11. Bölüm

Arayış

Farah Sarsılmaz
sarsfarah_

Tedirgindim.

Derin derin nefes alırken, sakinleşmeye çalışıyordum. Güvenli bir yerde olsam da kendimi sürekli diken üstünde hissetmekten alıkoyamıyordum bu yüzden mecbur kalmadıkça dışarı bile çıkmıyordum. O malum günün üstünden dört ay geçmişti ama ne babam ne de Cihan beni aramaktan vazgeçmişti. Biri öldürmek içindi, bundan emindim. Peki ya diğeri ? İşte aylarca, içimi kemiren soru. Neden, bir türlü peşimi bırakmadığını anlamıyordum. Bunu delicesine merak etsem de öğrenmeye cesaretim yoktu çünkü sıfırdan bir başlangıç yapmıştım, artık. Kendime ait küçük bir evim vardı; Tek yatak odası, iki banyo, mutfağı ve salonu olan kutu gibiydi. İçini de güzel ve yeni eşyalarla doldurmuştum. Dışarda ise göz alıcı bir bahçem vardı. İlkbahar’ın gelişi ile yeşillenen ağaçlar, renk renk açan çiçeklerle dolmuştu. Onun ortasına da, komşum Tricia ve oğlu Gabriel' in yardımıyla bir salıncak yapmıştık. Güneş’i gördüğüm an kendimi üstünde buluyordum, tıpkı şu an gibi.

Gözlerimi kapalı, hafifçe sallanırken elim iyice büyüyen karnımın üstündeydi. Bu güzel havanın tadını bebeğimle beraber çıkartıyorduk. Henüz cinsiyetini bilmiyordum, doktor iki ay önce söylemeyi teklif etmişti ama kabul etmemiştim. Sürpriz olsun demiştim. Yine de bir keresinde alışverişe çıktığımda, bebek mağazasını görünce dayanamayıp girmiştim. Ona bir sürü şey almıştım. Eğer yanımda biri olsaydı, eminim kimse beni o mağazadan çıkartamazdı. Ama yoktu.

Acılı bir gülüşle dudaklarım kıvrıldı, elin yabancı ülkesinde Tricia dışında tanıdığım kimse yoktu. Doğum yapacağım gün kimsenin yanımda olamayacağı gerçeğiyle içim yanarken, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Hayır hayır üzülmemem gerekiyor, doktorumun son kontrolde dediği şeyi unutmamalıydım.

Sona yaklaşıyoruz. Erken doğum olmaması için ne olursa olsun üzüntüden ve stresten uzak kalmak zorundasın.

Yerimde doğrulurken, gözlerimde biriken yaşları akmasına müsaade etmeden sildim. Duygularımda ki bu ani değişimler, hep hormonlar yüzündendi. Yavaşça ayağa kalkıp, salonun bahçeye bakan kapısından ağır ağır içeriye geçtim. Tv ünitesinin altındaki çekmeceden kartı çıkarıp sehpanın üstünde duran telefonu elime aldım. Koltuğa otururken, arka kılıfını ayırdım. İçindeki kartı çıkartıp diğeriyle değiştirdim. Kenarındaki tuşa bastıktan bir dakika sonra ekran açıldı. Sadece iki numaranın kayıtlı olduğu rehbere girdim. Birine göz ucuyla bakıp diğerine döndüm, hemen. Büyük bir heyecanla arama tuşuna basarken yerimde duramıyordum. Tırnaklarımı kemirirken, gözlerim ekranda ki yazıdaydı.

Çalıyor… Çalıyor…. Çalıyor

Uzun bir süreye rağmen açılmayınca, moralim daha da bozuldu.
Başımı umutsuzlukla iki yana sallayıp tam kapatacaktım ki “Gazel?” diyen sesle son anda durdum. Karşımdayı, işte. Kahverengi gözlerini kocaman açmış, şaşkın şaşkın bakıyordu. Tebessüm ettim. “Selam."

Bir dakika duraksadıktan sonra “Uzun zaman oldu" dedi, beklediğimin aksine soğuk bir tavrı vardı.

Affalladım. Daha önceki neşesinden eser yoktu. Sonra onu en son bir ay önce onu aradığım aklıma gelince başımı salladım. Bu tepkisinde sonuna kadar haklıydı.

"Seni habersiz bıraktığım için üzgünüm" dedim, mahçupça. Kafamı çevirip, yutkundum. "Ama ardımdan meydana gelen enkazları duyunca uzun bir süre kendime gelemedim."

Babam, kalp krizi geçirmiş ve iki hafta hastanede kaldıktan sonra eve geçmişti. Annem, gerçekleri öğrenince günlerce ağzından tek kelime çıkmamıştı. Gürsoy ailesinin anlaşmaları bozmasıyla diğer ortaklarda çekilmişti. Gökhan bu krizle uğraşırken iyice perişan olmuş, dağılmıştı. Sadece babamı cezalandırmak istesem de diğerlerinide beraberinde yakmıştım.

" Anladım" dedi, anlayışla. " Şimdi, nasılsın ?"

Ona döndüm. Eski sıcaklığına geri dönmüş, yüzünde üzgün bir ifade belirmişti. Elimi sallayıp, "İyiyiz..." dedim zorla gülümseyerek.

Yalandı. İyi falan değildim, burda ki yalnızlığım beni yavaş yavaş boğuyordu. Sadece ben olsaydım belki bu kadar zayıf olmazdım ama bebeğim daha doğmadan yalnız kalmıştı. Zorlanıyordum, hemde çok. Bunu belli etmemek için, başımı öne eğerken “Değilsin, biliyorum!” diye atıldı. “Lütfen, rahat ol!” Ona döndüğümde bana inanmayarak bakıyordu.

Dudaklarım titremeye başlarken, daha fazla direnemedim. Elimle yüzümü kapatıp “Ben….korkuyorum!” diye itiraf ettim, sonunda.
Sonra bir hıçkırık ağzımdan koparken, Zayıf bir sesle ağlamaya başladım. “Herkesten kaçıp kendime yeni bir hayat kurunca mutlu olabilirim sandım ama insanın sevdikleri yanında olmayınca hiçbir anlamı yokmuş!” dedim, bedenim sarsılırke. Burnumu çekip ona baktım. “Sevdiğim birine sarılmayı özledim” dedim, boğukça.

"Canım...." diye seslendi, yumuşak bir tonda. “Şu anda yanında olmayı o kadar isterdim ki!” dedi, içtenlikle. Gözleri dolmuştu. ”Ama nerede olduğunu bile bilmiyorum.”

Bilmiyordu.
Her konuştuğumuzda merak edip sorsa da yerimi hiç söylememiştim, başka birinin hayatını daha riske atamazdım. Ağlamam iç çekişlere dönerken, içimi dökmek rahatlamıştı.

”Ben de isterdim” dedim, hasretle. Yerimle ilgili, onu yine geçiştirmiştim. Bana garip bir ifadeyle bakıp “Sana söylemem gereken bir şey daha var” dedi.

Kaşlarım kalktı. “Nedir ?” dedim merakla.
Elini iç içe geçirip, sıkıntılı bir nefes verdi. “Adam, aylardır her yerde seni aramaktan perişan oldu. “ diyerek, halimi gösterdi. “Bu kadar ayrılık yetmez mi, Gazel ?”

Gözlerimi kaçırıp, sessiz kaldım. Düşündüm, eğer geri dönersem beni tüm dünyaya karşı koruyabilecek miydi ? Özellikle de babamdan.

Başımı olumsuzca sallarken, ona döndüm. “Yetmez!” dedim, keskin bir tonda. “Bebeğin babası olduğuna inansada, bunu ailesine bile haykıracak cesareti yok!”

Bu sert tavrım karşısında afallamıştı. “Onu boşver de, sana kimden haber geliyor ?” dedim, konuyu değiştirerek.

Gözlerini devirip “Sence ?” dedi sinirle. “Nasıl çaresiz kalmışlarsa kaçmana benim yardım ettiğimi bile düşünüp sorguya çektiler, bir şey çıkmayınca mecburen bıraktılar.”

Duraksayıp “Ama ne kadar konuşsak onun kötü olduğundan bahsedip vicdan yaptırıyorlar" dedi sonra rahata bir nefes aldı.

“Neyse ki, gerçekten de yerini bilmiyorum.”

Kalbimde keskin bir sızı hissettim. Yokluğumun onu bu kadar etkileyeceğini ummuyorudum. Hatta, başına bela olan bir dertten kurtulduğunu öğrenince sevinir sanmıştım.

"Şaşırdım" dedim, dürüstçe. "Ama bundan vazgeçip hayatına devam etmesi için siz onu ikna edebilirsiniz çünkü bizim hiçbir olurumuz kalmadı."

&

Kahretsin!

Çaldığım bir kapı daha suratıma sertçe kapanırken kendimi son zamanlarda attığım yerde buldum. Onunla ilk tanıştığım otelin barında. Mekanda ki; renkler, ışıklar, çalışanlar, masalar bile aynı yerdeydi ama en önemli şey eksikti. Gazel, yoktu. Yine bir oyun oynamış, beni kandırmıştı ama bu seferki hiçbirine benzemiyordu. Güldürmek yerine, yıkmıştı beni.
Tek seferde boşalttığım bardağı önüne iterek ”Bir kadeh daha!” dedim, barmene.

Kafasını sallayıp, doldururken arkamdaki konuşmalar sinirimi bozmuştu.

“Bırak beni, istemiyorum!” diye bağırıyordu, kızın biri.

”Naz yapma!” diyen adamla kafamı çevirdim. Cılız kız, dev gibi bir adamdan kurtulmak için cebelleşirken adam kolundan sıkı sıkı tutmuş bırakmıyordu.

Tepemin tasını attırmıştı, bu görüntü. Gözlerim sinirden seğirirken, hızla adama yürüyüp ensesinden yakaladım. “Bırak, lan kızı!” deyip yere savurdum.

Bunu beklemediği için başta bocalasa da sonra kendini toparlayıp “Seni ilgilendirmez, birader!” dedi, ters ters.

Sakin kalmaya çalışarak “Kız, istemiyor!” dedim. “Şimdi, uzaklaş burdan!”

Kaşları kalktı. “Yapmazsam, ne olur ?”
“Bu, olur!” deyip, tüm gücümle yumruk attım. “Seni, uyarmıştım!"

Adam hırlayıp karşı atağa geçti. Sağ kaşıma aldığım darbeyle bir an duraksadım sonra dizine attığım sert tekmeyle yere düştü. Karnına bacağımı yaslayıp harketini iyice kısıtladım. Durmadan, karşımda kum torbası varmış gibi vurmaya devam ettim. Adam başı yerde, ağzı ve yüzü kan içinde kalmıştı. Mekanda bulunan birkaç kişi bizi ayırmaya çalışsada, gözüm dönmüştü.

“Cihan!”

Tarık’ın bağıran sesini duydum.

”Lanet olsun!”

Bu da Mertti.

Her biri bir kolumdan tutarak adamın üstünden zorla alırken otel görevlilerinden biri “Ambulansı arayın, hemen!” diye bağırdı.

Elime bulaşan kana baktım. “Sana ders olsun!” diyerek adamın yüzüne tükürdüm. “Bir daha seni istemeyen birine yaklaşırken iki kere düşünürsün!”

O sırada herkes film sahnesi çekiyormuşuz gibi heyecanla bizi izliyordu. Kapıdan giren polis memurlarıyla Mert ”İşte, şimdi bittik!” dedi korkuyla, Tarık’a.

Bana dönüp “Baban, bizi öldürmese iyidir!” dedi.
Yanımıza gelen gözlüklü memur “Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor” deyince, kız hızla önüme geçti. Kanlar içinde yerde yatan adamı gösterdi, “Bu adam beni rahatsız ediyordu” dedi, sonra kendini geri çekip bana döndü. Gözlerinde korku vardı ama yine de susmadı.“Önce onu uyardı ama dinlemeyince kavga çıktı."

Kafasını salladı, memur. “O zaman sizi de ifadenizi almak için emniyete kadar alalım.”

Kızla beraber, bizimkileri arkamızda bırakıp memurların peşinden gittik. Polis aracına binerken, gazetecilerin de gözünden kaçmamıştı ama umrumda bile değildi. Araba harekete geçince, yanımda oturan kız ”Özür dilerim” diye mırıldandı. “Böyle olmasını istemezdim.”

Ona bakmadan, başımı iki yana salladım. “Önemli değil” dedim, umursamazca. Bu kadar delirmemin sebebi sadece o değildi. Aklıma Gazel'i de böyle rahatsız edecek adamların varlığı da gelmişti. Üstelik yanında onu koruyacak kimse de yoktu.

Kısa bir süre sonra karakola varınca, kızı ifadesini almaya beni de nezarete attılar. “Burda beklemeniz gerekiyor, ifadenizi alana kadar!” diye açıkladı, başka bir memurdu bu.

Hafifçe kafamı sallayıp, oturdum. Başımı duvara yaslayıp gözlerimi kaptırken, düşündüğüm tek şey onlardı.

......

Bir çocuk parkındaydım. Etrafta başka kimse yokken, önümde altı yaşlarında, sapsarı saçları ve zeytin yeşili gözlere sahip bir çocuk duruyordu. Yere çömelip “Merhaba…” dedim. “Tek başına burda ne yapıyorsun ?”
Kafasını hızla iki yana sallayıp, tüm dişlerini gösterecek kadar genişçe gülümsedi. “Hayır, annemde burda ve arka tarafta beni bekliyor.”

Gözlerini kocaman açıp “ Peki, sen kimsin ?” diye sordu, heceleyerek.

Tam yanıt verecekken arkamdan duyduğum sesle yerime çakıldım. “Sana kaç defa dedim, yabancı insanlarla konuşma!” diyen kadınla çocuk son defa bana bakıp ona doğru koştu. Bedenimi çevirip döndüğümde, perişan olmuştum. Bu Gazel’den başkası değildi. Beni görünce hayal kırıklığıyla bakıp çocuğu kucaklayıp hızla uzaklaşmaya başladı. Arkasından giderken " Durun, gitmeyin!" diye yalvardım. Durmadı. Son hızla koşmaya başlasam da bir türlü yetişemiyordum. Gözden kaybolduklarında iki dizimin üstüne düşmüştüm.

"Geri dönün!"

......

"O kadar olayı burda uyumak için yapmış, sanki!” Mert’in gür sesiyle yerimden sıçrayıp uyandım. Korkarak etrafa bakarken, kabus gördüğümü anlayınca derin bir nefes aldım.

Endişeyle "İyi misin ?" diye sordu Tarık, alnımı işaret etti. "Boncuk boncuk ter akıyor."

Sıkıntıyla iç geçirirken, başımı salladım. Mert bana dönüp, sırıtarak "Daha önce hiç nezarethane de uyumadığı içindir" dedi.

Onu duymamazlıktan geldim. “Çıkıyor muyum ?”

Tarık'ın suratındaki endişe yerine kızgınlık aldı. “Yeter, Cihan!” dedi. " Şu haline bir bak!"

Nezarethaneyi gösterip ”Böyle yaparak mı onu bulmayı düşünüyorsun ?” diye sordu, bezmişlik vardı sesine.

Alayla baktım. “ Ayık olmak da bir işe yaramadı ki !” dedim. “O gittiğinden beri mevsimler değişti ama onların nerede olduklarına dair bir iz bulamadık, hala.”

Homurdandı, Tarık. “Muhakkak kaçırdığımız bir nokta var!" diye söylendi. ”Yoksa bu kadar kişi aramamıza rağmen mutlaka bulurduk.”

Doğruydu. Babası, ben ve eski kocası bile onu arıyordu ama hiç kimseden bir haber yoktu. O günkü havaalanı kayıtlarına göre İspanya'ya gitmişti. İlk uçağa atlayıp oraya gittiğimde, öyle birinin ülkeye girişinin olmadığı söylenmişti. ”Yer yarıldı da sanki içine girdi!” dedi, Mert. “Eğer burda olsaydı yeğenimin cinsiyetini ilk bana söyleyecekti.”

Rüyamda gördüğüm çocuğun cinsiyetini söylesem havalara uçup doğru kabul ederdi. Gazel'in giderek benden esirgediği tek şey bu değildi. Eğer onları bulamazsam ona dair her şeyden beni mahrum bırakacaktı.

Düşen suratımla “Sus, Mert!” diye uyardı onu, Tarık.

”Haklı” dedim. ”Nasıl başardı bilmiyorum ama aramızda en çok onu sevdi.”

Ya da sevdiği tek kişiydi. Bu düşünceyle boğazımda oluşan yumruyu yutarken “Ne zaman çıkıyorum ?” dedim, keyifisize.

Sırıttı, Mert. ”Rahatlayabilirsin, adamın ifadesi alındı ve suçunu kabul etti.”

”Yani, çıkıyorsun” dedi, Tarık.

Belli ki doğru bir ifade versin diye onu ikna etmişler yoksa o şerefiz adamdan dürüst olmasını beklemiyordum.

”Eyvallah.”

…..

“Anlatın!” dedi, gözlerinden ateş çıkarken.
Babam sabahın köründe, Mert ve Tarık’ı aramış eve çağırmış, üçümüzü karşısına almıştı.

Sabırsızca bakıp “Bekliyorum” dedi. “Dün gece, mekandaki adamı öldüresiye dövüp karakolluk olmanı neye borçluyuz Cihan?”

”Bu sefer adam, suçluydu!” diye savunmaya geçtim, hemen.

Sinirle soludu. ”Yalçın’lar o günden sonra batma yoluna girmişken kendini yeniden toparladı ama sen galiba bizi bitirmeye çalışıyorsun, oğlum!” dedi, kaşlarını çatarken.

Ayağa kalkıp, karşıma geçti. ”Sana güvendim ve yıllarca emek verdiğim şirketi emanet ettim.”

Hayal kırıklığıyla bana bakıyordu.
”Baba-“

”Derhal şu haline bir son vereceksin!” dedi, öfkeyle sözümü keserek. “Sırf özel durumundan dolayı, başkasının çocuğunu taşıyan bir kadın uğruna her şeyi heba etmene müsaade etmem!”

Kaskatı kesildim. Baba olamayacağımı sanıp, sırf çocuk için onu aradığımı sanıyordu. Gerçek dilimin ucuna kadar gelse de söyleyemedim. Yutkunup “Tamam” dedim, sessizce.

Babam arkasını dönüp ağır ağır salondan ayrılırken Tarık “Hala gerçeği bilmiyor değil mi ?” diye sordu.
”Hayır” dedim, hemen.

Şaşkına döndüler. “ Ne deseydim, kaçmasına yardım ettiğin kadın aslında senin torununu mu taşıyordu ?”

Omuz silkti, Mert. ”Belki de, o bulabilirdi.”

İşler iyice sarpa girecek diye bu durumdan babama hiç bahsetmedim. Hala, sadece üç kişi biliyorduk ve gerçeğin yayılması halinde Halit Yalçın bir kalp krizini daha kaldırmazdı. Baş düşmanı ve rakip olarak gördüğü adamın torunun babası olduğunu öğrenmesi halinde asıl kıyamet kopacaktı.

“Onları bulana kadar bu gerçek aramızda kalacak!” dedim, ikisine ayrı ayrı bakarak. Gazel şimdilik kaçmayı başarsa da illaki birgün bulunacaktı. İşte o zaman, onları babasından korumamın tek bir yolu vardı. Yanıma alacaktım.

“Umarım, bu sefer geç kalmayız!” dedi Tarık, düşünceli bir sesle. “İkisinin de hayatı söz konusu.”

Halit Yalçın'dan bahsediyordu. Taburcu olur olmaz adamlarını her yere salmış onu bulana ödül bile koymuştu.

“Cihan ?”

Salonun başında bana seslenen babama baktım.

”Düzeltmen gereken ilk işi yapmak için hemen yarın Peru’ya gidiyorsun!” dedi, bariton bir sesle. ”Sen oradaki işleri toparlarken, Mert de buradakileri halledecek!”

“Peki” diye kabul ettim.
Memnuniyetle gülümseyip arkasını dönüp odasına yöneldi.
Mert affallarken, “Bu neydi, şimdi ?” dedi.

Ona dönüp “Babamı duydun, buralar sana emanet” dedim. “Ben gidip gelene kadar.”

Yerinden doğrulup ”Pes mi ediyorsun ?” diye sordu, Tarık.

Hızla ayağa kalkıp “İhtimal dahilinde bile değil!” diye atıldım. “Ama onu bulduğumda beni bu kadar ağır cezalandırdığı için asla affetmeyeceğim.”

Bölüm sonu

Yorum ve oylamayı unutmayın.

Gelecek bölümden kesit Instagram sayfasından yayınlanacak.

Karakterler için rol modeller kim olabilir ?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 


 

 


 


 





 


 

 


 

Bölüm : 11.01.2025 19:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...