13. Bölüm

Yıkım

Farah Sarsılmaz
sarsfarah_

Üç gündür burdayım, Peru’da. Yoğun geçen iş görüşmelerden zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım, bile. Neyse ki burada ki işim bugün bitmişti. Akşama dönüş bileti alacakken, babam arayıp Lima kasabasında ziyaret etmemi istediği biri olduğunu söyleyince yarına ertelemiştim. Ona kim olduğunu sorduğumda, eski bir dostum demişti. Attığı konuma göre birkaç dakika sonra oraya varıcaktım. Dar sokaklardan geçerken gördüğüm kadarıyla çoğunlukla evler; tek katlı, yakın ve birbirine benziyordu. Şirketten aldığım arabanın ​​​​​​"varış noktası" sesiyle sağa çekip durdum. Hızla aşağı inerken etrafa göz gezdirdim. Attığı adrese tekrar baktım çünkü burda birbirine bakan aynı iki kapı vardı ve üzerinde herhangi bir numara da yazmıyordu. Sağıma ve soluma bakıp ışığı yanan evin önüne gittim. Elimi kaldırıp yavaşça kapıya vururken çalan telefonla duraksadım.

Babam arıyor...

​​​​​​Yanıtladım, hemen. " Efendim ?"

"Oraya gitmene gerek kalmadı, oğlum!" dedi telaşlı bir sesle. "Evinde değilmiş."

O an yanlış kapıyı çaldığımı fark ettim. Sıkıntıyla arkamı dönerken "Tamam, geri dönüyorum" dedim. Telefonu kapatıp sinirle araca yönelirken arkamdan gelen sesle durdum. Hızla kafamı çevirdiğim de , kapının önünde yaşlı bir kadının olduğunu gördüm. Yüzü bembeyazdı ve kederle bakıyordu. “Bekleyin, lütfen!” diye seslenmişti, yabancı aksanıyla.

“Kusura bakmayın, bir yanlış anlaşılma oldu sanırım“ dedim, mahçupça. “İyi akşamlar!”

İspanyolca konuştuğumu görünce, koyu kahverengi gözleri irileşti. Kafasını sallayıp "Akıcı bir dilin var!” dedi memnuniyetle. "Babanın aksine."
Kaşlarım havaya kalktı. “Babam mı ?”

”Ferman Batur."

Şaşkına döndüm. Ne yani ziyaret etmemi istediği kişi bu kadın mıydı ? Peki, o zaman niye evde olmadığını söylemişti ? Kafam allak bullak olurken ona doğru yürüdüm. “Sizin evde olmadığınızı sanıyordum” dedim, gözlerimi kısarken. “Ama, burdasınız.”

Afalladı. Bir an duraksadıktan sonra başıyla onayladı. “Yanlış anlaşılma olmuştur.”

Rahat olmayan tavrı, apaçık yalan söylediğini gösteriyordu. “Peki, neden sizi ziyaret etmemi istedi ?” dedim, bozuntuya vermeyerek.
“Beni boşuna buraya göndermiş olamaz.”

Yüzünde üzgün bir ifade belirirken, kafasını çevirdi. Karşı evin kapısına gözlerini dikip "Haklısınız” diye kabul etti. Sonra bana dönüp kızgınlıkla baktı. "Ama geç kaldınız!"

Bekledi sonra duymaktan en çok korktuğum şeyi söyledi.

"Kadın ve bebeğe."

Kalakaldım, inanamadım. Zaman durmuş, dünyam başıma yıkıldı sanki. Uzun bir süre sonra “Gazel.." diye mırıldandım, kendimi zorlayarak. Boğazımdaki yumruyu yuttum. " Burda mıydı?"

Kekelemiştim.

Kafasını salladı kadın, parmağını kaldırıp “Ordaydılar” dedi evi işaret ederek. “Bir saat öncesine kadar.”

”Sonra ?”

Bana baktı. “Simsiyah giyinen biri gelip onu aldı."

Yüreğim ağzıma geldi, Halit Yalçın onu benden önce bulmuştu.

Devam etti. " Ama, garip bir şey oldu" dedi, gözleri uzaklara dalarken. "Onu alan kişiden beş dakika sonra kalabalık bir grup geldi ve daha tehlikeli görünüyordular."

Yüzünü buruşturup "Üstelik silahları da vardı. Evine girdiler ama görmeyince arabalarına atlayıp gittiler" dedi.

Umutlandım. "Yani, ilk gelenin onu kurtardığını mı anlatmaya çalışıyorsunuz ?"

Durduğu yerde kıpırdandı, kadın. Kararsız bir ifadeyle bana bakıp "Bilemiyorum " dedi.

Yanılmışım. Boğazımı temizleyip “Anladım” dedim, sessizce. O eve yürümeye başladım. Ayaklarım o kadar ağırlaşmıştı ki taşıyamıyordum. İki adımlık yolu aşmak hiçbir zaman bu kadar ağır gelmemişti.

Kapıya baktım, kilidi tam üstünde değildi. Elim titriyordu ama hafifçe ittiğimde hemen açılmıştı. Anında, o taze bahçe kokusunu aldım. Sanki hala burdaydı ve hiç gitmemiş gibiydi. Koridordan geçerken anahtarı bulup ışığı yaktım. Aydınlanan evle gözlerim kamaşırken, salonuna geçtim. Mavi- beyaz renkleriyle döşenmişti, tıpkı onun gibi iç açan renkleri seçmişti. Etrafı incelerken, tv ünitesinin üstündeki çerçeveler dikkatimi çekti. Hızla oraya yöneldim. Yedi adet fotoğrafı vardı ve hepsinde de tek başınaydı, Gazel. Her karede, yalnızca karnı biraz daha giderek büyüyordu. Acılı bir tebessümle dudaklarım kıvrıldı. Hamilelik ona kilo aldırmış ve daha da güzelleştirmişti. Onları bırakıp küçük mutfağına göz attıktan sonra odası olduğunu düşündüğüm yere gittim. Açtığım kapıdan girerken derin bir nefes aldım, buram buram o kokuyordu. Çift kişilik yatağı, beyaz gardırobu ve makyaj masası. Birde karışık renkleri olan bir beşik. Dolabı açıp kıyafetlerine baktım. Sadece onun ki yoktu, bebek için de bir sürü alınmış şeyler vardı. Ne pembe ne maviydi, renkleri karışıktı. En sağda duran askıda ise ilk tanıştığımız zaman giydiği bordo elbisesi duruyordu. Benim aksine ondan bir çırpıda vazgeçmemişti.​​​​​​

Dayanamayıp, sertçe kapağı kapattım. Yatağın üstüne oturdum, sıkıntıyla başımı iki elimin arasına alırken komidinin üstünde ki bilgisayarı gördüm. Bir şeyler bulma umuduyla hemen elime alıp açmaya çalıştım ama şifre istedi.Tüm ailesinin ismini ve kendi doğum tarihini girdim yine olmadı. Bir ihtimal daha aklıma gelirken istemsizce parmaklarım klavyede ki tuşları bastı. Son rakamdan sonra ekran açıldığını görünce kendime engel olamadım, gülümsedim. Şifre, tanıştığımız günün tarihiydi. Tüm maillerini kontrol ettim, önce. Herhangi bir şey bulamayınca galeriye girdim. Resimlerden çok video vardı, rastgele birine tıkladım. Uzun saçları, tombul yanakları ve yeşil gözleriyle bana bakan bir adet Gazel karşımda duruyordu. Tıpkı yanımdaymış gibi canlıydı, elini karnının üstüne koymuş gülümsüyordu.

Merhaba bebeğim.

Bugün altıncı ayına girdin. Yani dünyaya gelmene sadece üç aycık kaldı. Doğduğunda annenin her şeyi olucaksın, değil mi ? Ailesi, arkadaşı, sevdiği… Ben senin için her şeyi ardımda bırakıp geldim ona göre ama bazen öyle çok özlüyorum ki onları, seslerini duysam bile yetecek bana. Ellerim defalarca birini aramak için telefona gitse de cesaretim biranda kayboluyor. Halbuki kaçmak için o kadar korkusudum. Günler hızla geçerken yalnızlığımın daha da farkına varıyorum ama sen geldiğinde bunun son bulacağını biliyorum.

Kayıt bitmişti, burda. Diğerine tıkladım.

Yine annen.

Yedinci aydayız artık. Kavuşmamıza sadece atmış gün kaldı. Çok az bence ve hemen geçecek. Sana beşik ve bir sürü kıyafet aldım şimdiden ama doğduktan sonra yenilerini de alıcağım, söz. Bu hayatta hiçbir şeyden mahrum kalmaman için elimden geleni yapacağım ama.. istesemde babanın yerini alamam. O seni çok seviyordu ama gizli bir görevi gitti ve asla yanımızda olmayacak. En başında, onun yokluğunun acısını en derinden hissedeceksin belki sonra zamanla alışacaksın. Seni dört gözle bekliyorum, bebeğim.

Perişan olmuştum. Bu da burda biterken çalan telefonumun sesi odada yankılandı. Kimin aradığına bakmadan ”Efendim ?” dedim boğukça.

”Cihan!” diye sevinçle bağırdı biri. Bu Mert'den başkası değildi.
“Onu bulduk!”

Ayağa fırladım. "Nerede ?" dedim heyecanla.
“Peru, Lima kasabasında.”

Hayal kırıklığına uğradım. Yatağa sırtüstü kendimi bırakırken gözlerimi kapattım. Sakinleşmeye çalıştım.

”Bir şey söylemeyecek misin ?” diye sordu Mert, uzun süren sessizliğimden sonra.

Yutkundum. ”Onun evindeyim” dedim, acıyla. Gözlerimden akan yaşı sildim. “Ama o yok.”

”Ne ?” diye bağırdı, şaşkınca. “Sen orda mısın ?”

”Evet” diye onayladım. Yerimde doğrulup “Babam hepimizden önce onu bulmuş beni onun için buraya gönderdi ama gelene kadar birileri onu almış."

”Ne diyorsun ?”

Tarık' da araya girmişti.

“Geç kaldım, yine” dedim, hüsranla. "Daha erken gelebilirdim"

Ya da en başında ona inansaydım, bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Tek suçlu bendim.

Kendi aralarında konuştuktan sonra “Babası burda, yani onu Türkiye’ye getirticek !” diye atıldı, Tarık. “Biz havaalanın kapısında gerekirse nöbet tutarız ama seninde bir an önce gelmen gerekiyor.”

Bu sözüyle kendime gelirken ayaklandım “Aslında yarına ertelemiştim ama…”

”Dur!” dedi Mert, sözümü keserek. “Bir buçuk saat sonraya bir uçuş var ama sadece bussines clas da yer kalmış.”

Hiç düşünmeden “Sen al ben birazdan kasabadan çıkıcağım” diye kabul ettim. “Gerekirse şimdiden oraya adam koymana istiyorum, Tarık.”

Hiçbir şey için hala geç değildi, onu babasının yanına varmadan kurtarabilirdim.
“Tamam, görüşürüz.”

Telefonu kapattıktan sonra dolabın en üstünde duran bavulları alıp aşağı indirdim. Fermuarını açıp yatağın üstüne bıraktım, hızla. Dolabında ki bir kısım kıyafetlerini ve bebeğin eşyalarını koydum. Dolunca diğerine geçtim. Ona da özel eşyalarını ve fotoğrafları dikkatli bir şekilde koydum. Bilgisayarı çantasına koyp kendi yanıma aldım. İki bavulu alıp evden çıkarken, kapıda o kadını gördüm tekrar.

Elimdekilere şaşkın şaşkın bakarken “Onu mutlaka bulacağım ve anılarının burda kalmasını istemiyorum” diye açıklayıp arabanın bagajına açtım.

" İnsanoğlu garip bir varlıktır" dedi usulca, arkamdan. " Birini kaybetmek için önce elinden gelen her şeyi yapar sonra iş işten geçtiğini anlayınca geri kazanmanın yollarını arar."

Ona göz ucuyla bakıp “Bu konuda tecrübe edinmiş gibisiniz “ dedim. "Yanılıyor muyum ?"

Dudaklarında buruk bir gülümseme yer edindi. "Hayır, yanılmıyorsunuz" diye doğruladı. "Ama konu ben değilim. Eğer onu bulursanız, elini tutan ve sakın bırakmayın."

İçeriye girecekken bir şey daha hatırlamış gibi geri baktı. "İnatçının tekiydi, ona bunu bırakıp kalbinin sesini dinlemesini iletir misiniz ?" dedi. Başımı sallayıp arabaya bindim. Son hızla yola çıkmadan önce aynadan baktım, kadınının içeri girmediğini ve ağladığını gördüğümde buna anlam veremedim ama durmadım.

Bir saat sonra Jorge Chavez Uluslararası havaalına vardığımda üç tane bavul ile beraber sıraya girecekken Business Class da yer ayırttığımı söyleyince bekletmeden hemen almışlardı. Onlar bagaj bölümüne giderken, görevli bir kadın yanıma geldi. Uzun boylu ve sarışındı. Bana bakıp " Lütfen, beni takip edin " dedi sonra yüksek topuklularıyla önümden yürümeye başladı. Uçaktan kısaca bahsettikten sonra "Size ait olan bir kabin var, sürgülü kapısı olan" dedi. "Thompson Vantege XL koltukları ile geniş bir alan sunarken azami derecede mahremiyetinizi koruyor."

Devam etti. " Yaklaşık on iki saatlik yolculuk süresince internete bağlanma hakkına sahipsiniz, yemek ve yiyecekler konusunda endişeniz olmasın."

Bana dönüp, gülümsedi. "İsteğiniz üzerine şarap eşliğinde de servis edilir."

Bunların hiçbiri umrumda değildi, " Anladım" dedim donuk bir ifadeyle. Çantamı kenara bırakıp, yerime otururken görevli kadın da uzaklaşmıştı. Gazel'in bilgisayarını da yanıma almıştım. Yol boyunca ilgileneceğim tek şey o olacaktı. Çok geçmeden anons sesi yükseldi. Herkesin yerine geçmesi istenmişti ve gerekli uyarılar yapılmıştı. Emniyet kemerimi taktıktan sonra kalkışa geçtik.

Uçak sabit bir hıza geçince, koltukta arkamı yaslayıp bilgisayarını açtım. En başından izlemeye başladım.

&

Sonuncusu da bitirince sağ en alt kenarına baktım. Nerdeyse üç saattir soluksuz bir şekilde onu izlemiştim. Kaslarım tutulurken yerimden kalkıp, dışarı çıktım. Yüzümü yıkasam iyi olacaktı.

Koridorun başında duran görevli adamı görünce ona yöneldim. Yanına varınca " Lavobo, ne tarafta ?" diye sordum.

Bana anlayışla bakıp " Sizin olduğunuz bölmede, ayrı bir tane var" diye açıkladı.

Kafam o kadar dağınıktı ki bunu bile fark etmemiştim. " Kusura bakma-"

Sırtıma aldığım darbeyle lafım yarıda kesilirken, adam işinin başına döndü. “Ah, dikkat etsenize !” diye kızan kişiyle, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarpmaya başladı. Ağır ağır önüme dönerken gördüğüm yüzle, soluğum kesildi. Aylardır yana yakıla aradığım kadın, şu an tam karşımda duruyordu. İnanmakta güçlük çekerken gözlerimi defalarca açıp kapattım, hayır oydu…O da tıpkı, benim gibi şaşkına dönmüştü. Yeşil gözleri irileşmiş, ağzı açık kalmıştı. Bakışlarım, yüzünden aşağı kayarken onu merak etmiştim, bebeği. Orda biraz oyalandıktan sonra gözlerine baktım, tekrar. ”Sensin..” dedim, yutkunurken.
“Seni yerde ararken, gökte bulacağımı hiç düşünmemiştim.”

 

Bölüm sonu….

Yorumlarda buluşalım.

Gelecek bölüm “Kavuşma “

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 


 


 

 

 


 

 

 


 

Bölüm : 24.01.2025 23:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...