İki evren bir araya gelse, yer ve gök birleşse, faniler ölse, ölüler dirilse bile kopmaz Ruh Bağı...
🫀
Kulakları sağır eden bir çınlama zihinin içine doldu önce. Boğazındaki kuruluk onu yutkunmaya itti, aldığı tek tat, kanla karışık bir toprak tadıydı.
Nefes almaya çalıştı ama ciğerlerine çekebildiği tek şey toz bulutuydu. Toz yüzünden sızlamaya başlayan ciğerleri onu öksürmeye ittiğinde bilanço ağırlaştı. Bedenindeki tüm kemikler kırılmış gibi bir ağrı sardı bedenini. Yüzünü buruşturdu Crystal. Dudaklarının arasından zayıf bir iniltinin sesi döküldü.
Hatırlamaya çalıştı. Neler olduğunu, nerede olduklarını... Her şey karanlıkta gibiydi. Bilincinin büyük bir kısmı hâlâ karanlığın içindeydi sanki.
Gözlerini açtı usulca, görebildiği tek şey karanlık olurken gözlerine dolan toz zerrecikleri yüzünden açtığı gibi geri kapatmak zorunda kaldı gözlerini.
Bir anı doldu zihnine... Ormanda koşuyordu. Bir ses yankılandı kafasının içinde. Senin kalbin seçildi diyordu o fısıltı...
Zihni yavaş yavaş karanlıktan sıyrılıp berraklaşırken hatıralar bir bir kendilerini göstermeye başladılar.
Evden çıkıp tapınağa gelişi, grupla oynadıkları oyun, aldığı ceza ve ormana girişi, Evan'ın ona gölü göstermesi...
Hepsi birer film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden.
Evan ile gölde geçirdikleri o büyülü anlardan sonrası adeta bir kâbustu. Neler olduğunu hâlâ kavramakta zorlanıyordu. Göl kenarında parmağına konan o kanadı yırtık mavi kelebek, aynı kelebeği yeniden görmesi ve ardından yüzlerce mavi kelebeğin ortaya çıkışı...
Onu çağıran o fısıltı da neyin nesiydi? Ya da o fısıltıya kapılıp benliğini kaybedercesine onu takip etmesi... Karşı koymayı çok denemişti ama bir şey ona engel olmuştu. İçinden bir ses durmadan o sese gitmesi gerektiğini söyleyip durmuştu.
Bileğine dolanan sarmaşığı hatırladı genç kız... Sanki ayak bileği bunu hatırlamasını bekliyormuş gibi acıyla sızladı.
Bir türlü kurtulamadıkları o sarmaşık, bir anda canlı bir yaratık gibi geri çekilip toprağın içinde gözden kaybolmuştu...
Dudaklarının arasından yeni bir inilti dökülürken ellerini zemine yaslayıp ellerinden destek alarak bedenini doğrultmaya çalıştı. Son hatırladığı şey, zeminin sarsılması ve toprağın içe doğru göçüp onları adeta bağrına gömmesiydi. Bir de kalbine oturan o korku...
Ellerinden aldığı o destekle sonunda güç bela da olsa doğrulup oturmayı başardığında gözlerini yeniden kırpıştırarak açıp derin bir nefesi içine çekti. Şimdi aldığı tek koku, yoğun bir toprak kokusuydu. Sarmaşığın dikenleri yüzünden kesilen avuç içleri zonkluyor, vücudunun her noktası o kadar çok ağrıyordu ki hangi birine odaklanması gerektiğini şaşırmıştı genç kız...
Ellerindeki yaralara yapışan toprağı yavaşça silkelemeye çalışırken ve bir yandan da yaraların sızısını geçirmek için avuç içlerine doğru usulca nefesini üflerken aklına bir ayrıntı geldi. Aklını hiç terk etmeyen bir ayrıntı...
Hareketleri anında kesilmiş, kalbi korkuyla teklemeye başlamıştı.
O korku kanına karışıp tüm bedenine usul usul yayılmaya başladığında kendi acısı silinip gitti sanki. Hissedemedi bir an hiçbir şey...
Aklının en ücra köşelerine kadar o korkunun esiri oldu.
O da yanındaydı, o da onunla birlikte gömülmüştü...
Karanlığa alışan gözleri hızla etrafını tararken "Evan..." diye seslendi boşluğa doğru. Nasıl bir yerde olduğunu da o an görebilmişti. Karanlık algılarını köreltse de mağara gibi bir yerde olduklarını anlayabiliyordu. Dar bir mağara...
İçe doğru göçüp buraya düşmelerine neden olan o toprağa rağmen üstleri nasıl kapalıydı aklı almıyordu genç kızın ama zaten o an bunu düşünecek durumda da değildi. Çok daha önemli bir konu vardı şu an zihnini meşgul eden...
Yan tarafından, toprağın içinden, yükselen bir ağaç köküne tutunup ayağa kalkmaya çalışırken "Evan..." diye seslendi bir kez daha. Bir cevap alamadığı her saniye biraz daha korkuya kapılıyordu.
Tutunduğu ağaç kökünden destek alırken ileri doğru bir adım atmaya çalıştı. Ayak bileğinden tüm bacağına yayılan korkunç bir acı, bir anda kaburgalarındaki acının bile önüne geçtiğinde dudağından bir inilti döküldü Crystal'in. Ciğerlerinden kopacak olan o çığlığın önüne dudaklarını sertçe birbirine bastırarak geçebilmişti. Sarmaşığın hasarı düşündüğünden daha büyük olmalıydı. Yine de pes etmedi genç kız. Mağaranın duvarından koluyla destek alırken aksayarak birkaç adım atmayı başarabildi. Tam yeniden sesleneceği sırada birkaç adım ilerisinde yerde sırt üstü yatan beden gözlerine çarptı.
Tüm bedenini dolaşıp yeniden kalbinde biriken o korku, göğsünün sol tarafını ağrıtırken dudaklarından kopan "Evan..." ismi bu kez bir sesleniş değil, kalbine çöreklenen korkunun dışa vurumuydu. Kesiklerle dolu ayak bileğinin yanı sıra taş ve toprak yığını da yürümesini zorlaştırıyordu ama umursamadı. O an tek düşünebildiği öylece yatan Evan'dı. Aksaya aksaya elinden gelen en hızlı şekilde ulaştı genç adamın yanına.
Genç adamın bedeninin yanına geldiğinde hızla dizlerinin üzerine çökmüştü. Üzerinden yükü alınan ayağı rahatlarken dudaklarının arasından sert bir nefes kaçtı. Uzanıp genç adamın omzuna koyduğu eliyle onu hafifçe sarsarken "Evan..." diye seslendi yeniden. "Evan uyan..."
Lütfen diye yalvarıyordu içten içe. Lütfen ona bir şey olmasın.
Gözleri yüzünde bir hareket, bir yaşam belirtisi ararken bir kez daha "Evan..." diye seslendi omzunu dürtüp... "Lütfen aç gözlerini."
Geçmişten bir anı kopup geldiğinde kalbindeki korku büyüdü, büyüdü, büyüdü...
Bunu bir kez daha yaşıyor olamazdı.
Hayatından çok değerli iki kişi sonsuza dek çıkıp gitmişti zaten... Onu da kaybetmiş olamazdı değil mi?
"Lütfen..." Fısıltısı yalvarırcasına çıkarken devam edemedi konuşmaya. Nefes alıp almadığını kontrol etmek için eğildi. Zayıf da olsa hissedemediği o hava akımıyla korkusu bir mayına dönüşüp tam kalbinde patladı, bir an kendi de nefes alamadı...
Göz yaşları anında gözlerine hücum ederken "Hayır..." diye bir isyan koptu dudaklarından. Boğuk sesinde ölümler vardı adeta... "Hayır, hayır, hayır..."
Göz yaşlarının etkisiyle titreyen çenesini kasıp kulağını genç adamın göğsüne yasladı bu defa. Soluğunu hissedememiş olabilirdi ama kalbini hissederdi değil mi?
Bir damla yaş yanağından kayıp giderken nefes bile almadan dilemeye çalıştı o kalbi.
Tam bir ritim duyduğu anda başının altındaki göğüs usulca titremeye başlamıştı. Hayır, girdiği bir septik şok ya da benzeri bir şeyden ötürü değil, genç adam güldüğü için...
Crystal'in dudaklarından derin bir nefes dökülürken gözlerinden akan yeni yaşları umursamadan başını kaldırıp şaşkınca genç adamın yüzüne baktığında, gözlerinin açık olduğunu ve sanki ortada çok komik bir durum varmış gibi güldüğünü görmek, o şaşkınlığı üzerinden çekip aldı. Kaşları çatılırken neler olduğunu ancak kavrayabildi. Evan onunla alay ediyordu...
"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye kızdı Crystal düşüncesizce hareket edip genç adamın omzuna bir tane vururken. Yalnızca kendi avucundaki yaraların daha fazla sızlamasına neden olmuştu bu hareket. Korkunun kaybettiği acılar geri gelmek için an kolluyordu ama bu kez yollarını kesen öfkeydi. "Komik mu bu yaptığın, dalga mı geçiyorsun benimle?"
"Çok mu korktun?" diye sordu genç adam keyifli bir sesle. Alnında bir yarası vardı, yaradan sızan kan yüzünde şeritler halinde iz bırakmış ve hatta kulağının altından devam eden izle birlikte yere damlamıştı... Düşmeden ötürü onun da bedeninde ağrılar olduğundan emindi Crystal ama o öylece gülüp üzerine genç kızla alay edebiliyordu yani?
Kalbi şiddetli atımlarla göğsünü döverken "Çok kötüsün..." diye soludu Crystal kalbindeki kırığa siniri karışıyordu. Gözlerinden akan yeni yaşlarını parmak uçları ile hırsla silip elini yere bastırarak ayağa kalktı.
Parmak uçlarından yere bulaşan bir damla gözyaşı yıkadı kutsal toprakları...
"Bir an öldün sandın seni aptal..." diye bağırdı kendini tutamayıp. Düşüncesi bile kanını dondurmaya yetiyordu. Fiziksel hiçbir acısını umursayamayacak kadar kalbindeki kırığa batmış durumdaydı. O anki korkusu, aklını dolduran her bir düşünce onu öyle gafil avlamıştı ki; daha önce böyle yoğun duyguların içine battığı bir an daha olmuş muydu bilmiyordu. Anne ve babasının cenazesinde yaşadığını söyleyebilirdi bunu bir tek. Ama o anın bile bu kadar yoğun olduğunu hatırlamıyordu. "Sende gittin sandım..."
Gözlerinden durmadan yaşlar akarken duyguların yoğunluğu her hücresini sarsıyordu. Bu yoğunluk her geçen saniye katlanarak büyüyor, altından kalkılamaz bir hale geliyordu sanki.
Hissettiği korku da hüzün de tam göğsünün ortasında toplanırken, o hislerin nasıl bu kadar yoğun olduğunu anlayamıyordu. Ağlamak istiyordu... Saatlerce belki de günlerce ağlamak... "Annemle babamdan sonra sen de beni bırakıp gittin sandım..."
"Crys?" Şaşkın sesinden dökülen bu isim eşliğinde ayağa kalktı Evan. Onun bedeni Crystal kadar hasar almamıştı, acısı onunki kadar yoğun değildi. Sadece sırtında keskin bir ağrı, bir de başının sol tarafında keskin bir acı vardı ama baş edemeyeceği bir şey değildi.
Aslında o da uyanalı çok olmamıştı. Crystal onu sarstığında gerçekliğe gözlerini açmıştı ve özellikle yaptığı bir şey de yoktu. Gözlerini tamamen açtığında, Crystal'i kulağını göğsüne yaslamış bir halde bulmuştu ve gözüne çok tatlı geldiği için kendini tutamayıp gülmüştü ama onun o an neler düşündüğünüden de onu bu kadar korkuttuğundan da tamamen habersizdi.
Bu hareketinin onun travmalarını tetikleyeceği aklının ucundan bile geçmemişti.
Bedenindeki ağrıları görmezden gelmek kolay oldu onun için. Crystal gerçekten sarsılmış görünüyorken o an istediği tek şey onu kollarının arasına sarmak ve sakinleştirmekti. Bir adım attı genç kıza doğru. Ama ikinci adımı atamadan başına saplanan ani, yabancı bir acıyla sert bir soluk döküldü dudaklarından ve öne doğru eğilirken buldu kendini.
Sanki beyninin içinde gezinen milyonlarca karınca varmış ve etini yiyorlarmış gibi hissediyordu.
Acı çoğaldı, çoğaldı, çoğaldı...
Katlanılamaz bir boyuta ulaştığında dudaklarından acı dolu bir inilti döküldü.
O karıncalar beynini kemire kemire alnının merkezine toplanmışlar gibi acı o noktada yoğunlaşmaya başladı. Öyle fazlaydı ki genç adamı dizlerinin üzerine çöktürdü. Elleri delirmiş gibi başının her noktasında geziniyor, acıyı dağıtmaya çalışıyordu ama nafile...
Onun sesini duyan Crystal dönüp bakmamak için üstün bir savaş veriyordu kendiyle. "Bir de hâlâ devam ediyorsun..." diye homurdandı boğuk sesiyle burnunu çekip. Ayakta durmak onun için işkenceden farksızdı, bileğinden yayılan acı bacağını baştan sona sarıp oradan tüm bedenine yayılarak diğer ağrılarına karışıyordu ama oturmak için bir hamle de yapmıyordu Crystal. Fiziksel acı baskın geldiğinde göğsüne çöreklenen o yoğun hislerin bir nebze de olsa azalmış olduğunu fark etti. "Bunu bir kez daha yemem Evan!"
Evan kendi acısıyla baş etmeye çalışırken Crystal'i duymuyordu bile. Beyni patlayacakmış gibi hissediyordu. Ellerinden biri başını tutarken diğerini yere yaslayıp destek almaya çalıştı ama nafile... Hayatı boyunca böyle bir acıyı ne görmüştü ne duymuştu... Beyni kafasının içinde alev alev yanıyordu sanki ama yanıp geçmiyordu... Durmadan ve durmadan yanmaya devam ediyor, yanarken de yakıyordu.
Derin bir nefesi içine çekti Crystal. Biraz olsun sakinleştiğini hissettiği sırada yeniden Evan'ın acı çeken sesini duydu. Dönüp bakmak istiyordu ama yine kandırıldığını bildiğinden gururu buna izin vermiyordu.
Derken Evan'ın çektiği acıyı her zerresiyle hissettiren sesinden Crystal'in adı döküldü zorlukla. Nefes alışlarının bile farklılaştığını fark eden genç kızın kaşları çatıldı. Evan bile bu kadar iyi rol yapamazdı.
Dudaklarının arasından sitemi kendine olan bir bıkkın bir nefes dökülürken, omzunun üzerinden gerisinde kalmış Evan'a bakmaktan alamadı kendini genç kız ve gördüğü manzara karşısında gözleri irileşti. Yine numara yaptığını sanıyordu ama yapmadığı gözlerinin önündeydi.
Gurur namına bir şey kalmadı o an aklında, görebildiği tek şey Evan'ın alnındaki bir noktanın şiştiği ve o şişkinliğin, içinde sanki bir şey hareket ediyormuş gibi dalgalandığıydı.
"Evan..." diye soludu dehşete düşmüş bir sesle. "Alnın..."
Tüm bedenini genç adama çevirip, aksayan aceleci adımlarıyla Evan'ın yanına ulaştı yeniden. Dejavu hissini yaşıyordu sanki ama bu kez gerçekten Evan'a bir şeyler oluyordu...
Biraz öncekinden daha büyük bir korku ona çarptığında hazırlıksızdı. Hazırlıksızdı çünkü içine dehşet de karışmıştı. Önünde durup dizlerinin üzerine çöktüğünde genç adamın yanaklarını avuçlarının arasına aldı.
Ne yapması gerektiği konusunda hiçbir fikri yoktu, eli ayağı kelimenin tam anlamıyla birbirine dolanmış durumdaydı.
Dehşetle irileşen gözleri alnındaki şişliğe dikildiğinde; o şişliğin, alt tarafında damara benzeyen iki kanal halinde dağılmaya başladığını görmek, daha fazla artamaz sandığı o dehşetin daha da artmasına neden oldu. İki kaşının ortasından burnunun kıyısına, oradan da göz pınarlarına doğru inen ve damara benzeyen iki kanal... Damardan tek farkı fazla şişmiş ve içinden solucan geçiyormuş gibi kıpırdıyor olmasıydı.
Her şey öyle hızlı oluyordu ve Crystal öyle çaresizdi ki, ne yapacağını hiç bilmiyordu. Hayatı boyunca böyle bir şeyi hiç görmemiş, okuduğu tıp kitaplarında böyle bir şeye hiç denk gelmemişti...
Sertçe yutkunurken titreyen elleriyle ve görüşünü bulandıran göz yaşları ile "Evan..." diye sayıklaya sayıklaya izlemekten başka bir şey yapamıyordu. Karşısındaki adamın canı o kadar çok yanıyordu ki beyaz teni kıpkırmızı olmuş, boynundaki gerçekten var olan damarları kabarmıştı.
Genç adamın göz pınarlarından birer damla kan, ardında belli bir iz bırakarak elmacık kemiklerinden yanaklarına doğru kaydığında Crystal artık korkudan kafayı sıyıracak raddeye gelmişti.
İlk damlaların arkasından onu takip eden damlaların yolu genç adamın çenesine doğru ulaşmış, oradan yere damlamıştı.
Toprak o kanın arasından ihtiyacı olan ikinci damla gözyaşını da aldı...
Göz pınarlarından damlayan kanlarla birlikte, alnındaki o şişlik usul usul kayboldu. Damarlar, sanki havası sönen balon gibi akan kanla birlikte yok olup gitti. Acı geldiğinin aksine çok yavaş bir şekilde dağıldı.
Evan öyle dermansız kalmıştı ki dik durmaya daha fazla dayanamadı ve bedeni devrilirken başı Crystal'in dizlerinin üzerine düştü. Kapanan gözleriyle Crystal'in kalbi yeniden korkuyla teklemişti ama bu bir saniye kadar sürdü. Çünkü Evan'ın göğsünün usulca inip kalktığını görmüştü.
Bir eli emin olmak ister gibi kalbinin olduğu noktayı bulurken bu kez bir gülüşün ona engel olmayacağını biliyordu.
O kalbin ritmini parmak uçlarında değil de tam kalbinde hissettiğinde garip bir his sardı bedenini. Adını koyamadığı çok yabancı olduğu bir histi bu. Şaşıramadı bile... Tek söyleyebileceği büyülü bir şey olduğuydu.
Göğsündeki korkuyu çekip alacak ve yerine huzuru bırakacak kadar büyülü...
O hissi kaybetmekten korktuğu için elini çekmedi göğsünden. Diğer eliyle Evan'ın gözlerinden çenesine doğru devam eden o kanlı izleri sildi usulca.
Yanaklarındaki kan izlerinin bir kısmını aldığında eli bir anlığına yanağından çekildi ve koluna gitti. Genç adamın kolunu kendine doğru çekip bileğini tuttuğunda başparmağı çoktan nabzın attığı noktayı bulmuştu. Aklından tutmaya çalıştığı bir dakikayla birlikte elinden geldi kadar nabzını saymaya çalıştı. Olması gerekenden biraz yavaş olsa da iyi olduğundan emin olduğunda sonunda rahat bir nefes verebilmişti.
Dolu dolu olan mavilerine rağmen dudakları bir tebessüm ile şekillendi.
Öyle güzel görünüyordu ki, güzelliği karşısında kalbi ağrıyordu genç kızın.
Kolunu eski pozisyonunda bırakıp parmak uçlarını yeniden yanağına yerleştirdi ve o izleri silmeye kaldığı yerden devam etti. İzlerin kaybolduktan sonra bile genç adamın yanağını okşamayı hiç bırakmadı genç kız. İzler onun bahanesiydi zaten. Parmaklarının uçlarında hissettiği o pürüzsüz teni hissetmek istiyordu Crystal.
Bir kâbusun içindeydiler, o kâbusu iliklerine kadar yaşıyorlardı. Belirsizlik çok netti, korku çok netti, acı her noktalarından taşıyordu adeta...
Ama o an kendini huzurlu hissediyordu Crystal. Göğsündeki o yoğun duygular tek tek dağılıyor, Evan'ın kalbinin ritmini kendi kalbinde hissettikçe vücudundaki ağrılar da diniyordu sanki.
Oturduğu pozisyon yüzünden sırtındaki kemikler çarpmanın da etkisiyle ağrımaya başladığında ancak çekti elini Evan'ın göğsünden. Kalbinde atan o ritmin kayboluşuna anbean şahitlik etti.
Küçük, yara bere içindeki elleriyle genç adamın başını tutup dikkatli bir şekilde kaldırdı ve bacaklarını uzatıp sırtını mağara gibi yerin duvarına yasladıktan sonra yeniden dizlerinin üzerine koydu avuçlarının arasında tuttuğu o başı.
Eli yeniden Evan'ın kalbini bulurken yorgunluk onun da üzerine çöktü. Bu kez ağırlaşan şeyler hisleri, korkusu değil göz kapaklarıydı. Direnmeye çalışsa da direnemedi.
Gözleri kapanıp zihni karanlığa kayarken duyduğu tek şey bir fısıltıydı. Zihnine daha önce düşüp hatıralarını bırakan efsunlu, yumuşak bir fısıltı...
İki evren bir araya gelse, yer ve gök birleşse, faniler ölse, ölüler dirilse bile kopmaz Ruh Bağı...
🫀
Göz kapakları birbirinden usulca ayrılmaya başladığında göz bebeklerine ilk çarpan şey loş kırmızı bir ışık oldu.
Neler olduğunu hatırlamasına gerek yoktu, huzursuz uykusu genç kıza neler olduğunu hiç unutturmamıştı. Bedenine sanki milyonlarca iğne batıyormuş gibi bir his üzerinden hiç kaybolmamıştı ama işin garip tarafı gözlerini de açamamıştı.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama uzun bir zaman geçmiş olacak ki o kırmızı ışık gözlerine birer çivi gibi batıyordu.
Dudaklarından rahatsızlığını belli eden bir inilti döküldüğünde gözlerini yumup elinin tersiyle gözlerini ovuşturdu.
Bir şeyler ilk o an dank etti kafasına Crystal'in...
Neler olduğunu hatırlamasına ihtiyacı yoktu belki ama o an ne durumda olduğunu anlaması için biraz zamana ihtiyacı vardı.
Ayak bileğinde acı hissi yoktu.
Bedeninin hiçbir noktasında acı hissi yoktu.
Hatta kendini hiç olmadığı kadar dinlenmiş hissediyordu.
Gözleri şaşkınlıkla açılırken algılamaya çalıştı.
Ama tam olarak hangisinden başlaması gerektiğini de bilmiyordu.
Gözleri kapanırken burada kırmızı bir ışık olmadığından emindi.
Gözleri kapanırken bedenini baştan sona acı içinde olduğundan emindi.
Kalbini dinlendiren o huzur bir kez daha korkuya yenildi, korku bir kez daha duygularının tahtına oturdu. Bakışları kırmızı ışığın nereden geldiğini çözmeye çalışırken hâlâ dizlerinde yatmaya devam eden Evan'ın omzunu dürttü. Ama bu kez seslenmeye de korkmuştu.
O an fark etti, dar bir mağarada değillerdi aslında. Mağara ovaldi ama yüzeyden inen bir ağacın kökleri tam ortada, büyük bir alanı kaplayarak kümelenmiş ve mağaranın içini doldurmuştu. Kırmızı ışığın hafifçe o ağacın köklerinin arasından sızdığını fark etti ama karşısındaki duvara yansıyıp o duvardan kendilerine dönüşü çok daha netti. Yani bu ışığın kaynağı her neyse, köklerin diğer tarafında kalıyordu.
Evan'ın uyanmadığını fark ettiğinde bir kez daha dürtüp "Evan..." diye fısıldadı. Bu sırada avuçlarındaki kesiklerin kaybolduğunu görmek ise onu yeni bir şoka sokmuştu ama bu gece o kadar çok şey yaşamışlardı ki artık o şoka esir düşmediğini fark etti Crystal. Artık hiçbir şeye şaşıramayacak bir noktaya gelmişti. Ya da en azından şaşırmayı sonraya erteleyebilecek bağışıklığı kazanmıştı.
Genç adamın dudaklarından uyanışını müjdeleyen mırıltılar dökülürken yüzü hafifçe buruştu önce. Crystal'ın gözleri, kırmızı ışığın yoğunlaştığı o duvarla Evan'ın yüzü arasında mekik dokuyordu.
"Ne oldu?" diye sordu Evan gözlerini açmadan hemen önce. Genç kızın cevap vermesine gerek kalmadan gözleri hızla açılırken ellerinden biri alnını bulmuştu. "Kahretsin!" diye homurdandı kendi kendine ve yattığı yerden doğruldu hızla.
Genç kız şimdi gözlerini bile kırpmadan Evan'ı izliyordu. Alnından sonra ellerini kontrol etmeye başladığını gördü, yaraları iyileşen eller sırtına uzanıp o noktayı da kontrol etti.
Giden sadece acıları değildi, acılarla birlikte açık yaraları da sanki hiç var olmamışlar gibi kapanmıştı. Crystal bakışlarını Evan'dan ayak bileğine çevirdi bu kez. Yaraları ya da acıyı hissetmek için bileğini oynattı sağa sola ama hiçbir şey yoktu. Sanki o sarmaşık hiç dolanmamış, dikenleri ile tenini paramparça etmemiş gibi...
O acıyı yeniden hissetmek isteyeceğini söyleseler gülerdi Crystal ama şu an tam olarak bunu yapmak istiyordu. İçine düştüğü bu belirsiz dehşettense o yaraları göğüslemeye hazırdı.
Evan'ın elini ayak bileğinde hissettiğinde dalmak üzere olduğu düşüncelerinden sıyrıldı ve bakışları Evan'ın yüzüne kaydı. Büyük bir dikkatle inceliyordu genç kızın ayak bileğini.
"Bu nasıl oldu?" diye sordu şaşkınca. "Bütün o yaralar, düşmenin sebep olduğu acılar nereye gitti?"
"Bilmiyorum..." diye cevap verdi Crystal. "Ama artık sorgulamıyorum da... Tek istediğim eve dönmek ve Mia'ya sarılmak..." Sanki üşümüş gibi kollarını bedenine sararken devam etti konuşmaya. "Ne kadar zamandır buradayız bilmiyoruz, sabah oldu mu bilmiyoruz. Mia beni göremeyince çok korkmuştur."
Evan sıkıntıyla burnununun kemerini sıkarken belki de ilk dikkatini çekmesi gereken ayrıntı en sonunda ilgi alanına girmişti.
"Bu kırmızı ışık biraz önce yoktu öyle değil mi?"
Başını sallayarak onayladı onu Crystal. Ardından oval mağaranın karşısında kalan duvarı işaret etti. Arada devasa bir ağaç kökü olduğu için karşı duvarın sadece bir kısmı görülebiliyordu.
"O taraftan geliyor ama gidip bakmaya korkuyorum..." Sertçe yutkunup tekrar Genç adamın kahvelerine çevirdi mavilerini. "Artık başka bir şeyle daha yüzleşmeye cesaretim yok..."
Evan çaresizliğin içinde genç kıza doğru uzanıp onu kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. Crystal bu teklifi geri çevirmemiş ve o da zayıf kollarını genç adamın beline sarmıştı.
"Tüm bunların..." diye fısıldadı genç kızın kulağına. Bir yandan da saçlarını okşayarak onu rahatlatmaya çalışıyordu. "Ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey varsa o da sana bir şey olmasına izin vermeyeceğim..."
Geri çekilip Crystal'in yüzünü avuçlarının arasına aldığında onun korkusunu gözlerinde görmüştü. "Sana korkma diyemem..." Başını iki yana sallarken yüzünü buruşturdu. "İtiraf etmek sinir bozucu olsa da ben de korkuyorum çünkü. Ama korkarak burada oturmaya da devam edemeyiz Crys... Belki çıkış o kırmızı ışığın geldiği tarafta? Gidip bakmalıyız."
Crystal cesaretini toplamaya çalışır gibi bir nefes çekti içine ve başını sallayarak onayladı Evan'ı. "Tamam..."
Önce Evan kalktı ayağa, ardından elini uzatıp Crystal'in de kalkmasına yardım etti. Elleri ayrılmadı birbirlerinden, temkinli adımlarla ışığın geldiği o noktaya doğru yürüdüler usulca. Attıkları her adımda birbirlerine dolanmış bir hâlde olan ağaç köklerinin etrafında dolanıyorlardı ve karşılarındaki duvar daha da görüş açılarına giriyordu. Bir mağarada oldukları kesindi ama bu mağaranın bir çıkışı yok gibi görünüyordu.
Katettikleri her santimde karşılaştıkları şey tamamen duvardan ibaret olunca ikilinin umudu her adımda biraz daha tükeniyordu. Artık bir mağara değil de dört bir yanı kapalı bir çukurun içine düşmüş gibi hissediyorlardı kendilerini ama buraya düşerken açılmış olması gereken o deliğin nerede olduğunu da anlayamıyorlardı.
Kırmızı ışığın kaynağına yaklaştıkça daha da yoğunlaşması ise onların gerilimini daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Genç kız son adımı atmadan önce yutkunup terleyen eline rağmen Evan'ın elini daha sıkı tuttu. Evan da aynı şekilde karşılık vermişti. Birbirlerinden güç alırlarken kalan o tek adımı birlikte atıp o kırmızı ışığın merkezine ulaştılar.
Her şeyi görmeyi bekleyebilirlerdi; akıllarına gelebilecek, hayallerine sığabilecek her şeyi...
Ama orada olan şey akıllarının çok ötesindeydi, hayallerinden çok daha uçtaydı.
O ağaç köklerinin ortasında, bir küp şeklinde camdan bir fanus duruyordu. Fanus, yukarıdan aşağı dökülen bir ay ışığı ile aydınlanırken fanusun içindeki kalpten yayılan kırmızı ışık, ay ışığı ile oynaşıyordu adeta.
Fanusun içinde bir kalp vardı...
Loş kırmızı bir ışıkla parlayan, sanki bir bedenin içindeymiş gibi atmaya devam eden gerçek bir kalp...
"Bu da ne böyle?" diye soludu Evan geriye doğru bir adım atarken.
Ama Crystal onun gibi geriye çekilememişti. Aksine, fark ettiği küçük bir ayrıntı ile kaşları çatılırken fanusa doğru bir adım yaklaşmaktan kendini alamamıştı.
