
Gözlerim yavaş yavaş aralanmaya başladı. Gözlerimi açar açmaz başımda keskin bir ağrı hissettim. Bulanık olan görüş alanım daha da netleşirken gözlerimi ovmak istedim ve elimi gözlerine götürecektim ki kollarımın bağlı olduğunu fark ettim. Kaşlarım çatıldı.
İç Ses: Hadi buyur cenaze namazına.
Ve biri de benimle bağlıydı! İkimizde sırt sırta bağlanmıştık. Kafam onun sırtına denk geliyordu. Kafamı zar zor döndürüp baktığımda benden daha iri ve uzun olan bir beden gördüm. O an içimden geçen tek şey korkuyla çığlık atmaktı ama kendimi tuttum.
"Kıpırdama," dedi soğuk sesiyle.
"Pardon?" Derin bir nefes verdi.
"Ya sabır... Türkçen yok mu? Kıpırdama dedim," diye tersledi. Bir an kendimi sorguladım. Kötü bir şey mi demiştim? Hayır. O zaman bu neden böyle davranmıştı?
"Onu duydum zaten..."
"Eee o zaman kıpırdama." Gözlerimi devirdim. Bağlanmak için harika bir kişi.
"Neredeyiz biz?"
"Dağlarda." Gözlerim irice açıldı. O an etrafıma hiç bakmadığım fark ettim. Etrafa göz gezdirdiğimde ise bir mağarada olduğumuzu anladım. Örümcek ağları ve sadece biz vardık. Sırt sırta bağlanmış bir vaziyette. Ayrıca çok olmasa da dar bir mağaraydı. Tabiri caizse bok gibi de kokuyordu.
"Ne yapıyoruz dağlarda?!" Sabrı tükeniyormuş gibiydi.
"Teröristlerle dağ keyfi!" Bir dakika... Ne?! Terörist mi demişti o?
"Ne alaka? Ne teröristi?!" Dedim sesimde ki bariz korkuyla. Kıkırdadı. Kıkırdaması bile soğuktu.
"Bildiğin. Dağlarda dolaşan teröristler işte." İçimi daha büyük bir korku kapladı.
"Ciddi misin şuan?" Omuzlarını silkti.
"Şaka yapacak konumda değilim." Korkuyla bağlı olan ellerim titremeye başladı. Sadece korku ve kaygı hissediyordum. Diğer tüm duygularıma felç inmişti sanki. Ne yapabileceğimi kavrayamıyordum.
"Kahretsin! Ölecek miyiz?" Diye sordum korkudan titreyen sesimle.
"Valla bana fark etmez. Ama sen korkuyorsan bilemem." Sinirle ve rahatsızlıkla kıpırdandım.
"Dağlara kaçırıldık! Teröristler tarafından olduğunu iddia ediyorsun ve benden korkmamamı mı bekliyorsun?!" Bu nasıl bir rahatlıktı?
"Kork o zaman." Delirmek üzereydim. Bu adam ciddi miydi?
"Gerçekten iki dakikada zeka seviyeni belli ettin! Ya öldürülürsek?"
"İnşallah." Sinirle dilimi ısırdım.
"Aptal!"
"Diyene bak. Silahla kafana çok sert vurdular herhalde? Zeki olsan burada olmazdın." Gözlerimi devirdim.
"Sen çok zeki olduğun için buradasın herhalde." Kısa bir sessizlik anı yaşandı. Sonra konuştu.
"Benim işim bu dağlarda durmak."
"Sende mi teröristsin yoksa?!" Omuzlarım gerginleşti korkuyla. Bıkkınlıkla bir nefes daha verdi.
"Terörist olsaydım beraber bağlı olmazdık!" Omuzlarım geri rahatlıkla çöktü ve derin bir nefes verdim.
"Haklısın. Peki nesin sen? Bekçi? Çoban?"
"Orası seni bağlamaz. Sadece sessiz kal." Dediğini yaptım. Korkuyla sessiz kaldım. Sadece duyduğum şey kalbimin hızla atan sesiydi. Etrafı incelemeye başladım. Duvarlarda büyük ihtimalle taşla çizilen anlayamadığım bir dilde sözler yazıyordu. Ve burası çok soğuktu. Burada bir kaç saat daha kalırsak nezle olmamız çok yüksek ihtimaldi.
"Kim kurtaracak bizi?" Diye sordum tekrar. En yüksek sessiz kalma sürem bu kadardı.
"Özel timler veya askeri personeller. Tabi izimizi bulabilirlerse. Bulamazlarsa ikimizde öldük." Çaresizce çırpındım oflarken.
"Ne demek öldük ya? Ben yaşamak istiyorum!" Sinirle konuşmaya başladı yine. Bu adamın zerre kadar kibarlığı yoktu.
"Çırpınma sudan çıkmış balık gibi! Ayrıca ben ne yapabilirim? Görmüyor musun, bende rehinim." Oflayarak yine sessiz kaldım.
Sessizlikten kafayı yemek üzereyken içeri çarşaflı bir adam girdi. Adam hafif uzun boylu, çelimsiz, orta yaşlarda, sakallı bir adamdı. Tipinde meymenet yoktu!
İç Ses: Ulan bizi cidden teröristler kaçırmış!
Şüphen mi vardı?
"Vay vay vay... Kimleri görüyoruz yav biz!" Kaşlarım çatıldı. Kimdi bu götten bacak? Kafamı çevirip o adamın yüz ifadesine bakmak istedim ama sırt sırta bağlı olduğumuz için göremiyordum. Bir anda bana döndü. Yemyeşil iki çift gözle karşılaştım.
İç Ses: Maşallah de.
Adam bana soğuk bir ifadeyle bakıyordu. Şuan benim stresimin aksine çok sakindi.
"Ne bilelim biz be adam? Kimleri görüyorsan görüyorsun işte," dedim gülmeye çalışarak. Kendimce ortamı yumuşatmaya ve ölmemeye çalışıyordum.
Adam bir anda gelip boyuma eğildi ve önüme gelen bir tutam saçı kulağımın arkasına sıkıştırdı. O an yeşil gözlü adam ilk kez omzunun üzerinden dönüp bize baktı.
"Senle bir yerden tanışıyor olabilir miyiz?"
(Flashback)
Annem ile beraber bir sokakta oturuyorduk. Sokak karanlıktı. Tek aydınlık sağlayan şey sokak lambasıydı. Çekirdek çiftleyerek ikimizde telefonla uğraşırken bir tane adam telefonla konuşuyordu.
"He valla! Üç saat bir de orada bekledim takas için!" Annem ve benim ters bakışlarım aynı anda adama döndü. İkimizde derin bir nefes verdik ve önümüze geri döndük. Ama içimde bir merak uyandı garip bir şekilde. Ne takasıydı?
"Asker kadın mı olur?" Annem boğazını temizledi rahatsız olduğunu belirtmek için. Konuyu bilmesek de rahatsız olmuştuk. Adam bize dönüp baktı ama sonra geri önüne döndü... Ya sabır!
"Kadının eline verirlerse işi böyle olur!" Annemle ikimizde birbirimize baktık. Kaşlarımız çatıktı. Ardından sakin kalmayı tercih ederek geri önümüze döndük.
"Bunların yaşamaya dahi hakkı yok." İşte bu bardağı taşıran son hamle oldu. Feministlikte level atlamış annem direk söze girdi.
"Beyefendi ne dediğinizi zannediyorsunuz siz? Biz de burada öğlenden beri bekliyoruz da gıkımız çıkmıyor. Lütfen susun ve bizi rahatsız etmeyin." Eyvah! Yine kavga çıkacaktı! Adam bize doğru döndü ve anneme ilerlemeye başladı. Annem sinirle ayağa kalkınca bende kalktım.
"Sana laf atan mı oldu bayan?" Araya girip alevlenecek olan kavgayı durdurmak istedim ama annem eliyle beni olduğum yerde tuttu.
"Hemcinsime ne hakla laf ediyorsunuz? Kadın hakları, insan hakları evreninde en temel ve vazgeçilmez haklardan biridir. Bu yaptığınız resmen ırkçılık!" Adam bu sefer daha sinirli bir şekilde konuşmaya başladı.
"Sizin gibilerin eline veriyorlar işi... Sonra ülke batıyor!" Annem sinirle yumruklarını açıp kapatmaya başladı.
"Beyefendi sabrımı zorlamayın! Kınadığınız kadın askerler ülkemizi koruyorlar. Neden yapıyorlar bunu? Aşağılanmak için mi? Hayır, alakası yok. İşlerinde başarılı olmak ve kadınlarında meslek hayatlarının olabildiğini kanıtlamak için. Eşit değerde saygı görmek için!" Adam bir anda bozuldu. Ama sonra konuşmaya devam etti. Eskisinden daha az güveniyordu kendine artık.
"Ülkeniz umurumda değil. Ayrıca sabrını zorlarsam ne olur?" Ben dayanamayıp söze girdim.
"Cımbızla bunu mu çektiniz aradan?" Adam bana baktı ve sonra annem tekrardan konuşmaya devam etti.
"Bakın ben yıllardır savcıyım. Çok sizin gibilerle karşılaştım ve buralarda nefes almaya dahi hakkınız yok." Adam bir anda annemin kolundan tuttu.
"Buna sen mi karar veriyor-"
"Ehhhh yeter be!" Adamın itip suratına sert bir tokat geçirdim. Annem engellemedi bile. Aksine benle gurur duyan bakışlarını yakaladım.
"Seni şerefsiz pislik! Çık git buradan defol! ÇIK!" Adamı sinirle itmeye başladım. Adam bir an neye uğradığını şaşırmıştı. Annem bir süre sonra yanımıza geldi ve beni geri çekti. Ona dokunulunca bir an kanım çekilmişti.
"Ferda, tamam yeter!" Dedi ve beni geri çekti kolumdan.
Adam geri geri gitmeye başladı hala şaşkınken. Gitmeden son kez bana parmağını salladı.
"Sen... Sen göreceksin!" Dedi ve uzaklaştı.
(Şimdi)
Boğazımı temizledim.
"Zaten sen girince bir cehalet kokmuştu," dedim gözlerimi devirerek. Adam güldü ve sertçe eliyle çenemi kavradı.
"Şimdi yaptıklarının bedelini misliyle ödeteceğim sana." Aklıma takılan bir soruyu sormadan duramadım.
"Senin şehir yerinde ne işin vardı?" Güldü ve çenemi daha sıkı kavradı.
"Bunu Üsteğmen Göktuğ Kara'ya sor," dedi ve gözleriyle birbirimize sırt sırta bağlı olduğumuz yeşil gözlü adamı gösterdi. Adı Göktuğ'du. Ve asker miydi? Sorunca neden cevaplamamıştı? Sonunda konuşmaya başladı.
"Sendin değil mi? O bombayı yerleştiren sendin!" Bir an bağırmasıyla korktum.
"Ne bombası?" Diye sordum korkuyla.
"AVM'ye yerleştirilen bomba." Adama öyle bir bakıyordu ki... Gözlerle cinayet işlenebilseydi adam çoktan gebermişti.
"Haberlere çıkan mı?" Kafasını olumlu anlamda salladı. Kıpırdanıyordu ve ellerini çözmeye çalışıyordu. Sanki yere göğe sığamıyormuş gibiydi şuanda. Bir anlık sinirlenmişti ve ellerini çözmeye çalışıyordu.
"SENİN O ELLERİNİ KIRACAĞIM ŞEREFSİZ!" O hareket ettikçe bende sarsılıyordum. Adam yine pis pis güldü.
"Yaşarsan bir ihtimal." Sinirle ona bakmaya başladım.
"Ya o bomba imha edilmesiydi? İnsanlar ölecekti! Bundan cidden zevk mi alıyorsunuz?" Göktuğ yine sinirle lafa daldı.
"Bu itlerin de istedikleri bu zaten! Sözde intikam almaya, göz dağı vermeye çalışıyorlar. Şu sokuk iplerden kurtulayım intikamı göstereceğim ben! Şerefsiz kansızlar!" Biraz daha zorlasa ipi kopartacaktı. Adam onun olduğu tarafa ilerledi ve suratına sert bir yumruk attı. Korkuyla irkildim.
"Hala aynısın. Aynı öfke, aynı intikam hırsı, aynı hırs..." Ve silahını çıkarıp onun alnına dayadı. Korkuyla çığlık attım.
"Ne yapıyorsun?!" Diye bağırdım ama beni pek umursamadı.
"Ama ben bugün buna bir son vereceğim." Göktuğ denilen adamın gözleri hala öfkeyle bakıyordu. Gözlerinde bir korku yoktu ve kaşları çatıktı.
"YAPMA!" Diye bağırdım ama adam yine umursamadan güldü.
Tetiği çekti...
Bir silah sesi duyuldu...
Ama mermiyi yiyen Göktuğ değildi. Adam tam alnının çatından vuruldu...
"Bismillah!" Diye haykırdım gözlerimi sıkıca yumarken. Allah'ım ben nasıl bir şeyin içine düşmüştüm?
"Adam akıllı şehit de olamıyoruz." Biri bizi bağlayan ipi çözmeye başlayınca gözlerimi açtım. Ve sarı saçlı bir adam gördüm. İpleri aceleyle çözüyordu.
"Komutanım şuan hiç sırası değil! Sizi kurtaracağız diye ağzımıza sıçıldı," dedi ve ardından ipleri tamamen çözdü. Direk ayağa kalktım ve üstümü çırpmaya başladım. Göktuğ ise yerde biraz oyalandıktan sonra ayağa kalktı.
"Bana da silah verin," dedi ve elini sarı saçlı adama uzattı. Sesi tartışmaya yer bırakmıyordu. Bir silah çıkararak ona verdi. Korkuyla ellerim ve dizlerim daha fazla titriyordu.
"Sen geride kal." Sonra mağaradan çıktı. Silah sesleri yükselirken tek başıma kalmıştım. Ellerim ve dizlerim daha hızlı titriyordu. Korkuyla haykırmamak için zor duruyordum.
İç Ses: Kız benim gözden kaçırdığım ne yaptın sen? Mekke'ye giden otobüsü mü taşladın? Zemzem suyuna rakı mı karıştırdın? Çekilmemiş çilen varmış.
Sus! Zaten korkuyorum!
İç Ses: Sen hep korkuyorsun.
Eeee?
İç Ses: Eeeee?
Sus Allah aşkına ya! Salak salak konuşuyorsun!
Artık silah sesleri durmuştu. Korkuyla mağaranın bir duvarına sırtımı yaslamış beklerken içeri yine Göktuğ girdi. Derin ve rahat bir nefes verdim.
"Hadi gel." Yanına doğru ilerlemeye başladım. Beraber mağaradan çıktık. Derin bir nefes içime çektim. Mağaranın bok kokusundan sonra iyi gelmişti.
8 kişi vardı. 7 erkek, 1 kadın. Onlarda askeri üniformalıydı. Göktuğ'a baktım tereddütle. Kafasıyla yürümek için işaret etti ve önden o yürümeye başladı. Hemen arkasından yürümeye başladım. Yanlarına gelince bir anda onu çektiler ve sarıldılar. Hepsi beraber sarılmaya başladı.
"Gözümüz yollarda kaldı be oğlum!" Dedi içlerinden bir adam.
"Öldünüz zannettik komutanım." Göktuğ güldü.
"İnşallah bir dahakine." Bir adam omzuna sertçe ama şakacı bir tavırla vurdu.
İç Ses: Yine mal gibi kaldın, değil mi?
Evet.
İç Ses: Gel bizde beraber sarılalım.
Keşke canlı olsaydın.
İç Ses: Keşke...
Tamam sus. Kimsenin bana sarılmasına ihtiyacım yok.
Birbirlerinden ayrıldılar. Göktuğ'un gözleri geri bana döndü. Sadece onun değil, diğerlerinin de bakışları bana döndü.
"Bir yerinde bir şey var mı?" Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Yok..." Kafasını onaylayan bir sekilde salladı. Hepsi bana şüpheyle bakarken kendimi açıklamak zorunda kaldığımı hissettim.
"Ferda ben."
"Neden buradasın?" Diye sordu biri.
"Biraz karışık aslında... Yanlışlıkla oldu."
"Nasıl yanlışlıkla dağa çıkabildin?" Diye sordu kadın olanları.
"Ben çıkmadım, onlar indi." Kaşları çatıldı hepsinin. Offf! Bir de açıklamakla mı uğraşacağım?
"Şöyle oldu... Ben okuluma gidiyordum. Bir anda kafama bir şeyle vuruldu. O an dengemi kaybettim. Gözümü açınca da işte bağlı olduğumu anladım." Hepsi bakışları ile beni bitiriyorlardı. Bu nasıl bir şüphe mübarek!
"Bitti mi zannettiniz? Bitmedi. Bizi kaçıran adam haberlerde duyduğunuz bombayı yerleştiren adammış." Hepsinin kaşları daha da çatıldı.
"Pezevenk!"
"Bu kadar kolay ölmemeliydi!"
"Şerefsiz!"
Soğuktan titremeye başladım. Bazıları hala etrafı kontrol ediyordu. Bir tehdit arıyorlardı.
"Hadi arabaya binelim," dedi Göktuğ bana bakarken. Aracın kapısını açtılar. Hepsi sırasıyla binmeye başladılar. En son Göktuğ ve ondan sonra ben bindim. Önde ki boş koltuğa oturdu.
"Oturayım mı bende?" Camdan dışarı bakarken konuştu.
"Otur." Demesiyle oturdum. Artık güvende gibiydik. Yani... Umarım öyleydik.
Yolculuk sessizdi. Arada diğerlerinin bakışlarını üzerimde hissediyordum o kadar. Göktuğ camdan dışarı bakıyordu. Bakışlarını bana veya diğerlerine hiç çevirmiyordu. Diğerleri ise önlerine bakıyordu.
"Annen veya baban nerede senin?" Diye sordu kadın olan. Kahverengi gözlü, kahverengi saçlı, açık tenli bir kadındı. Gözünün altında ise küçük bir beni vardı. Güzelliğine güzellik katıyordu.
"Annem bilmiyor şuan büyük ihtimalle... Beni aramaya falan çıkmıştır. Babamda aynı şekilde." Ben stresten annemi ve babamı unutmuştum. Onlar stresten ölüyordu büyük ihtimalle. Bu düşünce daha da stres olmama ve karnıma bir ağrı saplanmasına sebep oldu. Bu sefer çok fena kızacaktı. Göktuğ'un gözleri kısa bir an gözlerime değdi ama sonra geri kaçırdı bakışlarını.
İç Ses: Gözleriniz ne kadar benziyor.
Hı hı.
Aklıma gelen soruyla yanda duran ve gözleri kapalı olan Göktuğ'u dürttüm. Gözlerini açtı ve bana baktı. 'Ne var?' der gibi kafasını salladı.
"Adları ne?" Diye fısıldadım ona doğru.
"Adları mı?" Dedi yüksek sesiyle. Koluna hafifçe vurdum.
"Aferin sana geri zekalı! Fısıldıyorsam vardır bir sebebi, değil mi?"
"Ee adlarını sormadın mı?"
"Fısıldamıştım."
"Adlarını sormaktan mı çekiniyorsun cidden?" Diğerlerine baktım. Suratlarında belli belirsiz bir tebessüm vardı.
"Cidden buna mı utandın? Gören de donumuzun rengini soruyorsun zannedecek?" Dedi gülerken kıvırcık saçlı olanları. Herkesin bakışları ona dönünce boğazını temizledi.
"O utangaç değil. Sizler arsız olduğunuz için garipsediniz," diye son noktayı koydu kadın olan. Bir zevk dalgası hissettim. Gülmeye başladım. Diğerleri mors olmuş bir şekilde susmuşlardı.
"Ayıp oldu yalnız komutanım." Kadın tekrardan söze girdi.
"Size 'ayıp' desek, 'sensin ayıp' dersiniz. Bir de ayıp diyorlar ya..." Dedi bu sefer de. Daha yüksek sesle gülmeye başladım.
"Hemcinsime bak be," dedim gülmeye devam ederken. Tebessüm etti.
"Aslı Kaya," diye kendini tanıttı.
"Ferda Andaç." Kafasını onaylayan bir şekilde salladı.
"Pekala... Diğer arkadaşlar adlarını söylemek istemiyorlar sanırım. Sen tanıt itersen."
"Yüzbaşı Savaş Kalender
Üsteğmen Göktuğ Kara
Astsubay Kıdemli Başçavuş Ali Haydar Öztürk
Teğmen Polat Andaç
Astsubay Üstçavuş Arslan Gündoğdu
Astsubay Başçavuş Turan Albayrak
Astsubay Kıdemli Üstçavuş Galip Aydoğan
Uzman Çavuş Salih Er..."
Diye kısaca tanıttı. Onu dikkatle dinledim ve hepsinin adını hafızama kazıdım.
"Bende Teğmen Aslı Kaya... Zaten Göktuğ'u tanıyorsun." Tebessüm edip kafamla onayladım.
"Evet..." Ardından ters bakışlarımı ona geri çevirdim.
"Şunu yapmak çok zordu, değil mi?" Kafasını daha çok cama yasladı ve gözlerini kapattı.
"Öğrendin işte adlarını. Şimdi mutlu musun?"
"Mutluyum."
"Güzel." Deyip gözlerini kapattı.
Yolculuk sessiz bir yolculuk olmuştu. En sonunda büyük ihtimalle kaldıkları karargaha geldik. Hepsi sırayla inmeye başlarken yanımda duran Göktuğ'un kıpırdamadığını fark ettim. Uyuyakalmıştı. Onu hafifçe dürtünce gözlerini açtı.
"Ne oldu?"
"Kalk, geldik." Etrafına bir süre mal gibi baktıktan sonra ayağa kalktı ve bir şey demeden askeri araçtan indi. Sonra ben de indim. İner inmez nefes dahi almamıza fırsat olmadan yanımıza gülerek bir adam yaklaştı. Onda da askeri forma vardı.
İç Ses: Çünkü karargahtayız.
Hadi yaaa!
"Hoş geldiniz, hoş geldiniz komutanlarım!" Diye bağırdı gülerken. İstemsizce enerjisine karşı suratımda tebessüm oluştu. Diğerleri de aynı şekilde gülümsüyorlardı. Neşeleri de bu adam mıydı acaba?
"Hoş bulduk Koray, hoş bulduk." Yüzbaşı Savaş bunu söyleyince daha da çok gülüşü genişledi. Sonra bakışları bana dönünce gülüşü soldu.
"Bu kim komutanım?"
"Ferda ben..."
O tam bir şey diyecekken karargahın kapısından bir adam çıktı. Adam bize doğru ilerlerken gözlerim ona doğru döndü. Dönmez olaydı... Bu Albay Mehmet Akif Andaç'tı. Babam olan Mehmet Akif Andaç... O an aklımdan geçen tek şey nasıl açıklayacağımdı. Ellerim stresten tir tir tiremeye başladı. O da beni fark etmişti. Kaşları çatıldı.
"Kızım?" Diyerek tam önümde durdu. Tebessüm ettim şakaklarımı ovarken.
"Baba?" Hepsinin bakışları aynı anda bize döndü. Hepsinin suratlarında bariz bir şaşkınlık ifadesi oluşmuştu. Hele ki Göktuğ'un.
"Ne işin var senin burada?" Ben telaşlı olmasını ve bana kızmasını bekliyordum. Ama o tam tersine çok sakindi.
"Öyle... Sen ne yapıyorsun burada asıl?" Diye sordum arkamda ki karargahı göstererek.
"Ben burada çalışıyorum. Kızım askerim ben!" Bir şeyleri kavramış gibi gülmeye başladım.
"Aaa doğru! Eee annem nerede?"
"O Giresun'a döndü. Anneannem hastalanmış." Gözlerim sevinçle parladı.
"Yemin et!" Kaşları daha da çatıldı. Adam haklıydı.
"Ne diyorsun kızım?" Sevindiğime şaşırmıştı büyük ihtimalle. Direk kendime geldim ve yüz ifademi değiştirdim.
"Ne olmuş anneanneme?" Diye sordum sahte bir endişeyle.
"Kalp krizi." Bir an sahte endişe yerine gerçek bir endişe geldi.
"Oha! Ciddi mi? Ölmüş mü?" Kafasını olumsuz anlamda salladı.
"Yok, iyiymiş."
"Ha tamam o zaman... Ben o zaman eve gideyim." Neden burada olduğumu unutturmaya çalışıyordum. Büyük ihtimalle yememişti ama yemiş gibi yapıyordu. Her zamanki gibi.
"Anahtarı komşudan alırsın."
"Alırım. Görüşürüz." Arkamı döndüm. Gözlerim son kez Göktuğ ile buluştu. Tebessüm ettim ve sonra diğerlerine geri döndüm.
"Sağ olun..." Hepsi gülümsedi ve kafalarını onaylayan şekilde salladılar.
"Bir şey değil," dedi Galip.
"Aynen öyle... Değil mi Göktuğ komutanım?" Bir an gözlerim irice açıldı. Aynı şekilde Göktuğ'un da. Ve diğerlerininde. Hepimizin bakışları aynı anda babama döndü. Allah'tan bir şey çaktırmamıştı. Sessizce derin bir nefes verdim. Turan'ın kollarını bunu söyleyen Polat'ın omzuna doladı ve kulağına doğru bir şeyler fısıldadı.
"Öyle..." Diyebildi sadece.
Tek kelime daha etmeden karargahtan çıkmak için yürüdüm.
Bir süre sonra oturduğumuz binaya geldim. Kapının şifresini girince bina açıldı. Binaya girdim ve oturduğumuz kata çıktım. Komşunun kapısını çalarak anahtarı istedim. Yine çok fazla konuşmuştu. Sanki kafam ağrımıyormuş gibi bir de kapının önünde salak gibi yarım saat onu dinlemiştim.
Eve girer girmez kendimi salonda ki kanepeye atmıştım. Gözlerim kendiliğinden kapanırken günün olaylarını düşünüyordum. Keşke gözlerim kapanınca düşüncelerim de otomatikmen kapanabilseydi...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
