çok bağımsız, Ayda ile hiç ilgilenmiyormuş gibi sessizce bir köşede sigarasını içiyordu.
"Eee..." diye mırıldandı Ayda. Saçlarını kulağının ardına sıkıştırırken gözlerini kaçırmıştı. "Aslında ben bunu çok istedim." diye mırıldandı. Ona baktığınız her noktadan bu konudaki hevesini görmek mümkündü. "Hatta bir platformda hikayelerimi anonim bir isimle yayınlayıp binlerce okur da kazandım ve yayınevlerinden güzel tekliflerde aldım ama..."
Küçük bir es verdi. Neden içimden bir ses bu konuşmanın bir yerinde Beliz Aydın'ın adının geçeceğini söylüyordu?
"Annem bu fikre pek sıcak bakmadı..."
Bingo!
"Sıcak bakmadı derken?" diye sordum. Şimdi aracı olarak içeceğimi falan kullanmadan doğrudan Ayda'ya bakıyordum. "Biraz daha açar mısın?"
Üzerindeki kot ceketinin kolları ile oynamaya başladı. Gerginliğinin soluğunu bir kilometre öteden bile alabilirdim.
"Annemin benim için daha farklı planları var, yazmamdan nefret ediyor bu yüzden. Yazmaya ayırdığım vakti, sayısal derslerime ayırmalıyım ona göre..." Dudakları kırgın bir gülümsemeyle kıvrıldı. "Anneme göre yazma konusunda hiç yeteneğim yok. Bir gün bilgisayarımdaki taslaklarımdan birinin birazını okumuş ve bana yazdıklarımın kelimenin tam anlamıyla vasat ötesi olduğunu söyledi."
Derin bir nefesi daha çektim içime. Beliz Aydın ile bir konuşma daha yapmamız gerekecekti anlaşılan. Ne olursa olsun, bir anne evladının hevesini bu denli kırmamalı, hayallerini bu denli ayaklar altına almamalıydı.
O kadın şu an hayatında olsaydı belki de şu an olduğun kişi olamayacaktın...
Çetin Aral Bakırcı hayatında olmayacaktı belki de...
Bir dövme stüdyon olmayacaktı...
Bazen başımıza felaketlerin geldiğini düşünürdük. Ama o felaketler beraberinde nasıl bir baharı getireceğini bilemezdik. Bunu şu an daha iyi anlıyordum.
Şu an olduğum kişiye aşıktım ama Beliz Aydın hayatımda bütünüyle olsaydı belki de asla içimde bir yerlerde olan bu kıza ulaşamayacaktım.
"Senin adına üzüldüm..." diye mırıldandı Betül. Ardından o da çantasından sigara paketini çıkarıp bir sigara yaktı. "Ama sana bir tavsiye vermem gerekirse... Aileler her zaman dinlenmemeli. Evet çoğu zaman bizim iyiliğimizi düşünerek hareket ederler ama bazı zamanlarda bu hareketler, bizi asıl potansiyelimize ulaşmaktan alıkoyar." Sigarasından derin bir nefes aldı ve "Mesela ben..." diye devam etti sözlerine. "Ailemi dinleseydim şu an bu okulda olamayacaktım. Okul kötü namıyla ün salmıştı ve onlara göre çok tehlikeliydi bu. Ama aynı zamanda Türkiye'nin en iyi okuluydu da... Buradan mezun olmak bir ayrıcalık ve ben bu ayrıcalığı kaçırmak istemedim." Zarif bir hareket ile omuz silkti. "Ve şimdi mükemmel anılar ve dostlar biriktirdiğim bir lise dönemim oldu." Bakışları kısa bir an dalgınlaştı. "Eğer bu okula gelmeseydım Doğu Allah'ın cezası Menan'a da aşık olmayacaktım..."
Pekâlâ konuşmanın seyri burada değişiyordu ve ben şu an bir de bu konuyla gerçekten uğraşmak istemiyordum.
Betül masaya diktiği dalgın bakışlarını kaldırıp Ayda'ya aklını kurcalayan o soruyu sormak için dudaklarını araladığında oturduğum yerden kalkıp "Sıkıldım ben..." dedim ortaya doğru. "Hadi gidip biraz alışveriş yapalım..."
Alışveriş yapalım ki ben içimdeki her sinir ve stresi atabileyim... Zihnim berraklaşsın ve Çetin konusunda ne yapacağıma daha duru bir kafayla karar vereyim.
Tanrım, ben gerçekten ne halt edecektim bu konuda?
İçimde öyle büyük bir öfke vardı ki ona karşı, dört ay önce yarım bıraktığım işi tamamlamak istiyordum. O barı, altındaki tesis ile birlikte, içine Çetin'i de Doğu'yu da koyarak ateşe vermek istiyordum...
Sakin ol Aymar diye fısıldadım kendi kendime. Onun da zamanı gelecek ama şu an hiçbir şeyin bu anı mahvetmesine izin verme.
Shila anında peşimden kalktı ama Betül ve Ayda oturmaya devam ediyordu. Betül yüzüme ama der gibi bakıyordu.
Üzgünüm çiçeğim ama bu konuyu ne kadar ertelersek o kadar iyi. Doğu'nun yanına Ayda'yı benim oturttuğumu öğrenmen hiç hoşuna gitmeyecek ve ben bugünün mahvolmasını istemiyorum.
"Hadi Betül..." diye ısrar ettim. "Konu her neyse sonra konuşabiliriz. Şimdi biraz eğlenelim."
Gözlerim bizden birkaç masa ötede kendilerini belli etmemeye çalışarak oturan Mülayim'e ve yanındaki üç adama kaydığında dudaklarım hafifçe kıvrıldı. O koca cüsseleriyle gerçekten gizlenebileceklerini mi düşünüyorlardı?
Eh en azından alışverişin en zor kısmını atlatmış olacaktık. Alışveriş torbaları elimizde kalabalık yapmayacaktı.
🃏🎲
"Aymar Hanım, sizce de bu kadarı yeterli değil mi?"
Hemen arkamızdan bizi takip edem Mülayim'in boğuk sesini duyduğumda yeni bir mağazaya girmek üzereydik.
Ben durduğum için kızlar da durmak zorunda kalmışlardı. Peşimizdeki dört adamın dördünün de elleri, kolları alışveriş poşetleri ile dolmuştu. Üst üste yığılan kutuları kollarındaki poşetlerle birlikte taşımaya çalışıyorlardı ama önlerini görebildiklerinden bile şüpheliydim.
Hey, hepsi bana ait değildi tabii ki. Arkadaşlarımın kolları mı yorlsaydı yani?
Alışverişin dördüncü saatini deviriyorduk. Kendime de birkaç parça bir şeyler almıştım elbette ama odaklandığım kişi genellikle Ayda olmuştu. En azından Beliz Aydın ona bir bütçe sınırı koymamıştı. Muhtemelen bunu psikolojik sorunu yüzünden hiçbir şey çalmasın diye yapmıştı ama dikkat ettiğim kadarıyla Ayda'nın hiçbir an öyle bir niyeti olmamıştı. Ki tüm alışveriş boyunca dikkatim ondaydı. Efsane güzel şeyler almıştık. Dolabını baştan sona yenilemiş bile olabilirdik.
Bir an o dört adamın hallerine üzüldüm. Çetin'e olan sinirimi onlardan çıkarmak yanlıştı...
Kızlara döndüm. "Burada bitirelim mi? Gidip bizim restoranda güzel bir yemek yiyebiliriz."
İşin en heyecanlı kısmı burasıydı.
"Zaten çok yoruldum ben, ayrıca acıktım da..." diye mırıldandı Shila. Betül de başını sallayarak onayladı onu. "Yalnız beni iki dakika beklerseniz... Sanırım regl olmak üzereyim... Tuvalete gitmeliyim."
Başımı sallayarak onayladım onu. "Bir şeye ihtiyacın var mı?" Başını iki yana salladı ve kattaki tuvaletin
olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı. Shila da "Ben de gidip bir makyajımı kontrol edeceğim..." diyerek onu takip etmişti.
Bir anlığına rahatladım Ayda ile yalnız kalabildiğim için.
"Günün nasıldı?"
Betül ve Shila kendi alacaklarına odaklandıkları için benim Ayda ile ne kadar ilgili olduğumu fark edememişlerdi ve bu işime gelmişti. Benim için her şeye rağmen mükemmel geçen bir gündü. Akşam'ı daha da mükemmel olacaktı çünkü Ayda'nın kabinde seçtiklerimi denemesini beklerken ve ona yeni kıyafetler seçerken ne yapacağıma karar vermiştim.
Çetin böyle bir halt yiyorsa bile bunu benden saklamamalıydı. Gerçekten kızdığım nokta buydu. Sebepsiz yere Selin'e koruma tutacak biri değildi, altında kendi çıkarlarını gözeten bir nedeni olduğundan adımın Aymar olduğu kadar emindim.
Ama benden saklaması kabul edilemezdi. Benim bunu Selin'den duymam, onun eline böyle bir koz vermesi kabul edilemezdi.
"Çok iyiydi..." diye cevap verdi Ayda sözlerime karşılık. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Tanrı'ım, benim ikizim olduğu için söylemiyordum ama inanılmaz güzeldi... "Gerçekten mükemmeldi, her şey için çok teşekkür ederim. İnanılmaz zevklisin."
Gözlerimi devirip elimi önemli değil der gibi salladım. "Biliyorum swea... Tatlım. Mükemmel zevkleri olan biriyimdir." Hatırladığım ayrıntıyla kullanacağım İngilizce kelimeyi son anda değiştirmiştim ve Ayda da bunu fark edip sevimli bir şekilde gülümsemişti.
"Hey..." diye mırıldandım Betül ve Shila'nın kaybolduğu noktaya kısaca göz atarken. "Bitirdiğin üç romanından bahsetmiştin. Üçünü de bahsettiğin platformda yayınlıyor musun?"
Bir an bunu neden sorduğumu anlayamayarak kaşlarını hafifçe çattı ama bu yalnızca bir saniye sürmüştü. Hemen sonra gözleri yeniden o heyecan ile alev almıştı. Başını sallayarak onayladı beni.
"Linklerini at bana... Merak ettim."
Hepsini istisnasız okuyacaktım. Beliz Aydın karşı çıkıyorsa o romanlar kesinlikle basılacaktı.
Bir an şaşkınlıkla bocaladı. Elini kaldırıp saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdığı sırada bileğindeki benleri yeniden görmüştüm, aynı yerdeki benlerimin olduğu nokta hafifçe ısınmıştı.
"Eee... Emin misin?" diye sordu. Gözleri yer yer gözlerime dokunsa da çoğu an kaçırıyordu bakışlarını.
Göz temaslarından oldukça kaçınıyordu. Bu da varan 4 ederdi.
"Yani..." diye devam etti konuşmaya. "İlgini çekeceğini sanmıyorum. O yüzden soruyorum. Pek..." Şimdi bakışları yeniden yüzümdeydi. Bir varsayımda bulunur gibi gözlerinden birini kısmıştı. "Pek Wattpad okuyacak birine benzemiyorsun da..."
Haklıydı... Okumazdım.
(Wattpad okumuyorsun ama bir watty kızısın Aymar'cığım. Eh, ne yaparsın işte hdkshkjx)
Omuz silktim usulca. "Her şeyin bir ilki vardır."
Yüzüme sabitli kalan gözleri orada asılı kaldı. Şimdi bakışlarında heyecandan çok uzak bir ifade vardı. Biraz merak biraz da temkin... "Bütün bunları neden yapıyorsun Aymar Doğan?" diye sordu büyük bir ciddiyetle. "Okuldaki namın duyulmayacak gibi değil. Sen yeni tanıştığın biriyle değil arkadaş olup, alışveriş yapmak; konuşacak biri bile değilsin. Haklısın, yeni gelenlerin üzerine gitmek gibi bir huyun yok çünkü sen yeni gelenleri görmüyor, yok sayıyorsun. Senin için var bile olamıyorlar..."
Ve yine haklıydı... O an ona her şeyi anlatmak geldi içimden. Benim küçük, masum ikiz kardeşim... Hiçbir şeyden haberi olmayan küçüğüm... Varlığımı bilse benimle aynı duyguları paylaşır mıydı? O da beni sever miydi? Benim sevgim bu sırrı çok uzun zamandır biliyor olmamdan kaynaklanıyordu. Çok uzun zamandır onu bekliyor olmamdan... Peki ya o? Benim hakkımda ne düşünürdü ikiz olduğumuzu öğrenseydi? Mutlu eder miydi bu durum onu?
"Aklından ne geçiyor?" diye sordum merakla.
"Bilmiyorum..." diye karşılık verdi. Göz bebeklerine bir sis gibi yayılan endişeyi net bir şekilde gördüm. "Sadece bu durumun bana özel olduğunu biliyorum. Altında ne yatıyor, neyi düşünerek bana bu şekilde davranıyorsin hiçbir fikrim yok..."
Göz ucuyla Shila ve Betül'ün bizden tarafa doğru geldiklerini gördüğümde hem konu uzamasın diye hem de onun korkusunu almak için "Söyleyebileceğim tek şey..." diye mırıldandım son kez gözlerine bakıp. "Korkma... Canını yakmayacağım. Kimsenin yakmasına da izin vermeyeceğim." Buna annemiz de dahil...
🃏🎲
"Hoş geldiniz Aymar Hanım..." diyerek bizi karşılayan şef garsona hafifçe tebessüm edip yanından geçerek her zamanki masama doğru ilerledim. Kızlar peşimden geliyordu.
Yanındaki büyük penceresiyle deniz sanki ayaklarımızın altındaymış hissi veren masaya çantamı koyduğum sırada babam gözüme çarptı. İleriden bize doğru geliyordu. Üzerinde her zamanki spor şık kombinlerinden biri vardı ve saçları düzgünce taranmış, geriye doğru yatırılmıştı. Saçlarındaki grilikler ona inanılmaz bir karizma katıyordu. Uzun boyu ve dik duruşuyla her halinden patronun o olduğu belli oluyordu. Babam diye demiyorum ama o adam kelimenin tam anlamıyla mükemmeldi.
Ondan aldığım kahverengi gözleri arada kaçamak bakışlarla Ayda'ya kaysa da dikkat çekmemek için genellikle benim üzerimde tuttu. Bu an, Doğan ailesi için tarihi bir andı. İlk kez üçümüz aynı karenin içindeydik.
O bize doğru yaklaşırken hemen yanımda duran Betül, "Aymar yemin ederim aranızda bu kadar yaş farkı olmasaydı ve o senin baban olmasaydı ona dümdüz yürürdüm..." diye bir yorumda bulundu. Hemen ardından Shila da "Al benden de o kadar..." diyerek ona katılmıştı.
(Bir itiraf... Kitapta en çok yükseldiğim karakter Kenan Doğan 🥵)
Kaşlarım çatıldı, söylediklerinin altında yatan anlamlarla yüzüm buruşurken bakışlarımı babamdan çekip onlara döndüm. "Sapkın fikirlerinizi babamdan uzak tutun ve çirkin fantezileriniz gidin başka aracılar bulun."
Neyse ki babam yanımıza gelmişti de konu uzamadan kapanmıştı. Adımlarım ona doğru ilerlerken "Dad..." diye seslendim ona ve kollarının arasına girdim. Kollarını bana dolayıp sarılışıma karşılık verdi. "Hoş geldin prensesim."
Başımı omzuna yasladığım için kalp atışlarını çok net hissedebildim. O kadar hızlı atıyordu ki... Kenan Doğan diğer kızını sonunda arada hiçbir engel olmadan, kanlı canlı görebildiği için çok heyecanlıydı.
"Sakin ol baba..." diye fısıldadım kulağına doğru. "Kalbin bu kadar hızlı atmaya devam ederse, daha onunla konuşamadan soluğu hastanede almak zorunda kalacağız."
"Elimde değil..."
Ne diyebilirdim ki? Ayda'yı ilk gördüğüm anı hatırlıyordum; kalbim duracak gibi olmuştu, ona kilitlenip kalmıştım. Kaldı ki o babaydı. Duyguları benimkinin iki belki de üç katı daha yoğun olmalıydı. Bunca yıl kendi kızlarının iyiliği için uzak durmak zorunda kaldığı kızıyla karşı karşıyaydı... Ne hissettiğini tahmin bile edemezdim. Yalnızca duyumsadığım kalp atışları kadar anlayabilirdim onu.
Babamdan ayrıldığımda babam önce Shila ve Betül ile selamlaştı ve Ayda'yı sona bıraktı. Sonra usulca elini ona doğru uzattı.
Bir babanım kendi öz kızıyla ilk temasıydı.
Göz bebeklerinden parmak uçlarına kadar titrediğini yalnızca ben anlayabilirdim. Dokunsan ağlayacak kıvama geldiğini...
Garip kaçmayacak olsa şimdi bir kez daha sarılmak isterdim ona, bu kez aramıza Ayda'yı da alarak...
"Hoş geldin kızım...diye mırıldandı. Bunun Ayda'daki farklıydı, babamdaki ve bendeki yeri çok farklı.
Ayda hafif bir tebessüm ile babamın ona uzattığı eli sıkıp "Hoş buldum efendim..." diye karşılık verdi. Mesafeli çıkan sesindeki o mesafenin bir gün silinmesi en büyük dileğimdi.
🃏🎲
Uzun uzun oturmuştuk restoranda ve babam da bizimle yemek yemişti. Bu sayede Ayda ile daha çok sohbet etme şansı olmuştu. Betül ve Shila'yı da kendi kızı gibi gördüğü için Ayda'ya yaklaşımındaki samimiyet garip karşılanmamıştı. Çünkü onlar için bu babamın normaliydi.
En sevdiği yemeği öğrenmiştik...
Hamburger ve pizza arasında seçim yapamıyordu. Ama bunu annesinin abur cubur yemesine izin vermemesine bağlıyordu. Beliz Aydın her şeyde olduğu gibi yemek konusunda da Ayda'yı ablukaya almıştı tabii ki... Kilo alma gibi nir lüksü yoktu. Ayda bunu espri yapar gibi söylemişti ama içten içe bu duruma üzüldüğünü görebiliyordum.
En nefret ettiğim yemek, içine kereviz ve dereotu giren her şeydi. O keskin tatlardan nefret ettiğini söylerken yüzünün aldığı şekilden anlayabilmiştik ne kadar nefret ettiğini...
Ayrıca arıya ve bala alerjisi vardı...
Sohbetin en koyu olduğu noktalarda babama bir telefon gelmişti ve kalkmak zorunda kalmıştı. Ama ara ara masamıza uğramayı ihmal etmemiş, bizim masaya yapılan bütün servisleri bizzat o getirmiş, eline geçebilecek bütün fırsatları değerlendirmişti.
Yüzündeki eşsiz gülümseme ve gözlerindeki o heyecan görülmeye değerdi...
Sonra ayrılık vakti gelmişti. Hepimiz usulca dağılırken Ayda'dan bugünü tekrarlamanın sözünü de almıştım.
Şimdi Doğu'nun evinin önündeydim. Hava kararmaya yüz tutmuştu, gece günü bağrına gömmek üzereydi. Benim sıram gelmişti... Sabahtan beri zihnimin bir köşesinde için için beni kemiren o konunun zamanı gelmişti.
Bildiğim taksiyi anbean takip eden arabaya doğru yaklaştığımda filmli camlara rağmen Mülayim'in ürkütücü bakışlarını görebiliyordum. Kaşındaki ve sol elmacık kemiğindeki derin yara izi onu daha da ürkütücü yapıyordu.
Yolcu tarafına dolanıp cama tıklattığımda cam yavaşça kaymış ve Mülayim'in o ürkütücü kahverengi gözleri gözlerimin önüne serilmişti. Ellerimi arabanın tavanına yaslayıp yavaşça ona doğru eğildim.
"Attığım her adımı Çetin'e haber veriyor musunuz?"
Burnundan sert bir nefes dökülürken "Saat başı..." diye cevap verdi.
Dudaklarıma sevimli bir gülümseme yerleştirdim. Sevimli olduğu kadar tehditkârdı da...
"Önümüzdeki saatlerde yaşanacak olan hiçbir şeyi haber vermeyeceksiniz."
İhtiyatla başını kaldırıp kıstığı gözleriyle baktı bu kez yüzüme. Bakışlarındaki alayı sezmemek mümkün değildi.
"Bunu neden yapalım?" diye sordu o alayın yansıdığı sesiyle. Ona aynen bakışlarıyla karşılık verdim. "Çünkü ben öyle istiyorum."
Yaralı olmayan kaşı havaya kalkarken tam konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki, "Bence beni karşına almak istemezsin Mülayim..." diye mırıldandım. Dudakları geri kapandı ama gözlerindeki alay hâlâ oradaydı. "Neden biliyor musun?" Sesim de bakışlarım da her kelimemde biraz daha ciddileşiyordu. "İstediklerimi elde etme konusunda inatçıyımdır; sınırlarım yoktur, etik değerlerim de..." Uzun, sivri uçları olan toz pembe sedefli tırnaklarımla arabanın sert yüzeyinde hafifçe ritim tutmaya başladım. "Bir anda başınıza çok büyük belalar açılmış olarak bulabilirsiniz kendinizi; İki dudağımın arasından çıkacak tek bir sözle..."
İşte şimdi oradaki alay silinmişti. Bakışları daha ciddi bir ifadeyle kısıldı. Söylediklerimi kafasında tarttığını ve altında yatan anlamları anlamaya çalıştığını net bir şekilde görebiliyordum. Evet altında tam da düşündüğü gibi bir anlam yatıyordu.
Kararsızlığın çatlaklarından sızan soru işaretlerini gördüğümde "Hadi ama..." diye mırıldandım. "Sadece Çetin'e sürpriz yapmak istiyorum ve o sürprizi, ona verdiğiniz bir haberle mahvetmenizi istemiyorum." Sürpriz ki ne sürpriz... Başımla arkada kalan evi işaret ettim. "Hem Doğu Menan da yanımda olacak. Herhangi bir tehlikenin içine falan atılmayacağım. Yine peşimde dolanmaya devam edebilirsiniz, sadece çenenizi kapalı tutmanız ve minik sırrıma ortak olmanız yeterli."
"Bu Çetin Bey'in hiç hoşuna gitmez. Yaklaşık on dakika sonra arayıp yeniden rapor isteyecek..."
"Sürprizimden sonra hoşuna gitmeme ihtimali yok inanın bana." Dudaklarım zarif bir gülümsemeyle kıvrılırken "Rapor isterse de ona son olarak bir iç çamaşırı mağazasına uğradığımı söyleyin. Hiç sorgulamaz."
Son sözlerimle gözlerini kaçırırken bakışları omzumun üzerinden bir noktaya kaydı ve "Pekâlâ..." diye mırıldandı. "Diyelim ki anlaştık... Sonra Çetin Bey'in bizi si... dikme... dikme ihtimal nedir?"
Tam küfredecekken son anda küfrünü sansürlemesi beni güldürmüştü. Ellerimi arabadan çekip bir adım geri çekildim ve omzumun üzerinden onun baktığı noktaya baktım. Doğu oturduğu lüks rezidansın ana kapısından dışarı çıkıyordu. Darmadağın olan saçları ve yamuk iliklenen gömleğinin düğmeleri bir şeyleri böldüğümü gösteriyordu. Eh, onu ortadan ikiye bölmediğime şükretmeliydi. Hadi Çetin bir şekilde saklamaya karar vermiş, böyle bir hataya düşmüştü. Peki ya o? O nasıl saklardı bunu benden? Best friendlik kurallarına sığar mıydı bu?
"Eğer benimle iş birliği yapmazsanız..." dedim son olarak arkamda duran Mülayim'e. "Başınıza gelmesini garanti edeceklerimin yanında o bir hiç olur."
Sonra onun bir şey söylemesini beklemeden adımlarımı Doğu'ya doğru ilerlettim ve tam orta noktada buluştuğumuz sırada, onun yüzünde bezgin bir ifade varken ve "Ulan bir Çetin bir sen... Bir rahat bırakmadınız." diye homurdanırken, kaldırdığım eliyle suratına sertçe bir tokat attım.
Attığım tokadın sesi havada yankılandı bir saniye kadar. Doğu'nun başı sağa dönerken yüzü şaşkın bir ifadeyle şekillenmişti.
Tokat atmaya da iyi alışmıştım hani... Avucumu bu kadar yakmasa sevdiğimi bile söyleyebilirdim.
Eli yanağına giderken başını çevirip yüzüme baktığında artık gözlerinde şaşkınlık yoktu. Farkındalıkla bakıyordu kahveleri. "Siktir..." diye homurdandı. "Öğrendin değil mi?"
Öfkeli bakışlarım yüzünde sabitliyken tek kelime bile etmeden öylece yüzüne bakmaya devam ederken sence der gibi tek kaşımı kaldırdım.
Yanağındaki eli vurduğum kısmı ovuşturdy birkaç saniye. "Siktir..." diye homurdandı yeniden. "Çetin'le dalga geçiyordum ama elin cidden ağırmış." Kahveleri baştan aşağı beni süzerken eli hâlâ yanağındaydı. "Küçücük bir şeysin amına koyayım, nerene saklıyorsun bu gücü sen?"
"Kapa çeneni ve beni iyi dinle!" diye homurdandım. Ona bu kadar sinirliyken saçmalıklarını dinlemeye tahammülüm yoktu. Buraya bunun için gelmemiştim. "Bundan sonra iki elin kanda bile olsa, her gün istisnasız okula geleceksin ve yanına oturttuğum o kıza fark ettirmeden, kimseye fark ettirmeden -özellikle Betül'e- göz kulak olacaksın. Eğer o kızın saçının teline zarar gelirse bunu senden bilir, canını çok kötü yakarım Doğu."
Her kelimemde üzerine yürüyordum ve o da irkilerek geriliyordu. Son cümlemle gidecek yeri kalmadı ama o bunu fark edemediği için ayağı merdiven basamaklarından birine takıldı ve sendeledi. Son anda dengesini sağlayıp düşmekten kurtarmıştı kendini.
"Ne?" dedi dehşete düşmüş gibi. "Bunca işimin gücümün içinde, Çetin'im zoruyla üçüncü yılı tekrarladığım okula her gün gidip, bir de üstüne çocuk bakıcılığı mı yapacağım yani?"
Kollarımı göğsümde kavuşturup başımı bir kez eğerek "Aynen öyle yapacaksın." dedim. Ardından omuz silkip, "Bu senin cezan..." diye ekledim.
"O kız kim Aymar?" diye sordu. Ama onu umursamadan, duymazdan gelerek başımla arkasında rezidansı işaret ettim. "Şimdi git, arabanı al ve gel. Seni burada bekliyorum. Yapacak işlerimiz var."
"Aymar..." diye itiraz edecek oldu ama ona arkamı döndüm. Bir iki adım atmaya niyetliydim ki aklıma gelen ayrıntı beni durdurdu. Başımı çevirip omzumun üzerinden baktım Doğu'ya. Biri çıkıp az önce yaşananların kamera şakası olduğunu söylemesini bekliyor gibi bakıyordu. "Ayrıca..." diye ekledim. "O kızı diğerleri ile karıştırma. Ona kur yapmaya, ayartmaya çalışma. Bunun da sonuçları kötü olur."
Yakın arkadaşım bile olsa Ayda'nın kalbini kırmasına izin vermezdim. Ve Doğu Menan onun kalbini kesinlikle kırardı. Doğu her kızın kalbini kırardı.
"Yalnızca beş dakikan var Doğu, yerinde olsam çıkacak olan kameraları beklemek yerine harekete geçerdim. Çünkü ben şaka yapmıyorum."
"Ne yapacağız bari onu söyle..."
Gözlerinin içine bakıp başımı biraz daha yana doğru eğdim ve göz kırptım ona.
"Biraz yaramazlık... Ama hak etmediği bir şey olmayacak..."
🃏🎲
Alacakaranlığın boğuk örtüsü her yeri sardığında istediğim şekilde istediğim noktada hazır bekliyordum. Doğu yanımdan ayrılalı on dakika kadar oluyordu. Onun evine gittiğim andan bu yana geçen bir buçuk saatte, beni ona verdiğim cezadan vazgeçirmek için oldukça fazla dil dökmüştü ama vazgeçmeye niyetim hiç yoktu. Ayda bu şekilde çok daha güvende olacakken üstelik...
Havayı saran o keskin kokuyu ciğerlerime çekerken bir arabanın asfaltı ağlatan tekerlerinin sesleri doldu kulaklarıma. Geliyordu...
Gerginlik esen rüzgârın etkisindan daha çok ürpertti tenimi. Elimdeki kumandayı sıkıca tuttum. Büyük sahayı biraz sonra aydınlatacak olan sensörlü lambaların kumandasıydı, otomatik ayarını Doğu'ya kapattırmıştım.
Arabanın farları sahanın bir köşesini aydınlatırken araba acı bir çığlıkla durdu.
Kapının açılma sesini duyduğumda yerimden bir santim bile kıpırdamadan bekledim.
"Aymar..." diyerek bana seslendi o telaş dolu sesi. Ona bir konum atmış ve buraya acilen gelmesi gerektiğini söylemiştim. Ardından telefonumu kapattığım için hiçbir cevap alamayınca muhtemelen meraktan deliye dönmüş olmalıydı.
"Aymar!"
Sahaya girdiğini hissettiğimde onun gür ve telaşlı sesinin aksine sakin bir sesle "Buradayım..." diye mırıldandım ve elimdeki kumandanın üzerindeki minik düğmeye bastım. Büyük futbol sahasının tel örgülerden oluşan duvarlarının tepelerine belli mesafelerle yerleştirilen ışıklar sırayla aydınlanmaya başladı.
Yedi sekiz metre ötemde her zamanki kusursuzluğuyla duran Çetin önce afallamış bir hâlde yüzüme baktı. Ardından gözleri hemen arkamda sıralanmış arabalarına kaydı. Dokuz arabasının sekizi arkamda duruyordu. Otelin otoparkından ona duyurmadan sekizini de çıkarmak kolay olmamıştı ama o noktada da Doğu girmişti devreye.
"Ne bu?" diye sordu adımları hızla bana doğru gelirken. Çok kızgındı. Kehribarları alev alev yanıyordu. Üzerinde her zamanki siyah gömleklerinden biri yerine siyah bir tişört vardı. Attığı yer adımda gerilen kaslarını belli edecek kadar dar ama darlığıyla vasat bir görüntü oluşturmayacak kadar bol bir tişörttü.
Her renk yakışıyordu ona ama siyah üzerinde bir başka duruyordu. Siyahı sevdiğim tek noktaydı Çetin Aral Bakırcı.
Aramızdaki mesafe gittikçe kısalmaya başladığında "Yaklaşma..." dedim net bir sesle. Şimdi diğer elimde tuttuğum zippo çakmağı sıkıyordum.
Refleksle durdu. "Aymar burada ne haltlar dönüyor?" diye sordu. "Telefonun neden kapalı?" derken yeni
den adım atmaya başlamıştı ki bu kez daha gür bir sesle konuştum. "Yaklaşma!"
Yine durdu...
"O mesajdan sonra sana ulaşamadığım her saniye ne hissettiğim hakkında bir fikrin var mı senin?"
Sabahtan beri çelik misali bileylediğim o dirayetim, incecik bir cammışçasına paramparça oldu. Çenemin titremeye başladığını hissettiğim anda dişlerimi sertçe birbirine geçirip kendimi tuttum. Hayır, ağlamayacaktım. Bu noktaya kadar ağlamadan gelmiştim, bu noktadan sonra da ağlamayacaktım. Ağlayacak bir şeyin yok Aymar Doğan... Gözyaşların akmak için çok değerli...
"Bugün Selin karşıma geçip herkesin içinde, sevgilin bana koruma tuttu, benim ondaki yerimi hafife alma dediğinde benim ne hissettiğimden senin haberin var mı?"
Dudakları aralandı önce... Gözlerindeki öfkenin silindiğine şahit oldum anbean. Kızgın bakışları yumuşadı. "Aymar..." derken şimdi sesinde öfkeden eser yoktu. "Aymar açıklayabiliri..."
"Tek kelime bile etme!" Başımı şiddetle iki yana salladım. "Şu an değil..."
Söyleyeceği her kelimenin beni yumuşatacağını bilirken olmazdı. Ona karşı kalkanlarımın indiğini fark etmişken olmazdı. Kahretsin... Yüzünü gördüğümde kalbime saplanan bu ağrıyı nasıl hesaba katamamıştım ki ben?
"Aymar beni dinle..."
"Dinlemek istemiyorum!" dite bağırdım yüzüne karşı.
Zippo çakmağı daha fazla hissetmek için parmaklarımı biraz daha gömdüm avuç içlerime. Sivri tırnaklarımın batışını bile hissetmedim.
"Ona koruma tutmanı bile geçebiliyorum Çetin..." diye bağırdım. "Lanet olsun geçmemeliyim ama geçiyorum, altında bir neden yattığından eminim ama Çetin bunu benden gizlemeni geçemiyorum." Başımı bir kez daha iki yana salladım. Bugün Selin'in karşıma geçip söyledikleri yeniden ve yeniden doldu zihnime. Sanki unuttuğum varmış gibi... Burnumu çekip sertçe yutkunduğumda beni boğan o ağlama isteğinin pençelerinden nihayet kurtulabilmiştim. "Bunu bana söyleyen sen olmalıyken Selin'den duyduğum anı geçemiyorum."
Çetin bir adım daha yaklaştı bana. Beyaz loş ışığın altında şimdi aramızda beş adım ya vardı ya yoktu. Tam konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki durdu. Gözleri benden havaya doğru kayarken burnundan birkaç derin nefes aldı sanki havayı kokluyormuş gibi. "Benzin mi kokuyor?"
Başım omzuma doğru yatarken hiçbir şey söylemeden baktım yüzüne. O keskin kokuya alıştığım için beni rahatsız etmiyordu artık. Sert bir rüzgâr esti. Pembe elbisemin eteğini uçuşturdu hafifçe ve saçlarımın geriye doğru dalgalandığını hissettim. Bu gece rüzgârın olması iyiydi...
"Aymar?" dedi Çetin sorarsacına. Kehribarları şimdi yeniden bana dönmüştü. Yüzüme, anlamaya çalışır gibi bakıyordu. Anlayamazdı. Şu an ne hissettiğimi anlayamazdı çünkü ben onu hiç böyle bir konuma sokmamıştım.
"Normalde..." diye mırıldandım. "Gece kulübünü yakmayı düşünmüştüm. Orası yanarsa daha büyük bir zarara uğrarsın falan." Dudaklarımdan bir gülüş kaçarken bir an kendimi delirmiş gibi hissettim. Son zamanlarda her şey o kadar üst üste geliyordu ki belki de delirmiştim. "Hatta seni ve Doğu'yu içine tıkıp öyle yakmayı..."
Elimde sıkı sıkı tuttuğum zippo çakmağı gözlerimin hizasına kadar kaldırıp kapağını kaldırdım. "Ama senin haberin olmadan o kulübü boşaltmak imkânsız... Senin haberin olursa da bir eğlencesi kalmaz..."
"Aymar..." dedi Çetin bir elimdeki zippoya bir yüzüme bakarken. "Bak aklından her ne geçiyorsa dur bir dinle, açıklamama izin ver. O herifler koruma değil kapan, Selin de o kapanın içine fareyi çekecek olan peynir tamam mı?" Küçük bir adım daha yaklaştı bana. Attığı her adımda gözümde daha çok büyüyordu. Bazen bu kadar uzun ve iri olduğu için ondan nefret ediyordum. "Selin'e koruma tuttuğum falan yok Aymar! Sikeyim, hepsinin bir nedeni var. Sadece beni dinle!"
Zippoyu ateşlerken dudaklarımdan yeni bir gülüş histerisi kaçtı. "Canım hiç seni dinlemek istemiyor ama Çetin..." diye mırıldandım. Ne olursa olsun benden saklamasının hiçbir haklı gerekçesi olamazdı. "Açıklaman ne olursa olsun tatmin olmayacağımı biliyorum çünkü. Bunları benden saklamanın hiçbir nedeni olamaz."
"Var ama!" diye bağırdı.
"Bağırma bana!" diye bende karşılık verdim.
Sakin olmaya çalışır gibi bir nefesi içine çekip "Senin için senden sakladım Aymar!" dedi daha sakin tutmaya çalıştığı sesiyle. "Zaten yeterince kafana taktığın bu konu yüzünden daha fazla korkmanı istemedim. Aklımı sikeyim ama sadece bu yüzden sakladım."
Başımı iki yana salladım. Çakmak elimde yanmaya devam ediyordu.
"Sikeyim kendini yakacaksın, bırak o çakmağı..." Sert sesi şimdi biraz daha yakından geliyordu.
"Beni dinleyeceğine söz verdin Aymar Doğan... Herkesten ve her şeyden önce beni dinleyeceğine söz verdin."
"Sende beni bir daha üzmeyeceğine söz vermiştin!" diye karşılık verdim bu kez. İnatlaşmak istediğimden değildi bu sözlerim, haklıydım ben. "Demek ki her söz tutulamıyormuş Çetin Aral Bakırcı." Rüzgârın uçuşturduğu saçlarım çakmağa gelmesin diye onları geriye ittim. "Hem yaklaşıp durma, olduğun yerde kal!"
Kokusu bana gelmemeliydi. Kokusu beni gafil avlardı, içimdeki her öfkeyi çeker alırdı oradan. Anlaması gerekiyordu, benim bunu bir kez daha yaşamamam için onun anlaması gerekiyordu.
"Aymar..." dedi Çetin, bir adım daha atmazken. Aramızdaki o iki adımlık mesafeyi korumuştu. "Sakin kalmaya çalışıyorum ama sen böyle yaparken bu çok zor Aymar." Aldığı sert nefeslerle genişleyen burun deliklerinden, boynundaki ve kollarındaki damaraların şişmesinden anlayabiliyordum. Ve cümlesinin sonuna eklediği adımdan...
Omuz silktim. "Ben akşama kadar sakinliğimi korumak için kendimi parçaladım. Sırf, bugün hayatımda ilk kez ikiz kardeşimle güzel bir gün geçirme fırsatını yakalamışken mahvetmemek için." Ondan çok daha öfkeli olduğunu bildiğim bakışlarımı onun yüzüne sabitledim. "Ben sabahtan beri ne yaşıyorum en ufak bir fikrin var mı? Bugün benim en güzel günüm olmalıydı. Babam ve Ayda ilk kez karşı karşıya geldi, biz Ayda ile ilk kez bir şeyler yaptık bugün. Ben yıllardır bu anı beklerken... kahretsin Çetin, senin yüzünden mahvoldu. Senin şu an sinirlenmeye hakkın var mı sanıyorsun?"
Dudaklarımdan alaycı bir kahkaha dökülürken başımı iki yana salladım. Çakmaktan yayılan ateşin ısısı yüzümü yalıyordu, parmaklarımın ucu o ısıyla hafifçe yanmaya başlamıştı ama hissetmiyordum. Kalbimdeki kırık öyle büyük ve derindi ki... Zaten pamuk ipliğine bağlı olan duygularım ve bu aralar baş etmeye çalıştığım şeylerden dolayı iyi değildim. Bir de üstüne bu...
Hiçbir şey söylemeden öylece gözlerimin içine bakmaya devam etti. Şey... Böyle bakınca biraz ürkütücü göründüğünü itiraf etmeliydim. Her an bir yerlerimden kırmızı bir pelerin çıkmasını bekleyen bir boğa gibi... Sırtına kartal yerine boğa mı çizmeliydim?
"Tam burası arabalarını yakmamam için bana yalvarman gereken nokta..."
"Yak!" dedi tüm ciddiyetiyle. Ellerini beline yaslamıştı şimdi. "Yak anasını satayım yak. Beni dinlememek için direniyorsan yak hadi..."
Öyle bir söylüyordu ki sanki yak bak ondan sonra neler oluyor der gibi. Hayır, hayır dirayetimin kırıkları hâlâ etrafta uçuşuyordu. Beni vazgeçiremezdi.
"Yak deme." diye homurdandım sinirle. "Yak dersen yakma hevesim kaçar. Yakma de."
Belindeki ellerinden birini çekip burun kemerini sıkarken "Allah'ım sen beni neyle sınıyorsun..." diye homurdandı kendi kendine. Derin bir nefes alıp elini yüzünden çekti ve gözlerini yeniden bana kaldırdı. "Tamam Aymar... Yakma Aymar. O arabaların toplam değeri yüz milyonu aşıyor, Aymar. O yüzden yakma."
"Yüz on sekiz milyon civarı." Boştaki elimi hafifçe öne doğru uzatıp tırnaklarımı inceliyormuş gibi yaparken "Araştırdım." diye ekledim.
Başım yeniden kalktığında Çetin'i tam karşımda buldum. Aramızda artık sadece birkaç santim vardı. Birden elimdeki çakmağı kapıp ileri doğru fırlattı. Çakmak tam olarak benim hedeflediğim yere, loş beyaz ışığın altında su birikintisi gibi görünen alanın ortasına düştü ve o birikinti birden alev aldı. Saniyeler içinde benzinden çizdiğim yollardan arabalara doğru ilerleyen alevler, tıpkı planladığım gibi arabaları alevler içinde bırakmıştı.
"Hey..." diye bir nida koptu dudaklarımdan dehşet içinde beyaz ışığı delip geçen ateşin rengine bakarken. Bizden birkaç metre ötede resmen bir yangın başlamıştı. "Ben yakacaktım..."
"Tereddüt ettin." dedi net bir sesle. Kusursuz sesinden akan notalar kusurluydu. Öfkesi kelimelerine yansıyordu. Hem buraya gelene ve beni görene kadar yaşadığı o telaş hem de onu inatla dinlemeyi reddediyor olmam onu delirtiyordu. "Ama ben seni yakarken hiç tereddüt etmeyeceğim. O yüzden kaç Aymar! Kaçabildiğin yere kadar kaç..." Kısacık bir an ateş gibi yanan gözlerini benden çekip etrafımıza baktı. İki girişten biri alev alev yanan arabalarla diğeri de Çetin'in varlığı ile kapanmıştı.
Dudağı çarpık bir gülüşle şekillenirken günah kadar tehlikeli ve yine günah kadar cezbedici görünüyordu. Çetin'i bir kelimeyle tasvirlemem gerekirse bu kelime kesinlikle günah olurdu.
"Diyeceğim ama kaçacak hiçbir yerin yok." diye ekledi kısık bir sesle. "İnsafıma kaldın Işığım..."
Gözlerinde yanan ateşin yansımalarına bakarken yutkundum. Arabaların ateşinin yansımasıydı o ama sanki içini gösteriyordu bana.
"Sen beni artık yakamazsın Çetin..." dedim sert bir sesle. Ne öfkesine karşı korkmaya ne de vaadinin altında yatan anlamdan etkilenmeye niyetim yoktu.
Ta ki o bir kolunu belime dolayıp beni geniş gövdesine yaslayana ve birden ayaklarım yerden kesilip bedenim yere yatırılana kadar. Bir saniye ya sürmüştü bu ya sürmemişti. Şaşkınlığımı bir çığlıkla belli edecek vaktim bile olmamıştı. İri iri açtığım gözlerimle, keskin hatları belirgin olan güzel yüzüne bakarken "Çetin..." diye soludum. Futbol sahasının yumuşak çimlerden oluşan zeminini sırtımda hissediyordum.
Başı başımın üstündeyken "Göreceğiz..." diye fısıldadı ve başını eğip dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Mentollü tadı ve kokusu her tarafımı sararken artık direnmek ve öfkeli kalmak çok zordu. Yine de çabaladım. Anladığından emin olana kadar yelkenlerimi suya indiremezdim. Bu kadar kolay teslim olamazdım.
Başımı çevirmeye çalıştığımda bana olanak sağladı ama dudakları tenimden çekilmedi. Çene hattım boyunca kulağımın alt kısmına doğru ilerlediğinde artık resmen nefes nefeseydim. Beni bu denli etkiliyor olmasından da nefret ediyordum.
Ateşin çıtırtıları hemen ardımızdan yükselirken "Çetin dur..." diye fısıldadım güçsüz bir sesle. "Daha kavga etmemiz gerekiyor."
Kulak mememi dişlerinin arasına alıp hafifçe çekiştirdiğinde ensemden başlayan bir ürperti tüm omurgam boyunca aşağı doğru indi. İnlememek için alt dudağımı ısırmak zorunda kaldım. Üstümüze vuran ateşin sıcak yalımları işimi hiç kolaylaştırmıyordu.
Başını kaldırıp alev alev yanan gözleriyle gözlerimin içine baktı. Bu açıdan arabanın alevlerinin o gözlere dokunması imkânsızdı, o zaman neden hâlâ orası bir yangın yeri gibiydi?
"Hayır gerekmiyor. Ben almam gereken dersi aldım..." Bir bacağıyla bacaklarımı aralayıp arasına girdiğinde şimdi tamamen onun kıskacı altına girmiştim. "Şimdi sıra sende." diye fısıldadı hafifçe çenemi dişlerken. "Beni dinlemeyi öğreneceksin."
Dişlerinin çarptığı noktadan minik elektrik akımları geçiyordu sanki. Dudakları boynuma doğru ıslak bir yol çizdiğinde midemden karnımın alt kısmına doğru bir sıcaklık yayıldı.
Boynumun hasas derisini dişleriyle zedelemeye başladığı noktada artık kendimi tutamadım ve sertçe inledim. Kendini bana bastırıyor, kadınlığımda bir yangının ilk fitilini ateşliyordu.
Asla demeyi istesem de diyemedim. Dudakları efsunluydu. O efsun zehirli bile olsa cennet kadar güzel geliyordu.
Başımı geriye doğru yatırıp ona daha fazla alan açarken mantığımın kaybolmayan bir noktasına tutunmaya çalışıp "Çetin..." diye fısıldadım inler gibi bir sesle. Sesim soluklarımın arasında eziliyordu. "Açık alandayız..."
Bunu burada yapmamalıydık. Arkamızda bir yangın vardı, tenlerimiz gerçek manada alevlerin arasına doğru sürükleniyordu. Her an birileri gelebilir, itfaiyeye haber verebilirlerdi.
Kasıklarımdaki sızının yoğunlaştığını hissettiğimde gözlerim irileşti. Bu düşünce beni tahrik ediyor olamazdı değil mi? Olmamıydı...
"Her an birileri gelebil..." Bir elini bacağımın üst kısmına yerleştirip bacağımı ince beline sardığında ve kendini bana biraz daha bastırdığında cümlenin sonuna iniltilerimin arasında kayboldu. Nefes nefes ellerim Çetin'in saçlarını ve sırtını bulurken başımı geriye doğru yatırıp ona daha fazla alan açtım.
Bacağımdaki eli hoyrat hareketlerle tenimi yoğururken edeceğim tüm itirazlar bir kar tanesi misali dilimin ucunda eriyip buharlaştı.
Dudaklarının yönü yeniden yukarıya doğru tırmandı ve dudaklarımın üzerine geldiğinde kavurucu nefesleri dudaklarımı yakarken, "Elimizi çabuk tutmalıyız o zaman, öyle değil mi?" diye sordu. Eğilip hâli hazırda aralık duran dudaklarımdan alt dudağımı dişlerinin arasına alıp hafifçe çekiştirdiğinde nefesim kesildi. "Çünkü seni, yaktığın bu arabalarımın önünde sikmeden bırakmaya niyetim yok Aymar Doğan..." Ve üst dudağımı yakalayıp onu ısırdı.
Tahrik edici konuşması yüzünden neredeyse altında kıvranırken tırnaklarım tişörtünün üstünden tenine gömülmüştü.
"Ben yakmadım..." dedim nefes nefese, sanki konumuz buymuş gibi. Tanrım açık alanda seks yapmaktan bahsediyordu. Her an birileri gelebilirdi. Bunun için endişeliydim ama bu endişe her geçen saniye kasıklarımda daha yoğun bir sızıya dönüşüyordu. Bu ne garip bir çelişkiydi böyle? "Senin yüzünden ben yakamadım..."
"Bu neyi değiştirir?" diye mırıldandı diğer eliyle elbisemin askısını omuzlarımdan aşağı sıyırırken. O da dünden razı bir hâlde düşmüş ve bir göğsümü açıkta bırakmıştı. Toz pembe, kenarları kelebek ve çiçek işlemeli transparan bir sütyenle kalakalmıştım karşısında. Bakışları daha da koyulaştı. Eğilip sütyenimin transparan tülünün üzerinden meme ucumu dişleriyle kavrayıp çekiştirdiğinde dudaklarımdan sert bir inilti kaçtı. İstemsiz başındaki elimle onu göğüslerime doğru daha da bastırdım.
"Yine de seni burada, tam bu anda sikeceğim."
Bunu burada yapmamalıydık, biliyordum ama o göğsümün ucunu emmeye başladığında artık hiçbir şeyin önemi kalmadı.
Ateşin çıtırtıları, Çetin'in genzinden gelen mırıltılara karıştığında artık tüm bedenim bu arzu için kavruluyordu. Beline sarılı haldeki bacağımla onu kendime daha da çekip boşuna bir çabayla kadınlığımda başlayan o yangını söndürmeye çalıştım ama ihtiyacım olan belliydi. Onu bana yalnızca Çetin verebilirdi.
Diğer göğsümün ne ara açığa çıktığını bilmiyordum ama Çetin sütyenimin üzerinden şimdi diğer göğsümün ucunu emiyor, bir eliyle de diğerini yoğuruyordu. Hiçbir hareketinde nezaket yoktu, sert ve hoyrattı. Ve böylesi çok daha iyiydi... Nezaketini istediğim, onun da bana istediğimi verdiği anlar da oluyordu elbette ama böylesi çok daha fazla haz doluydu. Her bakımdan sarsıcı ve doyurucuydu.
Bacağımdaki eli yukarı doğru tırmandı ve tırmanırken de beraberinde elbisemin eteğini yukarı doğru sıyırdı. Kalçamı avucuyla tamamen kavrayıp sertçe sıktığında yarın o kısımlarda muhtemelen ellerinden tenime bulaşan izleri görecektim. Önemli değildi.
Dudaklarını memelerimden çekip başını yeniden başımın hizasına kaldırdı. Dudaklarım şimdi ateşli bir öpücüğün arzusuyla kavruluyordu.
Başımı kaldırıp bu arzuya teslim olacağım sırada arkamızdan bir yerden bir patlama sesi duyduk. İrkilerek başımı biraz daha geriye yatırıp neler olduğuna baktığımda sesin köşedeki arabalardan birinden geldiğini gördüm. Bir an kalbim, Çetin'in kadınlığımın kıyılarında dolanan elinin varlığından daha farklı bir şeyle hızlandı. Patlayan arabalardan sıçrayan herhangi alevli bir parça üzerimize doğru gelir miydi?
Çetin'in iki parmağı çenemi tuttu nazik bir hareketle ve başımı yeniden ona çevirmemi sağladı. "Dikkatini bende tut, Işığım."
Parmakları tenimi okşayarak birkaç santim aşağı kayıp narince boğazımı kavradığında "Ya arabalar patlarsa?" diye sormayı son anda akıl edebildim. Şu an endişelendiğim son şey bu olmalıydı belki de. Tanrım hâlâ her an birileri gelip bizi basabilirdi.
Çetin'in baş parmağı şah damarımın üzerini okşadı usulca. Ardından soruma cevap vermeden dudaklarıma doğru eğildi ama beni öpmedi. Dudaklarımız birbirine sürtünürken durup "Kemerimi çıkar Aymar..." diye fısıldadı, sesi arkadaki ateşten daha yakıcıydı. "Beni serbest bırak..."
Kararsızlığımı benden çekip aldığı an, hünerlerini en yalın haliyle bildiğim dilini çıkarıp dudaklarımın üzerinde ıslak bir iz bıraktığı an oldu. Gırtlağımdan kaçan sert bir inlemeyle dudaklarımı aralayıp o dili dilimle kavrarken ellerimi aşağı indirip pantolonunun kemerini buldum.
Öpüşmemizin şiddetiyle dişlerimiz birbirine çarptı ama ikimiz de bunu umursamadık.
Kemerini çözdüm usulca. Bacağımdaki eli hâlâ oradaydı. Sert hareketlerle tenimi okşamaya devam ediyordu. Parmak uçları ara ara, kadınlığımın kıyısına kadar geliyor ama tam olarak dokunmadan geri çekiliyordu. Sanki bana işkence etmek ister gibi...
İstediği buysa başarıyordu... Klitorisimin bir nabız gibi attığını hissedebiliyordum.
Çözülen kemerinin ardından parmaklarım düğmeyi buldu ve akabinde fermuarını... Hepsini açtığımda, beni doldurmasını arzuladığım erkekliği ile aramda son bir engel kalmıştı.
Çetin alt dudağımı sertçe emip beni bambaşka bir duyguyla sarsarken ellerimden birini pantolonuyla beraber iç çamaşırının içine sokup onu kavradım. Kadifemsi dokusunu avucumda hissetmek bambaşka bir hazdı, benim için hazır olduğu anlarda şişen damarlarını hissetmek bambaşka...
Onu baştan aşağı usulca okşarken kadınlığım kasıldı. Ona ait olanı istiyordu.
Çetin genzinden dökülen sert bir inlemeyle dudaklarımdan uzaklaşıp alnını alnıma yasladı. "Senin için çoktan hazırım..." dedi sert bir sesle. "Peki ya sen Işığım? Cennetim benim için yeterince ıslak mı?"
Avucumun içinde gittikçe irileşen aletini hafifçe sıkıp "Kendin kontrol etmek ister misin?" diye sordum. Islaktım... Fazlasıyla...
Eli yeniden kalçamın altından dolanıp kadınlığıma doğru ilerlediğinde onu bir kez daha sıktım. "Parmaklarınla değil..."
Ardından erkekliğini serbest bırakıp diğer elimi de iç çamaşırı ile birlikte pantolonunun içine soktum. Kalçalarına doğru dolanan elim katettiği her mesafede pantolonunu iç çamaşırı ile birlikte aşağı sıyırıyordu.
Uzaklardan bir yerlerden bir siren sesi doldu kulağıma. Hayır... Şu an kimse gelmemeliydi. Şu an değil... Beş dakika önce belki ama şu an değil... Arzu acı verici bir derecedeydi.
"Siktir..." diye homurdandı Çetin başını alnımdan kaldırıp siren sesinin geldiği noktaya bakarken. Ses kaybedilen her saniyede biraz daha yaklaşıyordu. Kahretsin neden şehirden çok daha uzak bir noktayı seçmemiştim ki? Evet yine şehrin çıkışında bir yerdeydik ama yeterli değildi demek ki...
"Umursamadan devam ederdim Işığım, verdiğim sözü yerine getirirdim ama kimsenin seni böyle görmesi riskini göze alamam." Eğilip dudaklarıma sert bir öpücük kondurdu. "Adam öldürecek havamda değilim ama bunu burada da kesemem, o yüzden diğer bacağını da belime dola."
Boynumdaki elini çekip belimin kıyısından altıma doğru kaydırdı ve beni zorlanmadan havaya kaldırırken son anda söylediğini yaptım.
Bu pozisyondayken, serbest kalmış olan erkekliği, bacağımın iç kısmına sürtünüyor, kadınlığımın daha da alev almasına neden oluyordu. Eğilip Çetin'in dudaklarına kapandım yeniden, aynı şiddetla karşılık verdi. Çok değil birkaç saniye içinde sağlam kalan tek arabasının yanına gelmiştik. Kalçamdaki elini çekip kapıyı açtı ve ben kucağındayken sürücü koltuğuna oturdu. Şimdi ata biner gibi kucağında oturuyordum, erkekliği artık kadınlığımın merkezine çok daha yakın bir noktadaydı.
Sızlanarak kendimi ona sürtmek için hareketlendiğimde belimdeki kolunu sıkarak karşılık verdi bu hareketime. Dudaklarımız birbirine o kadar yakındı ki sert soluklarımız birbirine karışıyordu.
Arabanın kapısının kapandığını duydum. Ardından Çetin koltuğu biraz daha geriye itip bana daha fazla alan açtı. Hemen sonra altımızdaki arabanın motorundan gelen sesi duydum.
Çetin bir elini direksiyona yerleştirip usta bir manevra ile direksiyonu döndürürken "Beni içine al güzelim..." diye homurdandı sıktığı dişlerinin arasından sabırsız bir sesle. Gözlerim irileşirken biraz geri çekilip yüzüne baktım şaşkınlıkla. Ardından yanımızdam kayarak geçen manzaraya. Araba hareket etmeye başlamıştı bile.
"Şimdi mi?"
"Şimdi..."
"Araba hareket ediyor..."
Çetin hızla arabalarının cayır cayır yandığı futbol sahasından uzaklaşıyordu, sahanın biraz ötesinden gelen itfaiye ve polis araçlarının ışıklarını görebiliyordum. Tam vaktinde ayrılmıştık oradan.
"Eğer bir saniye daha beklersem ölecek gibi hissediyorum Aymar, içinde olmalıyım..." dedi Çetin, gözleri ara ara yolda ara ara benim gözlerimdeyken. "Evimde, yuvamda olmalıyım..." Tam bunu söylediği sırada eli tangamı yakalamış ve basit bir hamleyle çekip koparmıştı. Zaten sütyenimin takımı olan ince transparan kumaş parçası ikiye ayrılmıştı.
Beklemeyi bende istemiyordum. Bu yüzden ona güvenmeyi seçtim ve dediğini yapıp bedenimi kucağında yükselttim, uzanıp tuttuğum erkekliğini girişime sabitleyip usulca aldım onu içime.
Gerilen iç duvarlarımla dudaklarımdan sert bir solukla karışık bir inleme dökülürken Çetin'in genzinden bir hırıltı kopup gelmişti. Dikkati yoldaydı, zorlanmadan arabayı kullanıyordu ve ben onun üzerinde onu içime alıyordum.
Beni tamamen doldurduğunda nefes nefese birkaç saniye kendime izin verdim.
Boştaki elini belime sarıp beni bedenine bastırdı, alnım omzuma yaslanmışken kalçalarımı oynatarak hissettiğim hazzı daha da artırdım.
"Hiçbir şey..." diye fısıldadı Çetin boynuma doğru. Arabanın hareket ettiğini hissedebiliyordum. "Hiçbir şey bana bu kadar iyi hissettirmiyor Aymar, hiçbir şey sen kadar iyi gelmiyor..."
Yavaş yavaş hareket etmeye başlarken alev alan tenim yüzünden yalnızca bir inilti döküldü dudaklarımdan. Belki de söyleyecek sözlerim vardı, verecek bir karşılığım ama içimde oluşunun verdiği hazla hepsi uçup gitti. Hızımı artırdım. Uzun boyunun avantajıyla arabayı kullanırken önünü görmesine engel olmuyordum, bu da bana hareket alanı sağlıyordu.
Parmaklarım tenini bulmanın ihtiyacı ile sızlayınca uzanıp tişörtünü çekiştirdim. O araba kullandığı için çıkaramazdım belki ama en azından tenini hissedecek bir yol açabilirdim kendime.
Öyle de oldu. Bütün çıplaklığıyla her bir kıvrımını duvarlarımda hissederken ellerimi çıplak teninde gezdirdim. Parmaklarımın ucu iki gün önce tenine işlediğim kartal ve kız dövmesinin kıyısına kadar ulaştı.
Hızlandım. Her darbede biraz daha yükseliyordum bulutlara doğru ve her darbede tenimin kapıldığı o elektrik akımı daha sert çarpıyordu beni. İriydi ve iriliğiyle duvarlarımı zorluyordu.
Sert bir fren sesi duydum ama başımı kaldırıp bakmadım ya da hızımı yavaşlatmadım. Çok yakındım, çok...
Gece arabayı bir örtü gibi örterken arabanın motoru durdu ve Çetin diğer elini de kalçalarıma yerleştirip sertçe sıktı. Arada eteğim vardı ama bu bir şeyi değiştirmiyordu.
"Yakınsın..." diye fısıldadı Çetin kulağıma doğru. Kalçamdaki elinin sert baskısı bacaklarımın iç kısmına doğru taşınmış en sonundaysa kadınlığımı bulmuştu. Klitorisime beklenmedik bir istilayla saldırıp şiddetli daireler çizerek beni çıldırtırken sırtımdaki elini yukarı doğru kaldırdığını hissettim. Bir saniye sonra elleri ensemden saçlarımın arasına daldı ve parmakları saçlarımı kavrarken başımı omzundan çekip dudaklarıma kapandı. Atmak üzere olduğum o çığlık onun dudakları tarafından boğulmuştu.
İç duvarlarımda ayrı bir istila, klitorisimde ayrı bir istila varken şiddetli bir orgazm kaçınılmazdı. Kollarının arasında titreyerek boşalırken pelte kıvamına döndüm. Tamamen bittiğinde Çetin'in bana izin verdiği süre yalnızca üç saniyeydi. Dudakları şiddetle dudaklarımı öperken hızını yeniden artırdı. Altta ya da üstte olması fark etmiyordu, her seferinde beni delirtecek o ritmi buluyordu. Darbelerine aynı şiddetle karşılık vermeye çalıştım vücudumun yalvarışlarla beklediği yeni orgazm için.
Alnımdan, boynumdan ve sırtımdan süzülen ter damlalarını hissedebiliyordum. Her şey çok yoğundu, fazla yoğun...
İçime sıkışan o orgazmla başımı geriye doğru attım, Çetin'in bir eli hâlâ saçlarımdaydı. Tenimdeki hâkimiyeti koşulsuzca sürerken dudaklarını boynuma bastırdığını hissettim. Ve dilinin boynumda bıraktığı ıslak izi...
Sırtım arabanın direksiyonuna yaslandı, tutunacak bir yer bulma umuduyla bir elim arabanın camına tutundu. Diğeri hâlâ Çetin'in tenimi tırmalamakla meşguldü. Çok değil birkaç saniye sonra ikinci bir orgazm şiddetle çarptı bana. Dudaklarımdan kopan çığlık bu kez arabanın içinde yankılanmıştı. Çetin hemen ardımdan takip etti beni.
Tırnaklarım kontrolsüzce tenine gömülüyor, bugün olanların acısını teninden çıkarıyordu. O sahada yanan yalnızca arabalar değildi, o alevlerin arasında güvenim de vardı. Çetin'in artık bu noktadan sonra yapacağı her şey o güvenin kaderini belirleyecekti. Ya küllerinden yeniden doğacaktı ya da rüzgârla savrulup hiçliğe karışacaktı.
Her şey Çetin'in elindeydi...
🃏🎲
Gözlerimi açtığımda kendimi büyük bir yatağın ortasında yatarken buldum. Arabada yaşananlardan sonra son hatırladığım Çetin'in kollarında yığılıp kaldığımdı.
Otele nasıl geldiğimiz ya da penthouse katına hangi ara çıktığımız hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ya da saatin kaç olduğu hakkında...
Ama camdan gördüğüm kadarıyla hâlâ karanlıktı, sabah henüz olmamıştı.
Kaslarımdaki ve kasıklarımdaki tatlı bir sızı dudaklarımdan hoşnut bir mırıltının dokülmesine neden olurken üzerimdeki yorganı atıp yataktan kalktım. Üzerimde Çetin'e ait siyah bir tişört vardı, Çetin giydirmiş olmalıydı.
Ellerimi fönü bozulan ve darmadağın olan saçlarımın içinden geçirip geriye doğru taradım. Duşa girmeyi istiyordum ama Çetin'in nerede olduğunu öğrenme isteği daha ağır basıyordu.
Çıplak ayaklarımla ana yatak odasından çıktığımda onu gördüm. Büyük camın önünde dikilmiş sigara içiyordu.
Gözlerim sırtındaki yeni yaptığım dövmeye kaydı. Transfer falan kullanmadan ortaya çıkardığım mükemmel iş için kendimle gurur duydum.
Ayaklarım beni ona doğru götürürken "Neden yanımda değilsin?" diye sordum. Bana dönmedi, cama yansıyan yansımamı izledi. "Küçük bir telefon görüşmesi yapmam ve bir sigara içmem gerekiyordu. Görüşmeyi yeni sonlandırdım."
Ona doğru ilerleyen adımlarım yön değiştirip rotasını bara çevirdi. Raftan aldığım bir yedi yüz yetmiş yedi şişesini bardak kullanmaya gerek görmeden tepeme dikip birkaç yudum aldım. Alkollün yakıcılığı alt notadan kendini belli ederken mayhoş bir tatlılık damağıma yayıldı. Buna gerçekten bayılıyordum. Çetin'in piyasaya yeni sürdüğü o çok seveceğimden emin olduğu yaz rüyasından bilr daha fazla. Şimdiye kadar geliştirdiği en iyi şaraptı yedi yüz yetmiş yedi...
Çetin'in gülüşünü duyduğumda şişeyi dudaklarımdan çekip ona baktım birkaç saniye ve omuz silkip iki yeni yudum için yeniden şişeyi kaldırdım.
"Açık konuşacağım..." diye mırıldandım kalçamı tezgâha yaslarken. "Bugün olan şey bir daha yaşanırsa her şey biter Çetin."
Yönünü bana dönüp bir elini siyah eşofmanının cebine soktu, parmaklarının arasındaki sigaradan yeni bir nefes çektiği sırada gözlerim saçlarına kaymıştı. Nemli görünüyorlardı, muhtemelen duş almıştı.
"Senin iyiliğin içindi Aymar... Orada da söyledim, Selin'e koruma tutmadım, o sadece bir kapandı ve Selin de farelerin kapana girmesini sağlayacak bir peynir..."
Ah evet orada söylediği buydu.
"Kime karşı, neye karşı böyle bir kapana ihtiyaç duydun ki? Neden yani?"
Kısa bir an duraksadı. Anlatmaya karar verdiğini gözlerinde gördüm.
Bir zahmet...
Nereden başlaması gerektiğine karar veremediğini de gördüm o kehribarların içinde. Tam dudaklarını aralayıp "Şu resimler..." diye açıklamaya başlamıştı ki asansörden gelen sesle birlikte kayarak açılan kapılar sözlerini kesti.
Siyah takımının içinde her zamanki şık zarafetiyle Şifa Bakırcı görüş açımıza girmişti. Koyu kızıla boyanmış saçlarını her daim o mat koyu kırmızı ruju ile tamamlardı. Düz bir çizgisi vardı ve o çizgiden asla dışarı çıkmazdı. Kırklı yaşlarının ortalarındaydı henüz ama bakımlı cildi onu olduğundan hep birkaç yaş daha genç gösterirdi. Çetin ile aynı renk olan gözleri daima insana üstten bakardı, küçük burnunda hafif bir kemer olsa da bu kusur olmaktan çok yüzüne karakteristik bir özellik katan bir ayrıntıydı.
Dik duruşu ve ayağındaki incecik topukları olan siyah stiletto ayakkabılarıyla otoritenin diğer adıydı Şifa Bakırcı. Ve önemli bir ayrıntı değildi ama... Benden hiç hoşlanmazdı.
Ah ne yazık... Biricik yeğeni bana deli oluyordu ama.
"Gerçekten merak ediyorum sevgili yeğenim, bir gün seni aradığım anda sana ulaşabilecek miyim ben?" Konuşurkenki ses tonu ve kusursuz diksiyonu bana hep telesekreterde konuşan kadınları hatırlatırdı.
Çetin bezgin bir ifadeyle halasının gözlerinin içine bakıp "Yine ne var hala?" diye sordu.
"Annenin kliniğini değiştirtmişsin, üstelik hangi kliniğe yatırıldığı ile ilgili de özellikle bana bilgi verilmemesini emretmişsin."
Çetin'in bezgin bakışları bir saniyeden kısa sürede sert bir ifadeyle yer değiştirdi. Söylediği tek şey "Annemi artık görmeyeceksin!" oldu. Halasının annesi ile görüşmesinin önünü kesin bir şekilde kesiyor muydu yani? İyide neden? "Onun hakkında olan gelişmeleri benden sakladığın an bu hakkını kaybettin sen."
Ovv! Şifa Bakırcı bu kez çok yanlış bir adım atmış ve mayının üzerine basmıştı. Ayağını kaldırdığı andaysa o mayın patlamıştı. Çetin'in en hassas noktasıydı annesi.
Şifa Bakırcı yeğenini baştan sona süzdü. Bakışları duyduklarında hiç memnun olmadığını net bir şekilde belli ediyordu. Başını iki yana salladı. "Hata yapıyorsun Çetin." dedi keskin bir sesle. "Baban zamanında bir hata yaptı, bedelini canıyla ödedi. Şimdi sende aynı hatayı yapıyorsun."
Çetin'e doğru bir adım daha yaklaştı. Gözleri bir an olsun bana değmemişti, benim varlığımı alenen reddediyordu. Araya girip ona benim varlığımın reddedilemeyecek kadar mükemmel olduğunu söylemek isterdim ama tesadüfe bakın ki duygularımız karşılıklıydı. O ne kadar benden hoşlanmıyorsa bende o kadar ondan hoşlanmıyordum. Ve bugün için hayatımın sorun kotasını zaten doldurmuştum. Bu yüzden sessiz kalmayı seçtim.
"Baban..." dedi Şifa Bakırcı. "Benim abim, zaaflarını mantığının önüne koydu. Şimdi aynısını sen yapıyorsun."
"Hala!" dedi Çetin uyarı dolu bir sesle ama karşısındaki kadın pek sindirilebilecek gibi durmuyordu.
"Söylesene sevgili yeğenim..." diye bir karşı atakta bulundu. "Saya'daki otelin kumarhanesine yapılan polis baskınından haberin var mı?"
Gözlerim şaşkınlıkla Çetin'e döndü. Kehribarlarında gördüğüm rahatlık haberinin olduğunu söylüyordu. Biraz önce bahsettiği telefon konuşması bununla ilgili miydi yani?
"Bana baskından söz etme..." dedi Çetin son derece rahat bir tavırla sigarasının son nefesini de içine çekerken. "Bana ne bulduklarını söyle."
Şifa Bakırcı bir an için sustu. Ama sadece bir an için...
"Bildiğin hâlde işinin başında değil de buradasın yani öyle mi?" Hayret dolu sesiyle kısa bir an güldü. "Bu daha kötü Çetin." Tam sıkıldığım konuşmaya karşın elimdeki şişeyi yeniden tepeme dikecekken Şifa Bakırcı bir eliyle beni işaret etti. Şişe havada asılı kalırken ilgimi yeniden onlara çevirdim. "İşinin başında olmak yerine, arabalarını yakıp seni yüz milyon kadar zarara sokan bu kızın yanındasın yani..."
Pekâlâ bu şaşırtırdı işte. Bu kadının nereden haberi olmuştu Allah aşkına? Şimdi kırk yıl bunun lâfını yapacak, her karşılaşmamızda bana lâf sokmaya çalışacaktı. İyi tarafından bakarsak bana da onu her seferinde yerin dibine sokmam için pek çok fırsat verecekti. Eh, yine kârlı çıkan ben olacaktım.
Çetin'in duruşu dikleşti, gözlerini bile kırpmadan halasının gözlerinin içine bakarken "Benim arabalarım, benim param, benim kadınım... Senlik bir durum yok." dedi üstüne bastıra bastıra. Nefesimin kesildiğini hissettim. Öyle bir benim kadınım demişti ki sanki yemin eder gibiydi. Kalbim göğsümü yarıp kendine bir yol açtı ve açtığı o yoldan Çetin'e doğru aktı.
Bu adam her seferinde beni kendine daha fazla aşık etmeyi nasıl başarıyordu?
Şifa Bakırcı afalladı bir an. O afallamın etkisiyle "Yüz milyon diyorum Çetin..." diye soludu hayretle. "Yüz milyonluk bir zarardan bahsediyorum, nasıl benl..."
"Tekrar ediyorum hala..." diyerek sert ve keskin bir sesle halasının sözünü kesti. "Benim arabalarım, benim param, benim kadınım. Hiçbiri seni ilgilendirmiyor."
Başı ile hâlâ burada olan ve kapıları açık duran asansör kabinini işaret etti.
"Şimdi, ben zor kullanmaya mecbur kalmadan önce terk et burayı.
Son kez baktı Çetin'in yüzüne. Söyleyecek çok şeyi varmış da karşısında onu dinleyecek biri yokmuş gibi...
"Çok gençsin..." dedi en sonunda. "Henüz bazı şeyleri kavrayamayacak kadar genç ve toysun, bu sözlerini gençliğine veriyorum." Ve arkasını dönüp asansöre doğru ilerledi. Ama dönerken bana öyle bir bakmıştı ki... Sanki karşısında bir böcek varmış gibi...
Bana... Sanki karşısında bir böcek varmış gibi bakmıştı. Bana...
"Yüz on sekiz milyon iki yüz elli bin lira..."
Havada çınlayan sesimle Şifa Bakırcı'nın adımları jilet gibi kesildi. Bakışları bana döndüğünde kehribar rengi gözlerinde soru işaretleri vardı.
"Yeğeninize verdiğim maddi hasarın net rakamı..." diye açıkladım ona. "Yüz on sekiz milyon iki yüz elli bin lira. Üstüne bir bardak soğuk su içerseniz hararetinizi alır ama siz bir bardak soğuk soda için, hazmetmeniz kolaylaşır. Malûm yaşınız da var, hazım sorunları yaşamanızı hiç istemem."
Duvar gibi ifadesiz duran yüzünde açtığım çatlakları görmek dudağımın keyifle kıvrılmasına neden oldu. Hiç kimse bana bir böcekmişim gibi bakamazdı, kimsenin haddine değildi bu.
Şifa Bakırcı iyi bir oyuncuydu. Çatlayan o duvarı saniyeler içinde onarıp dudaklarına asil bir gülümseme yerleştirdi.
"Aynur'cuğum, sen beni dert etmek yerine kendi derdine yanmaya başla bence."
Adımı yanlış söylemesinin beni bozacağını düşünüyorsa eğer çok yanılıyordu. Bana göre karşınızdaki kişiyi ezmek için adını yanlış söylemenizden daha zavallıca çok az şey vardı. İnsanı beyinsiz gibi gösteriyordu bu hamle. İsim hafızası zayıf olanları bir kenara ayırıyorum bu konuda ama Şifa Bakırcı'nın böyle bir sorununun olmadığından emindim.
Tek kaşımı kaldırıp sözlerinin altında yatan saçmalığın ne olduğunu merakla beklemeye başladım. Beni bekletmedi. Ama öyle bir noktadan vurdu ki sıktığı kurşun beni değil Çetin'i delip geçti.
"Şizofreni, genetik faktörlerle ilişkili bir hastalıktır. Birinci derece yakın akrabalarda bu gibi rahatsızlıkları olan birinin kendisinde de bu hastalığın gelişmesi riski oldukça yüksektir."
Dudaklarından alaylı bir hıh sesi döküldü ve yönünü yeniden asansöre çevirip kabine girdi. Kapılar kapanmadan önceyse tek bir şey söylemişti.
"Ve tesadüfe bak ki Çetin'in annesi şizofreni hastası bir kadın."
🃏🎲
Bölümü nasıl buldunuz çiçekler?
Çetin Aral Bakırcı mükemmel bir ayrıntı değil mi?
Uzun bir bölümdü ama benim açımdan keyifli de bir bölümdü, siz ne düşünüyorsunuz?
Bir sonraki bölüme kadar kendinize iyi bakın çiçeklerim.
Seviliyorsunuz❤️
Duyuru ve kesitleri kaçırmamak için beni buradan ve sosyal medya hesaplarımdan takip edebilirsiniz.
İG:
saniyesolakk
saniyesolakhikayeleri
Tiktok:
saniyesolakhikayeleri
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.63k Okunma |
53 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |