31. Bölüm

28. Bölüm

Farah Sarsılmaz
sarsfarah_

Sanki ayaklarımın altındaki dünya parçalanmıştı. Ferman Bey’in ağzından çıkan o cümle kulaklarımda çınlamaya devam ediyordu.

“Kırk sekiz saatten az kaldı.”

Zaman daralıyordu ve ben karnımda hissettiğim minik tekmelerle birlikte, geleceğimizin üzerimize kapanan bir saatli bombaya dönüştüğünü görüyordum.

“Ne demek kırk sekiz saat ?” diye sordum titreyen bir sesle. Dudaklarım kurumuş, kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyordu. “Kimden, neden bahsediyorsunuz ? Bizimle, kızımla ne ilgisi var ?”

Cihan hızla yanıma geldi, parmaklarını ellerimin arasına sıkıştırıp nefesimin hızını dengelemeye çalışıyordu. “Sakin ol, güzelim!” dedi, sesi sertti ama gözleri yalvarıyordu. “Sana yemin ederim, hiçbir şey sana ve kızımıza dokunamayacak. Buradayım, yanındayım.” Ama gözlerinin derinliğinde bir gerçek vardı ki o, ağzından çıkmayan cümlelerden daha çok canımı yakıyordu.

O da korkuyordu.

Bundan hoşlanmadım ve kaçarcasına gözlerimi kaçırdım. Ayla Hanım’ın yüzü bembeyaz kesilmiş bir an bana, bir an Cihan’a bakıyordu. Büyük bir şaşkınlık içinde, fısıltıdan biraz yüksek bir sesle konuştu.“Sen....Sen, Gazel'sin. Burdasın. Onca zaman…Nasıl olur ?” Gözleri yuvalarından çıkacak gibiydi. Yanında duran kızı Ece, onun arkasına saklanmış kocaman mavi gözleriyle bakıyor, sonra merakı karnıma kayıyordu. Onun masum bakışları üzerimdeyken, nefesim sıklaştı. Küçük kız sanki beni yıllardır tanıyormuş gibi gözlerimin içine bakıyordu. O an Ayla Hanım’ın bakışı da benim üzerimde sabitlendi. Evet, hamile olduğumu zaten biliyordu ama ilk defa, gerçek kimliğimle karşı karşıya geliyorduk. Yüzünde şaşkınlıkla karışık, tarifsiz bir duygu vardı.

Bu zamana kadar yalnızca adımı duymuş, varlığımı gölgelerden hissetmişti. Şimdi ise karşısında, canlı kanlı, onun üvey oğlunun kalbine mühürlenmiş kadın olarak duruyordum.

Başımı eğdim. Sesim boğuk çıktı. “Evet… benim. Ve burada, bu şekilde karşınıza çıkmayı hiç istemezdim.” İçimde ayların yorgunluğu, korkusu ve utancı vardı.

Ayla Hanım, birkaç adım bana doğru attı. Elini göğsüne bastırmıştı, gözlerinde öfke yoktu, ama sorgulayan ve anlamaya çalışan bir bakış vardı. “Günlerdir yalnızca hikâyeni duydum. Sanki hep uzak bir gölge gibiydin, aramızda. Şimdi karşımda duruyorsun…” Sözleri boğazında düğümlendi. Bir an sustu, ardından kısık bir sesle ekledi. “Ve görünen o ki Cihan’ın hayatı olmuşsun.”

O an gözlerimden yaşlar aktı. Ellerim karnımın üzerinde birleşirken “Bunu ben seçmedim" dedim, Cihan'a döndüm. "Ama ondan kopamadım. Her şeye rağmen kalbim beni hep ona getirdi. Ve… kızımızla birlikte artık hayatımın tek dayanağı o.”

Göbeğime bakıp içtenlikle tebessüm etti."Kız mı ?"

Başımı hafifçe salladım.

Ayla hanım, kızına dönerken o annesinin eteğine sarılıp sessizce bizi dinliyordu. Çocuğun masumiyeti içimdeki korkuları biraz olsun dindirmişti.

“Sen...Cihan abimin sevdiği kız mısın ?"

Gülümsedim.

"Aynen öyle, meleğim." Cihan, benim yerime konuşup yanına yürüdü. Yere çömelip elini tuttu, omzunun üstünden bana bakarken "O, yakında yengen olacak ve sen de kızımın halası olacaksın" diye konuştu, sakin bir sesle.

"Hala mı olacağım ?" dedi Ece, kaşları havalanırken. Kalbim sıkıştı, boğazım düğümlendi.