Fanusun üstünde duran dikenli bir sarmaşık vardı, tıpkı ayak bileğine dolanan sarmaşığa benzeyen...
Ouroboros yani kendi kuyruğunu yiyen yılan gibi kıvrılmıştı fanusun üstünde. Tek farkı, o kendini yemiyor, ucunu gövdesine atmış öylece uyuyordu sanki. Onun geri çekilirkenki hareketini gördükten sonra ona sıradan bir bitki gibi bakamıyordu. Sert kahverengi kabuklu gövdesinden çıkan altın rengi dikenleri, tehlikeli bir silah gibi parlıyordu adeta.
Sarmaşığın oluşturduğu o dairenin ortasındaysa bir kelebek vardı. Ölmüş bir kelebek... Hayır, sıradan bir kelebek değildi o... Kanatları ardına kadar açık bir haldeyken ters bir şekilde fanusun üstünde duran o kelebek; gölün kenarında parmağına konan, daha sonra da gördüğü ve tüm bu şeylerin başlangıcı olan kanadı yırtık mavi kelebekti.
Karışan kafasıyla beraber bakışları kalbe indi bu kez. Bir cam fanusun içinde sıkışıp kalmış gibi etrafa ışığını saçarken öylece atmaya devam ediyordu. Bu nasıl bir şeydi böyle? Nasıl bir büyüydü?
Tek dizinin üzerine çöküp dikkatle bakmaya başladı kalbe. Etrafa saçtığı o kızıl ışığın ay ışığı ile birleştiği nokta iki ufkun birleşmesi gibi eşsiz görünüyordu.
Crystal'in gözleri irileşirken başını hızla çevirip yukarı baktı ve görmeyi dilediği şey işte oradaydı. Kökleriyle bulundukları mağarada hâkimiyetini kurmuş kalın gövdeli ağacın, o kalın gövdesinde rahatça sığabilecekleri bir boşluk vardı ve yukarı doğru uzanıyor, gökyüzünü görebilmelerine olanak sağlıyordu.
İçinden bir ses, bu ağacın dibinde durduğu o kızıl meşe ağacı olduğunu söylüyordu. Yani buradan tırmanarak tepeye ulaştıklarında yere inmesi de onlar için zor olmayacaktı.
Başını uzattığı o boşluktan çekip heyecanla Evan'a döndü. Evan hâlâ garip bakışlarla kalbe bakmaya devam ediyordu.
Yitip giden umut, ruhunun çorak topraklarında yeniden yeşermeye başlarken "Çıkışı buldum..." dedi sevinçle. O an aklında ne kalp kalmıştı ne sarmaşık ne de o kanadı yırtık mavi kelebek. Artık bir ölüden ibaret olan kelebek... Sanki görevini yerine getirmiş ve son nefesini vermiş gibi...
Crystal bunların hepsini bir kenara itip sadece çıkış yoluna odaklandı ve bir kez daha "Evan, çıkışı buldum..." diyerek genç adamın dikkatini üzerine çekmeye çalıştı ve başardı da.
Evan'ın en sonunda gözlerini kalpten çekmesini sağlayabilmişti bu cümle.
"Çıkış mı?" diye sordu genç kızın söylediğini algıladığında. "Nerede?"
Bir elinin işaret parmağını uzatıp kalbi işaret etti genç kız. "Eğil ve yukarı bak..."
Evan çattığı kaşlarının altından ona şüpheyle baksa da dediğini yaptı, kalbe doğru birkaç adım yaklaşıp eğilerek yukarı baktı.
Gökyüzünü gördüğünde dudaklarından kopan bir gülüş eşliğinde geri çekildi.
"Çıkışı bulduk..." diye mırıldandı sevinçle. "Şimdi geriye tek bir şey kaldı..." diye de ekledi. Şimdi yüzündeki gülüş silinip gitmişti. "Biz orayı nasıl tırmanacağız?"
Bu soru Crystal'in yüzündeki gülüşü de çekip aldı.
Sanki baktığı noktadan, biraz önce keşfettikleri o çıkışı görebilirmiş gibi, ağacın köklerinin toprağa karıştığı yere bakarken alnının bir köşesini kaşıdı düşünceli bir hareketle.
"Bilmiyorum..." Mavileri sanki bir şeyler bulmak ister gibi zeminde gezinmeye başladı bu kez. "Bir yolunu illaki buluruz. Bulmak zorundayız."
Ellerini tozla kaplı pantolonuna silerken Evan'ın yanından ayrılmış ve zemini, duvarları, tavanı kontrol ede ede mağaranın içinde dolanıp yeniden aynı noktaya gelmişti. Hareket ederken hiçbir acının emaresine rastlamamak ise onu fazlasıyla rahatlatan bir etkendi. Her ne olduysa artık, iyi ki olmuş dediği noktadaydı Crystal. O acıları yeniden falan istemiyordu.
Eğer o deliği o kesikler eşliğinde bulsalardı buradan çıkmaları imkânsız bir hâle gelirdi çünkü.
Bu nasıl bir sihir ya da lanetti bilmiyordu genç kız ama iyi olan tek yanının o yaraların, ağrılarla birlikte yok olup gitmesi olduğunu biliyordu.
Yeniden Evan'ın yanına geldiğinde hâlâ bulabildiği bir fikir yoktu. Eğer orta yerde kümelenen, birbirine dolanmış haldeki köklerin birazı o kovuğun içinde olsaydı; köklere tutunarak tırmanabilirlerdi ama öyle değildi. Ay ışığının altında görebildiği kadarıyla zımparalanmış kadar düzdü o kovuğun içi...
Uzun süre düşündüler nasıl tırmanabileceklerini. Kökleri sökmeyi bile düşünmüştü Evan. Ya da o köklere tırmanıp ağacın hizasından toprağı kazmayı... Ama hiçbiri işe yaramazdı. Tek çıkışları o ağacın gövdesi gibi duruyordu, ona da tırmanamıyorlardı.
En sonunda ikisi de kalbin tam karşısına yan yana oturup sırtlarını duvara yaslamış bir halde buldular kendilerini.
"En azından..." diye mırıldandı Crystal. "Henüz sabah olmamış, Mia hâlâ uyuyordur. O korkmadan önce hâlâ biraz vaktim var sözümü tutabilmek için."
"Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem güzelim ama..." diye mırıldandı Evan gözünü bile kırpmadan kalbe bakarken. Kalbin sırrını çözmeye çalışıyordu, nasıl atmaya devam ettiğini, nasıl parladığını, kime ait olduğunu... Düşünceli bir halde konuşmaya devam etti. "Kaybımızın üzerinden yirmi dört saat de geçmiş olabilir..."
Bu kalbin burada ne işi vardı?
Gerçekten bir insana ait ve katili onu buraya gömmüş diyebilmeyi isteyeceği aklının ucundan bile geçmezdi ama istiyordu işte.
Belki de bir insana ait olmadığından emin olduğu için...
İnsana ait olsa ne atmaya devam ederdi, ne de parlayabilirdi. Uhrevi bir şeyin tam ortasındaydılar ama ne olduğunu konusunda tek bir fikirleri bile yoktu.
"Niye moralimi daha da bozuyorsun ki?" Bacaklarını göğsüne doğru çekip kollarını etrafına sardı ve çenesini dizlerine yasladı. Olduğu noktadan az da olsa görünen kelebekteydi onun da gözleri. Olayların mantığını oturtmaya çalışıyordu kendi kafasında.
Göl kenarında parmağına konmuştu o kelebek...
Sonra çığlık duyup çığlığı takip etmişlerdi. Çıktıkları o alanda ağaç gövdelerini süsleyen binlerce kelebeği hatırladı. Kanadı yırtık mavi kelebeği yeniden gördüğü o anı, içine birden dolan acıyı... Biraz önce Evan'a olan şeyin bir benzerini o alanda o da yaşamıştı...
Ardından fısıltıların geldiğini hatırladı.
Sonra düşündü. Düşüncelerinde daha derinlere inmeyi denedi Crystal. Uyku ile uyanıklık arasında kulaklarına çalınan bir dize söz zihninin duvarlarına yazıldı sanki...
İki evren bir araya gelse, yer ve gök birleşse, faniler ölse, ölüler dirilse bile kopmaz Ruh Bağı...
Senin aşkın seçildi diyordu. Bu gerçek bir aşk mı oluyordu yani?
Sarmaşıklar bileğini kestiğinde fazlasıyla kan akıtmıştı, o an mı olmuştu her şey? Ya da bu yere düştüklerinde zedelenen bedenlerinden döktükleri kanlar mı?
İki evren bir araya gelse, yer ve gök birleşse, faniler ölse, ölüler dirilse bile kopmaz Ruh Bağı...
Gözlerinin önünde sallanan parmaklarla irkilerek yan tarafına döndü genç kız. Evan garip bakışlarla ona bakıyordu.
"Nereye daldın yine?" Dudaklarından alaylı bir 'hıh' sesi döküldü. Başını arkasındaki duvara yaslarken "Bundan sonra sana dalıp gitmeler yasak..." diye homurdandı.
"Düşünüyordum..." diye cevap verdi Crystal da onun gibi başın yaslandıkları duvara yaslarken. "Tüm bu olanları, yaşadıklarımız... Olayların birbiri ile bağlantısını..." Mavilerini Evan'dan çekip önüne döndü. "Ormandayken beni etkileyen o fısıltı bana benim kalbimin seçildiğini söylüyordu. Onu bulursam acılarımı dindireceğini..."
Senin aşkın seçildi kısmını her nedense atlamıştı genç kız... Bunu itiraf etmenin düşüncesi bile kanın yanaklarına hücum etmesine neden olmuştu. Evet bunu hiçbir zaman itiraf edememişti ama Evan aptal biri değildi.
"Manidar..." diyerek yorumunu yaptı genç adam Crystal'in sözleri üzerine. "Sana acılarını dindireceğini söylüyor ve onu bulduğumuzda, ki kalpten ötürü onu bulduğumuzu varsayıyorum, sadece acıları dindirmekle kalmıyor; bedenimizdeki yaraları da sanki hiç olmamış gibi yok ediyor. Fazlasıyla manidar..."
"Hiçbir fikrim yok..." Sıkıntılı bir nefes eşliğinde başını sakin hareketlerle arkasındaki duvara küçük küçük vurmaya başladı.
"Peki..." diye mırıldandı Crystal emin olmak için. "Sen herhangi bir fısıltı hatırlıyor musun? Düşerken duyduğun bir şey, ya da burada bayılıp kalırken?" O fısıltıyı da yalnızca kendisi mi duydu merak ediyordu genç kız.
Önce derin bir nefes sesi geldi. Ardından "Sanki bir şeyler hatırlıyor gibiyim..." diye mırıldandı Evan. "Aşk, kan, ter, gözyaş... Saçma sapan bir şey... Gerçek mi ondan bile emin değilim."
"Gerçek!" deyiverdi Crystal heyecanla. Şimdi yaslandığı yerden doğrulmuş irileştirdiği gözleriyle Evan'a bakıyordu. O sesi yalnızca kendisinin duymadığını bilmek onu biraz daha rahatlatmıştı. "Aynısını ben de duydum.
Başını iki yana sallayıp içinden küfür savurmaktan başka hiçbir şey yapmadı Evan. Ardından oturduğu yerden kalkıp yeniden ağaç köküne doğru ilerledi.
"Tüm bunları sonra masaya yatırırız Crys. Şimdi buradan nasıl çıkacağımıza odaklanmalıyız."
Kalbin üzerine eğildi, başını yukarı çevirdi ve yukarı doğru uzanan kovuğa yeniden baktı. Özgürlük bir adım kadar uzak gibi görünüyordu, dokunsalar tutacaklar gibi ama tutamayacakları kadar uzaktı da aynı zamanda.
"Aslında..." Son heceyi uzatırken biraz daha uzanmaya çalıştı kovuğa doğru ve tam o an dizi, cam fanusa çarptı. Cam fanus yerinden fırlayıp tekerlenerek birkaç adım öteye düşmeden hemen önce, 'sırtımızdan ve bacaklarımızdan destek alarak çıkabiliriz' diyecekti. Onun düşüşü dikkatini dağıttığı için hiçbir şey söyleyemedi. Kovuktan uzaklaşıp fanusa baktığında, köklerin arasında nasılsa yerde de öyle parlamaya ve atmaya devam ettiğini gördü.
"Yerinden çıkmazmış gibi duruyordu."
Crystal eğilip onu almadan hemen önce kurmuştu bu cümleyi. Parmak uçları cama dokunduğunda hissettiği şeyle kaşları havalandı önce. Sonra diğer elini de yaslamaktan alıkoyamadı kendini.
Evan dizlerinde yatarken onun kalbine dokunduğunda nasıl hissediyorsa, şimdi de öyle hissedebiliyordu. Fanusun içindeki kalbin atışı kendi kalbinin tam ortasında hissediyordu. Sanki iki kalp birbirine görünmez bir bağla bağlanmış gibi... Üç kalp...
İki evren bir araya gelse, yer ve gök birleşse, faniler ölse, ölüler dirilse bile kopmaz Ruh Bağı...
Dudakları şaşkınlıkla aralanırken başını kaldırıp ona bakan Evan'a baktı kısaca. Bu yaşadığı eşsiz deneyimi ona da göstermesi gerekiyordu.
Kalbinin atışlarının hızlandığını hissetti. Fanusun içindeki kalbin atışları da gözle görülür bir şekilde hızlanmıştı.
"Şuna bir bak..." diye mırıldandı iki elinde tuttuğu fanusu Evan'a doğru uzatırken. "Elini üzerine koy."
Evan gönülsüz de olsa yaptı kızın dediğini ve elini kaldırıp fanusun üzerine koydu yavaşça.
Crystal hâlâ çok heyecanlıydı, kalbi hâlâ gümbür gümbür atıyordu ama Evan elini koyduğu anda bir şeyler değişti. Kalbinin ritmi yavaşlarken fanustaki kalbin de yavaşladığını fark etti iki gençte.
Şimdi üç kalp aynı melodinin aynı frekansında çalıyordu yaşam şarkılarını...
"Artık hiçbir şey beni şaşırtamaz diyorum..." diye mırıldandı Evan büyülenmiş bir sesle. Korkuyu hissetmesi gerekmez miydi? Eli fanusun üzerine dokunduğu an içine çöken bu dingin huzur da nereden çıkmıştı böyle? "Ama her seferinde daha çok şaşırıyorum..."
Kendine engel olamayan Crystal bu sözlere gülmeden edememişti.
En azından hâlâ gülüşlerini kaybetmemişti...
"Eşsiz bir deneyim mi yaşıyoruz, korkunç bir kâbus mu bu bilmiyorum ama hayatım boyunca asla unutmayacağımı biliyorum."
Evan elini çekerken başını sallayarak onaylamıştı genç kızı. Kim unutabilirdi ki böyle bir anı... Daha doğrusu böyle anların tamamını...
Evan'ın elini çekmesiyle Crystal fanusu yere bıraktı. Aynı yerine bırakmayı düşünse de çıkarken ayaklarının altında onlara zorluk çıkarabileceğinden bunu yapmamıştı.
Evan bir kez daha eğildi kovuğa doğru ve yukarı bakmadan hemen önce, "Yeterince dayanırsak, bacaklarımızla sırtımızı kullanarak çıkabiliriz buradan..." diye mırıldandı.
Başını çevirdiğinde gördüğü şeyle şaşıramadı bile. Artık gerçekten hiçbir şeyin onu etkilemeyeceği noktadaydı.
Geri çekilip "Ya da buna gerek kalmaz ve normal nir şekilde tırmanır gireriz." dedi. Bir yandan da el hareketi ile Crystal'e oraya bakması gerekir işaret ediyordu.
Bu sessiz söylemi anlayan kız Evan'ın yerini devralıp kovuğa doğru eğildi. Evan şaşırmamış olabilirdi ama Crystal kesinlikle şaşırmıştı. Çünkü biraz önce zımparalanmış gibi dümdüz olan ve tırmanmaya hiç olanak sağlamayan ağaç kovuğunun içinde, şimdi en tepeye kadar uzanan, sıra sıra dizilmiş, U şeklinde, demir halkalardan bir merdiven vardı.
"Hayır..." dedi Crystal başını iki yana sallayarak. "Sorgulamak yok. Düşünmek yok... O merdivenin bir saniye sonra kaybolmayacağının da garantisi yok. Hemen şimdi buradan çıkıp gidelim."
Tam olarak yapmaları gereken şeyi yaptılar. Evan fanustan kalan boşluğa ayağını basıp demir basamaklardan tutunarak bedenini yukarı çektikten sonra o basamakları tek tek tırmanmaya başladı. Crystal da hemen arkasındaydı.
Yerden bakıldığında o kadar uzun durmayan bu ağaca tırmanmak onlara yaklaşık beş dakikaya mâl oldu ama ikisinin de sorun ettiği bir şey değildi.
En tepeye ilk ulaşan Evan oldu.
İçini dolduran zafer hissiyle gülerken ağacın ucuna tutunmak için elini uzattı. Ama parmakları sert kabuğu kavramaya yaklaşamadı bile. Dudaklarını saran gülüş teklerken nir kez daha denedi; Yine olmadı. Bir kez daha ve bir kez daha...
Sanki ağacın hizasından öteye gitmesine izin vermeyen bir engel varmış gibiydi.
Kaşları çatılırken elini boşluğa doğru uzatıp neler olduğunu anlayamaya çalıştı. O el boşluğa doğru hiç uzanmadı.
Sanki görünmez bir duvar tarafından engelleniyormuş gibi...
"Evan orada neler oluyor?" diyen sesi geldi Crystal'in. Yalnızca birkaç basamak altındaydı.
Evan yumruk yaptığı elini geriye doğru çekip hırsla çıkışlarını engelleyen duvara geçirdi. Eklemleri kısacık bir an gerçekten bir duvara vurmuş gibi sızlamıştı. Ama önlerinde duvar falan yoktu...
"Sikeyim..." diye bağırdı hırsla. Arka arkaya indirmeye başladı yumruklarını ama nafile... Hiçbir şey elde edemedi.
Crystal aşağıdan ona sesleniyor ama o onu duymuyordu bile.
çıkış aslında bir çıkış değildi ve bu lânet yerden başka nasıl çıkabileceklerini ikisi de bilmiyordu...
🫀
Zaman ayırıp okuyan herkese sonsuz teşekkürler❤️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |