1. Bölüm

BÖLÜM 1 : 0'nun Gelişi

seçil yılmaz
secilyl

 

Odamda oturmuş, dışarıdaki yeşillik alanı izlemeye koyulmuşken gelen sesle beraber irkilerek yavaşça arkamı döndüm. Daldığımı fark etmemiştim.

“Günaydın majesteleri. Bugün ki programınızı hatırlatmak için gelmiştim. Umarım korkutmadım.” derken yüzünde mahcup bir ifade vardı. Kararsız kaldığından olsa gerek kapının eşiğinde durmuş, ona cevap vermemi bekliyordu.

Sarayda onlarca hizmetçi vardı ve benim hepsini tanımama imkan yoktu. Önümde dikilen kıza baktığımda çelimsiz ve utangaç duruyordu. Gerçekten de hayat tuhaftı. Belki de aynı yaşlardaydık fakat konumlarımız gereği gördüğümüz muamele de değişiyordu.

“Teşekkür ederim. Hazırlanıp aşağıya ineceğim. Orada anlatırsın programı. Kral ve kraliçe salona geçtiler mi?”

Hızla kafasını iki yana salladı. “Hayır efendim. Kendilerinden önce orada olmanızı istedikleri için ben yanınıza erken geldim.”

Onaylarcasına gözlerimi yavaşça kırpıp kafamı aşağı doğru indirdim. Hareketlerimi sessiz bir emir gibi algıladı ve odadan çıktı. Arkasından sessizce bakmakla yetinirken, aklıma gelen sorumluluklarım yüzünden yüzümü buruşturdum.

Her gün yapmam gereken onlarca sorumluluk... insan gibi yaşamak bu muydu gerçekten* eğitimden eğitime koştururken gülmeyi unuttuğumuz, sözde amacımız uğruna çalışırken o yolda asıl amacımızdan saparak duygularımızı kaybettiğimiz içi boş, gözleri hırsla perçinlenip bedenimize sadece savaş emrini verdiğimiz bir hayat mı*

Hayır, ben ne tembel bir kızdım ne de sorumluluklarından kaçan biri. Her şeyin farkındayım fakat yaşamak istediğim hayatın bu olduğundan da şüpheliyim.

Düşüncelerimin ardı arkasının kesilmeyeceğinin bilincinde olarak kendimi toparladım. Oyalanmadan dolabıma yönelip kahvaltı için elbise seçmeye çalıştım. Daha doğrusu içlerinden herhangi birini askıdan çıkarıp giyinmeye başladım. Hepsi zaten nerede ve ne zaman giyileceğine göre detaylı bir şekilde ayrılıyordu. Bunun için bile seçim şansım yoktu. Bu yüzden giyebileceklerimden birini rastgele seçerken çok da zorluk yaşamıyordum.

Uzun, kolları tülden olan açık mavi bir elbise seçmiştim. Bel kısmı tam otururken, sonrası daha dökümlü bir şekilde yerlere kadar uzanıyordu. Gözümde, onu klasik bir elbiseden ayırabilecek hiçbir özelliği yoktu.

Elbiseyi üzerime geçirdikten sonra, saçlarımın önden iki tutamını alıp kurdeleyle bağladım. Elbisemle aynı renk olan kurdelenin düzgün durup durmadığını aynadan kontrol etmeye çalışırken söylenmeyi de ihmal etmedim. Bir prenses her zaman kusursuz olmalı. Annem ve onun önem verdiği asıl şeyler adlı bir kitap yazmaya kalksam başında gelecek maddelerden biri de bu olurdu sanırım.

Tamamen hazırlandığımdan emin olduktan sonra son kez aynaya baktım ve kahvaltı için aşağıya inmeye başladım. Kahvaltı ve akşam yemeği tüm ailenin ortak bir alanda toplandığı tek zaman dilimleriydi. Bir de aile hissiyatını veren nadir zaman dilimleri...yine de ne kadar başarılı oldukları konusunda tereddütlerim vardı. Bizim aile bağımızı kanıtlayan tek şey damarlarımızda akan kandı. Asil bir kan taşıyorsanız gerisi pek de önemli değildi.

Kahvaltı için hazırlanan büyük salona gireceğim sırada babamla karşılaştım. Daha doğrusu bölgenin ihtişamlı kralı olan, kral Colirod la. Onu görür görmez saygıyla eğilip selam verdim.

Selamımı, sadece gözlerindeki o onay ifadesinden anlayabileceğim şekilde verdiğinde şaşırmadım. Çok baba kız ilişkimiz olduğu söylenemezdi. O sert bir kraldı. Yaşadıkları ve sorumluluklarından olsa gerek her zaman soğuk davranırdı. Onun için belli sınırlar ve kurallar vardı ve bunların aşılması söz konusu dahi olamazdı.

Kısa selamlaşmamızın ardından ilerleyerek masadaki baş köşesine oturdu. Ben de kendi yerime geçtiğimde diğer aile fertlerinin gelmesini bekliyordum. Annem hep babamla beraber inerdi ve bizde abimle beraber onların gelmesini beklerdik. Bugün gerçekleşen bu istisnai durum umarım çıkacak bir huzursuzluğun habercisi değildir diye düşünmekten alamadım kendimi.

Ben bunları düşünürken babamın beni süzmekte olduğunun bilincindeydim fakat göz göze gelmek istediğimden emin olmadığım için ondan tarafa bakmak yerine önümdeki tabağın desenlerini inceliyordum.

Ona baba diye seslenmeme izin vermezdi. Bundan hoşlanmıyordu çünkü o bir kraldı ve ona göre hitap edilmeliydi. Bu kalbimde her zaman yara olarak kalmıştı. Hiçbir zaman ona içimden geldiği gibi sarılamamış ve baba diyememiştim. Tabi bu duygularımdan ona bahsetmeye kalksam “Ne saçmalıyorsun*” gibi bir tepki verirdi. Halka karşı mükemmel aile tablosu çizerken, aramızdaki tek bağın aynı sarayda yaşamak olması tuhaftı. İstemediğim türden bir tuhaflık...

En sonunda kafamı kaldırıp dayanamayarak “Bir sorun mu var?” diyerek beni süzmesinin nedenini merak ettiğimi belli ettim.

Bakışlarında hiçbir değişme olmazken beni yanıtladı. “Hayır... çalışmaların nasıl gidiyor?”

İçimden gülmek geldi. Benimle konuşabileceği tek konu buydu. Eminim o da benimle burada yalnız kalmaktan hoşnut değildi. Çalışmalar... bunu bile gerçekten merak ettiği için sorduğundan şüpheliydim. Bu yüzden, “Olması gerektiği gibi.” diyerek kestirme cevap vermeyi seçtim.

Onaylarken sohbeti daha fazla uzatmaya gerek görmemiş olmalı ki sonunda bakışlarını üzerimden çekerek önüne döndü. Tam o sırada değerli kraliçemiz ve prensimiz ortama giriş yaptı ve rahatsız edici sessizlik başlamadan bitmiş oldu.

Yavaşça oturduğum yerden kalkarak ikisine de selam vermemin ardından tekrar yerime oturdum ve kahvaltı faslını gecikmeli de olsa başlamış oldu. Gecikmelerinin sebebini annem ve abimin herhangi bir şey hakkında konuşmasına bağlıyordum. Benim aksime onların iletişimi iyiydi.

Kahvaltı için servisler yapılırken, babam benim aksime abime, “Nasılsın oğlum?” sorusunu yöneltti.

Dillendirmekten, aslında düşünmekten bile, hoşlanmadığım bir şey varsa o da bu krallıkta, daha doğrusu neredeyse tüm krallıklarda olan erkek çocuğuna karşı olan düşkünlüktü. Ne kadar bunu geçmişe dayandırmaya çalışsalar da benim asla anlayamayacağım bir şeydi.

Abime karşı ilgili olurken bana karşı bir hizmetkarla ayı derecede, belki bir tık daha üstü, değer vermeleri beni kırardı. Sorun abime karşı davranışları değil, bana olan davranışlarıydı. Sonuç olarak her çocuk ailesinden ilgi görmeyi hak ederdi. En azından ben böyle düşünüyordum.

Abimin sesini duyduğumda düşüncelerimden sıyrılarak ana geri döndüm. “İyiyim. Günlerim yoğun geçiyor ama bundan şikayetçi değilim. “ derken her zamanki güzel yüzünü takınmıştı.

Bakmasam da babamın yüzündeki memnuniyet dolu ifadeyi hayal edebiliyordum. Her sabah buna katlanmak zorunda olduğum için bunalmış hissediyordum.

Tabağımdaki yiyeceklerle oyalanmaya çalışırken saygısızlık etmemek için arada ağzıma bir şeyler atıyordum. Fakat içimden yemek yemek gelmiyordu. Tekrar çatalla oynamaya başladığım sırada annemle göz göze geldim. Genel olarak sakin bir kadın olduğu söylenebilirdi. Tabi otoritesini sarsan bir durum olmadığı sürece...

Tabağımdakilerle oynamam gözünden kaçmamıştı ve bakışları ile beni uyarmaya çalışmıştı. Sadece yemek masalarında bile olsa artık bu samimiyetsiz ortama katlanamıyordum. O yüzden önümdekilere daha fazla can çekiştirmek yerine boğazımı temizledim.

“İzninizle, bugün derslerime erken başlamak istiyorum.” diyerek masadan kalktım. Babamın yüzüne baktığımda tek kaşının sorgularcasına yukarı doğru kalktığını gördüm. Büyük ihtimalle onay vermesini beklemeden ayağa kalktığım içindi bu ifade.

Yine de iyi anında olmalıyım ki bu seferlik bir şey demek yerine kafasını olumlu anlamda salladı. Bunun üzerine bende daha fazla beklemeden aile üyelerine selam verdim ve salondan çıkmak için adımlamaya başladım.

Midem bulanıyordu. Bu aralar sürekli kendimi kötü hissediyordum. Bunun için şifacıya uğradığımda hiçbir şeyim olmadığını söylemişlerdi. Fakat ben sürekli olarak mide bulantılarımın, arada gelen baş dönmelerimin normal olmadığını düşünüyordum.

Mide bulantımı az da olsa hafifletmek adına ormanlık alana açılan bahçeye çıkmaya karar verdim. Ne kadar derslere erken başlamak istediğim bahanesini kullanmış olsam da daha ders saatime vardı ve bu süreyi kendime ayırmak istiyordum.

Adımlarım bahçeye yaklaştıkça daha da hızlanırken, karşıma çıkan askerler yüzünden yavaşlamak zorunda kaldım. Bunlar sarayın güvenliği için bulunan askerlerdi. Ve benim bir prenses olduğum düşünülürse zarafetten uzak bir şekilde koşmam hoş karşılanmazdı. Prenseslik kurallarından biri daha...

Eğer bir savaş ortasında değilsen hareketlerinden daima sakinlik ve zarafet akmalı. Hareketlerimin bile belli başlıklar altında kısıtlanması kesinlikle hoşuma gitmiyordu. Ne kadar öyle gözükmesem de kuralların çiğnenmesi gerektiği kanısındaydım. Sadece onları çiğnerken bile kimsenin görmediğinden emin olmam gerekiyordu o kadar.

Sonunda açık alana çıktığımda ilk işim gözlerimi kapatıp içime derin bir soluk çekmek oldu. Açık havaları çok seviyordum. Kuşların cıvıltısını, ağaçların rüzgarda sallanan yapraklarını, ormanın eşsiz melodisini seviyordum. O yüzden her vakit bulduğumda kendimi buraya atmaktan alıkoyamıyordum.

Arkamdan gelen hafif öksürük sesi ile gözlerimi açmak zorunda kaldım. Bıkkınlıkla bedenimi sesin geldiği yöne çevirirken karşımda kahyalardan birini buldum. Daha doğrusu her zaman benimle ilgilenen ve programımı bana söyleyen kişiydi. Sabahki hizmetliyi de o görevlendirmiş olmalıydı. Fakat o benim tamamen aklımdan çıkmıştı. Bu yüzden de bizzat kendisi gelmiş olmalıydı.

“Bana sadece on dakika ver. Tekrar burada buluşuruz. Ormana açılan kısımda olacağım.” dediğimde onaylamasını beklemeden önüme döndüm ve tekrar ilerlemeye başladım. Tek istediğim biraz daha bu huzurun tadını çıkarmaktı.

Orman ve krallık arasında sınıra geldiğimde yavaşça ağaçlardan birinin dibine oturdum. Annem görse elbisemi kirlettiğim için sinir krizine gireceğine emindim. Fakat bu gereksizdi çünkü elbiseyi yalnızca kahvaltı için giymiştim. Derslere girerken her halükarda tekrar değiştirmem gerekecekti.

Ormanın derinliklerine doğru bakarken içimi merak duygusu kapladı. Burası sıradan bir orman değildi. Aynı zamanda kutsal hayvanların yaşam alanıydı. Hayvanlar bizim için oldukça önemliydi ve bu yüzden fazlasıyla değer verirdik. Bunun nedenlerinden biri, bu özel hayvanların ve insanların bağ kurarak sonsuz sadakatlerini birbirlerine sunabilmeleriydi

Eşleşme dediğimiz bu olayı sadece saray halkından olan soylu kişiler ile yapıyorlardı. Tabi istisnalar geçerliliğini koruyordu. Soylu birinin hiçbir hayvanla eşleşemediği ya da halktan biriyle eşleşmesi gibi.

Bu bazılarına göre normal karşılansa da bazıları bu olayı güç gösterisine çevirdiğinden dolayı eşleşemeyen soylu kişiyi küçük görüyordu. Davranışlarını desteklemesem de benim çok bir etkimin olduğu söylenemezdi.

Ben de daha eşleşecek hayvanımı bulamamıştım. Eşleşmeyi seçen taraf hayvanlar oluyordu. Yani kiminle eşleşmek istedikleri onların kararıydı. Yine de eşlenmeden önce iki tarafta da karşılıklı hissiyat doğduğu söyleniyordu.

Benim aksime abim eşlenecek bir hayvan bulmuştu. Bir iquana... eşlendiğiniz hayvanla bir bütün gibi oluyor, onun can alıcı özelliklerini vücudunuzda taşıyordunuz. Mesela abimin kamufle konusunda iyi olması, her ortama ayak uydurabilmesi, güzel bir yüzücü olması bunun kanıtlarından birkaçıydı.

Kutsal hayvanlarla bağ kurmak için belli bir yaş aralığı yoktu. Yani benim de hala şansım var sayılırdı.

Ormanda yüzlerce belki de binlerce hayvan çeşidi vardı, bazı hayvanların ise onları daha da özel kılan olağanüstü güçleri oluyordu. Ayrıca tıpkı hayvanlar gibi topraklar da kutsaldı. Bu yüzden her çeşit hayvan zorlanmadan yaşamlarını sürdürebiliyordu.

Ayrıca hayvanların hakimiyetleri vardı. Bu yüzden sözlerinden çıkmak pek mümkün değildi. Onlar size bir şey derse, bunu saygıyla yapmak gerekirdi. Gerçi sakinlik aradıkları için genelde yerleşim yerlerine gelmez, önemli bir şey olduğunda içlerinden temsilci seçerek gönderirlerdi.

Bu bilgilerin hepsini girdiğim dersler ve sarayın kütüphanesi sayesinde öğrenebilmiştim. Ve benim bildiğim kadarıyla sadece bir kere ne kadar karşı çıksalar da gelecek olanı engelleyememişlerdi. Bu yüzden itirazlarına rağmen yine de yaşanmıştı...

Aklıma yine babamın anlattığı ve her şeyi açıklamak için bana bir neden olarak sunduğu o hikaye geldi...

   

 

   

   

 

Bölüm : 19.10.2024 12:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...