Cihan mırıldandı. "Hı hı..."

İkilinin bu görüntüsü çok tatlıydı ve Cihan'ın ilerde nasıl bir baba olacağının sinyali gibiydi. Sanırım, kızım benim aksime şanslı olacaktı. "Gerçek dünyaya ne zaman dönmeyi düşünüyorsun oğlum ?"

Düşüncelerimi bölen şey Ferman Bey'in, bağırışıydı. Cihan, hızla ayağa kalkarken, parmağıyla beni işaret etti. "Sırf beni cezalandırmak için günlerdir onu bulduğunu benden saklaman işine mi yarayacak sanıyorsun ?"

Ürperdim.

Ferman Bey, hâlâ koltuğun kenarında dimdik oturuyordu. Çizgilerle dolu yüzü, yılların ağırlığını değil, sanki sırların bedelini taşıyordu.

“Adam, sana kırk sekiz saat verdi. Ne çabuk unuttun!"

Zamanın ağırlığını hiçbir zaman bu kadar derinden hissetmemiştim.

Ferman Bey'in ağzından dökülen “sana kırk sekiz saat verdi” sözleri kulaklarımda uğuldayıp duruyordu. O an salonda nefes almak bile güçleşmişti. Herkesin gözleri Cihan'ın üzerindeydi; korku ve güven aynı anda okunuyordu bakışlarında. Beni korumak için her şeyi yapmaya hazır olduğunu biliyordum ama içimde, bir şeyleri kaçırdığımızı fısıldayan o uğursuz ses susmuyordu.

Duvarda ki saate baktım.

10.45

Dakikaların boğazıma düğümlenmiş bir ilmek gibi aktığını hissettim. Kalan her saniye bizi ya kurtuluşa ya da uçuruma götürecekti.

Cihan'ın öfkesi kabardı. Yumruğunu sıkıp dişlerinin arasından konuştu. “Ben kaybetmeyeceğim, baba. Gazel’i, kızımı… ailemi koruyacağım.”

O sırada, bir elimle karnımı kavrarken diğeriyle bileğinden tuttum. Sıcacıktı. Bakışlarımla ona güç vermek istedim.

Derin’in sesi araya girdi. “Cihan, ne yapacağız?”

“Önce Gazel güvende olacak” dedi kararlı bir sesle. “Onu ve bebeğimizi hiçbir yere bırakmayacağız. Derin, sen hep yanında olacaksın. Ayla abla, sen de.”

İtiraz etmek ister gibi kaşlarımı çattım. “Cihan, ben artık saklanmayacağım. Beni bu olayın dışında tutamazsın.”

Bana döndü, gözlerime baktı. İçimdeki fırtına bir anlığına dindi. Dudakları, kısık bir gülümsemeyle kıpırdadı. “Seni saklamıyorum, Gazel. Seni koruyorum. Aradaki farkı en iyi sen bilirsin.”

Kızımın tekmesi tam o anda içimde bir işaret gibiydi. Cihan'ın yüzünde bir anlığına acı ama ardından huzurlu bir tebessüm belirdi.

“Gördün mü ?” dedi. “O da bana hak veriyor.”

Gözlerim doldu ama geri adım atmadım. "Seni, asla yalnız bırakamam. Bitti!"

Kaçarcasına, başını çevirdi. Babasına doğru “O halde daha da dikkatli olacağız çünkü onun ne yapacağını kestiremiyorum. Her an hamlesi gelebilir. Belki bugün, belki yarın. Ama bizim hazırlıklı olmamız gerekiyor" diye konuştu.

Ferman Bey, öne eğildi, sesi bu kez daha soğuk, daha keskin geldi.

“Sen ne kadar hazırlıklı olursan ol, oğlum… o adam senin kalbine oynayacak. Senin zayıf noktan Gazel. Ve o bunu çok iyi biliyor.”

Kaskatı kesildim.

Cihan, öfkeyle yükseldi. “Ona asla izin vermeyeceğim!” elimi tutup sıktı, bedenim titrerken alnıma eğilip fısıldadı. “Sakin ol güzelim… buradayım, güvendesin. Hiçbir şey olmayacak.”

Ama içimde ki fırtına dinmiyordu. Ferman Bey’in sert sesi o an her şeyi susturdu. “Şu anda bu ev onlar için güvenli olabilir ama dışarıda her an bir tuzak kurulmuş olabilir. Şimdilik buradan ayrılmasın Gazel. Güvenliği için burada kalmalı.”

Cihan hemen karşılık verdi. “Hayır. Bu geçici bir çözüm olabilir ama yeterli değil. Başka bir yolunu bulmam gerekiyor. Onları elimden alamazlar.” Sesindeki öfke ve kararlılık odanın içini doldurdu. Bana döndü, gözlerimin içine bakarak söz verdi.

“Ne olursa olsun, seni ve kızımızı kimseye bırakmam.”

O an onun omuzlarındaki ağır yükü gördüm. Bir yanı beni teselli ederken, diğer yanı içindeki savaşı gizleyemiyordu. Kapıya yöneldiğinde, adımlarının ağırlığını kalbimde hissettim. Gitmek üzereydi ama aslında beni bırakmak istemiyordu.

Arkasından bakarken, içimdeki korku karnıma kadar yayıldı. Elleriyle bana sımsıkı sarılmak isterdim ama sadece fısıldayabildim.

“Gitme…”

Cihan kapının önünde durdu, son kez bana baktı. Gözlerinde derin bir acı vardı ama kararlıydı. “Kısa süreliğine buradasın. Ben dışarıda başka bir yol bulacağım. Ne gerekiyorsa yapacağım, güzelim.”

Ve kapı kapandı.

Ellerimi karnıma koyup başımı eğdim. Kızımın sıcaklığına ihtiyacım vardı. Kalbim paramparça olsa da, ona sığındım.

“Dayan bebeğim… baban bizi kurtaracak.”

Bir saat sonra odanın kapısı yavaşça açıldı. Ayla ablanın yüzünde o tanıdık endişe çizgileri vardı ama arkadan gelen adımın sahibi farklıydı. Ferman Batur. Babasının gölgesiymiş gibi salona çöken o soğuk ağır hava şimdi koridorun kapısını ardına kadar açmıştı. Kalbim istemsizce sıkıştı; onun sesini duydukça içimde başka bir susturulmuş korku beliriyordu.

“Gelebilir miyim?” diye sordu, sözcükleri kibar ama vücudu bir davanın hakimi gibi sertti.

“Buyrun ?” dedim. Sesim kuru, kontrol altındaydı. Korku kimliğimi çıplak bırakan bir şey değildi; ben artık korunacak biriydim, koruyan biri olmuştum daima.

Çalışma odasına çağırdı beni. Adımlarımız halının üzerinde tuhaf bir ritim tuttu. Odaya girdiğimde Ferman masanın arkasında, evrakların arasında oturuyordu; ama evraklar önemsizdi. Masasının üzerindeki kırık bir çay fincanı, bir sigara izmariti her şey, onun dünyasının parlak kaidesi altında kırılmıştı.

“Otur,” dedi. Başını kaldırdığında gözleri bana saplandı; o bakışta ne bir baba sıcaklığı ne de bir dostun merhameti vardı. Sadece hesaplanmış bir zorunluluk.

Oturduğum kanepe soğuktu; nereden bakarsam bakayım o soğuk her yanı sarmıştı. Bir an karnımın içinde küçük bir tekme hissettim; o yumru bana bir cesaret verdi, sonra sesim titredi: “Ne oldu, Ferman Bey ?”

“Zaman azalıyor,” dedi, işaretiyle duvardaki saate baktı. “Kırk sekiz saatten bahsettik değil mi? Seninle konuşmam gereken şey o.”

Nefesimi tuttum. Her kelimesinin arkasında bir tuzak seziyorum, ama kulağımda Cihan’ın “Söz veriyorum” cümlesi yankılanıyordu. O söz, benim için bir zırh olmuştu.

Ferman bir an durdu, arada bir dosya düzeltti ama gözleri hiç masadan ayrılmadı. “Cihan için ne yapabilirsin ki ?" dedi nihayet.

"Ne istiyorsunuz ?"

Ağır ağır kafasını sallayıp “Eğer onun hayatını kurtarmak istiyorsan… eğer bu evde huzurun bozulmamasını istiyorsan… babana gitmen gerekiyor"dedi.

Yutkunudum. "Ama...Cih-"

"Haberi olmayacak" diye araya girdi.

Bunun ne demek olduğunu anlamam için kelimelerinin altını çizmesine gerek yoktu. “Babama mı?” diye tekrarladım, sesim kuru ama şaşkınlıkla karışık bir titreme vardı. Halit Yalçın — o ad, bu evin her köşesinde yankılanan bir tehdit gibi duruyordu. Babamla aynı cümlede olmak, aklımı karıştıran eski, yaralı bir hikâyeydi.

“Evet,” dedi Ferman, yüzünde bir acı garantisi olmayan ciddiyet. “Senin baban Halit Yalçın. O, bu kaosun ortağı. Bu sefer sana bir teklifle gelen, benim. Babana gideceksin, onunla konuşacaksın, bir pazarlık yapacaksın. Onun istediğini, özellikle de senden isteyeceği ne varsa… yapacaksın. Karşılığında Cihan’ı koruma sözü alacağım. Bu benim teklifim.”

İçimde birdenbire bir sürü duygu birbirine dolandı; iğrenme, öfke, aşağılanma… Fakat hepsinin üstünde, Cihan’ın teni, sıcak tebessümü, bana verdiği o saf güven vardı. Onu kaybetme ihtimali, her şeyi eritiyordu.

“Ne ister benden?” diye sordum, yavaşça. Her kelime ağzımdan çıkarken bir parça daha çarpılıyordu içimde.

Ferman ellerini birbirine vurdu, kelimelerini seçerek devam etti. “Ben sana hangi sözleri vereceğimi bilirim, Gazel. Bu bir aile meselesi, bir iş meselesi. Ama şu aşamada söyleyebileceğim tek şey şu: Eğer babanla yüzleşirsen, eğer onun şantajına boyun eğip onun yanında görünürsen, Halit oynamayı bırakır ya da oynamak zorunda kalmaz. Cihan’ı hedef almayacak; en azından bunu garanti etmek için bana bir sebep vereceksin.”

Yüzümde bir şey koptu. Bu, bir pazarlıktan öteydi; onurumu, özgürlüğümü bir kefalet gibi sunmaları demekti. Ama karnımdaki küçük kalp, Cihan’ın elinin benim ellerimde olduğu o an, bana cesaret fısıldıyordu. Her annenin, her eşin yapacağı şeyi yapacaktım: fedakârlık.

“Bunu… kabul etmemi mi istiyorsunuz?” Sözümü bitirdiğimde kendi kulağım şaşırmıştı.

Ferman gözlerini kısarak baktı. “Evet. Kabul etmelisin. Eğer Cihan’ı yaşatmak istiyorsan, onu canından daha çok seviyorsan, babana gitmelisin. Onun istediğini yap, bir oyun oynar gibi görün. Sana bir garantim yok, ama elimdeki seçenek bu. Zaman dar.”

İçimde bir çığlık atmak istedim. “Ben babama gidip ne yapacağım? Onunla ne konuşacağım? Onun oyunu ne?” diye itiraz edecek oldum ama sesim titredi, kısıldı. Çünkü itiraz neyi değiştirirdi? Cihan’ın gözündeki korkuyu, Derin’in endişesini, bebeğimizin ritmini duymayı daha mı kolay kılardı?

Bir anne gibi düşündüm; bir eş gibi hissettim. Cihan için… kızım için… her şeyi göze alırım dedim kendi kendime. Onun vurduğu darbeler benim güvencemdi artık.

Derin’in yüzü geldi gözümün önüne; onun gözlerindeki destek ve korku. Sonra Cihan’ın bana verdiği sözü hatırladım. “Söz veriyorum.” Bu söz, şimdi benim onun için vereceğim sözün karşılığı olacaktı.

Derin nefesimi duydu mu bilmem; sanki o da odanın kapısından bakıyordu. “Gazel ?” diye fısıldadı bir an. Hiçbir ses çıkarmadım ama başımı hafifçe salladım. Kabul ettim.

“Tamam,” dedim, kelimeler ağır ama kesin. “Oturup, ona bir şey yapmasını izlemeyeceğim. Kabul ediyorum, gideceğim babama.”

Ferman’ın gözlerinde bir anlık bir zafer kıvılcımı belirdi. yüzündeki soğuk çizgiler yumuşadı ama onun zaferi içimdeki yara ile ödenecekti. “Bunu sessizce yapacağız. Derin de yanında olacak. Göründüğünden daha azını söyleyeceksin. Ama unutma: tek bir hamle, her şeyi kırabilir.”

Cehennem kapısı aralandı. Yürürken içimde bir söz ettim. Bu fedakârlık, boyun eğmek değil, savaşmanın başka bir yoluydu. Cihan için ölmek değil, ona hayat vermek için diz çökmekti. Ve ben bunu yapacaktım. Çünkü sevgi bazen en kalleş pazarlıkları bile göze aldırırdı.

******

Hava, basık ve karanlıktı. Şehrin sokakları, sanki her köşesinde gölgelerin pusuya yattığı bir labirente dönüşmüştü. Benimse içimde, Gazel’in gözlerinden ayrıldığım an taşıdığım o kırık kalp ve kızımı kaybetme korkusu vardı. Adımlarım beni Tarık ve Mert’in beklediği tenha mekâna götürdü.

Tarık, gözlerini kısmış, etrafı dikkatle süzüyordu. Mert ise masada sessizce oturmuş, ama yüzündeki öfke gizlenemiyordu. Yanlarına geçtiğimde, üçümüzün arasında gerginlik dolu bir sessizlik çöktü.

“Zamanımız yok,” dedim kısık bir sesle. “Kırk sekiz saatten az. Eğer harekete geçmezsek… her şey elimden alınacak.”Masadaki telefonuma bakıp duruyordum. Halit Yalçın’dan bir işaret, bir mesaj, bir tehdit… henüz hiçbir şey gelmemişti. Bu sessizlik, fırtınadan önceki uğursuz durgunluk gibiydi.

Mert söylenmeye başladı. “Adamda nasıl bir kin varmış arkadaş!"

Acıyla haykırıp "Zarar vermek istediği kişi, öz kızı!" diye isyan etti.

Tarık daha temkinliydi. “Düşünmeden hareket edemeyiz. Gökhan’ın da bu işin merkezinde olduğunu biliyoruz. Yaşanan her şey onun sessizliğiyle başladı. Eğer gerçekten kardeşini korumak için sakladıysa bile, bu sessizlik hepimizin sonunu getirebilirdi”

Ben gözlerimi kapattım, yumruklarımı sıktım. Gökhan’ın yüzü gözümde belirdi. “Onu uyaracağız” dedim. Sesim buz gibiydi. “Hatta gerekirse karşısına çıkacağız. Çünkü artık tek bir sır bile hayatlarına mal olabilir.”

Tarık başını salladı. “Ama dikkatli olmalıyız. Gökhan da riskli bir durum içinde. Üstelik onun sessizliği, bilerek seçilmiş bir silah gibi. Bize karşı kullanıyor olabilir.”

Mert dişlerini sıktı, öne eğildi. “Plan basit: Önce Gökhan’ı uyaracağız, sonra babasının adımlarını takip edeceğiz. Onun bir sonraki hamlesi bizi kiminle savaştığımızı gösterecek.”

Ben onları dinlerken, içimde sürekli Gazel’in gözleri vardı. O gözlerde hem korku hem de bana duyduğu inanç… Onu orada, o evde bırakmak yüreğimi dağlıyordu. Ama başka çarem yoktu. Bu savaşı tek başıma göğüsleyemezdim.

Bir süre sessiz kaldık sonra Mert bir kağıt çıkardı, önümüze serdi. “Birkaç güvenlik kamerası, Halit’in yakın çevresindeki kişiler ve son birkaç iş planı. Bunlar bize onun sonraki adımlarını tahmin etmemizde yardımcı olur.”

Gözlerim parladı. “Peki, Gazel’in güvenliğini nasıl sağlayacağız ?”

Mert başını salladı. “Sen onun yanındasın. Ama ben birkaç kişi ile evin dışında gözetleme yapacağım. İhtiyaç duyarsan müdahale edeceğiz. Ama unutma, Halit akıllı bir adam. Sıradan önlemler yetmez.”

Derin nefes aldım. “O zaman… hemen başlayalım. Her dakika önemli. Bu kırk sekiz saati doğru kullanmalıyız.”

Mert bir an duraksadı, sonra hafifçe gülümsedi. “Hazır mıyım? Cevap evet. Ama dikkatli olacağız, Cihan. Çünkü bu sefer oyun sadece senin kalbinde değil, hayatınızın tam ortasında.”

Evet, farkındaydım. O an anladım ki artık sadece strateji değil, cesaret de gerekiyordu. Ve biz hazırdık.

Tarık’ın yüzündeki ciddiyet, Mert’inkinden farksızdı. Göz göze geldiğimizde, kelimelere gerek yoktu; ikisi de benim yanımda, tam destekle duruyordu.

“Beni de çağırdın, değil mi?” dedi Tarık, sesi kararlı ama tedirgin. “Sana güveniyorum, Cihan. Gazel ve Güneş’in güvenliği için ne gerekiyorsa yaparız.”

Başımı salladım. “Evet. Halit Yalçın’ın hamlesini öngörmeli ve ona göre müdahale etmeliyiz. Ama dikkatli olmalıyız. Her adımımız kırk sekiz saatin içinde çok kritik.”

Mert ve Tarık birbirine baktı, sessiz bir anlaşma vardı aralarında. O an fark ettim ki, bu kırk sekiz saat yalnızca bir mücadele değil, aynı zamanda güven, dostluk ve sadakatin sınanacağı bir süreçti.

Mert, masanın üzerine bazı belgeler serdi. “Bu, Halit’in yakın çevresi ve son birkaç iş planı. Her şeyi adım adım incelemeliyiz. Her hareketi tahmin etmek zorundayız.”

Tarık kaşlarını çattı. “Ama Cihan… onun adamları sokakta olabilir, hatta içeride bile. Önlem almalıyız. Evde bir güvenlik sistemi kurabiliriz. Kamera, sensör… ne gerekiyorsa.”

Gözlerimi kapadım ve derin bir nefes aldım. “Tamam. Gazel güvenli olmalı. Önce ev… sonra Halit’in hamlesini tahmin edeceğiz.”

Mert başını salladı. “Ben dışarıdan gözetleyeceğim. Tarık sen içeride destek ol, kaçış yollarını hazırla. Cihan, sen Gazel’in yanında kal. Biz üçümüz bir takım olarak hareket edeceğiz.”

Tarık hafifçe gülümsedi. “Bu kırk sekiz saat, belki de hayatımızın en uzun ve en tehlikeli saatleri olacak. Ama birlikteyiz.”

Ben kararlı bir şekilde ekledim: “Öyleyse başlayalım. Her dakika çok önemli. Bu süreyi doğru kullanmazsak… Gazel ve kızımız için her şey bitebilir.”

Üçümüz birbirimize baktık. Gözlerimizde korku vardı, ama aynı zamanda bir kararlılık, bir savaş azmi de vardı.

Masadan kalkarken sözlerim sert ve kesindi: “Ona zarar verirlerse… kim olursa olsun, dünyayı yakarım.”Ama bu sözlerimi ne kadar inançla söylesem de, içimde gizli bir korku vardı. Çünkü babam haklıydı. Eğer Halit Yalçın Gazel’i hedef alırsa, bütün savaşım darmadağın olabilirdi.

Gün ağır ağır ilerlerken akşam eve gelmiştim.,Kapıyı açar açmaz içimdeki huzursuzluk daha da büyüdü. Salon sessizdi. Ne Ayla abla vardı ortada, ne Ece’nin çocuk kahkahası… En önemlisi, Gazel yoktu.

Salonda oturmuş, düşünceli bir tavırla duran babama yöneldim.

"Gazel..."

"Gazel, nerde ?"

Babam, tuhaf bir bakış attı. Sonra konuştu. "Gitti, oğlum."

"Ne diyorsun, baba ?"

"Nereye gitti ?" diye bağırdım, korkarak.

Babam irkildi. Tedirginlik içinde "Babasına, teslim olmaya" dedi.

Kaskatı kesildim. "Ne demek, bu ?"

"Yanlış duydum değil mi ?"

Adımlarım hızlandı. Odanın kapısını araladım, boştu. Perdeler rüzgârla hafifçe sallanıyordu. Masanın üzerinde hâlâ benim için bıraktığı kahve fincanı vardı ama o yoktu.

Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. “Gazel!” diye haykırdım. Sesim duvarlara çarparak yankılandı. “Gazel, nerdesin!”

Cevap gelmedi.

Birden içimdeki bütün korkular ete kemiğe büründü. Ellerim titremeye başladı, boğazımda koca bir düğüm vardı. Dizlerim güçsüzleşti, neredeyse yere çökecektim.

Sonra acıyla tekrar haykırdım, bütün gücümle.“GAZEL!”

Sesim geceyi yararken, ruhumun derinlerinden kopan bir çığlık gibi çıktı. İçimde sadece korku değil, öfke de vardı. Çünkü bilmeden de olsa, en büyük kabusuma adım atmıştım: Onu koruyamamak.

Ve o an anladım… Bu sadece bir kayboluş değildi. Bu, kırk sekiz saatin bittiğini haber veren ilk işaretti.

 

 

Bölüm Sonu oylama, yorum yapmayı ve takip etmeyi unutmayın 🥰 🥰 yeni bölüm kesit yayınlanacak.

Bölüm : 07.10.2025 20:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...