
Saate baktım.
Akrep ve yelkovanın her hareketiyle çıkan ses sinirimi daha da bozmaya başlamıştı. Zaman ilerledikçe nefesim sıklaşıyor boğuluyor gibi hissediyordum. Sıkıntıyla ayağa kalkarken boynumdaki kravatı gevşetip pencerenin önüne attım, kendimi. Bursa'ya beş gün önce iş için gelmiştim. Ortaklarımız en iyi şekilde beni ağırladılar ve birçok inşaat projelerinde anlaşmaya varmıştık ama üç gün daha burda kalmam gerekiyordu. Bu süreç de sadece işle odaklanmış, ne Mert ne de Tarık ile konuşmuştum. Onunla ilgili herhangi bir şeyi duymaya tahammülüm yoktu. Babam beni buraya göndermek istediğinde başta istememiştim, sonra kafamı toplayabilmem için aslında iyi olabileceğini düşünerek gelmiştim. Bugüne kadar her şey gayet güzel gidiyordu ya da kendimi kandırıyordum. Şimdi ise yerimde durmakta zorlanıyordum. Merakıma daha fazla engel olamayarak, arkamı dönüp dosyanın üstünde duran telefonu aldım. Tarık'ı aradım, hemen.
Çalıyor... çalıyor.... çalıyor....
Açmadı. Bu sefer Mert'de şansımı denedim.
Çalıyor... Çalıyor...
"Sonunda, ya!" diyen sesini duyduğumda rahat bir nefes aldım. "Doğruyu söyle, beni engellemiş miydin?" diye sordu.
Başımı iki yana salladım. " Çocuk muyuz biz ?" dedim, ters ters. Koltuğa geçip oturdum. "Tarık, nerde ?" diye sordum.
Merak etmiştim.
Gelmeden önce onunla Gazel yüzünden kavga etmiştik. Yolun ortasında önümü kesmiş, 'Gitme, bak çok pişman olacaksın’ demişti. Onu duymamazlıktan gelip, arabaya binmiştim.
Kısa bir sessizlikten sonra " Cihan..." diye seslendi, Mert. Duraksadıktan sonra, devam etti. " Biz düğüne davet edildik ve şimdi onun için hazırlanıyoruz."
Yerimde doğrulurken" Kendisi mi verdi, davetiyeyi ?" dedim, yutkunurken.
"Evet” diye onayladı. “Üstelik, ona verdiğin sözü tutup, mutlaka düğüne gelmeni istedi.”
Durdum. Bir dakika düşündükten sonra, onun evinde kaldığım gecenin sabahında
Ne vedasından bahsediyorsun, daha düğününe gelecem dediğimi hatırladım. Ama ben tam tersini yapmış, kaçmıştım. Gözlerimin önüne Gazel’in yüzü gelirken, sırıtmama engel olamadım. Eğer ben de orada olsaydım, kesin elleriyle bana davetiyeyi verecekti. Yeşilleriyle dik dik bakıp " Al!" diyecekti, kaçlarını çatarak. Onu ardımda bıraktığım için aklınca intikamını böyle alacaktı. Severdi, oyunları. Defalarca, o masum suratına kanıp oyuna gelmemiş miydim, zaten.
Hayır, öyle olsun istemiştim.
Babasının evindeyken, gördüğüm o fotoğrafla başlamıştı her şey. O sıcacık bakan gözleri otelde gördüğüm kızda zerresi yoktu. Merak etmiştim, başta beni ona çeken şey de buydu. Ama sonra durum bambaşka bir hal aldı. Dans ederken ki özgüveni, havuzda yaptığı haylazlık ve otel odasında gösterdiği cesaretine kapılıp sadece bir gece demiştim. Aylar sonra onu görünce aslında hiçbir şeyin o sabahta bitmediğini anladım. Ta ki hamile olduğunu söyleyene kadar. Bu haberle kafam iyice karışmış, kendimle ilgili bildiğim gerçeği sorgulatmıştı. Baba olmak ile ilgili herhangi bir sağlık sorunumun olmadığını öğrendiğimde yeniden hayata dönmüştüm. Bu süreçte onda. uzak durmaya çalışsam da; davette ki güzelliğini, lavobada yaptığı vahşiliği ve en önemlisi de evinde gösterdiği şefkati unutmak mümkün değildi.
Hayır, ona dair hiçbir şeyi unutamıyordum.
”Cihan!” dedi Mert bağırarak. “Orda mısın ?”
Kalbim yerimden çıkacakmış gibi çarpmaya başlarken “Dönüyorum!” diye haykırıp koşar adımlarla odadan çıktım.
….
Uçaktan indim.
Küçük bavulumu çıkışa doğru hızla sürüklemeye başlarken çalan telefonla elime cebime atıp çıkardım.
Mert arıyor….
Yanıtladım, hızla. ”Efe-“
“Ah!” diye bağıran sesle sözüm yarıda kaldı. Şapkalı, biriyle çarpışmıştık. Ayağımın dibine düşen gözlüğüne bakıyordu. Eğilip aldım, hemen. Ona uzatırken “Kusura bakmayın, acelem vardı!” dedim. Başını yerden kaldırmadan, gözlüğü alıp taktı. Sonra başını iki yana sallamaya başladı, buruk bir tebessümle yanımdan geçip gitti. İçimi saran tuhaf bir hisle arkamı dönüp ona baksamda, “Kardeşim!” diyen sesle dikkatim dağıldı.
Bu, Tarık’ın sesiydi. Ona dönüp “Demek, beni almaya sen geldin!” dedim, sarılarak.İş ortaklarımıza gerekli açıklamayı yapıp ilk uçağa atlayıp, İstanbul’a gelmiştim, hemen. Beni havaalanından Mert’in alacağını düşünmüştüm. Göz ucuyla arkaya bakıp
“Senin ki de arabada, bekliyor” dedi, gülerek. Kahkaha attım. “Kaç gündür başımı ağrıtmıyor diye ne kadar rahattım.”
“Senin yerine benimkini patlattı, merak etme” dedi, bezmiş bir ifadeyle.
Ellerimi kaldırdım.”Biraz da sen çek, ne olmuş” deyip arabanın arka kapısını açtım.
Binerken “Cihan Bey!” dedi alayla, Mert. “Nereye gitmek istersiniz, efendim ?”
Sırıttım. “Size bıraktım, Mert Bey!”
Bana dönüp, birden durdu sonra sinsice gülümserken “O zaman, istikamet düğün “ dedi. ”Hayır” diyerek Tarık’a döndüm. Az önceki yüzünden eser yoktu, şimdi. Boğazımı temizledim “Önce üstüme değiştirmem gerekiyor” dediğimde ikisi de rahat bir nefes verdi.
Başımı iki yana salladım. “Bu halde gidemem, herhalde” dedim, üstümü gösterirken.
”Sen yeter ki iste!” diye bağırıp, hızlandı Mert. Bana döndü, Tarık. Endişeli bir tavırla “Ya bizimle gelmeyi kabul etmezse ?” diye sordu.
Dudaklarım kıvrıldı. “Kaçırmaktan başka şansımız yok!”
”Ne ?” dedi Mert şaşkınca. Gözlerini yoldan ayırmadan “Düğünden gelini mi kaçıracağız ?” diye sordu, heyecanla. Tarık ise, afallamıştı. ”O kadar kişinin içinde, nasıl olacak ?” diye sordu.
Haklıydı. Bunu hiç düşünmemiştim, işte. Gazel’i görüp gidiyoruz dediğimde o da kabul edip gelecekti. Başka bir ihtimal bile aklıma gelmemişti.
”Hele bir oraya varalım” dedim gergin bir tavırla. “Ondan sonrasına bakarız.”
Yarım saat geçmeden bir mağazanın önünde durmuştu, Mert. ”Eğer eve gidip tekrar dönmeye kalkarsak geç kalabiliriz” dedi. “Burdan ihtiyaçlarını görebilirsin, bence.”
Kafamı salladım. Aşağı inerken, onlar beni arabada beklemeye başladı. İçeri girerken ne giyeceğime gayet de iyi biliyordum. Beyaz gömlek ve siyah bir takım. Buna zaafı olduğunu biliyordum.
İstediklerimi çabucak kasadan geçirip ödemesini yaptıktan sonra kabine girip üzerime geçirdim.
Ardından çabucak arabaya yürüdüm. Mert beni görünce “Damat gibi görünüyorsun“ dedi, alayla gülerek.
Tarık’da başıyla onaylayarak ona katıldı.
”Abartmayın!” dedim binerken. Tekrar hızla yola koyulduk. “Ne kadar vaktimiz var ?” diye sordum.
”Yarım saat sonra tören başlayacak” dedi, Tarık.
”Hızını arttır, Mert” dedim, telaşla. “Çok kalabalık olmadan onu ordan çıkartmamız gerekiyor.”
Başını hızla salladı. “Tamam.”
….
Düğün salonuna gelmiş, içeri girmiştik. Önce kimlerin geldiğine baktık, nerdeyse beş yüzü kişi vardı. En ön sırlarda Gazel ve Zafer’in ailesi vardı. İki masa arkasında da bizimkiler duruyordu. Anlaşılan Halit Yalçın ve Tahsin Gürsoy dost düşman demeden herkesi çağırmışlardı. Kendilerince, güç gösterisi yapıyorlardı.
”Nerde bu kız ?” diye söylene söylene gelen Mert’e döndüm.
Kaşlarımı çatarken Ne demek bu ?”dedim.
Az önce arkadaşı gelin odasında olduğunu ve hazırlandığını söylemişti.
”Gelin odasına baktım, orda da değil” dedi, endişeli bir ifadeyle.
“Ama arkadaşı ?”
Kafasını olumsuzca salladı. “Gazel hazırım deyince, o da Zafer’i çağırmak için inmiş.”
Anlamıyordum. İçeri girdiğimiz ilk anda çocuklar içeriyi kolaçan ederken ben de gelinin hazırlandığı kata direk çıkmıştım. Kapısını açacağım anda arkadaşı önüme çıkıp müsait olmadığını söyleyerek engel olmuştu. Giyinmesini beklerken aşağıyı kontrol etmeye gelmiştim.
”Baksana herkes gelmiş” dedi Tarık, yanımıza gelirken. “Zafer de yukarı çıkıyor.”
Yerimde duramıyordum. Nikah masasını işaret ederken “Eğer o masaya oturursa işte o zaman geri dönülmez bir yola gireriz!” dedim, çaresizlikle.
”Kızı geldiğimizden beri arıyoruz ama hiçbir yerde yok!” diye atıldı, Mert.
Tarık, araya girdi. “Ya lavobaya gitmişse ?”
”Oraya bile baktım.”
Sinirle Mert’e baktım. ”Hangi cehennemde o za-“ diyecekken sahnedeki dev ekranda gördüğüm yüzle sözlerimi yuttum.
“Bu, Gazel.” diye mırıldanınca Tarık ve Mert de oraya döndü.
Sadece onlar değil, herkes aynı yere bakıyordu.
”Herkese, iyi akşamlar!”
Sandalyede oturup ekrana bakıyordu ve sadece yüzü görünüyordu.
”Şu anda nikah masasında oturmam gerektiğini biliyorum ama burdayım” diyerek arka kamerayı açıp etrafı gösterdi.
“Havaalanında.”
Bir dakika. Elindeki şapka, çarptığım kişiyle aynıydı.
Kısa bir süre sonra kendine döndürüp “Siz bu videoyu izlerken büyük ihtimalle ben uçakta olacağım” dedi.
Anlayışla baktı. “Neden böyle bir şeyi yaptığımı merak ettiğinizi duyuyor gibiyim.”
“Babamın “dedi, duraksadı. Alayla güldü.“İstediği adamla evlenmek istemediğim için.”
“Nasıl olur!”
Şaşırma nidaları bir anda yükseldi, kalabalıktan.
Durmadı, Gazel. Devam etti. “Zaten gerçekleri Zafer de bilse eminim bu saçma evlilikten ilk o vazgeçerdi” diyerek, elini karnına koydu. “Başkasının çocuğunu karnında taşıyan bir kadını istemezdi.”
Sonra daha büyük bir uğultu. “Hamileyim”
Tahsin Gürsoy oturduğu yerden kalkıp, Halit Yalçın’ın karşısına geçti. “Bu ne demek oluyor !” diye bağırdı. “Bana bundan hiç bahsetmemiştin !”
Sanki burdaymış gibi babasının olduğu masaya baktı. “Sen bilmiyordun belki ama bende sana söylemekten korktum” dedi, Gazel. Tahsin Gürsoy cevabını alsa da yine de sakinleşmemişti aksine daha da öfkelenmişti. “Kızın, hepimizi kandırdı mı yani ?”
Halit Yalçın ona baktı ama bir şey demedi, sessiz kalmakla yetindi.
”Yeni boşanmış kızını para için evlendirmeye çalışan bir adama nasıl güvenebilirdim ki ?” dedi, hayal kırıklığıyla. Sesi titremişti. Durdu, dolan gözlerini sildi. “Halit Yalçın!” diye haykırdı.
“Başarılı bir iş adamı oldun, koca oldun, arkadaş oldun, her şey oldun ama babalık konusunda sınıfta kaldın!”
Acılı bir ifade gözlerinde yer edindi. ”Ama merak etme, sadece sen değil” deyip kafasını çevirdi. Yeşillerinin odak noktasında artık ben vardım. “Bebeğimin babası da ona sahip çıkmadı ” dedi, kırgınlıkla. “Tıpkı annesinin ki, gibi.”
Derin bir soluk alıp “Belki seninle güzel bir hikayemiz olabilirdi ama sen bir adım bile atmadın! “ diyerek, kalabalığa döndü. “Buraya kadarmış!“
Aslında benimle çoktan vedalaşmış, bizim ile ilgili tüm ümidini yitirmişti. Havaalanında ki, oydu. O garip tepkisinin nedenini de şimdi anlıyordum. Bize geç kaldın demekti.
Yine babasına döndü. “Bu arada, sırf dediğini yaptığım için şirket hissesinden verdiğin yüzde onluk payı da sattım, haberin olsun.”
Halit Yalçın onca şeyde ayağa kalkmamış, sessizce dinlemişti ama bununla yerinden fırlamıştı.
“Kime mi ?” dedi Gazel, sahte bir kahkaha atarak sonrasında babasından daha çok şaşıracağım bir ismi söyledi. “Ferman Batur’a “
Babama mı ?
Ondan sonra biranda görüntü kaybolup, ekran kararmıştı. Gazel, ortaya büyük bir bomba atarak kaydı bitirmişti. Salonda ise büyük bir kargaşa başlarken, ortalık kıyamet alanı gibiydi. Zafer çıktığı merdivenden hızla inip aşağı ailesinin yanında giderken ”İmkansız!” diye bağıran biriyle herkes oraya döndü. Tarık yan tarafımdan ”Oha, eski kocası!” dediğini duyduğumda, Halit Yalçın, ateş saçan gözleriyle ona döndü. “Sen hamile karını boşadın, sonra utanmadan birde düğününe mi geliyorsun haysiyetsiz herif ?”dedi, öfkeyle.
Adam, başını iki yana salladı hızla. “Size bu imkansız diyorum, Halit Amca!”
“Ne demek istiyorsun ?” diye sordu, yüzünü sinirle buruştururken. Adam, etraftaki insanlara baktı. “Karnındaki, çocuğun babası ben değilim!”
Kaskatı kesildim. Bugüne kadar, bebeğin babasının onun olabileceğini düşündüğüm için Gazel’e inanmamıştım. Eski kocası ise tam tersini söylüyordu.
Halit Yalçın’ın omuzları aldığı haberle bir kez daha sarsıldı. Yere düşmemek kendini zor tutarken “Anlamadım ?” dedi, büyük bir afallamayla.
Adam, başını önüne eğerken “Anlaşılan aldatan taraf sadece ben değilmişim” diye söylendi.
”Ne ?” dedi, kaşları kalkarken.
Sıkıntıyla iç geçirdi, adam ”Kızınız size boşanmamızın nedeni söylememiş miydi ?” diye sordu, kafasını yerden kaldırırken.
Halit Yalçın, bir dakikalık duraksamadan sonra durumun yeni farkına varmış, sert bir tokat atmıştı adama. Sonra büyük bir nefretle “Andım olsun ki !” dedi, parmak sallarken. ”Onu en yakın zamanda bulucam ve…”
Ateş saçan gözleriyle etrafı tarayıp “O her kimse, üçünüzü aynı anda idam etmezsem bana da Halit Yalçın demesinler!” diye tehdit etti, yere yığılmadan hemen önce.
Bölüm Sonu…..
Gelecek bölümler de görüşmek üzere.
Yorumlar ve oylamalarınız bekliyorum.🙏🌸🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |