
Gözlerinin içine bakarken bu durumdan nasıl kurtulabileceğimi düşünüyordum fakat böyle bir konumdayken bulduğum tüm bahaneler ve yalanlar geçersiz kılınacak gibiydi. Başlıca revirden çıkmam bile büyük bir olayken bununla yetinmeyip kütüphanelerine girmiştim.
Ve onun gözleri bunu zaten biliyor gibi bakıyordu. Siyah irislerinin içindeki o ufak beyazlık tıpkı onu ilk gördüğüm günkü gibi yerini koruyordu. Ayrıca şu anki sinirli bakışlarını daha da korkutucu hale getiriyordu.
O şaşkın anın etkisinden çıkıp kendime geldiğimde duruşumu daha da dikleştirmeye çalıştım. Kolumdaki tutuşu yerini korusa da orada yokmuş gibi davranmaya karar verdim. Deli taklidi mi yapsam acaba diye düşünürken sesi tekrar düşüncelerime duvar ördü.
“Ülkemizdeki bir kaçağı krallık koridorlarında bulmam sence ne kadar normal?”
Sesi derinden ve ürkütücü geliyordu. Sözlerinin üzerine yavaşça yutkundum. Demek çoktan kaçak olarak damgalanmıştım. Bu krallıktan çıkış umutlarıma bir pençe atmaktan gibiydi. Sürekli önüme engeller çıkıp beni yolumdan alıkoyuyordu.
Artık bir şey demem gerektiğinin farkındaydım. Fark ettirmeden bir adım geriye çekilmeye çalışarak cevap verdim. “Kaçak olduğuma eminsiniz yani?” dediğimde sadece rahat olduğumu göstermeye çalışıyordum. Korkmak yok dedim kendi kendime. Korkmak yok...
“Aksini kanıtlayabilir misin?”
Gözlerinde ki alay ifadesi beni yeterince sinirlendirirken sinirlerime hakim olamayıp yanlış bir şey yapacağımdan dolayı korkuyordum. Bunu kanıtlayamayacağımı biliyordu ve sırf beni daha da köşeye sıkıştırmak için soruyordu. Şimdiden karşımdaki bu çocuğa karşı içimde amansız bir öfke alevlenmeye başlamıştı.
“Şu an bunu mu tartışmak istiyorsun? Bana ceza vermeyecek misin? Sonuçta ben kaçağım size göre, öyle değil mi?”
Aslında gerçek sinirimin ona karşı olmadığını biliyordum. Günlerdir haksız muamele gördüğümü bilmem, kendi krallığım hakkındaki endişelerim ve daha bir sürü şeyin acısını şu an ondan çıkarmak istiyordum. Yüzümde kızgın bir ifade olduğuna emindim ama onun ne düşündüğünü anlayamıyordum.
“Ceza vermemi mi istiyorsun gerçekten?” dediğinde üstümde saçma bir rahatlık vardı.
“Normal olan bu değil mi? Sonuç olarak sana kaçak olmadığımı kanıtlayamayacağımı ikimizde biliyoruz. Sizin inanmak istediğiniz de bu olduğuna göre sanırım elimden gelen bir şey yok.” derken kaçmaya çalışırım diye tuttuğu kollarımı serbest bıraktım. Ters psikoloji umarım işe yarardı. Yoksa beni buradan kurtarabilecek tek bir insan dahi yoktu.
Kollarımı kaçmayacağımı gösterircesine serbest bırakmama rağmen hala tutmaya devam ederken kaşları çatık bir şekilde sadece beni izliyordu.
“Kim olduğunu bilmiyorum ama karşımda bu kadar rahat olman normal değil. Seni o gün gördüm. Kralın odasında, halktan biri olduğunu düşünmüştüm ilk başta. Şimdi görüyorum ki halktan biri olamayacak kadar rahatsın yanımda.”
Omuz silktim. “Sana bunu düşündüren tek şey yanında rahat olmam mı?”
Tepkilerini yüzünden okuyabilmek benim için çok zordu.
“Ne işin var burada?”
Gerçekten beni gördükten sonra peşimi bırakacağını mı düşünmüştüm. Kim böyle bir şey yapardı ki? Kafamı duvarlara çarpmamak için zor duruyordum.
“Yolumu karıştırmışım sanırım.” dedim çok da masum olmayan bir sesle.
Kaşları neredeyse gözle görülmeyecek kadar küçük bir şekilde havalanırken cevabıma mı yoksa veriş şeklime mi şaşırdığını düşünüyordum.
“Gerçekten amacın ne? Niye geldin bu krallığa ve şu an neyin peşindesin?”
Sinirlendiğini anlayabiliyordum fakat ne yazık ki aradığı cevaplar bende de yoktu. Her ne kadar kimliğimi Amaris’e söylemiş olsam da daha fazla kendimi açık edemezdim.
“Suçumun hala kanıtlanmadığına göre ben sadece krallığınıza sığınan ve yardıma muhtaç bir kızım.”
“Hangi yardıma muhtaç kız sığındığı krallığın koridorlarında gece vakti gizlice dolaşır?”
“Hangi krallık kendine sığınan güçsüz bir kızı zindana attırır?”
Kolumdaki eli varlığını hatırlatırcasına sıkılaştığında bu atışmaya daha fazla devam etmemem gerektiğini biliyordum. Bu yüzden sakinleştim ve onun tepkisini beklemeye başladım.
Beklediğimin aksine cevap vermedi. Kolumdan çekiştirerek önüne geçmeme sebep oldu. Mecburen yak uydurmak zorunda kaldığımda durumu atlatmayı başarabildim mi diye kendimi sorguluyordum.
Biraz sonra az da olsa ışıkla karşılaştığımda buradan çıktığımızı anladım. Doğru ya karanlıktaydık ve burası simsiyahtı. Burası tam da tahmin ettiğim gibi gizli bir geçide benziyordu. Bu neden gelirken fark etmediğim için hazırlıksız yakalandığımı da açıklıyordu. Ayrıca Amaris’in güçleri yüzünden olmalı ki karanlıkta rahat bir şekilde onunla göz teması kurabilmiştim.
Ay krallığındakiler gece görüşünde oldukça iyiydiler. Biz genelde bu tarz durumlarda kendi ışığımızdan yararlanırdık ama kanımda dolaşan ay krallığı büyüsü yüzünden buna gerek duymamıştım.
Ve o bunu anlamış mıydı bilmiyorum ama eğer benim bu krallığın halkından olduğum gibi bir düşüncesi varsa bunu desteklemiş olurdu. Diğer türlüsü başımı daha da belaya sokmaktan başka bir şeye yaramazdı zaten.
Koridora çıktığımızda şu anki en öncelikli korkum tekrar zindana gitmekti. Tam Amarisle plan yapmaya başlayacağımız zaman bu planın önüne taş koymaktan başka bir şeye yaramazdı.
Oturup küçük çocuklar gibi ağlama kıvamına geldiğimde geçitten çıkıp koridorda yürümeye başladığımızı fark ettim. Beni tekrar zindana getirme düşüncesini aklımdan bertaraf etmeye çalıştım.
Hızlı adımlarına ayak uydurmak için yarı koşar şekilde ilerlerken çok da umurunda olduğumu sanmıyordum. Tökezlememek için eteğimi tek elimle toplarken gerçekten bu krallıktaki erkeklerin kafasında bir sıkıntı olduğunu düşünüyordum. Biraz daha az odun olmayı öğrenebilirlerdi belki de.
Sonunda yavaşlamaya başladığında nereye geldiğimize bakmak için kafamı kaldırdım. Revirin önündeydik. Bu demek oluyordu ki zindana gitmeyecektim. Bu iyiydi fakat bunu yapmasındaki neden neydi anlamamıştım. Her hareketinin altından bir şey çıkacak gibi hissediyordum.
Kafamı şaşkınlıkla ona çevirdim. “Cezam revir mi gerçekten?” sesim beklediğimden daha şaşkın çıkmıştı. Hemen eski duruşuma geçtim.
“Senin bu ceza merakın nerden geliyor?” dediğinde cevap vermeyerek önüme döndüm.
Odanın önüne geldiğimizde askerlerin uyanık olduğunu gördüm ve bu içime az da olsa su serpti. Eğer hala uyuyor olsalardı bir de bunu açıklamam gerekecekti. Ve ay krallığı büyüsünü benim yapma imkanım olmadığına göre Amaris’in de başı belaya girebilirdi.
Askerler bizi gördüğünde şaşkınlıkla bir bana bir de yanımdaki adama baktıklarında ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydiler. Bir an onlar için de üzülsem de şu an bu ortamda üzünülmesi gereken tek kişinin kendim olduğunu fark ettiğimde bu duygu da hemen geçti.
“Nöbet değişiminden sonra yanıma gelin.”
Sesi benim bile içimi soğuturken askerler hızla, “Emredersiniz efendim.” diyerek karşılık verdiler.
Ardından beklemeden kapılar açıldı ve kolumu tutmayı hala bırakmamış olduğundan beni içeri soktu.
“Sana gelince,” dediğinde ne söyleyeceğini gerginliğiyle kafamı ona çevirdim. “Bu gece tekrar dışarı çıkmayı denemeyeceğini düşünerek söylüyorum ki sabah erken kalksan iyi edersin. Yarından itibaren benimlesin, gözüm üstünde. Madem daha suçun kanıtlanmamış, gerçekten masum olup olmadığını öğrenelim.” dediğinde şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ettim. Nasıl kanıtlayacaktı ki?
Ben aval aval yüzüne bakmaya devam ederken beni takmadan kolumu sonunda bıraktı ve kapının açılmasıyla dışarı çıktı. Ben ise arkasından bakmakla kaldım.
Yarın sabah neden erken kalkmam gerekiyordu ve biz tam olarak ne yapacaktık? Ah, gerçekten batırmıştım.
Ne yapacağımı bilemez halde yatağın üzerine oturdum. İyice geriye gidip arkama yaslandığımda karşımdaki duvarı izlemeye başladım. Saatin nasıl geçtiğini anlamazken günün ağarmaya başladığını gösteren kızıllar bir bir odaya düşmeye başladı. Gözlerimi usulca kapattığımda bir damla yaş çeneme doğru süzüldü.
Güçsüz olmamam gerektiğini biliyordum. Özellikle bu konumdayken zayıf olmaya iznim yoktu. Hızla düşen yaşı sildim. Aynı konumda durmaktan dolayı ağrıyan sırtım ve bacaklarımı umursamadan kendimi yatağa yan şekilde devirdim. Pozisyonumu değiştirmeye bile halim olmadığından cenin şeklinde huzursuz uykunun kollarına kendimi bıraktım.
* * * *
Kendimi güneşin güzel ışıkları ile değil de adımın seslenilmesiyle uyanmış halde bulduğumda bu çok da istediğim bir manzara değildi. Birer iplik parçası gibi eski günlerimin silik anısı gözlerimin önünden geçerken bu rahatsız edici hissiyattan kurtulmak istercesine silkelenip kendime gelmeye çalıştım.
Gözlerimi kapatmamın üzerinden çok geçmemiş olsa gerek oldukça yorgun hissediyordum. Zorlukla toparlanıp kapıya baktığımda daha önce görmediğim bir kadının dikilmiş bana seslendiğini fark ettim.
Dün olanlarla ilgili kafamın içindeki anıları toparlamaya çalışırken bir yandan da yataktan çıkıp kadına odaklandım.
“Prensimizin emriyle bir süre onun hizmetçisi olacaksınız. Alışmanız amacıyla bugünlük ben size yardımcı olacağım merak etmeyin. Şimdi üstünüzü değiştirmeniz gerekiyor çünkü birazdan prensimizin kahvaltı sonrası at biniş zamanı başlayacak. Sizin de ona eşlik etmeniz gerekiyor.”
Hizmetçi mi? Ben tam olarak ne yaşıyordum gerçekten? Dün gece bundan sonra benimlesin derken böyle bir şey planladığını tahmin edememiştim. Ayrıca hizmet etmekten anlayacak son kişilerden biriydim ben.
Elimden az önceki uykumdan hiç uyanmamış olmayı dilemekten başka bir şey gelmediğinden ve itiraz edecek bir konumum da olmadığından usulca kenara giymem için bırakılmış kıyafetlere doğru yöneldim.
“Teşekkür ederim. Üzerimi değiştirip hazırlandıktan sonra bana günün kalanında ne yapacağımı anlatabilirsiniz diye düşünüyorum.”
Kafasıyla onaylayıp cevap vermeden dışarı çıktığında derin bir nefes alıp verdim ve oflayarak hazırlanmaya başladım. Kim bilir ne isteyecekti benden prens denen o çocuk. Böylece prens olduğu da kanıtlanmış olmuştu ayrıca. Bu şu an için ne işime yarayacaktı emin değildim fakat ilerde illaki karşıma çıkacak gibi hissediyordum.
Kıyafetlerimi değiştirdikten sonra aynı sıkılganlıkla saçlarımı da düzene sokup işimi hallettim. Şimdi ne yapmam gerektiğini düşünürken kapının tıklatılmasıyla bakışlarım sese döndü. Kadın tekrar gelmişti.
“Hazırlandıysanız büyük bahçedeki at binme alanına gidebiliriz.” dediğinde itiraz etmeden onayladım ve kapıya doğru yürümeye başladım.
Kendimi huzursuz hissetmekten alamıyordum. Yorgun hissediyordum ve bu yüzümden büyük ihtimalle okunuyordu. Sürekli olarak tetikte olmaya çalışmak yorucuyu ve benim başka şansım yoktu.
Odadan çıkıp büyük koridora geldiğimizde prensle karşılaştığım an gözlerimin önüne geldi. Ufak bir dikkat hatası nelere yol açmıştı gerçekten.
Oyalanmadan Amaris ile ilerlediğimiz yönün aksine doğru yürümeye devam ettiğimizde burasının krallığa giriş yaptığım yer olduğunu anlamam uzun sürmedi.
Büyük giriş kapısını da geçip bahçede ilerlerken her an onunla karşılaşabilecek olduğumdan yüz ifademi olabildiğince toparlamaya çalıştım ve ifadesizliğe büründüm.
Çok da uzun sürmeden ilerlediğimizde vardığımızı ahırı ve atları gördüğümde anladım. O da buralarda olmalıydı. Birkaç at dışarıda gezdirilirken ahırda dolu olan kabinleri de görebiliyordum. Düşündüğümden daha fazla at vardı. Bunların kraliyet ailesinin özel atları olduğunu düşünürsek bizimkilere kıyasla oldukça fazla olması tuhaftı.
Ben bunları düşünürken çoktan ahırın kapısının önüne gelmiştik. Şu an halimden çok da şikayetçi sayılmazdım fakat buradaki atlar aklıma sadece benim güzel atım Milen’i getirmekten başka bir işe yapmıyordu. Yine de bunca olaydan sonra olmayı sevdiğim alanda olmak güzel hissettirmişti.
Fark etmeden dudaklarım kıvrılmaya başlamışken, “Prensim, hoş geldiniz.” yanımdaki bana eşlik eden kadının sesi ile daldığım yerden yarılıp arkama döndüm.
Gelmişti. Yanımdaki kadına cevap vermek yerine gözlerini benim üzerimden ayırmazken delici bakışlarına karşılık vermekten çekinmedim. Selam vermemi falan mı bekliyordu acaba? Öyleyse biraz daha beklemeye devam etse iyi olurdu.
Yanımıza geldiğinde gözleri benden ayrılarak kadına odaklandı. “İres nerde?” diye sorduğunda tek düşündüğüm İres’in kim olabileceğiydi. Fakat sonrasında kadının “Ahırda, sizi bekliyor.” cevabıyla anladım ki atından bahsediyor olmalıydı. İres mi, kim atına böyle bir isim koyardı ki?
Prens cevabı almasıyla içeriye doğru yöneldiğinde ben hala görevimin ne olacağını anlamamış bir şekilde olduğum yerde dikilmeye devam ediyordum ki arkasını dönüp bana doğru baktı. “Davetiye mi bekliyorsun?”
Evet, davetiye bekliyorum. Diyerek içimden sövmek gelse de büyük bir zorlukla ifademi bozmadan ilerlemeye başladım. Hızlı adımlarla ahırın içine doğru hareket ettiğinde bu sefer beklemeden bende peşinden ilerledim.
En son bir kabinin önünde durduğumuzda gece yarası gibi simsiyah bir at beni karşıladı. Kesinlikle şaheser gibi gözüküyordu. Oldukça yapılıydı ve tüyleri olabildiğine parlaktı. Özel bir at olduğu on metre öteden dahi rahatlıkla anlaşılabilirdi bence. Tek sıkıntısı çok kalıplı olması zaten asabi duran duruşuna çok daha fazlasını ekliyordu. Belki biraz ürkütücülük...
Ben hayran hayran onu izlerken İres’in gözleri bir anda bana döndü. Kutsal hayvanları sadece ormanlarda yaşayanlar olarak sayıyorduk genelde çünkü onlar insan içine çıkmayı çok sevmiyorlardı. Fakat İres’in güçlü havası bana tıpkı ormanda zihnine konuştuğum o vaşak gibi hissettirmişti.
Anın etkisiyle ne kadar olmayacağını bilsem de zihnimde onu selamladım. Bu yaptığımın saçma olduğu İres’in çok da umursamayan bakışlarla prense dönmesiyle kanıtlanmış oldu.
“İres’i biniş için hazırla.”
Sakince kime konuştuğunu anlamaya çalışırken sesin bana hitap ettiğini anlamam sandığımdan daha uzun oldu.
“Bana mı dedin?” diyerek prense döndüğümde yüzünde pek de bulunduğu durumdan memnun gibi durmuyordu.
“Evet, sana dedim. Beş dakika içinde hazırlayıp dışarı çıkart.” dediğinde dalga mı geçiyorsun dercesine suratına baksam da beni kaile almadan arkasını dönüp çıkışa ilerledi. Gerçekten şu an saçlarımı yolmak istiyordum.
Tamamen gözden kaybolduğunda İres ve ben baş başa kalmış birbirimize memnun olmayan bakışlarla bakıyorduk. En azından iki tarafta durumdan rahatsızdı. Peki bu beni mutlu etmeli miydi? Sanmıyordum.
“Tamam.” dedim kendi kendime en fazla ne olabilir ki? Diyerek işe koyuldum. Etrafa göz gezdirdiğimde eyerin ve diğer ekipmanların köşede durduğunu gördüm. İlerleyip hepsini kucağıma aldım ve İres’in yanına gidip ekipmanları tekrar yere bıraktıktan sonra bir İres’e bir de yerdeki ekipmanlara baktıktan sonra konuşmaya başladım. “Bunları sana giydirirken canını acıtmayacağımdan emin olabilirsin. Tek yapman gereken ters bir hareket yapmamak ve daha az ürkütücü gözükmek. Bunu benim için yapabilir misin?” dediğimde yine ifadesiz yüzüyle karşılaştım.
Gerçekten sınanıyordum. Eyeri aldım ve parmaklarımın ucuna çıkarak usulca sırtına yerleştirdim. Beklediğimin aksine duruşunu bozmadan ekipmanları giydirmeme mani olmadı.
Her şeyi hazırladığımda tekrar İres’e döndüm. “Şimdi seni dışarı çıkaracağım. Eminim ipten tutmasam da kendin yolu bulabilirsin fakat her ihtimale karşı sakince ve olay çıkarmadan seni sahibine götürmek istiyorum. Ne dersin?” dediğimde kafasını anlamsızca hareket ettirdi ve dümdüz karşıya bakmaya başladı. O kesinlikle kendi otoritesini kurmayı seviyordu.
Sorun çıkarmayacağını umarak onu kabinden çıkarıp yürümeye başladığımda peşimden gelmesinin verdiği rahatlık hissiyatı ile beklemeden dışarıya kadar ilerlemeye devam ettim.
Dışarıda yanında birileri ile sohbet eden prensi gördüğümde onun da bizi görmesi çok gecikmedi lakin çok da görünmeyecek gibi değildik. Bizi görür görmez yanındaki adamla olan konuşmasını keserek yanımıza geldi. Daha doğrusu İres’in yanına.
Yelesini hafifçe okşarken bir yandan da elinde tutuğu küp şekerleri ona doğru uzattı. Bu sahne Milen ile olan anılarımızı hatırlamama sebep olurken onu ne kadar çok özlediğimi daha da fark ettim. Şu an ne halde olduğundan bile haberim yoktu oysa...
Prens beni görmezlikten gelme yemini etmiş gibi suratıma bakmadan ipi elimden aldı ve sürüş kısmına doğru İres ile ilerlemeye başladı. Bu durumda benim yapabileceğim bir şey olmadığından olduğum yerde sürüşlerinin bitmesini beklemekten başka şansım yoktu.
Her ne kadar gözlerim onlarda olsa da aklım Amaristeydi. Yanıma geleceğini söylemişti fakat daha görüşme şansımız olmamıştı. Acaba abisine yakalanmış mıydı ya da abisinin beni kişisel hizmetkarı yaptığından haberi var mıydı emin değildim.
Plan için ona ihtiyacım vardı. Artık bir adım atmam gerektiğinin farkındaydım ama daha çok buraya yerleşmeye yemin etmiş gibi hissediyordum. Bu hizmetçilik olayı da başıma farklı bir bela olarak çıkmıştı. Tam olarak kapana kısılıyordum.
Tekrar gözlerim odağını bulduğunda ne kadar süredir onları beklediğimin farkında değildim. Kesinlikle bana inat yapıyordu bir şeyleri. Eminim burada dikilmesem de kendi başına bir şeyleri halledebilirdi.
Oflamamak için kendimi zor tutarken İres yavaşlayan adımlarla yanıma geldi ve en sonunda önümde durdu.
Prens ise bunu daha önce defalarca yaptığını kanıtlarcasına zarif hareketlerle İres’in sırtından indi. Bakışları kısa bir anlığına benle kesişti.
“Onu güzelce temizle ve bakımını yaptığından emin ol. Öğleden sonra dosya işleriyle uğraşmama yardım edeceksin.”
Dediğinde kafamı hafifçe yana eğip suratını daha dikkatli inceledim. Kesinlikle benimle dalga geçiyor olmalıydı. Bu normal bir ceza değildi. Beni bezdirmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor gibiydi.
Kafamı yana eğip bunları düşünürken o da beni takip ederek kafasını eğdi. “Bir sorun mu var?” surat ifadesi sanki sorun var desem daha çok alay edecek gibiydi.
“Hiçbir sorun yok.” dedikten sonra sinir bozucu bir gülümseme takındığımdan emin olarak suratına baktım. Cevap vermesini beklemeden ilerleyerek İres’in yanına gittim ve onu da alıp nereye gideceğimi bilmeden yürümeye başladım. Gerçekten onu nerede yıkacaktım ki?
“Yalnız diğer tarafa gitmen gerekiyor.” diyen tanıdık sesi duyduğumda beklemeden İres’i de çekiştirerek diğer tarafa yürümeye başladım. Kendimi rezil etme konusunda bir numara olmalıydım.
Anın etkisiyle İres peşimden gelse de bir süre sonra tuttuğum ipini çekiştirerek önüme doğru geçerek yürümeye başladı. Kime benzediği belli gibiydi sanki. Gerçi şu anlık benim için çok da sıkıntı olduğunu söyleyemeyecektim çünkü yolu benden daha iyi biliyor gibiydi.
Ahır kısmının arkasına doğru geldiğimizde buranın açıklık olduğunu gördüm. Demek ki burada temizleniyorlardı. Bir duvarın kenarında duran su çeşmesi ve kovalara bir de üzerimdeki elbiseye baktım. En son İresle bakıştığımda beni hala takmamaya devam ettiğini gördüm.
Başka çarem olmadığından dolayı kovaları tek tek suyla doldurmaya başladım. Bir yandan da İres’in üzerindeki ekipmanları çıkarttıktan sonra iyice temizlendiğinden emin oluncaya kadar türlerini ovaladım. En sonunda da yelesini ve kuyruğunu taradığımda halinden memnun bir şekilde sesini çıkartmadan bekliyordu.
Eh en azından birimiz mutlu olduğuna göre çok da kötü bir iş çıkarmış sayılmazdım. İres’i kaldığı yere yerleştirdikten sonra prensin dosya işlerine yardım etmeme hala vakit olduğunu görünce sevinçle üstümü başımı düzeltmek için revire gitmeye karar verdim. Şu ana kadar kimse yanıma gelmemişti fakat birilerinin beni izlediğini fark etmiştim. Tabi ki de bana güvenmediklerini düşünürsek bu gayet beklediğim bir şeydi.
Revire ilerlerken neden hala burada kalmama izin verdiklerini de anlamamıştım. Her şeyi geçersem bu revirde kaldığım süre boyunca odaya kimse gelmemişti. Sanırım artık orayı bana tahsil etmişlerdi. Zindan olmadığı sürece kaldığım yerin benim için çok da önemi yoktu aslından. Tek derdimin buradan gitmek olduğu düşünülürse kaldığım yatak en son problemim oluyordu.
Dışarı çıkarken kullandığım yolları tek tek geçip kapının önünde durduğumda iki askerin hala beklediğini gördüm. Bir şey söyleyip söylememem gerektiği konusunda kararsız kalırken benim konuşmamı beklemeden kapıyı açarak geçmeme izin verdiler.
Beklemeden içeriye geçtiğimde gördüğüm kişiyle duraksadım. Kapılar çoktan ardımdan kapanmışken ağzımdan şaşkın bir “Amaris.” döküldü. Camın önünde durmuş dışarıyı izliyordu. Onu burada görmeyi beklemiyordum.
Sesimle birlikte arkasını döndüğünde daldığı yerden çıkmış gibi şaşkınca bana baktı. “Üstünün hali de ne?” o diyene kadar tek düşündüğüm dün gecenin onun tarafından olduğu kısmının nasıl geçtiğiydi. Nasıl gözüktüğüm aklımdan çıkmıştı.
İres’i yıkadığımdan dolayı üstüm başım biraz ıslanmıştı. Eh, yerlerin toprak olduğunu da düşünürsek belki de biraz eteklerim çamurluydu. Bana yardım edeceğini söyleyen kadının kıyafet seçiminin iyi olduğunu söyleyemeyecektim. Gerçi yardım edeceğini söylemesine rağmen ortalıkta gözükmüyordu orası ayrı...
“İres’i yıkarken ıslandım biraz.” derken bir yandan da yanına yaklaştım.
“İres’i mi yıkadın? Bu konuşma beklediğimden daha ilginç bir yere gidiyor gibi.” dediğinde boş ver dercesine omuzlarımı silksem de çok boş vermeye niyetli değil gibiydi.
“Kısaca açıklamam gerekirse abin beni dün gece odaya dönerken yakaladı ve ceza olarak kişisel hizmetçisi olma görevi verdi. Şimdi benim olayım çözüldüğüne göre dün gece sen ne yaptın onu anlat.” dediğimde yüzündeki şaşkınlık artmıştı. Benimse şu an tek istediğim bir an önce temizlenmekti fakat konuşmamızı bölmemek için ayakta durmuş onu dinliyordum.
“Abim odaya yanıma geldi ben askerleri gönderdikten sonra, bileğimde bir şey olup olmadığına baktı. Odadan çıkmamamı ve temkinli olmamı söyledikten sonra da yanımdan ayrıldı. Ne olur ne olmaz diye yakalanmamak için tüm gece odamdaydım. Senin de güvenle gittiğini düşünmüştüm çünkü bir sorun olsa şimdiye mutlaka öğrenirdim.”
Demek ki bizi izlemişti. Prensin kafasında bir planı var gibi hissediyordum ama ne olduğunu hala anlayamamıştım.
“Şu anlık yapabileceğimiz bir şey yok zaten. Senin başın da belaya girmediği için sevindim.” dedim kısaca. Ne demem gerektiğini bilmiyordum.
Oflayarak normalde benim yattığım yatağın üzerine bıraktı kendini. “Ne yapacağız şimdi? Senin kaçış planını nasıl hazırlayacağız? Eminim abim seni daha iyi gözetleyebilmek için bu kadar yakınına almıştır.” dediğinde onunla birlikte içim daha da karamsarlığa büründü.
“Bu saatten sonra abinin yanında olmamım çok da umurumda olduğunu söyleyemeyeceğim. Burada kaldığım her an beni bekleyen birileri daha da umutsuzluğa düşüyor. Artık gitmem gerekiyor. Kimseyi yüzüstü bırakmak istemiyorum. O yüzden hala benimleysen bu gece abin beni yalnız bıraktıktan sonra artık kaçış planımı yapmak istiyorum.” çok da emin olamayarak, “Hala benimle misin?” diye sordum.
Yüzündeki tereddütlü ifade beni de gererken sonunda tereddüdü gülümsemeye dönüştü ve “Tabi ki de seninleyim. Bu yola beraber çıktık bu nasıl soru böyle?” dediğinde amansız bir rahatlama kalbimi buldu.
“O zaman gece yarısı burada buluşuyoruz.” dediğinde ben de gülümsedim.
“Buluşuyoruz.” dedim.
Gözlerini kapat ve güven.
Gözlerini kapat ve hisset.
Acıyı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |