
Sellam✨
Keyifli okumalar diliyorum çiçekler, oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın olur mu?
🎲🃏
YAZARDAN:
Sınıftan içeri adımını attığında boş bir sınıf ile karşılaşmak rahat bir nefes almasına neden oldu genç kızın. Arabadan indiği andan itibaren zihninin içinde coşan anksiyetesi yüzünden bayılmak üzere hissediyordu kendini. Yeni bir haftanın içine girmişti ama hâlâ okula alışabildiği söylenemezdi. Okuldaki öğrencilerin de işini kolaylaştırdığı yoktu zaten.
Üzerine dönüp, ardı sıra hiç kesilmeden devam eden bakışları hatırladığında tüylerine çöken ürperti, geçen hafta onu köşeye sıkıştıran kızların anılarının da gün yüzüne çıkması ile en üst seviyeye çıktı. Bir daha öyle bir durumla karşılaşmamayı umuyordu. Hayatının hiçbir döneminde öyle kızlarla baş edememişken buradakilerle hiç baş edemeyeceğini biliyordu Ayda. Sadece sorunsuz bir yıl istiyordu. Önünde üniversite sınavı vardı ve iyi bir sonuç almadığı taktirde annesinin gazabının, üzerine dolu gibi yağacağını çok iyi biliyordu. Tıpkı o sınavdan asla annesini memnun edecek bir not alamayacağını bildiği gibi. Dünya çapında kimsenin alamadığı bir puanı falan alırsa ancak mutlu olurdu Beliz Aydın. İmkânsızların kadınıydı o...
Yine de her şey düşündüğü kadar kötü gitmiyordu, Ayda bunun da farkındaydı. Mesela geride bıraktığı hafta sonu... Ya da bu sabah üzerine dönen bakışlardaki ifadelerin her zamanki ezici halinden farklı olması...
Omuzundaki çantayı sırasının üzerine koyarken eli pileli, krem rengi, kısa eteğinin kaliteli kumaşının yüzeyinde dolandı. Annesinin ona çizmeye çalıştığı bir tarz vardı; ona hiç uymayan, fazla kadınsı, üzerinde eğreti duran bir tarz... Nefret ediyordu o tarzdan, bu yüzden kendine daha basit, daha spor, annesinin oluşturmaya çalıştığı imajdan çok uzak bir tarz oluşturmuştu. Annesiyle çoğu kez tartışmalara girmiş olsa da bir şekilde hep kendi söylediğini oldurmayı başarmıştı bu konuda.
Bugün ilk kez kendi tarzının dışındaydı, annesinin seçimi değildi üzerindekiler. Aymar ile çıktığı alışverişte aldığı parçalardan oluşuyordu kombini ve aynaya baktığında gördüğü şey, bütünüyle hoşuna gitmişti. Yaşına uygun ve tatlı bir tarzdı, pespaye ya da oğlan çocuğu gibi görünmüyordu ama kadınsı bir tarafı da yoktu. Sanki bu zamana kadar olmak istediği kişiye baktığını hissetmişti aynaya bakarken.
Sırasına yerleşip derin bir nefes aldı ve büyük çantasından test kitaplarını çıkardı. Hafta sonu erteleyip durduğu için açılan konu aralığını bu hafta kapatmazsa her şeyin sarpa saracağı bir kesindi ve bunu kesinlikle istemiyordu. O sınavdan beklendiği gibi bir not alamasa bile günün sonunda annesinin yüzüne karşı ben elimden geleni yaptım diyebilmeliydi. Tahammül edemezdi annesinin ağzından yeterli değilsin lafını bir kez daha duymaya. Hayatı zaten bu lafın ekseninde dönüp duruyordu hep. Olduğu haliyle kabullenilmek istiyordu artık, çok sıkılmıştı bu durumdan.
Üçüncü matematik sorusuyla cebelleştiği sırada "Selam..." diyen nazik bir ses duyduğunda başını kaldırdı kitaptan. Daha önce hiç görmediğine emin olduğu bir yüz vardı karşısında. Gördüyse bile hatırlamadığı bir yüz...
"Selam..." diye mırıldandı çekingen bir sesle, sırasının başında dikilen kıza. Sorudaki mantığını asla oturtamadığı sayılarla boğuşurken ne zaman geldiğini bile fark edememişti.
Kızın dikkatli bakışlarla yüzünü incelediğini fark ettiğinde yerinde rahatsızca kıpırdandı. Alaycı bir ses ya da söz duymayı bekledi birkaç saniye. Bu inceleyen bakışların ardından başka bir şeyin gelemeyeceğini düşünüyordu. Ama beklediği olmadı. Kız tatlı bir gülümseme ile elini uzatıp "İdil ben..." diyerek kendini taktim ettiğinde şaşırdığını inkâr edemezdi Ayda. Kırpıştırdığı gözleri birkaç saniye ona uzanan o elde takılı kaldı. Zihnini yeniden ele geçiren anksiyete ona yüzlerce farklı tonda binlerce şey söylüyor, onu adeta boğmaya çalışıyordu.
Sertçe yutkunup kabalık olmasın diye elini uzattı Ayda ama hâlâ beklediği bir art niyet vardı. Bir şey olacak hissi tam olarak yakasına yapışmış, boğazına atılan bir kement gibi sıktıkça sıkıyordu onu. "Ayda ben de..." Sesinin içine kaçmış olması umurunda bile değildi.
"Biliyorum..." diye karşılık verdi İdil hâlâ gülümsemeye devam ederken. Ardından kaşları ile sırayı işaret edip "Oturabilir miyim?" diye sordu ama Ayda'nın bir cevap vermesini beklemeden oturmuştu bile. "Nakli doğrudan sorunlu öğrencilerin olduğu sınıfa alınan birinin dedikodusu çabuk yayılır okulda. Muhtemelen herkesçe tanınıyorsun."
Ayda elindeki kalemi test kitabının arasına koyup kitabın kapağını kapatırken "Bu yüzden mi herkes sürekli bana bakıyor?" diye sormaktan alamadı kendini.
İdil çantasından çıkardığı kare sarı bir zarfı sıranın üzerine koyarken gözlerini Ayda'nın yüzünden alamıyor, ona inceleyici bakışlar atmaktan geri duramıyordu. Karşısındaki kız kimdi de Aymar Doğan ondan onunla arkadaş olmasını istemişti deli gibi merak ediyordu.
"Kısmen..." diye cevap verdi Ayda'nın sorusuna. "Ama çoğunun nedeni, kurtlar sofrasına düşen bir kuzu gibi göründüğün için. Seni oyuncakları yapmak için fırsat kolluyorlar."
Bir an içine çektiği nefesin boğazında tıkandığını hissetti Ayda. Gerilimi arttıkça bedeni sert bir soğuk hava dalgasına çarpıyordu sanki. Gerilen sinirleri akordu bozuk bir keman gibi tırmalıyordu içini.
"Herkes böyle söylüyor..." Aymar Doğan da kurt ve kuzu örneğini vermişti ve haklı olduğu aşikârdı... O Derya denen kızın, koluna geçirdiği pençelerin yeri bir kez daha sızladı sanki.
"Çünkü olan bu..." diye karşılık verdi İdil. "Mesela seninle daha önce kantinde karşılaştık..." Sözleri aklı o ana gitmiş gibi düşünceli çıkmıştı. Aymar'in ondan bu kızla arkadaşlık etmesini istediğinin ertesi günü, tesadüfi bir karşılaşma için ayağına bir fırsat gelmişti. Kantinde görmüştü Ayda'yı İdil ama istediği gibi tanışmaları mümkün olmamıştı.
"Öyle mi?" Ayda'nın sesine sinen şaşkınlık o kadar netti ki bakışlarından okunuyordu. Gözleri bir kez daha karşısındaki kızın yüzünde gezindi ve onu gördüğü anı hatırlamaya çalıştı. Geçen hafta kantine gitmeye çalıştığı birkaç an olmuştu ama herkes öyle tuhaf bakıyordu ki vazgeçip yeniden sınıfına dönmüştü her seferinde.
"Öyle..." diye mırıldandı İdil kahve tonlarındaki saçını kulağının arkasına itelerken. "Selam vermek ve tanışmak için yanına gelmek istemiştim." Bakışları Ayda'nın yüzündeki ifadeleri tartıyor, her kelimesinde artan şaşkınlığını izliyordu. "Doğruyu söylemek gerekirse direkt sorunlular sınıfına nakil olan bir kız olarak ilgimi çekmiştin ve merak etmiştim. Ama daha göz göze gelir gelmez arkanı dönüp kaçarcasına çıkıp gittin kantinden."
Sözleri, yüzündeki gülümseme ile birleşince, o an hatırladı Ayda. Kalabalığın arasında duran ve ona gülümseyerek bakan bir kızın anısı, o an düştü zihnine. O kız, bu kızdı. "Ah..." diye kısık sesli bir nida döküldü dudaklarından. "Üzgünüm, ben..." Ne demesi gerektiğini bilemediği için cümlesine devam edememişti. Daha yeni, bir grup kız tarafından köşeye sıkıştırılmışken yeni birileri ile tanışmaya o kadar da hevesli olmadığındandı kaçması.
İdil gülümseyip siyaha boyanmış uzun sivri tırnağını önünde duran zarfin hafifçe bükülmüş kenarına koydu ve minik hareketlerle o kenarı düzeltmeye başladı. "Sorun değil..." diyen sesi anlayışlıydı. "Seni anlayabilecek kadar çok vakit geçirdim bu okulda. Birilerine güvenmemen çok yerinde ama kaçmak bu okulda seni kurtarmaz, sadece hedef haline gelirsin."
Ayda'nın gözleri zarfın üzerinde hareket eden parmağın hareketlerini takip etti birkaç saniye. Sorup sormamak arasında gidip geldiği o soru, birkaç kez diline uğradı ama her seferinde dökülmeden geriye doğru aktı. En sonunda derin bir nefes alıp sormaya karar verdi.
"Kantindeki kaçışımdan sonra, bugün buraya benimle tanışmak için mi geldin?" Düşünürken mantıklı gelen bu soru, seslerle vücut bulduğunda o kadar mantıksız geldi ki kulağına yüzünü buruşturmamak için kendini zor tuttu. Ne aptalca bir soruydu bu böyle. Ama ilgisini çektiğini ve o an tanışmak istediğini söylemişti...
İdil gülmeye başladığında bu kez kendini tutamayıp gerçekten yüzünü buruşturdu Ayda. Birkaç dakikadır yan yanalardı ama herhangi kötü bir enerji almamıştı kızdan. Fakat bu noktada kesinlikle bir aptal olduğunu düşünüyor olmalıydı ve arkadaş olacakları varsa bile artık yoktu muhtemelen.
"Hayır..." diye cevap verdi İdil gülüşünü bastırabildiğinde. Gözleri zarftan yeniden Ayda'nın yüzüne kaymıştı. Parmağı ile birkaç kez zarfa vurdu. Bu zarf, Aymar'ın istediğini yapmak için onun avuçlarına gelen yeni bir bahaneydi ve amacını yerine getirmişti. "Bunu Doğu Menan'a vermek için gelmiştim, seni burada bulmak benim için de sürpriz oldu."
Ah... Pekâlâ... Sıraya kadar gelip buraya oturması çok manidardı o zaman. Derin bir nefesi içine çekip önüne döndü Ayda ve kapattığı test kitabının kapağını açtı. Çözemediği o soruyla bakıştığında morali daha da bozulsa da renk vermemek için elinden geleni yapmıştı. Tam uzanıp kalemi alacağı sırada, "Eeee?" diyerek yeni bir konusu olduğunu belirten İdil ile duraksadı ve yeniden ona döndü.
"Doğu Menan ile akraba falan mısın?"
Sıradışı olan sıra arkadaşı aklına gelirken alelacele "Hayır..." deyiverdi. Zaten çok sık gelmiyordu okula Doğu Menan ama geldiği anlarda da yanındaki varlığından rahatsız olduğunu belli ediyordu. Çoğu zaman burada oturmak istemiyordu genç kız ama bu sınıfta başka nereye oturması gerektiğini de bilemiyordu. Garip bir şekilde sıraların hepsi dolu oluyordu. Oysaki bu öğrencilerin derslerini umursamadığını düşünmüştü okula adımını attığı ilk an, para vererek sınıfları sınav bile olmadan geçtiklerini falan. Bir hafta yetmişti yanıldığını anlamak için.
"Yanına oturabildiğin için merak etmiştim." İdil çözmeye çalışıyordu karşısındaki kızı. Kelimenin tam anlamıyla bir gizemdi. Aymar Doğan tarafından korumaya alınmıştı, Doğu Menan'ın yanında oturuyordu. Kimsin sen? diye geçirdi aklından. Neden bu kadar önemlisin?
"Aslında..." diye mırıldandı Ayda, kalemi parmakları arasında çevirmeye başlamıştı. Derya denen kızın da onu sıkıştırma nedeni buydu. Acaba karşısındaki kız da mı Doğu Menan'a aşıktı, bu yüzden mi sorguluyordu. Belki o gün aslında bu yüzden tanışmak istemişti ve hatta bugün burada olmasının altında yatan asıl sebep de buydu. Kim bilebilirdi ki? "Ben en arkaya oturacaktım." Baş parmağı ile omzunun gerisinden en arkada duran sırayı işaret etti. Onu sıkıştıran iki kız, o sıranın bir önündeki sırada oturuyordu. Hemen arkalarındaysa daha gördüğü ilk andan kötü bir enerji aldığı Selin adında bir kız vardı. "Ama Aymar oraya oturmamın benim için pek iyi olmayacağını söyledi ve burasının boş olduğunu..."
"Ovv..." diye bir tepki vermişti İdil duyduklarına. "Aymar Doğan seni bir yılanın zehirli dişlerinden kurtarmış o zaman..."
O kızın bakışlarını hatırladı. Haftasonu çıktıkları o alışverişte oturdukları kafeye geldiği anı. Hiç şüphe yoktu buna. Ama kurtarılma kısmına o kadar da katılmıyordu Ayda. "Başka bir yılanın kollarına atılmış gibi hissettiriyor burada oturmak."
Bu sözler İdil'i bir kez daha güldürürken tam bir cevap vermek için dudaklarını aralamıştı ki başka bir ses araya girerek onu susturdu.
"Üzerime alınmalı mıyım?"
Tok, alaycı bir erkek sesi sınıfı doldurduğunda iki kız da hafifçe irkilmişlerdi. Başları sesin olduğu noktaya döndüğünde kapıda duran Doğu Menan ile karşı karşıya kaldılar. Parmaklarının arasında henüz yanmayan bir sigara duruyordu, saçları her zamanki gibi dağınıktı ve gözleri dün gece hiç uyumamış gibi kızarık görünüyordu. Ona rağmen yürekleri hoplatacak kadar yakışıklıydı.
Ayda söylediklerinin onun tarafından duyulduğunu anladığında utançtan yerin dibine gireceğini hissetti, kan yanaklarına hücum ederken başını deve kuşu misali yere gömme duygusu ile savaşmaya başlamıştı. Onun aksine gayet rahat olan İdil, oturduğu yerden kalkarken lafını hiç çekmeden "Sen seç Doğu..." diye cevap verdi ona. "Alınmalı mısın, alınmamalı mısın?"
Doğu parmakları arasında duran sigarayı dudaklarına yaslayıp çakmağıyla yaktığı sırada Ayda kaçamak bakışlarla ona bakıyordu. İdil sıradan çıktığı an, o da kalkıp gitme ve ders zili çalana kadar dönmeme taraftarıydı.
"Yılanlar..." diye mırıldandı Doğu sakin adımlarla onlara yaklaşırken. Sigarasından derin bir nefes çekip dumanı rahat bir tavırla havaya salmıştı. "Pek çok şeyi temsil ederler: zekâ, bilgelik, şifa, zehir, sinsilik... Nereden baktığına bağlı yani."
İdil sıraya koyduğu zarfı eline alıp sıradan çıktı usulca. "Zekâ ve bilgeliğin senlik olmadığını herkes biliyor." Doğu'nun alaycılığını taklit ediyordu. "Yaptığın işleri göz önünde bulundurursak şifa dağıtmadığın da ortada ama zehir tam senlik. Ve sinsilik..."
Doğu sigarasından derin bir nefes çekip çapkın bir hareketle göz kırptı İdil'e. Dudaklarının arasından sızan duman genç kızın yüzüne kadar ulaşmıştı. "Benimle bir gece geçirmediğin için dağıttığım şifadan bir haber olman normal tabii."
Köşesinde sessiz sessiz oturup ikiliyi izleyen Ayda'nın duydukları ile kan yanaklarına daha çok hücum etmişti. Pekâlâ böyle replikler yazmak başka bir şeydi ama açık bir cinsel imayı gerçekten duymak çok başkaydı. Baştan aşağı utancın içine gömülmüş gibi hissediyordu kendini.
İdil ise hiç etkilenmeden gözlerini devirmekle yetinmiş, sözlerini duymazdan gelerek elindeki zarfı Doğu'ya uzattı. "İşte istediğin resimler... Elimden geldiğince netlemeye çalıştım."
Doğu sigarasını dudaklarının arasına yaslarken uzanıp resimleri aldı. Yorgun bakışlarının bir şeyi daha analiz edecek gücü yoktu ama bu bekletebileceği bir konu değildi. Zarftan çıkardığı resimleri tek tek incelerken dudakları memnun bir ifadeyle kıvrıldı. En azından adamın yüzü artık netti, ellerinde artık bir bulgu vardı.
Fotoğrafları yeniden zarfa koyup üzerindeki deri ceketin iç cebine uzandı ve cüzdanını çıkardı.
Tam o an genç kızın boğazına bir yumru oturmuştu. İşaret parmağı ile alnını kaşırken gözleri cüzdanından para çıkaran adamın hareketlerindeydi. Gergin bir şekilde yutkunup "Doğu..." diye mırıldandı. Onların kirli işlerin adamları olduğunu bildiğinden, yaptığı bu fotoğraf düzenleme işini normalden daha pahalıya yapmıştı ama tek nedeni bu değildi.
Genç adam tek kaşını kaldırıp baktı kıza. Tam bu sırada gereken parayı çıkarmıştı cüzdanından ve kıza uzatmaya hazırlanıyordu. Onun biraz önceki rahat tavırlarından tamamen sıyrılıp gergin gergin kendisine baktığını gördüğünde kaşları çatıldı.
"Şey..." diye mırıldandı İdil, elleri önünde birleşip parmakları ile oynarken "Görkem'in Çetin'e borcu varmış galiba..." diye mırıldandı zayıf bir sesle.
Görkem adını duyduğu an bakışları sertleşen Doğu, dik dik bakarken "Eee?" diye mırıldandı imalı bir sesle. "Var. Görkem piçinin çok borcu var hemde."
Genç kızın sırtındaki birkaç morluğun yeri, sanki darbeleri daha birkaç saniye önce almış gibi sızlamış, korku kaburgalarının arasından sızıp onu gafil avlamıştı. Titrek bir nefesi çekti içine ve "Bu parayı onun borcundan düşer misin?" diye sordu. Kollarını kendine sarmamak için kendi içinde bir savaş veriyordu şu an.
Doğu kıstığı bakışlarıyla karşısındaki kadının yüzüne baktı birkaç saniye ve sükunetini korudu bu süre zarfında. Olanı anlamak için illa görmesi gerekmiyordu, neyin ne olduğunu bu okuldaki herkes biliyordu. Görkem Duymaz'ın nasıl bir piç olduğunu...
Onun bakışları altında iyice ezilen İdil rahatsızca yerinde kıpırdanmak zorunda hissetmişti kendini. Karşısındaki adamın bir şeyler anladığını gözlerinden izlemek, maruz kaldığı şiddetten daha ezici geliyordu ona. Bitirmeye çalıştığı bir ilişkisi vardı Görkem ile ama bir türlü kurtulamıyordu. Peşini bir türlü bırakmıyor, dahası borçlarını ödemeye zorluyordu genç kızı.
"Şikâyetçi oldun mu?" diye sordu sadece Doğu. Suskun bakışlarının karşısındaki kıza kendini daha kötü hissettirdiğini bildiğinden konuşmayı seçmişti. Başını sallayarak onaylamakla yetindi sadece İdil. "Adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Uzaklaştırma kararı çıkarıldı tabii ama neye yarıyor ki..."
Doğu içinden sert bir küfür savurduktan sonra elini öne doğru uzatıp kızın yanında öylece duran eline uzandı ve paraları avucuna bıraktı sertçe. "O piç yanına gelmeye cüret ederse ilk işin beni aramak olsun. Sonra ona önce benim, ardından Çetin Aral Bakırcı'nın selamını ilet. Ona de ki, onda sikilmedik hücre, kırılmadık kemik bırakmayacağız."
İdil'in parmaklarını paranın üzerine kapattıktan sonra geri çekildi. "Gelsin bir de o çok güvendiği erkekliğini bana taslasın bakalım sülalesini siktiğimin gavatı."
İdil yenilgi ile elini yanına indirirken "Üzgünüm ama yanıma gelmemesini tercih ederim..." diye mırıldandı. Korktuğunu asla inkâr edemezdi. O kadar şikayetin üzerine birilerinin ihmali yüzünden sadece bir sayıdan ibaret olup bu dünyadan göçüp gitmekten çok korkuyordu.
"Borcunun süresi çok gecikti." dedi Doğu onu rahatlatmak ister gibi. "Adamlara söylerim, aramaları sıklaştırırlar. O noktadan sonra ne sana yaklaşabilir ne de burnunu dışarı çıkarabilir biz onu bulana kadar, tamam mı?"
İdil başını sallayarak onayladı onu ve "Teşekkür ederim..." diye mırıldandı. Ardından elindeki parayı işaret etti. "Ben borca saymayı kabul edeceğini düşünüp fiyatı bu kadar yüksek tutmuştum, normalde yarısını versen yeterdi." Fazlasını geri vermeyi amaçlıyordu ama aldığı tek yanıt Doğu'nun gözlerini devirip yanından geçerek sırasına yerleşmesi olunca ikinci bir yenilgi ile omuzlarını düşürdü bu kez.
"O borcu senin ödemene izin verme ihtimalimizi biraz bile düşündüysen aptalsın demektir İdil." diye mırıldandı Doğu, kısacık bir an yan tarafında oturan ve yana kaymaktan neredeyse sıradan düşecek seviyeye gelen Ayda'ya kısacık bir bakış atarken. Açık kahve gözleri son kez İdil'e baktı. "Onu yakladığımda bana hatırlat, piçi bir de bunun için döveceğim."
İdil hiçbir şey söyleyemedi. Kendini savunmak için elinden geleni yapmış olsa da Görkem'in karşısında hiçbir şansının olmadığını biliyordu. Bildiği bir şey daha varsa o da Görkem'in de ne Doğu Menan ne de Çetin Aral Bakırcı karşısında şansının olmadığıydı.
İyi dersler dileyip sınıftan çıktığında Ayda kaçamadığına yanarken başını kelimenin tam anlamıyla test kitabına gömüp Doğu'dan tarafa hiç bakmamış, hatta kitabın bir tarafını kaldırıp yüzünü, sayfaların ardına gizlemişti.
Doğu başını iki yana sallarken önüne döndü. Bir bebek bakıcılığı eksikti o da olmuştu tam olmuştu...
Zarftan çıkardığı fotoğrafları yeniden ve yeniden kontrol ederken içinden 'Ah ulan Aymar...' diye homurdanıyordu. Sırasını işgal ettiği yetmemiş bir de bu kızın bakıcısı yapmıştı. Sonra kendi kendine sabır dilenircesine bir nefes çekti içine ve 'Ah ulan Çetin...' diye homurdandı bu kez de. 'Ben dedim ama sinsirelladan bir şey saklanmaz dedim ben... Kimiz biz amına koyayım da Aymar'dan gizli iş yapacağımızı düşünüyoruz ki?'
Elindeki resimlerin fotoğraflarını çekip Ersin'e gönderdi. Ardından çaktırmadan yanındaki kızın resmini çekip Aymar'a gönderdi ve altına 'Mesaim başladı Sinsirella'm.' notunu ekledi. Mesajın sonuna imalı bir şeyler bırakmayı düşünse de açıkçası yemediğinden eklememişti.
Son bir kez kıza baktıktan sonra yapacak daha iyi bir şeyi olmadığından telefonundaki Hay Day oyununu açıp ineklerini beslemeye başladı.
(Ne diyorlardı buna shkzjzk Bir sonraki hamleni belli etme mi dhkshzjxj)
🎲🃏
AYMAR DOĞAN'DAN
Omzumu yasladığım kolondan doğrulup elimdeki içecekten bir yudum alırken dikkatli bakışlarla savcının merdiveni bitirmesini ve karşıma geçmesini izledim.
Yorgun yüzünde anlamlandıramadığım ifadeler kol geziyordu. Üzerindeki takım elbise, onu ilk gördüğüm anda olduğu gibi jilet gibi değildi, yer yer kırışıklıklar vardı. Dağınık görünüyordu her bakımdan.
"Günaydın Aymar Hanım..." dedi tam karşıma geçtiğinde. Kısık bakışlarım onu taramaya devam ediyordu. Gözaltlarında korkunç halkalar vardı, gece boyunca hiç uyumamış gibi gözlerinin akları kıpkırmızı olmuştu.
Neler oluyordu?
Bedenimi ona çevirip sorgulayan bakışlarla baktım birkaç saniye yüzüne ve "Sabahın bu saatinde sizi kapımda bulmasaydım günüm daha aydın olabilirdi Itır Hanım..." diye karşılık verdim kibarlık zahmetine falan girmeden...
Ömer'in dosyasını kaza kurşunuyla kapatan birine tutup da kibarlık yapacak değildim. O kadar ifade vermiştim, ifademin hiçbir önemi yok muydu yani? Yorduğum ses tellerime yazık...
"O zaman konuya hiç uzatmadan giriyorum. Ne senin ne de benim vaktimiz ziyan olsun öyle değil mi?" diye karşılık verdi sözlerime. Kahve tonlarındaki gözlerinde sert, tahammülsüz bir ifade kol geziyordu. Pekâlâ, sanırım sınırları çok da aşmamam gereken bir andaydık. Okula gitmek için evden çıkacakken kendimi bir anda karakolda bulmak istemezdim şahsen.
"Yeşim Ünal ve Ali Rıza Harman'ı tanıyor musun Aymar?"
Kaşlarım çatıldı bu soruyla. Merak duygusu, tsunami öncesi kabaran deniz gibi kabarırken, duruşumu dikleştirdim ve göğsümde bağlı olan kollarım çözüldü.
Yeşim ve Ali mi?
Ömer'in yakın arkadaşı olan ikiliydi bunlar.
"Elbette tanıyorsun..." diye devam etti sözlerine savcı. "Nasıl olsa aynı okuldasınız ve geçenlerde vurulup hayatını kaybeden Ömer Günay'ın yakın arkadaşları öyle değil mi?"
Cümleleri sarf ederken sesine eşlik eden o ima, bakışlarımın şaşkınlıktan öfkeye evrilmesine neden olmuştu.
"Evet..." diye karşılık verdim, biraz önce dikkat etmem gerektiğini düşündüğüm sınırları umursamadan. Hayatım boyunca dilime gelenleri söylemekten çekindiğim bir an hatırlamıyordum. Çünkü yoktu... Sonucu ne olursa olsun... Karşımdaki kim olursa olsun... "Verilen ifadelerin hiçbirini dikkate almayıp, dosyayı birkaç saat içerisinde alelacele kaza kurşunu diyerek kapattığınız Ömer Günay'ın yakın arkadaşları Yeşim ve Ali..."
Gözleri kapandı birkaç saniye ve derin bir nefes aldı. Konuşmak için dudaklarını araladığında yeniden konuşup sözlerinin önüne geçtim. "Biliyor musunuz?" derken bakışlarım ona acıyan bir ifadeye evrilmiş ve baştan aşağı süzmüştü onu. "O gün gelip bana, sana umarım istediğin o güven alanınını sağlayabilirim, dediğinizde size gerçekten güvenmiştim. Ama ne büyük bir hataymış, şimdi yüzünüze baktığımda bunu çok iyi anlıyorum."
"Söylediklerine dikkat et kızım." dedi karşımdaki kadın son derece sert bir tavırla yüzüme bakarken. "Cesaretini takdir etmediğimden değil ama karşında Türkiye Cumhuriyeti'nin bir savcısı duruyor senin."
İstemsiz dudaklarımdan alaylı bir 'hıh' sesi çıktı. Nasıl da ağız dolusu söylüyordu Türkiye Cumhuriyeti'nin bir savcısı diye. Keşke mesleğinin o ağır yükümlülüğünün de hakkını verebilseydi. İşte o zaman bu ağız dolusu söylem, bana şimdi olduğu kadar komik gelmezdi.
Komikti evet ama gülmedim.
"Kim olursanız olun..." Aynı sert ve ezici bakışlarla kahvelerinin içine içine diktim gözlerimi. Beni korkutamadığını görmesini istedim. Sanırım bu noktada okul yerine karakola gitmem o kadar da sorun olmayacaktı. Babam da Çetin de beni çok rahat kurtarabilirlerdi nasılsa kefaretle falan. Yani umarım... Gençliğimi ve güzelliğimi soğuk mahpus damlarında harcamak çok yazık olurdu. Ah, bir de o güzelim zekâmı... "Sözlerimi hakaret olarak algılamak istiyorsanız bu sizin tercihiniz. Tutuklatacak mısınız beni, hiç durmayın... Ama vicdanınız ve adaletiniz satılıksa benim için bir hiçsiniz demektir. Ve bunu yüzünüze karşı söylemekle ilgili hiçbir çekincem yok."
Bir sessizlik başladı aramızda. Otuzlarının sonlarında olan bu kadının çok şey görüp geçirmiş gözleri, ifadelerini irislerindeki topraklara gömüp öyle baktı yüzüme. Ne düşündüğünü anlayamıyordum ama ilgilendiğim de söylenemezdi. Ta ki o konuşana kadar...
Kısa süren sessizliği, daha fazla uzamadan "Dosya, ceset daha morga bile ulaşamadan benden alındı..." diyerek böldü. Bir an öylece bakakaldım yüzüne. Dosya ondan alınmış mıydı yani? Savcıların elinden dosyalar bu kadar kolay alınabiliyor muydu? Şaşkınlık öyle ani çarpmıştı ki hazırlıklı değildim, baştan sona sarsıldığımı hissettim.
"Ayrıca..." Bana bilmiş bakışlarla bakarken tek kaşını kaldırmıştı ve yargısız infazım için beni kınadığını net bir şekilde belli ediyordu. "Üst sokaktan geçen bir düğün konvoyuna ait kamera kaydı da çıktı ortaya. Her ne kadar senin iş yerinin kamera kayıtlarında görünmese de... Kendi gözlerimle gördüm. Konvoydaki araçların plakası yok, ve silahları ateşleyen hiç kimsenin yüzü görünmüyor. Balistik raporundaki sonuç da hiçbir şey vermedi, silah ruhsatsız ve daha önce herhangi bir suça karışmamış. Bu yüzden dosya kapandı ama yeniden açılabilir."
"İmkânsız..." diye karşı çıktım anında. "O an oradan geçen bir konvoy olsaydı en azından üçümüzden biri bunu fark ederdi öyle değil mi?"
Hayır... Her zerremle biliyordum bunun bir kaza kurşunu olmadığını. Bu Niks'in işiydi. Aynı günün akşamı bize gönderdiği o silah ve siyah gül tesadüf değildi. Zeki kızıma benden bir hediye yazmıştı, bu da boşuna değildi.
Savcıyı satın almış...
Zihnimin ortasına kırmızı alarm gibi çakılan bu düşünce ile baştan aşağı titrediğimi hissettim. Sanki soluduğum havaya pembenin en zehirli tonu karışmış ve beni de beraberinde zehirliyormuş gibi. Biraz önce doğrulduğum kolona yeniden yaslanırken buldum kendimi.
Dosyanın savcısını değiştirtebilecek gücü var ve dosyayı öylece kapattırabilecek...
"Dosya, ceset daha morga bile ulaşamadan benden alındı..." demişti Itır Atahan. Sanki bir parmak şıklatır gibi halletmişti, hiç zorlanmadan...
Tek bir savcı bu işin içinde olması başka bir şeydi ama şu an karşı karşıya olduğumuz durum bambaşka...
Nasıl biriydi Allah'ım bu. Onlarca cinayet işliyor, adaleti satın alıyor, oyununu etrafımıza ilmek ilmek işlerken bizi parmağında oynatıyor ve ardında tek bir iz bile bırakmıyordu. Kafayı yemek üzereydim.
Başını onaylar şekilde aşağı yukarı salladı birkaç kez savcı. Girdiğim şok yüzünden kuruyan boğazımı elimdeki içecek ile yumuşatmaya çalıştığım sırada, "Aynı şekilde düşünüyorum." diye mırıldandı. "Ama bu sonranın konusu..." Bir elini kaldırıp ensesini ovaladı. "Şimdi çok daha büyük bir sorunumuz var."
Sorunumuz mu? Ne zamandır bizim ortak bir sorunumuz vardı acaba? Pipeti dudaklarımdan çekip bardağı verandanın korkuluklarının üzerindeki düz yüzeye koydum. Kendimi toparlamak, düşüncelerimi toparlamak adına boğazımı temizlerken kaldırdığım kaşlarımla sorgularcasına ona baktım. "Ne gibi bir sorunumuz var acaba?"
"Dün gece yarısı sularında, iskele taraflarında kıyıya vurmuş; biri kadın diğeri erkek olan iki ceset bulundu, iskelede de cesetlere ait olduğu tespit edilen iki sırt çantası..."
Zihnim zorlanmadan parçaları birleştirdi.
Ali ve Yeşim'i tanıyıp tanımadığımı sormuştu daha ilk geldiğinde ve şimdi iskeleye vurmuş biri kadın diğeri erkek iki cesetten bahsediyordu.
İkinci bir şok dalgası bu kez daha sert çarptı. Kalbimin sol tarafımda sıkıştığını hissettim, göğüs kafesim dar geldi ve patlayıp tüm bedenime dağıldı sanki parçaları. Her zerremde farklı bir notada çınlıyordu o atışlar. Korku, endişe, telaş, ürperti... Hepsi bir aradaydı.
Itır Atahan, ne düşündüğümü ne hissettiğimi anlamış gibi "Evet Aymar..." diye mırıldandı. "O cesetler Ali Rıza Harman ve Yeşim Ünal'a ait. Kollarından birbirlerine kelepçelenmiş bir halde bulundular ve sırt çantalarında da birer intihar mektubu bulundu."
İntihar...
İntihar mı etmişlerdi yani?
Yoksa bu da Niks'in bir oyunu muydu?
Ne demişti Çetin?
Ölen kadınların ölümlerini birbirine bağlayacak hiçbir bulgu yoktu. Bazıları trafik kazası, bazıları zehirlenme, bazıları intihar vesaire, vesaire...
Ensemden aşağı bir ürpertinin indiğini hissettim. Tüm omurgamı dolaşıp karnımda birikti o ürperti. Gerginliğin getirisiydi. Hava birden elli derece soğumuştu sanki...
Her şeyden haberdarlardı. Ömer her neyi anlatacaksa onu biliyorlardı. Biliyor olmalıydılar. O gün o asansör önünde Ömer'i susturan Ali'ydi. Bilmese neden araya girsindi ki?
Çetin, Ali ya da Yeşim'i aratıyordu Ömer'e olanların ayrıntılarını öğrenmek için. Artık her ne biliyorlarsa... Onun haberi var mıydı bundan?
"Ne zaman olmuş bu olay..." diye sorabildim yalnızca. Kendileri, Ömer'in ölümü ile birlikte olan her şeyi kaldıramadıkları için mi intihar etmişlerdi yoksa bu da bir cinayetti ve cinayetin üzeri bu şekilde mi kapatılıyordu?
"İlk bulgular, iki gündür suyun içinde oldukları yönünde. Ama asıl sonuç, yapılacak olan otopsinin ardından belli olacak. Uyuşturucu izlerine de rastlandı çünkü."
Boğazıma arka arkaya dizilen yumrulardan sertçe yutkunarak kurtulmaya çalıştım. Çetin, her şeyin kontrolü altında olduğunu söylüyordu ama iş çoktan çığrından çıkmıştı, korkunç bir yere doğru son sürat gidiyorduk. Kahretsin. Ömer de Yeşim de Ali de henüz çok gençlerdi. Toprağın onları hiçliğine karıştırması için çok gençlerdi...
Savcının dikkatli bakışlarını yüzümde hissediyordum ama benim bakışlarım belli bir noktaya odaklanamıyordu. Öyle bir noktadaydım ki kafamın içindeki susmak bilmeyen sesler başımı döndürüyordu.
Niks...
Hayatımızın merkezine gelip birden oturan ve parmaklarını üzerimize yerleştirip, bir piyanonun siyah ve beyaz tuşları misali bizimle kendi resitalini yazan isim... Ortaya çıkan notalar buram buram kan ve ölüm kokuyordu.
Kendimi toparlamalıydım belki, karşımdaki kadına hiçbir şey belli etmemeliydim ama yapamıyordum. İfadelerim beni baştan sona ele verirken ben onları kontrol edemiyordum. Nasıl edebilirdim ki zaten? Öğrendiklerimi sindirebilmek bir yana algılamakta bile zorlanırken...
"Neden buradasınız Itır Hanım..." diye sorabildim en sonunda boğazımı temizleyip biraz da olsa kendimi toparladıktan sonra. Bunun benim sanrım olduğunu biliyordum ama umursamadım. O an kendimi kandırsam yeterdi, karşımdaki kadın ne düşünmek istiyorsa düşünebilirdi. Ben sadece kendimi kandırayım kâfiydi.
"Buradayım çünkü..." diye mırıldandı ve bir adım daha yaklaştı bana. Gözlerimin içine bir gerçeği biliyormuş gibi bakarken "Bildiğin ama anlatmadığın bir şeyler olduğunu düşünüyorum." dedi yumuşatmaya özen gösterdiği sesiyle.
Dudaklarımı itiraz etmek istercesine araladığım sırada elini kaldırıp "Hayır..." diyerek araya girdi. "Şimdi bir şey duymak istemiyorum Aymar. Sadece düşünmeni istediğim için kapına kadar geldim." Kaldırdığı elini indirip üzerindeki takımın ceketine iliklenmiş minik rozetini düzeltti. Küçük bir ay yıldız rozetiydi. "Bu olayın intihar olduğuna inanmıyorum, tüm bunların basit birer tesadüf olduğuna... Ömer sana ne söylemek istiyordu, Yeşim ve Ali, o sırrı bildiği için mi öldü? Tüm bunların birbirleri ile bağlantıları var ve sen bir şeyler biliyorsun. Bildiğin şey her neyse; iki olayın ortak tek bir noktasında dahi, dosyaları birleştirip Ömer'in dosyasını da yeniden açabilirim."
Söyleyecek her sözümü çekip aldı benden, bana hiçbir şey bırakmadı. Olayları birleştirecek bir ip ucu vardı. Hayır birden fazlası vardı... Ölen o kadınların fotoğrafları vardı, siyah gül vardı, kurşun vardı, o kurşunla birlikte gelen notlar vardı... Takma da olsa ona verebileceğim bir isim vardı.
Niks...
Ama ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Hangisi doğru olandı? Doğru olan gerekli sonucu verir miydi, yoksa benim almayı istediğim o sonuç yanlış yolda mı saklıydı?
"Niyetim seni korkutmak değil Aymar..." diye devam etti Savcı Itır Atahan. "Aksine korkmaman için bizzat kendim geldim. Yoksa kapına bir ekip gönderip seni o şekilde de aldırabilirdim. Buna yetkim var... Sandığın gibi adaletim ya da vicdanım satılık değil. Gerçeği ortaya çıkarmaya ve bu işin içinde olan herkesin gerekli cezaları almasını sağlamaya çalışıyorum. Peki ya seninki Aymar Doğan? Senin vicdanın ve adalet duygun ne durumda?"
Eli ceketinin iç cebine gitti ve oradan bir kartvizit çıkarıp bana uzattı. Kartvizitin üzerinde Cumhuriyet Savcısı Itır Atahan yazıyordu ve altında da iletişim bilgileri vardı.
Gücü çekilen parmaklarım uyuşuk hareketlerle havalanıp kartviziti aldığı sırada "Bana bu numaradan ulaşabilirsin." diye devam etti o konuşmaya. "Sadece düşün Aymar. İşe yarar tek bir ipucu istiyorum senden..."
Ve başka bir şey söylemeden ya da söylememe izin vermeden arkasını dönüp geldiği gibi gitti. Aklımda binlerce soru, kafamın içinde dönen nedenler ve sonuçlar sarmalı ile öylece arkasından bakakaldım.
Şimdi ne yapmam gerekiyordu benim? Avucumda koca bir düğümü çözebilecek bulgular vardı, koca bir sırrın ortasındaki bilinmezlik havuzunun içindeydim ama tüm bunlarla ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Doğru neydi, yanlış neydi bilmiyordum...
Çalan telefonumun sesi düşüncelerimin arasına sızdığında başımı hafifçe iki yana sallayıp elimde sabahtan beri süs gibi duran telefona döndüm.
Çetin arıyordu...
Dudaklarımın arasından rahat bir nefes döküldü, adını görmek bile içime çöreklenen sıkıntıları bir bir götürüyordu benden.
Aramayı yanıtlayıp telefonu kulağıma yasladığımda ve o tok sesinden "Işığım..." sıfatını duyduğumda kalbim bir tüy kadar hafifledi. Gözlerimi kapatıp bu hafifliğin tadını çıkarırken "Günaydın..." diye karşılık verdim.
Arka taraftan tanıdık bir erkek sesi "Abi şurayı imzalaman lazım..." dediğinde Çetin ona "Sonra Ersin..." diye karşılık vermiş ve bir kapının açılıp kapanma sesini duymuştum. Hemen ardından "İyi misin?" diye soran sesi doldu kulaklarıma, efsunlu bir melodi gibi sızdı her hücreme ve ruhumu sarıp sarmaladı adeta.
Sabahın yedi buçuğuydu ve o çalışıyordu. Gece hiç uyumuş muydu acaba?
"İyiyim..." diyebildim dilimin ucuna kadar gelen o kadar şeyi kulak ardı ederek. Sırası değildi, telefonda konuşulacak şeyler değildi bunlar. Önce kollarında olmalıydım; gölgesine değil, bizzat kendisine sığınmalıydım.
"İbrahim aradı az önce..." Kalın sesinden dökülen isimle kaşlarım çatıldı. İbrahim kimdi be? "Savcı niye gelmiş kapına?"
"İbrahim kim Çetin?" Sivri tırnağımın ucuyla rüzgâr yüzünden dudağımdaki lip glossa yapışıp duran saçımı kenarı çektim. "Hem böyle her an sana, attığım her adımın haberi mi geliyor?"
"İbrahim, geceleri kapında olan ekibin şefi. Tıpkı Mülayim gibi..."
Ah... Geceleri kapımda bekleyen ekip farklıydı değil mi? Onlarla henüz karşılaşmamış ya da tanışmamıştım. Gerçi gündüz bekleyenlerden de bir tek Mülayim'i tanıyordum, diğerleri sanki benimle konuşmaları yasakmış gibi yüzüme bile bakmıyorlardı.
"Ayrıca..." diye devam etti sözlerine. Nedense şu an kaşlarının çatılı olduğundan emindim. "Evet her adımından haberim var, olmaya da devam edecek. Böylesi ikimiz için de daha sağlıklı güzelim. Aksi takdirde aklım sürekli sendeyken, ben hiçbir şeye odaklanamam."
Sözleri yüzümde bir gülümseme açtırdı istemsizce. Dış kapıdaki hareketlilik dikkatimi çekerken "Zaten sürekli aklında değil miyim Çetin Aral Bakırcı?" diye sordum kapıdan içeri giren taksiye kısa bir bakış atıp.
"Sürekli aklımda olmanla bir sorunum yok." diye cevap verdi. Sanki sesinden tenime akan sahiplenici dokunuşlar vardı. "Seni düşünmek günümü güzelleştiren tek şey ama güvende olduğunu bilmeliyim Aymar, emin olmalıyım. Diğer türlüsü ile baş edemem çünkü."
Alt dudağım dişlerimin arasına yuvarlanırken ne söyleyeceğimi bilemedim. O benim için endişelenirken bende onun güvenliği için endişeleniyordum, ipin ucunda bir tek ben yoktum. Hatta kurşunda yazan notu dikkate alırsak o benden daha çok tehlikedeydi...
Ve Niks durmak nedir bilmiyordu.
Ali ve Yeşim ölmüştü...
"Konuşmamız gerek Çetin..." diyebildim en sonunda. "Konuşalım güzelim." diye karşılık verdi anında. "Ne istersen, ne zaman istersen... Gelip seni almamı ister misin?"
Parmaklarımla saçlarımı geriye doğru tarayıp sanki görecekmiş gibi başımı iki yana salladım. "Gerek yok, taksi geldi bile. Ben okula geçiyorum şimdi, sen de oraya gel."
Ardından telefonu kapatıp taksiye doğru ilerledim.
🎲🃏
Zihnimin sürüklendiği karmaşanın boyutu artık benim kapasitemi bile aşıyordu. Ne yapacağımı bilmediğim korkunç ikilemlerin ortasında sürünüp duruyordum.
Yol boyunca düşündüm. Yapmam gereken neydi? Çetin'e anlatmalıydım evet ama...
İşte o amadan sonrasında kendimi duraksarken buluyordum. Savcının verdiği kartviziti atamamıştım mesela, çantamın içine sıkıştırmıştım. Çetin'e bir zarar gelmeden bu işi gerekli mercilerin eline bırakmanın bir yolu yok muydu?
O yolu bulduğumda rahat bir nefes alacağımı, yüklendiğim tüm yüklerden kurtulacağımı biliyordum. Sadece bir yol bulmam, bulamıyorsam bile kendim inşa etmem gerekiyordu.
Niks'in asıl amacının ne olduğunu bilmek işimi kolaylaştırırdı elbette ama onu da tam olarak kestiremiyordum.
Yol, bu düşüncelerin pençesinde geçti. Bir ara Doğu'dan gelen bir mesajı gördüm. Ayda'nın yüzünün görünmediği bir fotoğrafını atmış altına da Mesaim başladı Sinsirella'm yazmıştı. 'Aferin! Adam ol böyle...' yazıp gönderdikten sonra yeniden kendi içime döndüm ve aklıma gelen her ihtimali toplayıp, çıkarıp, böldüm. Çıkan sonuç her ne kadar koca bir sıfır olsa da bu beni düşürmedi. Sıfır yutardı... İşin içine çarpma dahil olduğu taktirde sıfır hep yutardı...
Benim tutunduğum daldı bu...
Taksi okulun önünde durduğunda daha ben elimi uzatamadan kapım biri tarafından açıldı. Beklemediğim bu hareket hafifçe irkilmeme neden olsa da düşüncelerimden tamamen sıyrılmıştım. Çetin'di kapıyı açan, daha bakmadan biliyordum o olduğunu ama gözlerime çarpan kehribarlarını gördüğümde midemde uçuşan kelebekler boğazıma kadar tırmandı. Hayır, aradan geçen üç yıla rağmen onu her gördüğümde hâlâ ilk zamanlardaki kadar heyecanlanıyor olmam normal olmamalıydı... Hâlâ nefesimi kesiyor olması...
Ben gözlerimi ondan çekip ücreti ödemek için çantama uzandığım sırada, Çetin yolcu koltuğuna bir tomar para bırakıp "Üstü kalsın." demişti bile şoföre. Sonra kehribar rengi gözlerini yeniden bana çevirip tatlı tatlı yüzüme bakarken kapıyı benim için açık bırakarak dışarı çıkmamı beklemişti. Bakışlarım bir yolcu koltuğuna koyduğu paralara bir ona kaydı, kaşlarım çatılsa da sesimi çıkarmadan çıktım arabadan. Taksi usulca yanımızdan uzaklaşırken "Kendi yol ücretimi ödeyebilirdim Çetin." diye homurdandım hoşnutsuz bir sesle, ters ters yüzüne bakıp. Bunu yapmasından nefret ediyordum. Ve o bunu bile bile, hep böyle yapıyordu.
"Biliyorum..." diye mırıldandı umursamaz bir sesle. Sonra bir kolunu belime sarıp beni kendi bedenine yapıştırdı, ardından da başını da boynuma gömüp derin nefeslerle kokumu içine çekti birkaç saniye. Nefesinden akan sıcak hava dalgaları, üşüdüğünü bile fark etmediğim tenimi ısıtmaya başladığında kollarında neredeyse mayışma derecesine geldim.
Mentol kokusu etrafımı kuşatırken sarılışına karşılık verip kollarımı boynuna doladım ve bende onun konusunda soluklandım. Endişelerin açtığı çatlaklar bir bir kaynayıp eski haline döndü, izlerini kaplayan sarmaşık çiçekler, içimi adeta bahara çevirdi. O bambaşka bir histi; ona sarılmak, ona dokunmak, onu öpmek, onu kokusu ile kutsanmak...
"Zaten..." diye mırıldanarak başını boynumdan çekip yüzüme baktı delici kehribar gözleriyle. Sert yüz hatlarının bana bakarken yumuşaması bir yana, kehribarlarında parlayan güneşimin varlığı, içimin huzurla dolmasını sağlıyordu. Bulutların ardına saklanan güneşin açığını kapatan gözleri, beni sıcacık kollarıyla sarmalıyordu.
Çok seviyordum bu adamı... Belki de uğruna kendimi feda edecek kadar çok... Ağır bir yüktü bu sevgi kalbime ama her bir hücrem bu ağırlığa minnettardı. "Artık taksilerde sürünmene gerek kalmadı." diye mırıldandı ve uzanıp burnumun ucuna minik bir öpücük kondurdu.
Boynundan omuzlarına doğru düşen ellerim omuzlarında asılı kalırken, sözleri yüzünden öpücüğünün üzerimdeki etkisine odaklanamadım, soru işaretleri ile bakakaldım yüzüne. Bahçedeki pek çok gözün üzerimizde olduğunun farkındaydık ikimizde ama onları ne zaman umursamıştık ki şimdi umrumuzda olsunlar.
"Araban bugün geliyor Güzelim," diye açıkladı durumu gözlerimdeki soru işaretlerine istinaden.
Kirpiklerim arka arkaya kırpışırken "Ne?" diye sormaktan başka bir şey yapamadım.
Ne demek araban bugün geliyor?
Bir eliyle yüzüme uzanıp saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdı usulca. Parmakları, kulaklarımın altından ilerleyip çenemi okşarken, gözlerinde gezinen eğlenceli parıltılara dudağındaki çarpık gülüş eşlik ediyordu. "Ne, ne Işığım?" diye sordu şaşkınlığıma karşın. Belirginleşen gamzesi, avucumun karıncalanmasına neden olmuştu. Avucum ona ait olanı istiyordu, tam merkezinde o gamzenin varlığını hissetmek istiyordu delicesine bir arzuyla. "Geç bile kaldı. Arabayı tamamen yasal yollardan ülkeye soktuğumuz için bir sürü zımbırtı ile uğraştırdılar ama sonunda hallettik. Akşama kapında olacak."
Sözleriyle ilgim gamzesinden konuştuğumuz konuya kaymayı başardı en sonunda. O kadar rahat konuşuyordu ki...
"Çetin..." diye mırıldandım onun rahatlığına zıt bir gerginlikle. "Ben daha babamla konuşmadım bu meseleyi."
Ah nasıl tepki vereceğini Allah bilirdi.
Yüzündeki gülüşün sekteye uğrayışını izledim saniye saniye. Gamzesi, solan gülüşü ile birlikte usulca kaybolurken kaşları kalktı ve "Bu bir sorun teşkil eder mi?" diye sordu. Şimdi onun da sesi gergin geliyordu. Kenan Doğan söz konusu olduğunda Çetin ne zaman gerilmemişti ki?
Ben daha cevap veremeden başını iki yana sallayıp "Etmesin bir zahmet." diyerek kendi sorusunu kendi yanıtladı. Zihninde bir mahkeme kurmuştu besbelli ve olasılıkları o mahkemede muhakeme ediyordu. "Sevgilime alacağım hediyeye de karışacak değil ya."
Hissettiğim gerginliğe rağmen onun bu halleri beni güldürmüştü. Başımı iki yana sallarken "Bahsettiğin hediye bir araba Çetin!" diye homurdandım. Bundan basit bir çiçek buketiymiş gibi bahsedemezdi.
"Evet..." diye bir karşı atak yaptı Çetin de üzerine basa basa. "Alt tarafı bir araba. İstesem bir ev de alabilirdim, ya da bir otel... Ya da ne bileyim daha büyük bir şey... Ama ben babanın da tepkisini hesaba katıp sadece bir arabayla yetindim. Bence hiçbir şey söylemeye hakkı yok."
Şaşkınlıkla irileşen gözlerimle öylece yüzüne bakarken ona ciddi olamazsın bakışı atıyordum ama kime diyordum ki...
Ona onun anlayacağı dilden konuşmak gerekiyordu.
Omzunda tozlar varmış gibi bir elimin tersiyle o hayali tozları silkelerken "Bir kızımız olduğunu düşün Çetin Aral Bakırcı..." diye mırıldandım. Gözleri anında bu düşüncenin heyecanı ile titreşmeye başlamış, belime dolanan kolu daha da sıkılaşmıştı.
"Hep düşünüyorum..." diye fısıldadı dudaklarıma doğru ama beni öpmek için herhangi bir hamlede bulunmadı.
İnan bana sevgilim, hep düşündüğünün farkındayım...
Bu konunun etkisine girmeden eşikten dönüp anda kaldım. Dudağımın bir köşesi sinsi bir kıvrımla kıvrılırken, "Büyüdüğünü hayal et..." diyerek onu daha da yükselttim. Bu konuda babamla o kadar benziyorlardı ki...
Dudakları memnun bir gülümsemeyle kıvrıldığında gamzesi yeniden ortaya çıktı. Bu kez kendime engel olmadan elimi yanağına yerleştirip o gamzeyi avucumun içinde hissettim. Kalbimin ritmi parmak uçlarımdan onun tenine aktı sanki.
"Sonra..." diye devam ettim sözlerime. "Hayatına bir erkek girsin ve kızına bir araba hediye etsin..."
Bir saniyeden daha kısa sürdü sözlerimi algılayıp huysuz bir tavırla kaşlarını çatması. İkinci bir saniye düşünmeden "Hangi orospu çocuğuymuş o benim kızıma araba alacak?" diye homurdandı tüm ketumluğuyla. Düşünmediği o ikinci saniyede düşünmesi gerekenlerin zihnine akın ettiği anı sessizlik içinde gözlerinde izledim.
Dudakları açıldı önce, ardından geri kapandı. Bakışları hissettiği yıkım ile kararırken "Buradaki orospu çocuğu, baban için ben oluyorum değil mi?" diye sordu.
Gülüşümü bastırıp alt dudağımı hafifçe sarkıtırken tek omzumu silkmiştim. "Babam senin için o ifadeyi kullanmazdı ama maalesef, senin deyiminle öyle oluyorsun."
Başını yan tarafa doğru çevirip birkaç saniye öylece kaldı. Niyeyse içinden bir küfür matinesi düzenlediğine emindim. Niye veya neden bilinmezdi ama zaten Çetin'in de bu konuda nedenlere ihtiyacı yoktu. Küfür benim için vizyonsuzluk, onun için bir kültürdü.
"Pekâlâ..." diye mırıldandı en sonunda yeniden bakışlarını bana çevirip. "Arabayı benim otoparka çektireceğim sen babanla konuşana kadar..." Kıstığı bakışlarındaki kararlılık sesine de yansırken, "Ama Aymar..." diye devam etti. "Bunu geri çevirmek gibi bir lüksü yok bunu bil. Ben kız arkadaşıma istediğim doğum günü hediyesini alır, hatta istersem tüm servetimi üzerine yaparım. Kimse de ağzını açıp tek bir laf edemez."
Başımı iki yana sallayarak gülerken ellerimi ondan çekip bir adım uzaklaştım ve sen iflah olmazsın bakışları eşliğinde "Lütfen bunları bir de Kenan Doğan'ın yüzüne söyle olur mu?" diye mırıldandım keyifli bir sesle. "Duymaktan çok hoşlanacağından eminim."
Ah... Çetin'i sağlam bir baba dayağı bile bekliyor olabilirdi. İhtiyaçlarım konusunda katıydı babam, kendime bile fırsat vermiyordu karşılamam için kaldı ki Çetin karışsın işin içine... Bir baba olarak her şeyime yetişmeyi istiyordu. Bazen büyüdüğümü kabullenemediğini bile düşünüyordum ama hiç şikayetçi değildim. Aksine ilgisine, sevgisine ve şefkatine minnettardım ve bunu hiçbir şey değiştiremezdi. Kenan Doğan her kızın hak ettiği bir babaydı... Keşke her kız öyle bir babaya sahip olsaydı... O zaman dünya çok daha güzel bir yer olurdu.
Çetin yeniden bir şey söylemek için ağzını açtı ama söyleyemeden geri kapattı. O da ben de biliyorduk, bunları asla söyleyemezdi babamın yüzüne. Ama söyleyebilseydi izlemekten keyif alırdım şahsen.
"Her neyse..." diyerek konuyu tamamen kapatıp, odaklanmamız gereken asıl konuya döndüm hiç istemediğim hâlde. Günümü öğrendiğim bilgilerin yükü altında ezilerek geçirmek istemiyordum.
Kollarından tamamen çıkıp bir elini tutarken gözlerim kısa bir an bizi izleyen öğrencilerin yüzünde gezindi. Sanki film oynatıyorduk... "Okula yeterince malzeme verdiysek artık içeri geçip konuşabilir miyiz? Söylemem gereken önemli şeyler var savcının gelişi ile ilgili."
"Kesinlikle..." diye yanıtladı beni. Bana karşı olan o yumuşacık bakışları, sesi ve tavırlarının yerinde yeller esiyordu şimdi. Klasik Çetin Aral Bakırcı moduna bürünmüştü birkaç saniye içinde. "Sabahın köründe, daha kargalar bokunu yemeden savcı niye sana gelmiş gerçekten merak ediyorum doğrusu. Karın ağrısı neymiş?"
Adımları adımlarıma ayak uydururken birlikte okulun içine girip merdivenlere yöneldik. Etrafta dolanıp duran öğrenciler, dilimin ucuna kadar gelen harfleri bir bir çekip alıyordu. Daha sessiz ve sakin bir yer bulana kadar sabretmeliydim.
Sınıfımızın olduğu kata geldiğimizde açık olan kapıdan Doğu'nun siması çarptı yüzüme. Ayda test kitabına gömülmüşken o telefonuna odaklanmıştı, bizi fark ettiğinde telefonunu kapatıp soru işaretleri ile dolu olan bakışlarını bize dikti ve oturduğu sıradan kalkıp bize doğru yürümeye başladı. Çetin'i burada görmeyi beklemiyor olacak ki soru işaretlerinin arasına şaşkınlık da yerleşmişti.
Sınıfın içine doluşan diğer öğrenciler, adımlarımın yönünü saptırdığında gözlerimi Doğu'dan çektim ve Çetin'i koridorun sonundaki pencerenin önüne doğru çekiştirdim. Şikâyetsiz, sessiz sedasız nereye çeksem geliyordu peşimden.
Doğu da onun peşinden tabii...
En sonunda durup kalçamı duvara yaslayarak ona döndüğümde dikkatle yüzümü izlerken buldum onu. İkimiz de anın ciddiyetini üzerimize hırka niyetine geçirmiştik.
"Sorun ne Işığım?" diye sordu usulca, elini kaldırıp yanağımı okşamaya başladığında gözlerimi kapatıp zihnimdeki seslerin sesini kıstım. "Fark etmediğimi sanma..." diye mırıldanmaya devam etti. Yavaşladım, duruldum ve en sonunda da dindim ilgisi karşısında. "Gördüğüm ilk andan beri farkındayım. Canını sıkan ne oldu bu kadar?"
Sesi, sanki isim ver de gidip çökeyim gırtlağına der gibi çıkıyordu.
Yanımıza gelen Doğu'nun "Senin ne işin var burada?" diye sorduğunu duydum Çetin'e hitaben. "Bir şey mi oldu?"
İçimde başlayan koca bir yangın, ruhumu esareti altına aldı. Binlerce soru işareti, o alevleri harlayan odundu sanki. Sıkıştım da sıkıştım alevler içinde. Yolunu kaybetmiş bahtsız bir bedevi gibiydim; zayıf, çaresiz, ne yapacağını bilemeyen, tamamen kaybolmuş...
Çetin vardı bir tek tutunabildiğim... Dalım, şah damarım, beni canlı tutan nabzım...
"Ali ve Yeşim'den bir haber var mı?" diye sordum gözlerimi yeniden açarken. Doğu'nun meraklı bakışları ikimizin üzerinde gezinip duruyordu ama elleri cebinde sessizce beklemeyi tercih ediyordu. Bir elimi kaldırıp Çetin'in yanağımdaki elinin bileğine sardım parmaklarımı ve elini indirdim yavaşça. Öğrenip öğrenmediklerini merak ederek ikisinin yüzüne de sırayla bakıyordum şimdi.
Çetin çatılan kaşlarının altından dikkatle baktı yüzüme. Sessizliği sırtladığı o birkaç saniyede düşündüğünü anladım. Tıpkı benim gibi, elindeki parçaları birleştirdiğini alev alev yana kehribarlarından izledim. En sonunda dudaklarından "Ölmüşler mi?" diye bir soru döküldüğünde sertçe yutkunmaktan alamamıştım kendimi.
Yan taraftan Doğu "Anasını sikeyim..." diye bir küfür savururken benim gözlerim doğrudan Çetin'deydi.
Yeni bir şokla sarsılan bedenimi sakinleştirmek istercesine kollarımı kendi bedenime sarıp, "Biliyor muydun?" diye sordum ayarlayamadığım tonu yüzünden yüksek çıkan sesimle.
Çetin metanetli bir tavırla başını iki yana sallayarak beni yeni bir hayal kırıklığına itilmekten son anda kurtardı. İstemiyordum. Bu konuda benden hiçbir şey saklasın istemiyordum... "Hayır... Sadece aradığımız ilk gün onlardan herhangi bir iz bulamayınca, aklıma ilk gelen bu olmuştu."
Tahmin...
Sadece bir tahmindi ama öylesine bir tahmin değildi. Ucunda gerçeği sallandıran ağır bir yüktü bu, iki gencin ruhunu da kamburuna oturtan ağır bir yük...
Hiçbir şey söyleyemedim. Bugün ne çok şey söyleyememiştim öyle. Ne çok kelimem çalınmıştı dilimin ucundan da ben harfsiz, kelimesiz kalakalmıştım.
Gözlerimi gözlerinden kaçırdığımda çenemi nazik bir hareketle tutup başımı kendine doğru kaldırdı. Gözlerim refleksle gözlerine dönmüştü yeniden. Başını da yüzüme doğru eğdiğinde artık yüzlerimizin arasındaki mesafe çok azdı.
Doğu yine yandan "Öpüşürseniz kusarım." diye bir tepki koymuştu ortaya ama sanki etkisiz elemanmış gibi ikimiz de onu duymazdan, görmezden gelmeye devam ettik.
Çetin "Aymar..." diye fısıldadığında "Toplam kaç ceset oldu Çetin?" diyerek sözünü kestim. Sustu. Aklında bile tutamayacağı kadar çoktu. Hepsi bir sayıdan ibaret gibiydi ama onların her biri bir insandı; her birinin bir hayatı, ailesi, annesi, çocuğu vardı. Ve ne uğruna öldüklerini bile bilmeden yok olup gidiyorlardı öylece.
Başımı iki yana salladım. "İskele taraflarından kıyıya vurmuş cesetleri." diye başladım anlatmaya. Tek başıma yüklenemeyeceğimi bildiğim bu sırları onunla paylaştım. "Ellerinden birbirlerine kelepçelenmişler. İki gündür suda olduğunu düşünüyorlarmış polisler. Uyuşturucu izine de rastlamışlar..."
Çenemi parmaklarının nazik baskısından kurtarırken bakışlarımı da çektim ondan ve dikkatle bizi dinleyen Doğu'ya döndüm bu kez. "İskelede çantaları bulunmuş..." Her kelimede aldığım nefesler daha da sertleşiyor, içimdeki yangını onlara püskürtüyordum sanki. "İçinde intihar mektupları varmış. İntihar mektubu yazılmış..."
Başımı iki yana sallarken Çetin ile duvar arasından çıkıp onlara arkamı döndüm birkaç saniye. Titremeye başlayan ellerimle saçlarımı geriye iterken sakinleşmek adına içime çektiğim nefeslerin gerçekten işe yaramasını umdum. Ne Çetin, ne de Doğu bana dokunmadı o an, sakince bitirmemi beklediler.
Seri hareketlerim yüzünden omuzumdan kayan çantam, yere düşmeden önce Çetin tarafindan havada yakalandı ama bunu da umursamadım. Umarım ben düşmeden önce de beni bu kadar kolay bir şekilde yakalar ve paramparça olmama engel olurdu. Zira kendimi her an yere çakılacak gibi hissediyordum. Tamam gülüp eğleniyorduk ama bu konu hala tepemizde sorgu lambası gibi dönüp durmaya devam ediyordu.
Aklıma gelen bir diğer ayrıntı ile hızla yeniden onlara döndüm. İkisi de ne yapacaklarını bilemez bir halde bana bakmaya devam ediyordu. "Ömer'in dosyasının kapanmasının altında da o var biliyor musunuz?" Sesim bana bile yabancı geldi o an. Sert desem değil, acı içinde desem değil... O an bana hükmeden duygunun adını ben bile bilmiyordum. "Ceset daha morga bile ulaşamadan davanın savcısı değişmiş." Sarf ettiğim sözlerin onlardaki etkilerini görmeyi istedim ama tek bir duyguyu bile seçemedim yüzlerindeki. "Ortaya da saçma sapan bir kamera kaydı çıkmış kanıt diye. Güya o kayıtta görünüyormuş düğün konvoyu. Hayır..." Başım şiddetle iki yana sallandı yeniden. "Hayır oradan geçen bir düğün konvoyu yoktu. Arka arkaya patlayan silahlar da yoktu. Sadece bir el ateş edildi o da doğrudan Ömer'in alnına isabet etti Çetin... Doğr-"
Aldığım sert soluklar kelimelerimin yolunu tıkarken Çetin tarafından tutuldum ve bir kez daha kollarıyla sarmalandım. Yüzüm göğsüne gömülürken kokusunda huzur bulmayı istedim ama o an içime çektiğim şey oksijen değil de bir avuç dolusu ziftti sanki.
Elleri beni yatıştırmak ister gibi saçlarımı okşamaya başladı usul usul. "Tamam..." diye fısıldadı başımın üstüne kondurduğu yumuşak öpücüklerin arasında. Kollarında tir tir titriyordum. Burun kemerim sızlıyor, göz yaşlarım göz pınarlarımı yoklayıp duruyordu ama onları akıtmamak için direniyordum. "Geçecek güzelim, geçecek. Hepsi geçecek..." diye fısıldadı benim derin nefeslerimin arasında. Aldığım her solukta ruhumda zelzeleler meydana geliyor, baştan aşağı sarsıyordu beni. Yaşadığım ani duygu değişimlerinin hızı yüzünden başım dönüyordu.
Çetin geçecek diyordu ama her şey o kadar üst üste geliyordu ki geçeceğine olan inancım yavaş yavaş kayıp gidiyordu ellerimden. Olanların hızına Çetin bile yetişemiyordu ki geçirmek için bir şeylet yapsın. Her gün katlanarak büyüyen bu sorun bidi giderek köşeye sıkıştırıyor, çıkmazlardan daha büyük çıkmazlara itiyordu.
Bir nebze sakinleştiğimde başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. Aklına takılan pek çok şey olsa bile önceliği benmişim gibi sabırla beni bekliyordu.
"O kadar da kötü bir noktada değiliz..." diyerek Doğu yeniden araya girip ilgimizi bu kez üzerine çekmeyi başardı. Çetin'den tamamen ayrılırken bu kez ilgimi elinde duran zarf çekmişti.
Zarfı açtı yavaşça ve parmaklarını zarfın içine daldırıp birkaç tane fotoğraf çıkardı.
Fotoğrafları bize uzatırken açıklamaya da başlamıştı. "Aymar'ın arabasının gittiği servisin kamera kayıtlarını izlerken depoya çektirdiğimiz adamların yanı sıra bir kişi daha odağıma takılmıştı ama kamera kayıtlarında yüzü net değildi. O yüzden onu aldıramamıştım."
Çetin fotoğrafları alıp benim de görebileceğim bir açıda, aşağıda, tutarken fotoğraflardaki adama baktım. "Bundan bahsettiğini hatırlıyorum." diye mırıldandı Çetin.
"Ve sende bana ne olursa olsun o herifi bul demiştin."
Bir yandan onları dinlerken bir yandan da siması bana tanıdık gelen adamın fotoğraflarına bakıyordum. Bu adamı gözüm bir yerden ısırıyordu ama nereden olduğunu bir türlü çıkaramıyordum. Ta ki Doğu tekrar konuşana kadar.
"Bu adamın dikkatimi bu kadar çekmesinin nedeni Aymar'ın stüdyosundaki kayıtları izlerken de aynı simayı görmemdi. Ve yüzü orada da net değildi. Sanki bilerek kameraların olduğu noktada yüzü netlenmesin diye ekstra bir çaba sarf ediyordu. Bende Aymar'ın eski fotoğrafçısı olan İdil'i aradım ve kayıtları ona attım." Dudaklarını büzüp omuz silkti. "Harika bir iş çıkardığını inkâr edemem, adamın yüzü artık çok net."
Fotoğraflardan birini elime alırken şaşkınlıkla aralanan dudaklarımı kapattım. İdil'in bu işin içine dahil olmasına mı şaşırmalıydım yoksa... "Ona dövme yapmıştım..." diye mırıldandım hatırladığım ayrıntıyla. Buna mı şaşırmalıydım kestiremiyordum.
Sözlerimle iki yüz de bana döndü. Doğu bunu zaten biliyormuş gibi bakarken Çetin'in gözleri şaşkınlığa boyanmıştı. Sonra o boya küflendi, paslandı ve kapkara bir hâle geldi. "Devam et..." dedi karanlık bir sesle.
Bu tavrı karşısında hafifçe ürksemde tepkisinin bana olmadığını bilmenin rahatlığıyla konuştum. "Aylar önce kendi tasarımı ile gelmişti. Randevularım dolu olduğu halde ısrarla benden randevu almak isteyince Yonca onu araya sıkıştırmıştı sanırım." Yaptığım dövmeyi aklıma getirmeye çalışırken alnım kırıştı. Gerçekten aylar öncesiydi ve tasarım bana ait olmadığı için ayrıntılarını hatırlamakta zorlanıyordum. "Yanlış hatırlamıyorsam; sırtını kaplayan, hangisi olduğunu hatırlamadığım büyük bir mitolojik tanrıça dövmesi yaptırmıştı. Yurtdışına gideceğini söyleyerek bütün dövmeyi bir gecede bitirttiğini hatırlıyorum. İnanılmaz pahalıya patlamıştı adama."
Simanın aklımda kalma nedeni de buydu.
Yanımda duran ve kolu koluma temas eden Çetin'in vücudundaki gerilimi anbean hissettim. Burnundan dökülen sert bir soluğa "Sikeyim..." diyen hırıltılı sesi eşlik etti. Elimdeki resmi yırtarcasına çekip aldı ve diğer fotoğraflarla birlikte Doğu'nun göğsüne bastırdı sertçe.
"Akşama kadar vaktiniz var." derken sesine en karanlık gecenin tonu akmıştı sanki. Öylesine ürkütücü, öylesine ıssız, öylesine hırçın... "Akşam bu cibiliyetini siktiğimin cibiliyetsizi elimin altında olmazsa acısını sizden çıkarırım Doğu."
Sözleri, bu ses tonuyla vücut bulunca beni bile ürkütebilecek bir etkiyle dökülüyordu ortaya. Doğu başını sallayarak onayladı onu ve resimleri toparlamaya başlarken kahvelerini bana çevirip "Randevu aldığına göre adı falan kayıtlıdır değil mi bu itin?" diye sordu.
Hatırladığım bir diğer ayrıntı ile başımı sallayıp telefonumu çıkardım çantamın içinden ve hızla sosyal medya hesabıma girdim. "Dövmenin fotoğrafını çekip sosyal medya hesabında paylaşmıştım..."
Ekranı hızla aşağı kaydırırken parmaklarım fazlasıyla seriydi.
Yeterince aşağılara indiğimden emin olduktan sonra yavaşladım. Kalbimin atışlarını duyuyordum neredeyse. Çetin de dikkatle telefonun ekranına bakıyordu. Yanımda dikilen bedeninden yayılan buram buram gerginliğini bana bulaştırıyordu ama ağzımı açıp tek bir kelime bile etmedim bu konuyla ilgili. Dövme yapma meselesini kafasına fazlası ile taktığını biliyordum, sesli dile getirmesine gerek yoktu. Hayır, mesela kıskançlık da değildi, ilk defa bir erkeğe dövme yapmıyordum. Kıskanıyordu evet ama işime saygısı olduğundan tüm kıskançlıklarını yutuyordu. Şu an aklına takılan şeyin, tüm gece aynı odanın içinde kaldığım o adamın bana zarar verme ihtimaliydi.
Tehlike, bundan aylar önce bile ensemdeydi ve ben her şeyden habersizdim. Aylardır soluğunu ensemden hiç çekmemişti ve ben hiçbir şey fark etmemiştim.
Aradığım resim gözlerime çarptığında o kadar heyecanlandım ki telefon neredeyse elimden fırlıyordu, son anda tutmayı başarmıştım.
"İşte..." dedim resmi onlara gösterirken. Adamın üzerinde kapüşonlusu vardı, başı başlığını kafasına geçirdiği kapüşonlu yüzünden görünmüyordu. Kapüşonlunun yukarı doğru sıyrılmış sırtından dövmenin tamamı net bir şekilde görünüyordu.
"Siktiğimin piçi o gün bile kendini saklamış." diye homurdandı Çetin sinirle. Telefonuma uzanırken gömleğinin manşetleri katlanmış kollarından gördüğüm tenindeki damarları dikkatimi çekti. Gerginlik o damarların içinde birikmiş gibi şişkindi damarları ve bir nabız gibi atıyorlardı. Kollarını süsleyen dövmeleri bile gizleyemiyordu bunu.
Bakışlarım kollarından yüzüne kaydığında aynı damarların boynu ile alnında da belirginleştiğini gördüm. Düşündüğümden çok daha fazla öfkelenmişti.
"18 Şubat'ta atılmış bu post..." diye homurdandı. Bir yandan da postu kendine mesaj olarak gönderiyordu.
Her ne kadar onu rahatlatmak adına bir şeyler yapmak istesem de yeri ve zamanı olmadığını bildiğimden boğazımı temizleyip "Yonca'yı arayayım..." diye mırıldandım. "Arşivlerden 17 Şubat randevularına baksın. İsimler listelenmiştir orada."
Başını sallayarak onayladı beni Çetin ve ateş saçan gözlerini güç bela resimden çekip telefonumu bana geri uzattı.
Bekletmeden alıp hızla Yonca'yı aradım. İkinci çalıştı yanıtlanan telefon, "Buyrun Aymar Hanım..." diyerek her zamanki sevecen tonuyla Yonca tarafından açılmıştı.
Gerginlikten neredeyse tırnaklarımı dişleyecek bir noktadaydım ama güzelim tırnaklarımı mahvedemeyeceğimi bildiğimden bunu yapmadım.
"Selam Yonca..." diye karşılık verdim ona. "Stüdyoda mısın şu an?"
"Evet Aymar Hanım, önümüzdeki haftanın randevularını düzenliyorum. Bir sorun mu var?"
"Rica etsem arşivlere bakabilir misin? 17 Şubat'taki bütün müşterilerimin isimlerini bana göndermen gerek."
Kısa bir duraksamanın ardından ahizeden adım sesleri geldi ve "Elbette..." diye cevap verdi. "Birkaç dakika hatta kalırsanız hemen ileteyim."
Başımı aşağı yukarı sallayıp "Bekliyorum..." diye mırıldandıktan sonra telefonu hoparlöre alıp üçümüzün ortasında tuttum.
Birkaç tuş sesi geldi önce ardından Yonca'nın "Ovv..." diyen şaşkınlık dolu sesi duyuldu.
Alnım kırışırken duruşumu dikleştirip "Ne oldu?" diye sordum gergin bir sesle. Arşiv ile ilgili bir sorunun çıkması mümkün değildi çünkü değiştirmek için önce şifreyi girmek gerekiyordu. Yalnızca benim bildiğim ve düzenli olarak değiştirdiğim bir şifre ile... Bilgilerin kolayca değişebiliyor olması pek çok soruna yol açtığından böyle bir önlem almıştım daha en başından.
"Eee..." diye mırıldandı Yonca gergin bir sesle ardından, "İsim listesi dediniz Aymar Hanım ama..." diyerek konuşmaya devam etti. Sözleri sadece beni değil, yanımda duran iki adamı da fazlası ile geriyordu. "O güne ait diğer sanatçıların herhangi bir randevusu görünmüyorken sizinse sadece bir randevunuz görünüyor, toplam on üç saat sürmüş."
Karışan kafamızla birlikte üçümüz de birbirimize bakakalırken "Kiminle?" diye sordu Çetin sert bir sesle. Yonca'nın, bu ses karşısında "Hiii..." diye bir nida ile irkildiğini duydum. Ardından yutkunuş sesi geldi bir isim söyledi.
Ortama bomba gibi düşen bir isim...
"Ekin Erdemit..."
🎲🃏
Bölümü nasıl buldunuz?"
Umarım hoşunuza giden bir bölüm olmuştur ve keyif alarak okumuşsunuzdur çiçeklerim.
Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler, seviliyorsunuzz❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.6k Okunma |
50 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |