
Karşımdaydı, işte.
Gözlerimi kırpıştırdım, kendimi cimcikledim yine ortadan kaybolmadı. Rüya ya da hayal görmüyordum. İnanmakta güçlük çeksem de aylardır kaçtığım adamla aynı uçağa binmiş, karşı karşıya gelmiştik. Özlemiş miydim, onu ? Galiba. Hayır, sadece kendimi kandırıyordum. Kalbim kahvelerini gördüğü saliseden itibaren maratondaymış gibi atmaya başlarken, galiba demek yalan olurdu. Sonunda, kendimi zorlayarak “Senin ne işin var burda ?” diye sordum şaşkınca. “Beni nasıl buldun ?”
Bu bir tesadüf olamazdı. Kapıyı açıp karşımda Gökhan'ı görünce şok geçirmiştim ama konuşmama fırsat vermeden beni hızlıca Bayan Tricia'nın evinden çıkartıp bir taksiye bindirmişti. Sadece "Ben adamları oyalarken sen direk havaalanına gidiyorsun, eğer Türkiye'ye uçuş yoksa başka ülkeye geçmek zorundasın!" demişti. İlk defa şansım yaver gitmiş, bilet bulmuştum.
“Sen..." dedi Cihan, uzun bir sessizlikten sonra. Yutkundu. "Bunca zaman saklanırken hiç mi acımadın bana ?"
Sesindeki hayal kırıklığı çok tanıdık gelmişti. Gitmeden önce o da sözde iş için şehir değiştirmişti ama aslında benden kaçmak içindi. Bakışlarımı kaçırırken “Olması gereken buydu!” diye mırıldandım. Bana başka çare bırakmayan, kendisiydi. Şimdi de gelmiş hesap soruyordu.
"Değildi!" diye karşı çıktı, hemen. "Eğer biraz daha bekleseydin-"
" Dur!" dedim, öfkeyle sözünü keserek. Ona döndüm. "Ne kadar zaman istiyordun, dokuz ay mı ?" Alayla güldüm."Yaşadıklarımız için bir sorumlu arıyorsan gidip aynaya bakman yeterli!" Kendime hakim olamayıp bağırdım, yanımızdan geçen birkaç kişinin de merakla bize dönmesine neden oldu. Cihan'ın omuzları sarsılırken "Onu demek istemedim!” diye hiddetlendi. Başını başka tarafa çevirdi. “Ben hatamın farkındayım, olmasaydım şu anda bambaşka bir halde olurduk" dedi alçak bir sesle.
Zihnim geçmişe gitti. Bana inanmadığı için sarf ettiği hakaretleri bir bir hatırlarken "Evet!" dedim sertçe. "Beni nasıl bulduğunu bilmiyorum, artık ilgilenmiyorum da ama..." Duraksayıp, elimi karnımın üstüne koydum. "Bizim hayatımıza dahil olma hakkını çoktan kaybettin!"Başımı kaldırıp, kararlı bir ifadeyle ona baktım. Yüz ifademi gördükten sonra az önce söylediklerimi yeni algılamış gibi, kaskatı kesildi. "Şimdi, hiç karşılaşmamışız gibi ayrı ayrı yollarımıza devam edelim.”
Yanından geçip gidecekken, panikle kolumu tuttu. Bir ona birde eline ters ters bakınca elektrik çarpmış gibi geri çekildi. Kaşlarını çatıp "İmkansızı istiyorsun!" dedi, haykırarak. "Böyle bir şey asla olmayacak!"
Kafamı hızla iki yana salladım. “Sen öyle sanıyorsun!” Elimi göğsüne koyup iterken, bileğimden sıkıcı tutup engel oldu. Gözlerimin içine bakarak "Hayır, aksine!” dedi dişlerinin arasından. "Bundan sonra bir saniye bile yanımdan ayrılmana izin vermiyorum!" Sonra göz ucuyla karnıma baktı. Tam ağzını açıp, bir şey söyleyecekken son anda vazgeçti. "Şimdi” diyerek arkamı gösterdi. “İçerde kaç kişinin seni beklediğini söyle!”
”Anlamadım ?” dedim, afallayarak. Sıktığı bileklerimi yavaşça bırakıp “Seni evinden alan adamlardan bahsediyorum” dedi, sonra düzeltti. "Doğrusu yaşlı kadın, sadece bir kişi demişti."
Gözlerim irileşti. "Ne ?"
"Evimin adresini öğrenmiş miydin?" diye sordum, şaşırarak. Cihan, elini sıkıntıyla başından geçirip " Babam, gönderdi" diye itiraf etti. "Ben, seni aramakla meşgulken işler iyice çığrından çıkmaya başladı, o da dayanamayıp olaya el attı."
Bir an duraksadı. "Yerini bulan, oydu."
Kaşlarım kalktı. Ferman Batur, ya oğlunun haline dayanamayıp Peru'ya yollamıştı ya da artık gerçeği biliyordu. Başını öne eğip, devam etti. "Ama.." dedi, düşünceli bir sesle. " Ben gelene kadar, gitmiştin."
Mecbur kalmıştım, yine. Cihan ise kılpayı beni kaçırdığını düşünüyordu halbuki ortada büyük bir oyun vardı. En başından beri yerimi bilen sadece tek bir kişi vardı. O da, az önce öğrendim ki oğluna söylemişti. Peki, niye bundan haberim yoktu ? Ya Gökhan, o nasıl buldu adresi ? Aklıma bir ihtimal geliyordu. "Demek ki baban karnımdakinin kendi torunu olduğunu öğrenmiş" diye ortaya laf attım. "Yoksa be-"
Elini kaldırıp" Bir dakika!" dedi, beni durdurarak. "Sen, onun en başından beri nerede olduğunu bildiğini mi söylüyorsun ?"
Sessiz kaldım.
Bunu görünce, yıkılmış bir ifade yüzünde belirdi. " Dört ay boyunca her yerde fellik fellik seni ararken, ikiniz bir olup arkamdan oyun mu çevirdiniz ? " dedi inanmayarak.
Burnundan soluyordu. "Bu kadarını hak etmemiştim!"
Yutkundum. Gerçeği onun açısından düşününce kötü hissedip, gözlerimi kaçırdım. Bir anlık gaflette bulunduğum için pişman oldum. En azından uçaktan inene kadar dilimi tutmalıydım ama artık iş işten geçmişti. Kaçacak bir yol ararken yanımıza gelen sarışın hostesle, içten içe sevindim. Cihan'a baktı, önce. "Lütfen, yerlerimize geçelim!" dedikten sonra bana dönüp "Sizin özel durumunuzdan dolayı uzun süre ayakta durmanız hiç sağlıklı değil!" diye uyardı.
Başımı hızla salladım. Tebessüm ederek " Çok haklısınız, birazdan yerime geçeceğim" dedim, minnetar bir tavırla. Beni bir süreliğine de olsa Cihan'ın azabından kurtarmıştı.
Kadın görevli gidince, ona kaçamak bir bakış attım."Kendin duydun!" dedim telaşla. Uçağa binerken tüm riskleri almıştım ama şu an yaptığım stres bebeğim için hiç iyi olmayacaktı. Daha lavobaya gidecektim üstelik mesanem patlamak üzereydi. Tekrar ettim. "İndikten sonra konuşuruz, gerçekten de acilen gitmeliyim!"
Kafasını ağır ağır sallarken “Tamam” dedi. Sevinip önümden çekileceğini düşünürken, bir anda elimden tutup peşinden sürüklemeye başladı. “Ne yapıyorsun ?”
"Beni nereye götürüyorsun ?"
"Lavobaya gidecektim!"
"Ya vaktim yok, diyorum sana!" Ard arda sıraladığım hiçbir şeye kulak asmadı. Krem rengi bir kapıdan içeri girince gördüklerim karşısında az daha küçük dilimi yutucaktım. Burası resmen bir ev gibi görünüyordu ve her odada biri duruyordu. Yanlış saymadıysam sadece üç kişi vardı. Biri boştu ve onun kimin olduğunu tahmin etmek zor değildi. Business Class demek böyle bir şeydi. "Buraya gel!" diyen adamla şaşkınlığımı üstümden atıp yanına gittim. Gözleriyle arkamı işaret edip “İstediğin yere” dedi soğuk bir tavırla. Beni o tarafa döndürdü. " Burası daha temiz."
Lavobanın önündeydik. İçeri girerken ”Kapıda beklemene gerek yok” dedim ama bir dakika bile ayrılmayacağını adım gibi biliyordum.
&
Bunca zaman onu saklayan kişi en yakınımda ki insan, babamdı. Acı çektiğimi görmesine rağmen sessiz kalıp, sadece uzaktan izlemişti. Bugün ise yerini söyleyen de aynı kişiydi, peki ne değişmişti ? Ortada büyük bir oyun dönüyordu ve eninde sonunda bunu öğrenecektim ama ondan önce yapmam gereken bir şey vardı.
Yarım saattir tuvalette oyalanan kadını çıkartmalıydım, artık. Kapıya yavaşça tıklatıp, beklemeye başladım. Bir süre hiçbir yanıt gelmeyince daha sert vurdum.
" Gazel...." diye seslendim, sabırsızlıkla. "Çık şurdan!”
Mızmızlandı. "Sen orda olduğun sürece çıkmıyorum!"
“Kapıyı kırarım!" dedim asabice.
Beni tehdit etti. "Polisi ararım!"
Sinirle güldüm." Tüm teşkilatı da başımıza toplasan seni almadan hiçbir yere gitmeyeceğim!"
"En baştaki umursamaz haline geri döner misin, lütfen!”
Alnımı kapıya yasladım. “Aç şu kapıyı, konuşalım!"
”Konuşacak ne kaldı ki!” dedi alayla. "Hiçbir şey!"
Anlaşılan kapının arkasında, görünmezken içini daha rahat döküyordu. Ama hayır, ben daha son sözümü söylemedim ve bu sefer onu bulmuşken asla bırakmayacaktım. "Gazel!"
“Gazel….” diye tekrar ettim.“Cezamı fazlasıyla çektim!" dedim acıyla. Hayatıma giren herkesin kendince bana bir ceza kesmesinden bıkmıştım. En başında da bunu annem yapmıştı, sırf dünyaya geldiğim için hayatının alt üst olduğunu, dayanamadığını söyleyip çekip gitmişti.
“Git, biraz sakinleş!” dedi Gazel, daha ılımlı bir tonda. “Şu anda çok sinirlisin.” Sesi titremişti. Benden korkuyor muydu, yoksa ?
”Hayır” diye çıkıştım,hemen. “Sadece…şoktayım.”
Sessiz geçen uzun bir süreden sonra kapıyı yavaşça açıp aralıktan bana baktı. Kararsız kalmış gibiydi. Daha fazla kendimi tutamadım, kapıyı itip içeri girdim. Yerinden sıçrarken bir adım geriledi. Elini korkuyla karnının üstüne koyarken diğerini kaldırıp “Lütfen, yaklaşma” dedi panikle. Gözlerindeki tedirgin ifadeyi görünce “Sana bir şey yapacağımı nasıl düşünürsün ?” dedim, kaşlarımı çatarak. Elinden tutup çektim, kollarımın arasına aldım. Bebeğin izin verdiği kadar, sarıldım. Başımı boynuna gömerken, derin bir nefes aldım. Tanıdık kokusuyla anında rahatlarken “Sadece, sarılacaktım" diye mırıldandım. Gazel ise, kaskatı kesilmişti. Elleri aramızda sıkışıp kalırken ne yapacağını bilmiyordu. İtmiyordu da, arada kalmış gibiydi.“ Lanet olsun!” dedim, boğuk bir sesle. "İlk gördüğüm an bunu yapmalıydım."
Debelenmeye başladı. " Bırak beni!" Onu duymamazlıktan gelip "Te extrano mucho" diye fısıldadım kulağına. Bunu duyduğu an bedeni gevşerken aramızda kalan iki elini boynumdan geçirip, karşılık verdi. Demek ki dili biliyordu. “Aptalın tekisin” diye homurdandı. "Daha erken gelebilirdin."
Dudaklarım onun sitemiyle kıvrıldı, belki dediği olabilirdi ama nasip bugüneymiş. Başımı hafifçe kaldırıp ondan uzaklaşmadan gözlerine baktım. Buğulanmıştı. Elimle yüzünü kavrayıp alnımı onunkine yasladım. Derin bir iç çekerken “Sana ne kadar kızgın olduğum aklının ucundan bile geçemez!“ dedim. “Öfkeliyim de…”Gözlerim dudaklarına kayınca, boğazım kurudu. Yutkunma ihtiyacı hissettim. “ Kendi yokluğunla sınayacak kadar bana ağır bir bedel ödettiğin için seni asla affetmeyeceğim!” dedim, aramızda sadece milimler kalmıştı. "Ama....şimdilik hepsini si.tir et! " diyerek sertçe dudağına yapıştım. Geçen zamanın acısını çıkartmak istercesine, hoyratça ona öperken aniden kendini kurtarıp bana tokat atmasını beklemiyordum. Kafam yana düşerken "İnsan gibi davran!" diye kızdı. "Sinirini bedenimden çıkartamazsın!"
Yüzüne baktım. Dudaklarında ki ruj her yerine dağılmıştı. Kahretsin, yine haklıydı, ona daha yumuşak bir tavırla yaklaşmam gerekiyordu. Çenesini kavradım, uzaklaşacakken "Dur!" dedim, hemen. Bir adım daha yaklaşıp bu sefer şefkatle yüzümü yüzüne bastırdım. Saçını kulağının arkasına iterken "Özür dilerim" diye mırıldandım, hafifçe yanağından öptüm. "Dayanamadım."
"Cihan..."
Adımı onun ağzından duymak bile tüm öfkemin uçup gitmesini sağlamıştı. Hızımı alamayıp yüzünde dokunmadığım yer bırakmazken " Hı.." dedim. Kollarımın arasındaki bedeni zangır zangır titriyordu. Gözlerini yummuş, ceketimin ucundan tutarak destek alıyordu. “Durmalısın!” diye kekeledi. Gülmemek için kendimi zor tuttum. Kalbinin gümbür gümbür atan sesini burdan duyarken çenesinin çukurundan öptüm. "Öyle kolaysa, sen dur!" Önce kaşları kalktı sonra yeşillerini kocaman açıp, hınzır bir bakış attı. "İyi de benim yaptığım bir şey yok ki" dedi masumca. Ellerini yukarı çıkartıp, ensemde birleştirdi. "Yani, henüz."
Bu bakışı çok iyi biliyordum, yine bir oyun oynuyordu. Ben merakla ne yapacağını beklerken, o sırıtmaya başladı. Göz ucuyla dudaklarıma bakıp "Açıkçası bir tokatın seni bu kadar korkutacağını düşünmemiştim" dedi, sırıtışı genişledi. "Buraya gel!" diyerek dudaklarımızı birleştirdi, sonunda.
Beni yine yanıltarak şaşkına çevirmişti Gazel ama kendi isteğiyle bunu yapması, içimde bastırmaya çalıştığım arzunun ateşini yakmıştı. İlkinin aksine bu çok daha anlamlıydı, derin ve tutkuluydu.Sanki uzun bir süredir çölde kalmışız da sussuzluğumuzu gidermeye çalışıyor gibiydik. İkimiz de kontrolü kaybetmiştik.
Gazel, bir süre sonra hafifçe geri çekildi. "Bekle!" dedi, nefes nefese kalmıştı. O soluklanırken bundan istifade edip, aklımda kalan yere yöneldim. Yeşil elbisesinin açıkta bıraktığı, boynuna. Başımı eğip, dudaklarımı o boşluğa bastırdığım an inlemesi bir oldu. Ense kökündeki saçlarımı çekerken, aniden kendine gelip uzaklaştı. Saçını başını düzeltip “Ne yapıyoruz ya!“ dedi, dehşete kapılarak. "Uçağın tuvaletindeyiz!"
Kaşlarım havalandı. "Yani ?”
”Elinin körü!” diye bağırdı, rahatlığım karşısında. "Her an biri gelebilir."
Kapıyı açıp kendini hızla dışarı attı. Hiçbir şey olmamış gibi yürürken arkasından gidip onu tuttum. Elimi omzundan geçirip durdururken "Nereye gidiyorsunuz, küçük hanım?" diye sordum, muzip bir tonda.
"Yerime." dedi safça.
"Az önce dediklerimi duymadın, sanırım ?"
Şakaya vurdu. "Ciddi miydin ya ?"
Kulağının dibinden fısıldadım. " Hı.. hı"
İç çekip, devam ettim. "Hem de öyle böyle değil."
Bana dönerek "Peki, öyle olsun" dedi, kabul ederek. Kollarını birbirine geçirdi. "Ceketim dışında hiçbir eşyamı getiremedim, en azından onu alayım."
Etrafına göz atıp "Ama nasıl olacak ki?" diye sordu. "Yer yok, en azından inene kadar bana müsaade et."
İtiraz ettim. "Seni, o adamın yanına bir daha göndermem!"
Yüzünü buruşturup "Şey ben söylemeyi unuttum, içerde beni bekleyen kimse yok!" diye açıkladı.
" Ne ?" dedim, afallayarak.
"O adam, Gökhandı. Adamlarla ilgileneceğini söyleyip gelmedi" diye açıkladı.
İş iyice karmaşık bir hal almıştı ama her şeyi indikten sonra konuşmaya karar vermiştim. Daha fazla gerilmesini istemiyordum. Hiçbir şey demeden elinden tutup, kendi bölümüme götürdüm. Büyük koltuğu açıp ona döndüm ama bakışlarının odağında bilgisayarı vardı. "Onu getirmişsin" diye mırıldandı, buruk bir sesle. "Gelirken, yanıma almak istediğim şeylerden biriydi."
"Şarji bitmişti, sonra bakarsın" dedim, eline almasına engel olmak için. "Otur, hadi!"
Yerine geçerken "O zaman, ben bu geniş koltukta yatarken sen de benim yerime geçersin ama benim ki senin aksine ekonomi sınıfından, haberin olsun!" dedi, gülmemek için kendini zor tutuyordu.
"36 numara."
Başımı salladım. O kadar saat hamile haliyle bir koltukta oturarak geçirmesini istemiyordum, riskliydi. Rahat bir yerde yatması ikisi içinde gerekiyordu. Bu bölüme özel uçağın üst rafından aldığım pikeyi üstünü örttüm. "İşte şimdi oldu" dedim.
"Acıkırsan istediğin yemeği söyleyebilirsin. İnternet bağlantısı da var, sıkılırsan oyalanırsın."
Arkamı dönüp gidecekken, söylediği şeyle olduğum yerde kalakaldım."Beni gördüğünden beri onunla ilgili ne konuştun ne de bir şey sordun."
Bebekten bahsediyordu, önüme ellerime baktım. Boğazımı temizleyip "Sanırım... utanıyorum ondan" diye mırıldandım.
"Ama....neden ?"
Uzun bir duraksamadan sonra, ona döndüm. "Başta onun varlığını kabul etmediğim için uzun bir süre kaybettim. Sonra sizi bulamadım ve aslında bunun nedenini gerçeği haykıramamış olmanın verdiği ağırlıktan olmalı."
Ona inanmamanın pişmanlığını dört aydır yaşıyorum. Doğrusu ona yaşamak deniliyor muydu!
Koltukta doğrulup " Yapma, Cihan! Onun babası sensin ve ikiniz için hala hiçbir şey geç değil. Böyle düşünerek daha fazla kaybetme" dedi, anlayışlı bir ifadeyle. Pikeyi kaldırıp, elini koltuğa vurdu. "Gel!"
Kalbimin ritmi değişirken, gözlerimin dolmasına engel olamadım. Koltuğun ucuna oturdum. Bakışlarım büyüyen karnına giderken, ona dokunmaya cesaret edemedim ama aniden hissettiğim bir sıcaklık ile soluğum kesildi. Gazel elimden tutup oraya bastırdı.
"Korkma, arada bir tekme atsa da bugün şaşırtıcı derecede sakin" dedi gülerek. "Belki de babasının varlığını hissetmiştir."
Her ne kadar belli etmemeye çalışsada bana çok kırgındı, Gazel. Bunu gözlerinin içine bakarken ve ses tonundan anlıyordum.
"Öyle mi diyorsun ?" dedim, gözlerim ışıldarken.
"Gerçekten, hissetmiş midir ?"
Heyecandan yerimde duramıyordum. Bu hissi hayatım boyunca yaşayamayacağımı düşünürken, o şu anda avucumun altındaydı. İnanamıyordum, bu bir mucizeydi. Farkında olmadan Gazel'in yanına kıvrılırken elim bir saniye bile yerinden ayrılmadı. Bunu görünce "Hey hey!" diye atıldı. "Bu kadar yeter, artık yerine gider misin ?" Beni kovmaya çalışıyordu ama bilmiyordu ki şu anda iki dünya bir araya gelse bunu bana yaptıramazdı. Kafamı hızla iki yana salladım.
"Bence, ikimize de yeter burası!"
Gözlerini kısıp, parmak salladı. "Saçmalama, bak seni aşağı atarım!" dedi, ciddi bir şekilde.
Keyifli bir kahkaha attım, tehditi karşısında. Elini tutup indirirken inadına ona daha da yanaştım. Ters bakışlarının altında, belinden kavrayıp pikeyi üstümüze attım. "Şimdi uyu, daha çok yolumuz var!"
İsyan etmeye başladı. "Of of, Cihan!"
"Bilseydim...seni dur-"
Parmağımla dudaklarını kapattım, hemen. "İkimizin de birkaç saat dinlenmeye ihtiyacı var, Gazel" dedim, yorgun bir sesle. "Çünkü, uçaktan iner inmez gerçek hayata geçiş yapacağız."
&
Bedenimde gezinen bir el, beni derin uykumdan kaldırmaya yetmişti. Biri vardı, tam arkamda. Sırtımı göğsüne yaslamış, nefesini boynumda hissediyordum. Ne ara daldığımı hatırlamıyorum, yerimiz de biraz sıkışıktı ama itiraf etmek gerekirse uzun bir süre sonra ilk defa huzurla uyumuşum.
Esneyip "Saat kaç ?" dedim, uykulu bir sesle.
"Dokuz buçuk." Parmağıyla karnımda şekiller çiziyordu. "Sadece yarım saatimiz kaldı."
"Demek sona geldik."
İçim burkuldu. Uçakta, dış dünyadan bağımsızken iyiydik ve kısa bir süre de olsa aramızdaki sorunları yok sayabilmiştik. Ama gece bitmiş, gün doğmuştu. Peki bundan sonra ne olacaktı ? Bilinmezliğin getirdiği tedirginlik tüm hücrelerime yavaş yavaş yayılmaya başlarken onun sessiz kalışı sinirimi bozdu.
Oflayarak "Elini çeker misin, artık ?" dedim, ters bir tavırla. "Ben ve bebeğim rahatsız oluyoruz."
Şaşkın bir sesle konuştu. " Dilin sürçtü, herhalde."
"Anlamadım ?"
Beni düzeltti. "Bebeğimiz diyecektin" dedi, üstüne basa basa.
İstediğimi alırken, genişçe gülümsedim. İşte bunu duymaya ihtiyacım vardı.
Ağır ağır ona doğru döndüm, şimdi yüz yüzeydik. Bir kolunu başının altına almış, düşünceli bir ifadeyle bana bakıyordu.
Gözlerimle arkasındaki kapıyı işaret ettim."Söylesene Cihan, şu kapıdan çıktıktan sonra bizi nasıl bir cehennem bekliyor ?"
Hiç tereddüt etmeden “O cehennem ateşinin size ulaşması için önce beni küle çevirmesi gerekiyor!" dedi, keskin bir tavırla sonra elini karnıma koydu. “O yüzden, sakın korkma! İkinize de en ufak bir zarar gelmeyecek.”
Bölüm Sonu
Nasıldı, yorumlarda buluşalım.
Gelecek bölümden kesit, yayınlanacak.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |