2. Bölüm

Bölüm 2: Kader Mi? Rastlantı Mı?

İrem Yenier
saraplarvekadinlar

(2 Hafta Sonra)

Kendi sıramda oturuyordum ve sabırla hocayı dinliyordum. Ama neredeyse bu asla mümkün değildi. O kadar mıymıy ve yavaş anlatıyordu ki herkes mayışmıstı neredeyse. Ayrıca dediğinden de bir halt anlaşılmıyordu.

"Silgin var mı?" Diye sordu önde ki kız. Gülümseyerek silgiliyi ona uzattım. Bir dakika not mu alıyorduk? Kafamı kaldırıp tahtaya baktım ve hocanın yazdığı bir sürü yazıyı gördüm. Ardından kendi boş defterime baktım. Elimi alnıma vurdum.

İç Ses: Bir halta yarayacağım diye aklın çıkıyor, değil mi?

Bir sus be!

"Teşekkürler," diyerek önde kız geri silgimi uzattı. Tebessümün tebessümle karşılık verdim. Önüne dönerek not almaya devam ettim. Ders devam ederken bir süre sonra geri arkasını döndü.

"Şurada ne yazıyor? Okuyamadım da..." Gözünde gözlük vardı ama yine de okuyamıyordu. Başarılı birine benziyordu. Ona yazan şeyi okudum. Not alsın diye bilerek yavaşça okuyordum. Kız da notunu alıyordu. Acaba numaramı versem bana atar mıydı?

O sırada hocanın bakışları bize döndü.

"Aloo! Kime anlatıyoruz burada? Bir de kahve söyleyeyim mi?" Bakışlarımı ona çevirdim. Anlatıyoruz mu? Adım kadar eminim kimse bir halt anlamamıştı.

"Hocam arkadaş okuyamamış da ona okuyordum." Açıklamam onu ikna etmemiz gibiydi.

"Gözünde bir gözlük var, değil mi? Bir de yalan söylüyor!" Sinirle dilimi ısırdım. Ya sabır...

"Hayır, yalan söylemiyorum." Elinde ki tahta kalemini masaya fırlattı. Yüksek bir gürültü sesi çıktı.

"Gözlük neden icat edildi kızım?" Herkesin bakışları bana dönmüştü.

"Göremediğin şeyleri görmek için." Dönemin başından beri aynı kravatı takan, gözü toprağa bakan, her bulduğu fırsatta bir öğrenci azarlayan bir adama gözlük gibi basit bir şeyin tanımını yaptığım için kendime inanmıyordum.

"Eee o zaman..." Sinirle masanın altından yumruklarımı sıktım.

"Küçücük yazmışsınız!" Diye çıkıştım kendimi tutamayarak.

"Terbiyesiz! Bir de yazımı beğenmiyor!" Artık sabrım taşmıştı. Çantaya eşyalarımı doldurmaya başladım.

"Ne yapıyorsun?!" Diye sordu. Omuzlarımı silktim.

"Bana saygısı olmayan bir hocanın dersinede, kendisinede saygı duymuyorum. Sakıncası mı var?" Son olarak kalemliğimi de kattım.

"Bu ne edepsizlik?! Çabuk biri bana A4 kağıdı versin!" Çantanın fermuarını çektim ve sıradan kalktım.

"Bir de yeni bir kravat versin hocamıza." Gözlerimi devirirken söyledim. Diğerleri hep bir ağızdan gülmeye başladı. Onlar da biliyordu dönemin başından beri aynı kravatı taktığını. Hoca arkamdan bağırırken ve sırama geri dönmem gerektiğini söylerken kapıdan çıktım. Kapıdan çıkar çıkmaz koşmaya başladım.

Üniversiteden dışarı çıkınca yüksek demirlerden tırmanıp güvenliğe çaktırmadan atladım. Hızla koşmaya devam ettim. Biraz daha koştuktan sonra hızım yavaşlattım. Artık okul çok geride kalmıştı.

Yavaşça yürümeye devam ettim. Hala soluk soluğaydım. Çantamdan telefonumu çıkararak yürürken onda oyalanmaya başladım.

Yürürken ve telefonda oyalanırken bir anda yanlışlıkla bir adamın göğsüne çarptım. Çarpar çarpmaz burnumda bir ağrı hissettim. Bu şimdi vücut mu, beton mu?

Kafamı sinirle bir seyler söylemek için kaldırdığımda bir anda Göktuğ'u gördüm. Ağzım şaşkınlıkla hafifçe aralandı.

"Göktuğ?" Sinirle bakıyordu yine.

"O öyle olmaz, göm kafanı direk telefona sen!" Gözlerimi devirdim.

"Özür dilerim, tamam mı?"

​​​​​​İç Ses: Bende senin iyi kalbine sıçayım, tamam mı?

Hayır.

İç Ses: Bir de hayır diyor ya...

"Neden terledin sen?" Elim alnıma gitti. Cidden çok fazla terlemiştim.

"Koştum."

"Nereye?"

"Okuldan kaçtım ben." Dudaklarında bir sırtıma belirdi.

"Babanın bundan haberi var mı peki?" Gözlerim irice açıldı. Bunu babama söylerse telefonum giderdi. Telefonum giderse, ben de biterdim. Telefonum benim hayatımın en büyük parçasıydı.

"Var..." Çaresizce yalana başvurdum.

"Yok..."

"Var..."

"Yok..."

"Var..."

"Yok dedim işte! Babanın izni olursa buna müsaade eder miydi? O adamın ne kadar disiplinli olduğunu tüm karargah bilir. Eğitime tek asker dahi onun korkusundan geç kalamaz." Haklıydı. Babam disiplinli ve tam bir kontrol manyağı bir adamdı. Emirlerine asla karşı gelinmesini istemezdi.

"Söyleme," dedim çaresizce. Kısa bir şekilde güldü. Gülüşünden nasıl zevk aldığı anlaşılıyordu. Allah da benim belamı versin! Ona bu zevki yaşatmamalıydım ya...

"Neden? Kızar mı?" Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Haksız mı anasını satayım? Seni kaç diye mi gönderiyor o okula?" Gözlerimde ki ifade telaştan sinire döndü.

"He geri zekalı, çok biliyorsun sen. Ben o hocaların kaprislerini çekmek istemiyorum. Dakika başı azarlıyorlar. Onların amacı bize eğitim vermek, kendilerini kaf dağının ardında görüp azarlamak değil. Ayrıca o kim de beni azarlıyor? Gitsin bir-" lafımı kesti.

"Ne çok konuşuyorsun be kızım? Sus biraz da motorun soğusun." Omuzlarımı silktim inatçı bir çocuk gibi.

"Söylemezsin, değil mi? Bak lütfen... Evde zaten labirent oyunu gibi birbirimizden kaçıyoruz. Söyleme." Gözlerini yukarıya doğru çevirdi. Düşünüyormuş gibi yaptı. Ardından geri bana baktı.

"Hangi dersten kaçtın?"

"Edebiyat."

"Hangi bölümü okuyorsun sen?"

"Edebiyat," diye tekrar ettim.

"O zaman neden kaçıyorsun? Salak mısın, yoksa salak gibi mi davranıyorsun?" Bir anda sorusuyla gülmeye başladım. Küçüklüğümden beri biri bana hakaret edince gülme tutuyordu.

"Yaa off... Ne bileyim, çok mıy mıy anlatıyor. Önümde de bir kız oturuyordu. Göremediği yeri bana sordu. Ben cevaplayınca da bunak bana kızdı. Bende kaçtım işte," diye açıkladım kendimi. Ne kadar mantıklıydı bilmiyordum.

"İyi tamam... Aramızda kalsın bakalım. Bu seferlik." Gözlerim parladı adeta. Suratımda bir tebessüm oluştu.

"Yemin et!"

"Hı hı..." Gözlerimi devirdim. Yemin anlayışı bu muydu?

"Yemin et!" Diye tekrarladım kendimi.

"Yemin ederim." Ellerimi sevinçle birbirine çarptım.

"Görüşürüz o zaman!"

"Allah korusun." Umursamadan güldüm ve yanından sevinçle geçerek yürümeye devam ettim.

İç Ses: Kader mi? Rastlantı mı?

Rastlantı.

İç Ses: :)

(Göktuğ'un Bakış Açısından)

"Komutanım benim saatimi gördünüz mü?" Diye içeri giren Salih'e çevrildi hepizimin bakışları. Soru hepimizeydi. Bir şey demeden geri önümde ki kitaba döndüm.

"Oğlum biz nereden bilelim? Nereye koyduysan oradadır," dedi yarım saattir elinde ki silahı temizleyen Turan umursamazca. İnsana iki dakika kitap da okutmuyorlardı aveller.

"Komutanım vallaha bulamıyorum koyduğum yerde."

"Koymamışsındır o zaman." Savaş bunu deyince suratımda hafif bir tebessüm oluştu. Haklıydı adam. Salih yeni time katılmıştı ama ne mal olduğunu hemen belli etmişti. En bakımlı ve titizimiz sanırım o olacaktı.

"Ama-" tam bir şey diyecekti ki lafını kestim.

"Oğlum sen niye eğitimden kayırıyorsun? Senin şuan eğitim alanında olman lazım." Ağzı bir şeyler demek için aralandı ama geri kapandı.

"Galip?" Savaş'ın adını söylemesiyle Galip oturduğu yerde dikleşti ve elinde ki telefonu bıraktı.

"Emredin komutanım!" Gözüyle Salih'i gösterdi.

"Arkadaşı eğitim alanına götürelim." Galip'in suratında hayra alamet olmayan bir sırıtış belirdi.

"Emredersiniz!" Diyerek ayağa kalktı ve Salih'e doğru yürümeye başladı. Salih'in hafifçe sindiğini görüyordum. Galip elini Salih'in omzuna vurdu sertçe.

"Yürü bakalım uzman çavuş." Salih hafifçe güldü ama gülüşü bile gergindi. Galip büyük bir zevk alıyordu. Çünkü zamanında onun yaşadığını yaşamıştı.

"Nereye komutanım?" Hepsi bir ağızdan gülmeye başladılar. Benim de suratımda hafif bir tebessüm oluştu. Elimde ki kitabı koltuğa bıraktım.

"Bu cidden acemi ha!" Dedim gülümserken. Savaş söze girdi.

"Eğitim alanına koçum. Tanıştırırız birazdan bilmiyorsan." Sesinde eğlenen ama tehlikeli bir ton vardı.

"Şimdi eğitim alanına..." Dedi. Salih tam itiraz etmek için ağzını açtığı sıra geri konuştu.

"Emir tekrarlatma asker!"

Şimdi eğitim alanındaydık. Sadece Aslı ve Fatih yoktu. Onlarında işleri vardı. Hepizimin suratında eğlenen bir gülümseme vardı.

"En fazla kaç şınav çekersin?" Diye sordum kollarımı birbirine bağlarken.

"45 komutanım." Kaşlarım havaya kalktı. Ben ona gösterirdim şimdi 45'i.

"Biz seni hiç yormayalım. Sen 10 tane yap sadece." Yapacağım şeyi anlayan timin yüzünde ki gülümseme daha da genişledi.

"10 mu? 10 az değil mi komutanım?" Kafamı olumsuz anlamda salladım dilimi damağıma vururken.

"Az mı beyler?" Diye sordum ve arkamda ki time gözlerimi çevirdim.

"Değil Üsteğmenim. Çok bile... Yeniler için." Gözlerimi geri Salih'e çevirdim.

"Pozisyon al." Şınav pozisyonu aldı.

"1!" Dememle ilk şınavını çekti.

"2!"

"3!"

"4!"

"5!" Başarılı bir şekilde çekmeye devam etti. Bu bebe de bir gelecek vardı. Ama o an götünü kaldırmamak için sustum.

"5!" Dedim tekrardan. Kafasını bir an kaldırıp bana baktı ama sonra geri çekti şınavı.

"5... 5... 5..." Diye saymaya devam ettim. Timin hepsi gülmeye başladılar. Hepsi o kadar zevk alıyordu ki yeni gelen birinin böyle işkence çenesinden. Ben dahil. Ama ağaç yaşken edilirdi. Biz zevk için yapmıyorduk. Biraz zevk için olabilirdi sadece...

"Karıştırdım. En son kaç saymıştım komutanım?" Diye sordum Savaş'a.

"1'de kalmıştık Üsteğmenim." Tebessüm ettim.

"1!" Diye saymaya başladım tekrardan. Polat söze girdi.

"Komutanım yazık valla çocuğa..." En şefkatlimizde buydu. Körü körüne şefkatli biriydi. Sadece sevdiklerine. Dağda kan kustururdu benim aslan yiğidim.

"Anlamadım Polat? Biraz daha mı çeksin? Tamam o zaman... Seni kırmamak gerekir," dedim artık kendimi tutamayıp hafifçe gülerken.

"1... 1... 1..." Devam etti çekmeye. Bir uzun süre daha çektikten sonra boğazımı temizledim ge konuşmaya başladım.

"Kalk asker!" Dememle zar zor ayağa kalktı. Her yeri ter içinde kalmıştı. Büyük ihtimallede her tarafı ağrıyordu. Suratımda tatmin duygusuyla bir gülümseme oluştu.

"Aferin ama adama. 45 dedi, en az 95 çekti," dedi Arslan gülerken. Bakışlarımı ona çevirdim.

"Az mı olmuş ne?" Diye sordum kaşlarım çatılıyken.

"Komutanım-" Lafını Savaş kesti.

"Şaka yapıyor. Hadi hız kesmeden devam edelim. Bundan sonra barfiks, sürünme, halat var!" Bir an bir şey diyecekmiş gibi oldu ama sonra geri sustu.

"Bak, iyilik yapıyoruz sana. Bu gece bebek gibi uyursun. Ama sabahını bilmem." Bu eğitimlerin sabahını en iyi ben bilirdim aslında. Her tarafı ağrımış bir şekilde uyanacaktı.

"Allah razı olsun komutanım!" Dedi hala nefes nefeseyken.

Sıra barfikse gelmişti. Şınavda çok zorlandığı için zar zor çekiyordu. Her tarafı terfi artık.

"Salih düzgün çek! Ay yıldız timine girmek kolay mı sandın lan?" Barfiksi zar zor çekerken kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Hâşâ komutanım..." Gülümseyerek yanda ki duvara yaslandım ve onu izlemeye başladım.

"Kendini biraz daha yukarı çek! Bu ne? Buna barfiks mi diyorsun sen?" Kendini yukarı itmeye zorladı.

En sonunda sırasıyla tüm eğitimleri tamamladıktan sonra yemekhaneye indik hep beraber. Hep oturduğumuz masada otururken gözüm Salih'e kaydı. Kolunu ovuyordu.

"Hayırdır? Çok mu zorladık seni?" Bana baktı. Sanki asla zorlamamışız gibi gülümsedi.

"İyiyim komutanım..."

"Bu günlerin tadını çıkar Salih," dedi yanımda oturan Savaş muzip bir gülümsemeyle.

"Emredersiniz komutanım!"

"Otomatiğe bağladı lan çocuk! Oğlum o kadar mı zordu?" Hafifçe tebessüm ettim ve onun cevabını bekledim.

"Biraz..."

"Ne yaptırdınız ki o kadar?" Diye sordu Aslı. Hepsinin suratında tekrardan uğursuz bir gülümseme oluştu.

"Ne yaptırmadılar ki?" Dedi sevgi pıtırcığımız Polat.

"Ama esaslı çıktı valla. Hepsini yerine getirdik. Bu çocuk tam bu timin kalemi." Salih gururla tebessüm etti. İşte bu yeterdi. Bunu duymak bile insanı adapte ediyordu ve daha çok istek veriyordu.

"Sağ olun komutanım..."

Ben, Savaş, Galip, Arslan ve Ali Haydar bir odada oturuyorduk. Hepimizin elinde telefon vardı. Telefona bakarken bir anda odaya Albay Mehmet Akif girince hepimiz hazır ol pozisyonuna geçtik. Adam gelip benim önümde durunca bir anda gerilsem de belli etmedim.

"Göktuğ?"

"Emredin albayım!"

"Git bize dondurma al gel..." Benden daha düşük rütbeliler vardı ama bu adam sürekli beni gönderiyordu. Çünkü onun neli sevdiğini bir tek ben doğru alıyordum. Diğerleri gülmemek için kendilerini sıkarken kafamı olumlu anlamda salladım.

"Emredersiniz albayım!" Elime parayı verdi. Odadan çıktım ve sonra askeriyeden çıktım. En yakın yerden dondurmaları alıp geri geldim. İlk başta Albay Mehmet'in odasına gittim ve dondurmaları bıraktım. Daha sonra da time dağıttım. Televizyonu açtılar. Bu gece oynanacak maçı bulmak için ama bulamadılar. Ama Selena dizisine denk geldiler. Koskoca adamlar dondurma yalayarak Selena izliyorlardı şimdi.

"Bu üç besleme çok gıcık!"

"O araba çarpınca nasıl ölmedi ya?"

"Şu Nazlı'yı en yakın çöpe atın. Sürekli her yere gelmek istiyor."

"Selena olsaydım kendimi dünyadan silerdim," dedim filme dalmışken.

"Selena da anca bardağa meteor düşürse..." Dedi Ali Haydar gözlerini televizyondan ayırmazken.

"Salak bu kız amına koyayım!" Diyen Arslan'a baktım. Sonra hepsine. Operasyonlarda bu kadar konsantre olmuyorlardı. Bir an kendime sinirlendim. Böyle saçma bir muhabette girdiğim için. Bir anda ayağa kalktım ve hiç bir şey demeden odadan çıkıp kaldığım odaya doğru yürümeye başladım.

Odaya girince yatağa oturdum. Kafamı geriye yaslarken aklımdan bir sürü düşünce geçmeye başlamıştı. Bu düşüncelerin temelinde Ferda denilen kız vardı.

Bir süredir düşüncelerimi sürekli rahatsız ediyordu. Onu unutmak için kendimi işime daha da çok vermiştim ama nafileydi. Neyi bu kadar düşüncelerimi rahatsız ediyordu? Kibarlılığımı, her şeyde hatayı kendinde arayıp özür dilemesi mi, tebessümü mü, mavi gözleri mi? Ne vardı bu kızda bu kadar?

Gözlerimi ovuştururken düşüncelerimi susturmaya çalıştım ama olmuyordu...

Bu kız beni bu kadar rahatsız edemezdi. Tek bildiğim şey buydu.

Akşam olurken herkes odalarına dağılmaya başladı. Bir süre sonra derin bir sessizlik kapladı karargahı. Bu karargah en çok bu şekilde çekilmiyordu... Herkes uyumuştu. Ben hariç. Sağıma da dönsem, soluma da dönsem bir türlü uyku tutmuyordu. İçimde garip bir his vardı. O kadar garipti ki beni uyutmayacak kadar güçlüydü.

Sabahın erken saatlerinde uyandığımız gibi koşmaya başladık. Sabah koşusu bile bir insanın günde atması gereken sayıdan fazlaydı.

"Uykusuz gibisin devrem." Yanda Turan'ın nefes nefese kalmış sesi geldi kulağıma. Yok amına koyayım! Ben uykumu aldım, uykusuz kalmış numarası yapıyorum.

"Yok, iyiyim." Bu dediğime kendim bile inanmadım. Uykusuz kalmış gözlerim, mosmor olan göz altlarım dediğime tam bif tezattı.

"Devrem sana bir şey soracağım ama kızma." Bakışlarımı ona çevirdim hala koşmaya devam ederken.

"Sor?"

"Senin aklın o dağda ki kızda kalmış olabilir mi? Neydi adı... Hah, Ferda!" Çenem sinirle kasıldı.

"Ulan beyin ölümü gerçekleşen embesil! Banane o kızdan! Saf, masum bir şey ayrıca. Bana ters düşer. Gitsin yaşıtlarıyla takılsın," dedim sinirle. Ellerim önümde yumruk şeklindeydi artık.

"Yaşıt olsanız yani-"

"Turan belanı siktirtme bana! Ne kadar sik sik işlerle uğraşıyorsunuz oğlum siz! Albay Mehmet Andaç'ın kızı o bir kez. Öyle bir şey olsun beni Afganistan'ın sınıra atar yeminle!" Turan gözlerini devirdi.

"İyi lan! Ama ben söyleyeyim, sen bu kıza aşık değilsen bile-" Koşarak onun önüne, Savaş'ın yanına geçtim.

Her neyse... Küçük bir kızın konusu açıldığı için bu kadar sinirim bozulmamalıydı.

(Ferda'nın Anlatımından)

"Elimde duran fotoğrafım...

Baktım inan tanıyamadım...

Bu şarkımı sana yazdım...

Sense hala anlayamadın..."

Balkonda oturuyorduk. Ben test çözerken, ergen kardeşim sevgilisinden ayrıldığı için ağlayarak şarkı söylüyordu. Daha fazla dayanamayarak elimde ki silgiyi Parya kafasına fırlattım.

"Parya kes şunu!" Oflayarak şarkıyı durdurdu. Sonra silgiyi geri bana fırlattı ve gözlerinde ki yaşları sildi.

"Bir sal be! Aşk acısı da çekemiyoruz ki bu evde!" Gözlerimi sinirle devirdim.

"Aşkına sokayım ben senin! Geri zekalı daha 16 yaşındasın. Tutturmuşsun aşk, aşk diye. Sanki bir bokuna yaradığı var." Geriye yaslandı hala gözlerinden yaşlar akarken. Şuan onun için en iyi çözüm ağlamaktan geçiyordu.

"Ama seviyordum..." Bir an için gözlerim yumuşadı. Onda kendimi gördüğümü hissettim ama sonra direk kendimi toparladım.

"Salaksın çünkü. Çocuk zenci gibi bir şey. Artık esmerliğide geçmiş yani." Sertçe yutkundu önünde masaya hoş boş bakarken.

"Sen bana göstersene şu çocuğu bir," dedim daha sonra dayanamayarak. Hafifçe güldü.

"Artık onu ben bile görmek istemiyorum. Boş ver... Hem çıtır gibi kızım, tamam mı? O beni zaten hak etmiyordu. Bok yesin!" Yanda ki şarkının sesini kıstım ve sonra elinde ki sigarayı ondan aldım. Ergendi tam bir şuan da. Normalde de ergendi ama şuan terk edilmiş bir ergendi.

"Babam biliyor mu?" Diye sordum elimde ki sigarayı işaret ederek. Kafasını olumsuz anlamda salladı.

"Sen söylemezsen bilmez." Dudaklarımda sinsi bir sırıtış belirdi.

"İyi söylemem... Belki."

"Abla!" Oflayarak sigarayı camdan aşağı attım.

"Ne zamandır içiyorsun?" Bir an cevap vermekte tereddüt etti ama sonra konuştu.

"4-5 aydır." Vay şerefsiz. Hiç de çaktırmadı.

"Günde ne kadar içiyorsun?" Boğazını temizledi.

"Arada bir." Suratını süzdüm ve direk yalan söylediğini anladım. Ağzı cevap vermek için bir kaç defa aralandı ama sonra kapandı. En sonunda cevap verebildi.

"Günde 4-5 tane falan." Elimde ki kalemi ona fırlattım.

"Mal! O tertemiz ciğerlerine bunu nasıl yapabiliyorsun? Babam bir duysun seni eve tıkmaz!" Ofladı ve ona fırlattığım kalemi eline alıp çevirmeye başladı.

"Söyleme, tamam mı?" Derin bir nefes verdim. Şuan beni de zor durumda bırakıyordu.

İç Ses: Sanki ergenlikte kendisi hiç içmemiş gibi konuşuyor bir de.

​​​​​​Benim başımda bir ablam yoktu. Ayrıca benim ergenliğim böyle değildi. En azından ayda bir içiyordum. Bu günde 4-5 beş diyor!

"Ablaaaaa, söyleme lütfen!"

"İyi, tamam. Ama günde bu kadar içmeyeceksin artık. En fazla 1 tane." Kendimi şuan kardeşimin sağlığına ihanet etmiş gibi hissediyordum. Yada banane ki. Ne bok yiyorsa yesin. Benden uzak dursun yeter.

Yanıma gelip yanağımı öptü.

"Pekâlâ... Şu yeni aldığın allığı kullanabilir miyim? Arkadaşlarımla buluşacağımda." Bir de bundan ergen arkadaşları vardı. Bir araya gelince tam bir ergen grubu oluyorlardı.

"Hayır. Abartma." Dudaklarını büzdü.

"Ama abla..." Kafamı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır. Senden pahalı o." Bana masum bir çocuk gibi bakmaya devam etti.

"Çok az bile mi? Tüm allıklarım çok koyu ve giyeceğim kıyafet açık ton bir renk." Derin bir nefes daha verdim.

"Çok az sür ama..." Bir kez daha yanağımı öptü.

"Oyy mavi gözlerine kurban olduğum ya! Teşekkürler ablam!" Dedi ve balkondan çıktı.

Suratımda bir tebessümle testi çözmeye devam ettim.

 

 

 

Karakterler sizce birbirine uyumlu muuuu ballarım? Ve tanıtım bölümü gelsin mi? Yoksa gelmesin mi? Cevaplarsanız sevinirimmm 🫀🤍

Bölüm : 27.09.2024 17:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...