18. Bölüm

Güven

Farah Sarsılmaz
sarsfarah_

Yol ayrımı için vakit gelmişti. "Arabayı sağa çek, Mert!" dedim telefondan. Emniyet kemerimi hızla çözerken, Gazel'in endişeli sesini duydum. "Bir sorun mu var, Cihan ?"

Onu duymamazlıktan gelip "Mert!" diye bağırdım. "Dediğimi yap, hemen!"

Eğer şimdi durmazsa, dönüş yoluna tekrar girmek baya zamanımızı alacaktı. On iki saatlik yolculuktan sonra birde burda sürüklenmlerini istemiyordum.

"Tamam" dedi Mert, ondan sonra şeritten çıkıp durdu. Biz de tam arkasında yerimizi aldık. Tarık ile araçtan inerken, Mert de dışarı çıkmıştı. Bize doğru hızla gelirken " Ne oluyor ?" dedi telaşlı bir şekilde." Peşimizde biri mi var ?"

Başımı iki yana salladım. "Sen, Tarık ile devam ediyorsun!" diyerek onun yanından geçtim. Arabasına binecekken, omzumun üstünden baktım. "Konuştuğumuz gibi!"

En başından beri böyle anlaşmıştık ama Gazel'in onun arabasına binmek istemesi ufak bir değişime neden olmuştu. İçeri girip kapıyı kapattığımda "Hani, Mert ya! Ben onunla gelmek istiyordum!" diye söylenmeye başladı, Gazel.

Göz ucuyla ona bakıp, sırıttım. "Şansına küs, bir süre benimle idare edeceksin!" diyerek önüme döndüm sonra arabayı çalıştırdım. Yolu kontrol edip, boşluk bulduğum an araya kaynadım. Aynadan arkama baktığımda Tarık'ların hala yerinde durduğunu gördüm. Gittikçe aramızda ki mesafe açılıyor, araç küçülüyordu. Sonunda beklediğim an gelince sağa sapıp ana yoldan çıktım. "Demek, o yüzden onunla gelmeme izin verdin!" dedi imayla, yeni farkına varmanın verdiği şaşkınlık vardı üzerinde.

Haklıydı. Kısa bir mesafe olduğu için sessiz kalıp, kabul etmiştim. Yanında Mert olsa bile, henüz ona güvenmiyordum. "Nereye gidiyoruz ?"

"Cihan, dedim!"

"Böyle susacak mısın?" diye bağırdı.

Sabırsız çıkan sesiyle "Ne söylememi istiyorsun?" dedim, ona dönmeden.

Homurdandı. "Elinin körünü, tamam mı!"

Camdan dışarı bakıp, "Ne güzel Mert ile sohbet ediyorduk şimdi yanımızda ki adamın ağzından cımbızla laf almaya çalışıyoruz, resmen!" diye atarlandı.

Gülmemek için kendimi zor tuttum. "Bu kadar kısa süre yan yana kalmanıza rağmen şimdiden ona benzemeye başlamışsın." Bu iyiye işaret değildi. Mert'i çocukluğundan beri tanıyordum ve beni çoğu zaman sinir ediyordu ama insana kendini sevdiren bir haylazlığı da vardı. Tıpkı, Gazel gibi. Onun da yaramaz bir çocuktan farkı yoktu, her ne kadar oyunları sarsıcı da olsa. "Hem ne konuşuyordunuz, kaçış hikayeni mi ?" dedim alayla.

Kafasını çevirip, bıkkınlıkla nefes verdi.
“Hayır!” Sessizce mırıldandı. ”Bebeğin cinsiyeti ile ilgili.”

“Ne ?”

Afalladım. “Benden önce, Mert'e mi söyledin ?” dedim şaşkınlıkla. Önüme dönerken kaşlarımı çatmış, inanmakta zorluk çekiyordum. Kısa bir duraksamadan sonra “Evet…” diye onayladı. “Senden önce sordu.”

Kahroldum. Gazel’i ilk gördüğüm de bunu sormak için can atmıştım ama henüz o hakkı kendimde bulamadığım için susmuştum. Yine geç kalmışım, anlaşılan. Önümde beliren iki yoldan, sola girdim. “Cihan ?” diye seslendi, bu sefer sakindi. ”Merak etmiyor musun ?”

Hemde deli gibi ama özellikle birini istediğim için değil. Hangi rengi seçeceğime bir türlü karar veremiyordum. Ülkeyi terk ettikleri günden beri, bebek için yaptığım planların haddi hesabı yoktu. Özel evimde ki eşyalarla dolu odası, onun adına açılmış banka hesabı ve bahçeye yapılmış çocuk parkı. Birgün bana geleceği umuduna sığınarak hepsini yapmıştım.“Zor bir soru değildi.”

Uzun süren duraksamam yüzünden, sitem etmişti. Evet, sonuçta onun için basitti. Ne de olsa bebekle ilgili her şeyi biliyordu. ama ben geride kalmış biriydim. Boğazımda ki yumruyu yutarken, tepkisizliğimi sürdürdüm. Kısa bir süre sonra, ağaçların arasında ki evi gördüm. Arabayı sola çekip “Geldik!” dedim inerken.
Gazel’de, arkamdan söylenene söylenene indi, Ev; şehir merkezine çok da uzak olmayan tenha bir yerdeydi. Tek katlı, iki odası ve geniş bir salondan oluşuyordu. Mutfağı Amerikan tarzıydı. Ana caddeden görmek imkansız, orman yoluna saptıktan birkaç dakika sonra solunuzda kalıyordu. Etrafı onu saklayan büyük ağaçlarla doluydu, adeta.

“Bu ev ?" diye mırıldandı Gazel, meraklı bir sesle.

Yutkunurken, dürüstçe yanıtladım. "Benim sığınağım." Gazel’den önce, hayatım boyunca iki defa uğradığım yer.

İlki, beni doğuran kadının kendine yeni bir hayat kurduğunu ve çocuğunun olduğunu öğrendiğimde. Sonra birlikte bir hayat kuracağımı zannetiğim Merve'nin ihanetiyle sarsılırken yine yolum buraya düşmüştü. Aradan geçen üç yılın ardından, dört aydır daha sık geliyordum. Sebebi ise yanı başımda duruyordu.

Kafamı çevirip, ona baktım. Büyülenmiş gibi izliyordu. " Herkes senin gibi kaçmak için kıta değiştirmiyor!" dedim imayla. Yanından yürüyüp, aracın bagajından eşyaları aldım.

“Hadi gidelim!” dediğimde, arkamdan mırıldandı. " Senin aksine, benim ne böyle bir yerim ne de güvenle sırtımı yaslayabilceğim insanlar vardı hayatımda."

Ben olurdum, diyemedim.

Elini karnına koymuş, sağıma geçerken sevinçle bağırdı. “Sonsuza kadar burda yaşanır!”
Bana göz ucuyla bakıp “Cennet gibi bir yer!” dedi hayranlıkla.

“Çok sevinme…”

”Sadece bir süreliğine, burda kalacaksın!”

Duraksadı. Yüzü düşerken, dudakları titremeye başladı. Bakışlarımı kaçırdım, az önce ki hevesini kursağında bırakmıştım. Bavulları kenara bırakıp, ağacın köküne sakladığım anahtarı almak için eğildim. Biraz kazıdıktan sonra, nihayet metal hissin alınca rahatladım. Yerimde doğrulup kalkarken, onun dalgınca yere baktığını gördüm. Anahtarda ki toprağı temizleyip, kapının kilidine yerleştirdim. Üç kilik sesinden sonra açılmıştı. Sonuna kadar iterken, eşyaları elime alıp içeri girdim.

Arkamdan gelmediğini görünce “Neyi bekliyorsun?” dedim, omuzun üstünden bakıp. Bir adım bile atmamıştı, kapının dışında duruyordu. Elimdekileri köşeye bırakıp yanına gittim. “Gazel…?"

"Gazel.." diye tekrar ettim.

​​​​​​Başını ağır ağır kaldırıp, yeşilleriyle baktı. Buğulanmıştı. Lanet olsun! Benim yüzümdendi, öfkeme yenik düşüp üstüne fazla gitmiştim.

Derin bir nefes alıp, gözlerini yumdu. “Burda kalmak istemiyorum!” dedi sertçe sonra yutkundu. " Beni, Halit Yalçın’ın evine götür!”

Ne dediğinin farkında mısın ?” diye sordum, nevrim dönmüştü.

​​​​“İçeri geç, hemen!”

Burnumdan soluyordum. Kolunu tutacakken korkuyla geri çekildi.

“Yeter, Cihan!” dedi, avazı çıktığı kadar bağırarak. Elimi salladı.

”Uçaktan indiğimizden beri, bir haller oldu sana!”

Hayal kırıklığıyla bakıyordu, yine. Bu sabah verdiğim sözler aklıma geldi, yaptıklarım bunun tam tersiydi.
Devam etti. “İğneleyici laflarından bıktım, onun evinde de olsam hiçbir fark olmayacak çünkü aynı senin gibi davranacak!” derken, dudaklarında acılı bir tebessüm vardı.

Kaskatı kesildim. Onu, babasından koruyacağım derken en büyük zararı ben veriyordum.

“Biliyor musun ?” dedi kırgınlıkla, elini karnının üstüne koyarken.

“Mert, cinsiyetini sordu ama söyleyemedim.”

Sesi titremişti. “Neden mi…. çünkü ben de hala bilmiyorum.”

Hüzünlü bir ifadeyle, kafasını önüne eğip “Tek başıma öğrenmek istemedim” diye açıkladı. “Çünkü bize geleceğine dair hep bir umut vardı, içimde.”

Biran durdu sonra gözlerini yüzüme çıkardı. “O günü beklemiştim ama görüyorum ki gerek-“

Elimle ağzını kapattım, hemen. Devamını getirmesine izin vermedim. “Tamam, saçmaladım!" dedim, kabul ederek.

Kısılan gözlerine pişmanlıkla baktım. “Ne bileyim, ben bilmeden onun hemen öğrenmesi canımı sıktı.”

Elimi yavaşça çekip, onun uzaklaşmasına izin vermeden aniden kucağıma aldım.

“Ah, ne yapıyorsun ?” diye bağırıp debelenmeye başladı. “Bırak beni!”

Daha da sıkı tuttum.”En yakın zamanda, beraber gidip bebeğimizin cinsiyetini öğreniyoruz!” dedim, heyecanım sesime yansımıştı. Gözlerini devirdi, Gazel. “Yerdeyken de söyleyebilirdin!”
Düşme korkusuyla kollarını hızla boynuma dolarken “Kucağına niye alıyorsun ki!” diye söylendi. Aldığı kilolar yüzünden ağırlığı artmış olsa da tutabilmiştim. Neyse ki mesafe kısaydı. Yönümü içeriye verip, hemen ayağımla kapıyı kapattım.

Yüzüne eğilirken, sırıttım. “Bunun için.”

Neyi ima ettiğimi anlayınca kaşlarını çattı. “O insanlar bir kere evli.”

Sırıtışım daha da genişledi. Yanlış anlamıştı, beni. ”Aslında, ondan bahsetmemiştim ama…” dudaklarım sinsice kıvrılırken “Tabi, istersen onlar gibi olabiliriz” dedim.

Bana alttan ters bir bakış attı. “Kalsın!”

Kendimi tutamayarak “Niye, ben evlenilecek bir adam değil miyim ?” diye sordum merakla. Yanıt vermesini beklerken, koca salonda boş bir tur daha attım.
Uzun uzun baktıktan sonra, konuştu. “Aksine…”

İç çekip, gözlerimin içine baktı. “Tam bir aile babası olacak birisin!” dedi, sözlerinde samimi görünüyordu.

“Ama…”

Durup, başını iki yana sallayarak “Ben ilk evliliğimde ki başarısızlıktan sonra biriyle tekrar nikah masasına oturacağımı sanmıyorum" dedi net bir tavırla.

Şaşırmıştım. Onun böyle düşünmesinin mantıklı bir tarafı olduğunu bilsem de içten içe sinirlenmiştim. Eski kocasından ayrılmasına rağmen hala onun kalıntılarıyla hayatına yön verip yaşaması, saçmalıktı.

Gergin bir nefes verirken “Anladım!” dedim soğukça, onu yavaşça büyük gri koltuğun üzerine bıraktım. Kendi kendime söylendim. “Öyle sanmaya, devam et!”

Afallayıp “Ne oldu, yine ?” diye sordu.

“Yok bir şey!”

Sesimin yüksek çıkmasına engel olamadım. Yanına gidip otururken “O kadar yol geldik, acıkmışsındır” diyerek konuyu değiştirdim. ”Ne yemek istiyorsun?”

Tavana bakıp, bir dakika düşündükten sonra “Ev mantısı!” dedi.

İnanamadım, tekrar sordum. "Ev mantısı mı?"

Hızla başını salladı. Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken “Ordan bakınca ev hanımı gibi görünüyorum ?” dedim.

Yanaklarını sıkıp, mırıldandı. “Hı Hı…”

”Tam tersi olması gerekiyordu, sanki ?”

Gözlerini kocaman açarak “Ben iki canlıyım “ dedi, bahanesinin arkasına sığındı.

Bilmiyordum. Daha önce hiç ev mantısını yapmamıştım. Üstelik malzemelerin olduğundan şüpheliyim. Gelmeden önce, güvendiğim bir kadından evi temizlemesini ve buzdolabını doldurmasını istemiştim ama ne aldığıyla ilgili hiçbir fikrim yoktu. Elimi sıkıntıyla saçlarımdan geçirirken “Başka bir şey iste ?” dedim, halime bakıp kendini daha fazla tutamadı. Bir kahkaha patlattı. “Şaka yaptım, tavuk ve pilav yapsan yeter!”

Oyun oynamıştı, yine. Gözlerimi kısarak ”Lapa da olursa, yine yemek zorundasın!” diye tehdit ettim.

“Ama-“ dedi, itiraz edecekken bakışlarımı görüp başını salladı.

”Peki…”

Ayağa kalkıp, bana üstten baktı. "Ben duş alana kadar, hazır olur her halde” diyerek, bavullarını gösterdi. "Ama ondan önce nerde kalacağımı göster."

Ağır ağır önümden geçerken gayet rahat görünüyordu, tabi yemek yapacak olan bendim. Hanımefendinin ise keyfine diyecek yoktu.

Peşinden eşyalarını alıp, koridorun sonunda ki odaya yönlendirdim onu. Krem rengi kapıdan içeri girince, aniden bana döndü. Yeşillerini kocaman açılmıştı.

" Ama burası..."

"Evet, benim odam" diye tamamladım. "Evde sadece iki tane var, diğeri kullanılmıyor."

Ona, yalan söylemiştim. Odanın içi doluydu ama Gazel'e göstermek için henüz erkendi.

İki kolunu birbirene geçirirken, kaşları kalktı. "O zaman, sen salonda yatacaksın değil mi ?"

Sırıttım. "Bu yatak, ikimize de yeter bence" dedim. "Ayrıca daha önce-"

Sinirle, sözümü kesip "Kes şunu!" diye ciyakladı. Utanarak bakışlarını kaçırdı. “Arsız herif!”
Yanakları al al olmuş, eliyle yüzünü kapatmaya çalışıyordu.
Gülmemek için kendimi zor tutarken “Tamam, istediğin gibi olsun” dedim. “Burda kaldığım geceler kanepede yatarım.”

Yüz ifadesi aniden değişti “Bu ne demek oluyor ?” diye sordu, şaşkın şaşkın.

”Beni burda tek başıma mı bırakmayı düşünüyorsun?”

Böyle söylenince kulağa hoş gelmiyordu ama mecburdum. Tek derdimiz onun babası değildi, kendimkiyle ilgili de sorun vardı ve bunları çözmeden kimsenin Gazel’in dönüşünden haberi olmamlıydı. Babam uyanık biriydi, fark etmesi uzun sürmeyecekti ama bunu geciktirebildiğim kadar yapmalıydım.

“Cihan ?”

“Her şeyi halledene kadar, açık vermemeliyiz bu yüzden arada gelmeyebilirim” dedim gergince. Gözlerinde ki tedirginliği görünce, içini rahatlatmak istedim. “Ama buranın güvenlik sistemi üst düzeyde, korkmana gerek yok.”

“Katiyen olmaz!” diye çıkıştı.
Parmağını sallarken “Günün sonunda, nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama buraya geliceksin!” duraksayıp. salonu işaret etti. “Ancak, orda ki varlığını hissedersem başımı yastığa rahatça koyabilirim!”

Arkasını döndü, bavullarından birini açarken “Şimdi, izin verirsen duşa girmek istiyorum!” dedi, beni odadan kovarcasına.

Az önce ki konunun üstüne sonra konuşmaya karar verip, sessizce çıktım.

****
İçerden mis gibi kokular gelirken ne kadar acıktığımı yeni fark ettim. Yol boyu düzgün bir şey yiyememiştim.

Üstüme rahat mavi bir eşofman takımını giydim, ıslak saçlarımı da havluyla kapatıp içeri girdim. Artan kokuyla midem guruldarken, salonun girişinde durdum.
Mutfak önlüğünü giymiş, gömleğinin kollarını katlayarak dikkatli bir şekilde sebzeleri yıkayan Cihan’ı gördüm.

Kıkırdamama engel olmadım. Bunu duyunca aniden kafasını çevirdi. Kısa bir anlığına üzerimi süzüp, önüne döndü.

İsyan ederek “Düştüğümüz hale bak!” dedi, yıkadığı sebzeleri kenara koyup elini duraladı.

“Ne olmuş yani ?”

Bana bakıp, önlüğü başından çıkardı.
“Saçını kurutmalıydınl!” dedi, beni duymamazlıktan gelip. “Hasta olabilirsin!”Banyo da saç kurutma makinesini görünce hapacaktım ama açlığım onun önüne geçmişti. “Üşendim.”

Israr etmeyerek “Pilav demlenene kadar, benimde duş almaya hakkım var değil mi ?”diye sordu.

Güldüm. “İzin veriyorum!”

Başını iki yana sallarken, önümde hafifçe eğilip iki elini birleştirdi. “Allah razı olsun, ya!”
Yerinde doğrulup, tezgahta duran az önce yıkadığı sebzeleri gösterdi. ”O sırada zahmet olacak ama salata yapabilirsin!” diyerek banyoya gitti.

Gülerek ”Ne zahmeti, ayıp ediyorsun!” diye bağırdım arkasından. Başımdaki havluyu düzeltip, elimi yıkadım. Sebzeleri alıp doğramaya başlarken, zihnim Türkiye’e döndüğümü ve onunla yaşadığıma beni ikna etmeye çalışıyordu. Üç yıl önce onunla bu hale geleceğimi söyleseydiler alay ettiklerini düşünürdüm herhalde çünkü ikimizin de hayatında birileri vardı. Anıl ve Merve. O zamanlar, bizim birlikte olmamız ihtimal dahilinde bile değildi. O kadar imkansızdık. Şimdi ise, karnımda onun bebeğiyle aynı evdeydim. İnanması çok güçtü. Birbirimizin kaderi miydik, bilmiyorum ama o gün otelde karşıma çıkan başkası olsaydı hiçbir şey yaşanmayacaktı.

Salata hazırdı, artık. Sosunu da ayarladıktan sonra içeriye götürüp masaya bıraktım. Mutfağa gelip çekmeceleri karıştırıp, bardak, çatal, bıçak ve kaşıkları da hızla alarak yerine yerleştirdim. Fırında, nar gibi kızarmış tavuğu servis tabağına alıp dinlenmiş pirinci de iki tabağa doldurdum.
Buzdolabından, kolayı çıkartıp tezgaha bıraktım. Bunların hepsini içeriye taşıdıktan sonra, sofra artık hazırdı. Tek eksik, Cihandı.

Açlıktan guruldayan karnımı tuttum, o gelmeden başlamak istemedim. Sonuçta kendi isteğimizle, üçümüzün beraber olduğu ilk yemeğiydi. Düşüncelerimi bölen şey, boynumda hissettiğim nefesiydi.

”Kurt gibi açım!” dedi boğukça.

İç çekerek, ona döndüm. “Hadi oturalım!”
Tam yerine geçecekken kolundan tutup “Bekle!” dedim. “Yemekten önce yapmamız gereken bir şey var.” Banyoya gidip saç kurutma makinesini alıp geri geldim. İtiriz edecekken buna müsade etmeden, çekiştirip masadan uzak bir yere götürdüm. Fişi prize takıp makineyi çalıştırdım.Siyah gür saçlarından damlayan suları ve nemini alırken yine o gün ki gibi bakıyordu.

”Yemeğe su damlamasını istemiyorum!” diyerek bu bahaneye sığındım.

Kahvelerinden bir parıltı geçti. “Öyle olsun, bakalım!”
Şaşırdım.

Hemen kabul etmişti, geçen sefer ki gibi tepki vermemişti.

Sırıtmaya başladı. ”Bir karşılığı olmalı!” diyerek başımda ki havluyu aniden tutup çekti. Nemli saçlarım omuzlarıma dökülürken, makineyi elimden aldı. “Ben de yapacağım!”

Sonra, kocaman elini başımda hissettim. Saçlarımı karıştırmaya başladı, dokunuşları naifti.

Sessiz kalıp, gözlerimi yumdum. İşini bitirmesini beklerken, bir yanım deli gibi bu anda kalmak istiyordu. Ama kısa sürdü, birkaç dakika sonra makinenin sesi kesildi.
Hüsrana uğramıştım, gözlerimi aralayacakken beni durduran bir şey oldu.

Dudakları.

Sanki, ilk kez bunu yaşıyormuşçasına kalbim yerinden çıkacakmış gibi atmaya başladı. Vücudum bununla tir tir titrerken, kolundan destek aldım. Cihan, tek eliyle çenemi kavrayıp öpüşünü derinleştirdiğinde kayıtsız kalamadım.

Bir süre sonra, soluklanmak için geri çekildim.

Cihan’ın gözleri koyulamış, nefesi hızlanmıştı. “Acaba yemeği sonra mı yesek ?” dedi, boğuk bir sesle.

Başımı iki yana salladım, daha ilerisi için önce birbirimize güvenmemiz gerekiyordu. “Sen aç değil miydin ?” diyerek arkamı dönüp masaya ilerledim.
Yerime otururken, o da karşıma geçip oturdu. Yüzünde muzır bir ifade vardı. “Açım ama başka bir şeye!” dedi göz kırparak.

Elime kaşığı alırken, ona döndüm. “Git, kurtardığın kızlar seni doyursun!”
Kaşları şaşkınlıkla havalanırken “Sen, beni mi takip ediyordun ?” dedi, gülmemek için kendini zor tutuyordu.
”Hayır” diye çıkıştım, hemen. “Maşallah manşetlerden düşmediğiniz için sürekli karşıma çıkıyordu.”

İnanmadı, Cihan. İçeceğinden bir yudum alıp, ima dolu kahvelerini üzerime dikti. “İtiraf et, Gazel! “ dedi bilmiş bir tavırla. “Peru’da olsan bile aklın hep burdaydı değil mi ?”

Beklentiyle baktı. Evet, oradayken senin ne zaman geleceğini düşünmediğim bir günüm olmadı Cihan. Tek dayanağım ve konuştuğum kişi bebeğimizdi. Henüz haberin yok ama sandığının aksine ilk karşılaşmamız otelde ki değildi.

Şen bir kahkaha sesi geldi. “Sessiz kaldığına göre-“

”Yanılıyorsun!” dedim, sözünü keserek. “Öyle bir şey yok!”

Cihan’ın aniden suratı düştü, az önce ki keyfi kaybolurken “İyi!” dedi sertçe.
Başını önünde duran tabağa gömdü. Sinirini kaşıktan çıkarmak istercesine sıkıyor, hızlı hızlı yemek yiyordu. Böyle giderse, kesin boğulacaktı ve ben onun katili olmak istemiyordum.
Ona gerçeği söylemek, belki de aramızda ki güven problemini ortadan kaldırmanın ilk adım sayılabilirdi.

Bölüm Sonu

Oylama ve Yorum yapmadan geçmeyin 🌸🙏

Gelecek bölüm kesit yayınlanacak


 

 


 

 



 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 

 


 


 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 



 


 

 

 


 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

​​​​​

 

​​​​​

​​​​

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.03.2025 20:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...