11. Bölüm

Bölüm 11 : Amansız Olaylar

seçil yılmaz
secilyl

 

Amaris’le konuştuktan sonra oyalanmadan üzerimi temizledim ve tekrar insan içine çıkabileceğim bir hale geldiğimde prensin yanına gitmek için odadan çıktım. İlk başta nereye gideceğimi bilmesem de sabah yanıma gelen kadın tekrar gelmiş ve beni kapıda bekliyordu.

Sesini çıkarmadan yürümeye başladığında onu takip etmek dışında yapabileceğim çok bir şey olmadığından dolayı peşine takıldım. Prens ona dosya işlerinde yardım edeceğimden bahsetmişti. Veliaht olduğu düşünülürse böyle işlerle uğraşması gayet normaldi lakin beni bu dosyalarla aynı ortama sokmasının ne kadar iyi bir fikir olduğu tartışılırdı.

Açığımı aramaya çalıştığının farkındaydım belki de beni bu şekilde tuzağa çekmeye çalışıyordu. Normalde giremeyeceğim bir yere beni sokarak ne kadar ileri gidebilirim diye ölçmek istiyordu. Eğer böyle düşünüyorsa değişik bir yöntemdi fakat benim buradaki asıl amacım krallığına zarar vermek olmadığından yanlış hareket ediyordu.

Büyük ihtimalle prensin de içinde bulunduğu odaya vardığımızda yanımdaki kadının da varlığı sayesinde beklemeden kapıyı tıklattılar ve içeri girip müsaade istediler. Ardından geçmemiz için izin verdiklerinde tek hareket edenin ben olduğumu fark ederek kadına bakmak için arkamı döndüm.

“Ben size buraya kadar eşlik etmekten sorumluydum. İşiniz bittiğinde tekrar görüşürüz.” diyerek cevap vermemi beklemeden hareket ettiğinde pek de umurumda olduğunu söyleyemeyecektim.

Son günlerde aklıma takılan daha farklı şeyler vardı ve prensin tam olarak ne yapmaya çalıştığını çözmeye çalışmakla meşguldüm. Bu yüzden daha fazla oyalanmadan içeriye girdim.

Büyük bir odaydı. Duvarı boylu boyunca kaplayan bir kitaplığa ve aynı şekilde karşısı da camlarla çevrili bir odaydı. Çok karmaşık bir yapıya sahip olmayıp sadelikten yola çıkarak döşenmiş olmalıydı.

Odaya girmiş olsam da prens başını kaldırmadan odanın ortasındaki masada oturmuş elindeki kağıtlara bakıyordu. Baktığı her neyse önemli bir şey gibi duruyordu.

Geldiğimi belli etmek istercesine hafifçe boğazımı temizledim. Çıkan sese kafasını kaldırarak bana baktığından konuşma ihtiyacı hissettim.

“Dosya işlerinde yardım etmemi istemiştiniz.” diyerek kısaca açıklama yaptım.

Yüzündeki ifadeyi bozmadan aynı ciddiyetle bana bakmayı sürdürüyordu. Arkamı işaret etti. İşaret ettiği yere baktığımda anladığım şeyi mi isteyeceğini düşünürken arkamdan sinir bozucu sesiyle konuşmaya başladı. “Kitaplık tozlandı ayrıca dosyaların sıralı düzenlenmesi gerekiyor. Başlayabilirsin.” dediğinde derin bir nefes oldum.

Kafamı tekrar ona çevirdiğimde amacının ne olduğu konusunda şüphelerimin sürekli değişmekte olduğunu gördüm. Sesimi çıkarmadan yavaşça az önce işaret ettiği yerden temizlik malzemelerini aldım ve kitaplığa yöneldim. Kesinlikle bir gün bunun acısını çıkartacaktım.

Kendimi yormadan yavaş yavaş kitaplıktaki dosyaları boşaltıp sıralıyor ve ardından da temizleyip tekrar yerleştiriyordum. Ben tüm bunları yaparken o ise beni görmemezlikten gelerek önündeki işlerle ilgilenmeye devam ediyordu.

Her ne kadar ilk başta o kadar zorlanmamış olsam da tavana kadar uzanan kitaplığı temizlemek kesinlikle yorucu bir işti. Saatler geçtiğinde hem düşünmekten hem de temizlik yapmaktan bitap düşmüş durumdaydım.

Son olarak elimdeki dosyaları üst taraflara koymak için merdiveni kullanmak üzere hafifçe eteklerimi topladım ve tırmanmaya başladım. En üst basamağa çıktığımda elimdeki dosyaları yerleştirdim ve inmek üzere hazırlanıyordum ki başıma giren ani sancı bulunduğum yerden soyutlanmama neden olacak kadar canımı acıtırken kendime gelmeye çalıştım.

Ani refleksle tutunduğum yerden elim ayrıldığında dengemi kaybetsem de son anda tekrar tutunarak düşmekten kurtuldum. Farkındalığım yerine geldiğinde hızla arkamı dönerek prensin beni görüp görmediğini kontrol ettim. Görse dahi hakkımda ne düşüneceğini bilmiyordum fakat beni izlemiş olma hissiyatı istemsizce rahatsız etmişti.

Hala önündeki işlerle ilgilendiğini gördüğümde ben de oyalanmadan merdivenleri hızlıca indim. Tam işimi bitirmiş olduğumu söyleyecektim ki,

“Bu dosyaları karşıdaki dolaba koy.” dediğinde hala yüzüme bakmadan bana emir vermeye devam ettiğini gördüğümde sinirden kızarmak üzere olduğumu hissediyordum.

Yine de el mecbur sesimi çıkarmadan masasının üzerindeki dosyaları alıp dediği gibi masasının karşısındaki dolaba koymak üzere hareketlendiğimde dosyanın üzerindeki yazı istemsizce beni kendine çekti.

Su krallığı. Dosyanın üzerinde onun amblemi vardı. Altında da Güneş krallığı hakkında yazan yazıyı gördüğümde elim istemsizce bir süre donup kaldı. Öğrenmişler miydi? Gerçi bu kadar uzun süre habersiz kalmaları daha saçma olurdu.

Peki bu yazı ne hakkındaydı? Bu bir oyun olmalıydı. Prensin bana oynadığı bir oyun. Güneş krallığından olduğuma dair şüpheleri mi vardı? Ellerim titremeye başlamıştı. Daha fazla oyalanmayacağımın bilinciyle dosyayı apar topar yerine bıraktım. Öğrenmiş olmalıydılar. Krallığıma baskın olduğunu öğrenmiş olmalıydılar. Peki bunda Su krallığı ve Ay krallığının ortak haberleşmesini gerektirecek ne gibi bir şey olmuş olabilirdi ki?

Hafiften titremeye müsait ellerim zihnimde sürekli olarak tehlike çanları çalmasına daha da zemin hazırlıyordu. Şu an baskını dahi kimin yaptığını bilmezken krallığımın başı boş olduğunu öğrenmeleri hiç iyi değildi. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Duygularımdan arınmaya çalışarak geri prense döndüm. Yeni bilgiler edinmem gerekiyordu. Burada kalmaya devam ettikçe kendimi bir fanusa kapatmış gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Dışarıda neler oluyordu? Eğer Ay krallığı ve Su krallığı bunu öğrenmişse diğer krallıkların da öğrenmesi çok uzun sürmezdi.

“Başka bir isteğiniz var mı?”

Gözleri tuhaf bir ışıltıyla parlıyor gibiydi. “Hayır, revire dönebilirsin.”

Cevap vermedim. Sadece arkamı dönüp odadan çıktım. Belki de selam vermem gerekiyordu bilmiyorum fakat gerçekteki kimliğimden soyutlanmak benim için zordu. Konumlarımız çok da farklı sayılmazdı ve ben ona saygı göstermek zorundaysam aynı saygıyı ondan görmek isterdim.

Odadan çıktıktan sonra etrafta askerler dışında kimseyi göremediğim için beklemeden revire gitmeye başladım. Burada kendime ait bir odam bile yoktu. Sadece şu an için değil ama kendimi boşlukta yüzüyor gibi hissediyordum. Hiçbir yere ait değil gibi.

Bu hisle revirin kapısına vardığımda askerler artık beni tanıdığından daha doğrusu emir almış olmalıydılar ki sorgulamadan kapıyı açıp içeri girmeme izin verdiler.

Hızla camın önüne gidip sonuna kadar açtım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Emindim, prens kafasından bir şeyler geçiriyordu. Tabi ki dosyalara onun bakması normaldi ama eğer farklı bir krallıktan mektup geldiyse bunu ilk olarak kralın görmesi gerekirdi. Genelde istişare için ortaya açılmıyorsa o mektup kral tarafından korunurdu. Bilerek o mektubu bana göstermeye çalışmıştı. Amacı neydi? Düşünmekten kafayı yemek üzereydim.

Ellerimi saçlarımdan geçirerek başımı ovdum. Yorgun hissediyordum. Bunun bugün temizlediğim kitaplık ya da ahırda yıkadığım İresle alakası yoktu içimde bir yerlerde sanki bir şey kalbimi avuçluyor gibiydi. Elim göğsüme gitti. Yavaşça ovaladım. Kendimi iyi hissetmiyordum.

Ağlamak istiyordum ama zordu. Ağlamamım çözüm olmayacağı bilincinde boğazımdaki yumru ile dışarıyı izlemeye devam ettim. Ormanlık alana bakarken kafamda o geceyi canlandırmadan edemiyordum. Her şey çok zor hissettiriyordu.

En sonunda yapacak başka bir şeyim olmadığından Amaris gelene kadar nasıl bir plan yapabileceğimizi düşünmeye başladım. Ben kedimi iyice kaptırmışken akşam yemeği için kapım açıldığında içeri daha önce tanımadığım bir kız gelerek yatağın yanındaki komidinin üzerine tepsiyi bırakarak çıktı.

Alıştığım yemek kombinasyonunu gördüğümde istemeyerek de olsa tepsiye uzandım. İçimden yeme isteği gelmese de zorlayarak çorba ve hoşafı birazcık ekmekle beraber tükettim.

Yemeğin üstünden çok geçmemişti ki Amaris’in odaya girmesiyle beraber oturduğum yerden sabırsızlıkla ayağa kalktım.

“Beklediğimden daha erken geldin.” dediğimde gülümsedi.

“İşim beklediğimden daha hızlı bitti.”

Bu iyiydi. Demek oluyordu ki plan yapmak için daha fazla zamanımız vardı. Onun gülümsemesinin aksine benim yüzümde gerginlik okunduğuna emindim. Bunu Amaris de gelir gelmez fark etmişti bunu anlamıştım.

“O zaman oturup ne yapacağımızı tartışmaya ne dersin?” dediğinde çoktan yatağıma oturmak üzere hareketlenmiş ve kendine alan açmıştı. İyice yerleşip rahat olacağını düşündüğü bir oturma biçimine geldiğinde bende karşısına geçip onu taklit ederek oturdum.

“En yakın buradan çıkma zamanım üzerine planı kurmalıyız.” dedim ciddi bir ses tonuyla.

Bugünkü gördüğüm Su krallığı mektubundan Amaris’e de bahsedip bahsetmemem konusunda emin değildim. Küçük bir düşünmenin ardından konuşmamızın yönünden sapmak istemediğim için eğer bunu söylemeyi düşünürsem bile sonraya bırakmaya karar verdim.

“En yakın tarih üç gün sonraki ayin zamanı gibi duruyor.” dediğinde dikkatimi çektiğinden olduğum yerde dikleşip daha dikkatli dinlemeye başladım.

“Ne ayini bu?” dediğimde acaba kaçırdığım önemli bir tarih mi var diye kendimi sorgulamaya başlamıştım.

“Ayın evreleri... üç gün sonra aylık döngü tamamlanıyor. Her ay düzenli olarak kutlanır. Sene de bir olacak şekilde de yıllık dolunay kutlamaları düzenlenir. Bir çeşit döngünün devamlılığına sunulan şükran gibi düşünülebilir.”

Değişikti, daha önce doğal olarak böyle bir olaya tanıklık etmemiştim ve böyle bir kutlamalarının olması onlar açısından güzel olabilirdi.

“Peki, bu kutlamalar tam olarak nasıl benim işime yarayacak?”

Bazen Amaris’in yüzündeki ifadeleri okumak sandığımdan daha zor olabiliyordu. Şu an da ne düşündüğünü çözemediğim zamanlardan birindeydim.

“Kutlamalarda kraliyet ailesi olarak önderliği biz sürdürüyoruz. Bu demek oluyor ki abim de o kutlamalara katılacak. Tam olarak bu noktada seni kendine yeni hizmetçi olarak bellemesi bizi bir adım daha öne taşıyabilir.”

Prensin bu kutlamalara katılması beni de giderken yanında getireceği anlamına gelmiyordu. Ayrıca prens eğer halkın arasına karışırsa bu sıradan bir olay olmazdı ve etrafı askerlerle sarılı olacağı anlamına gelirdi. Bu da demek oluyordu ki saray sınırlarından çıkabilsem bile sonrası benim için çok da kolay olmayacaktı. Yine de ufak bir umut ışığı bana göz kırpmayı ihmal etmiyordu.

“Abinin kutlamalara beni de yanında götüreceğinden emin misin?” dediğimde sesim şüpheli çıkıyordu.

Omuz silkti. “Plan yapmak için buradayız. Bence bir şeyler bulabiliriz.”

O an kendim bile saçmalığımı sorguladığım bir soru sordum. “Prensin ismi ne?” gerçekten konumuzla ne alakası olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu fakat sürekli prens diye bahsetmek bir süre sonra tuhaf gelmeye başlamıştı.

Ufak bir kıkırtı döküldü dudaklarından, “Gerçekten bunu mu merak ettin?”

Tam saçmaladığımı söylemek için ağızımı açmıştım ki konuşmaya devam etti.

“Lufiks. Abimin ismi bu.” dediğinde konuyu uzatmaması adına kafamı salladım ve konuşmayı eski doğrultusuna getirmek için tekrar konuşmaya başladım. “Kutlamalar köylerde mi yapılıyor? Bunun için bir merkez var mı?”

“Genelde halkla beraber kutluyoruz. Köyün içinde kutlamaları ve törenleri düzenlediğimiz bir alan var. Yine orada yapacağız. Hatta hazırlıklara başlandı bile.”

“Bu benim için iyiye işaret o zaman. Abinle beraber bende köye inebilirsem kalabalıkta ortadan kaybolmak benim için çok daha kolay olur. Tek sorun prensin yanından ayrılmak. Gerisi çorap söküğü gibi gelir zaten.” dediğimde kafamda yavaştan bir şeyler şekillenmeye başlamıştı.

“Abim genelde yanında çok fazla askerle gezmeyi sevmez. Dediğin gibi onları atlattığın an kaçabilirsin.” bir müddet ikimiz de konuşmadan sadece düşündük.

Kutlamalar hakkında daha fazla bilgiye ihtiyacım vardı. “Prens halka konuşma yapacak mı? Eğer öyleyse o konuşma yaptığı sırada dikkati biraz olsun benden gideceği için bunu fırsata çevirebilirim.”

Ani bir kavrayış yaşıyor gibi kafasını onaylarcasına salladı. “Abim konuşma yapacak. Ailem zaten kutlamanın ayin kısmıyla ilgilenecekleri için bizden uzak olacaklar. Kütüphanede yaptığımız gibi askerleri ben oyalayabilirsem sen de bu sırada kaçabilirsin.”

Az çok bir şeylerin belirlenmesi beni ferahlatırken çoktan nasıl krallığıma tekrar dönebileceğim ve her şeyi nasıl tekrar toplayacağım konusunda düşünüyordum. Buradan çıkışım sadece dağın görünen kısmıydı. Asıl sürprizle sonrasında karşılaşacak gibi hissediyordum.

Amarisle biraz daha konuştuktan sonra yapması gerekenler olduğu için yanımdan ayrıldı. Benimse yapacak çok da önemli bir işim olmadığından yatağa boylu boyunca uzanıp tavanı izlemeye başladım.

Dün gece çok uyuyamadığım için uykum vardı fakat kafamda dönüp duran düşünceler uyumama engel oluyordu. En sonunda büyük uğraşlar vererek yatakta iyice kıvrıldım ve uyuya kaldım.

* * *

Sabahın ilk ışıkları ile gözlerimi açarken bugün günlerden ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Artık tarihler kafamda o kadar çok birbirine girmişti ki idrak etmekte zorlanıyordum.

Yatakta doğrulduğumda şu anlık bana umut veren tek şey krallığın kutlamalarına iki gün kalmasıydı. Sadece bu düşünce bile önümde bir ışık yakıp kalbimin heyecandan hızla atmasına sebep oluyordu. Yalnızca bu ışık yolumu aydınlatmaya yetecek mi emin değildim. Sanırım bunu da o yola çıktığımda anlayabilirdim.

Uyanıp klasik günlük ihtiyaçlarımı giderdikten sonra çok geçmeden hizmetli bir kadın sabah kahvaltımı getirmiş ve ben yedikten sonra da dünkü kadın tekrar gelip prensin programının başladığını bu yüzden yanına gitmem gerektiğini söylemişti. Her şeyden önce bugün ne giyeceğimi yanında getirmiş ve hazır olduğumda gidebileceğimizi söylemişti. Bu garip gelirken yine neler döndüğünü kafamda hesaplamaya çalışıyordum.

Kıyafetlere şöyle bir göz attığımda kaşlarımı hafiften kaldırarak şaşkınlığımı belli ettim. Bunlar benim krallığımda giydiğim dövüş kıyafetlerime benziyordu. Düşüncelere dalsam da vaktim olmadığından hızlıca giyindim. Saçlarımı her zamanki gibi salık bırakmak yerine toplamıştım. Belli ki çok da kibar bir iş istemeyecekti benden.

Prens hakkında hala kafam çok karışıktı. Amacını çözememiştim ve bu beni istemediğim bir gerginliğe sürüklüyordu. Acilen su krallığı ve ay krallığı arasında olanları öğrenmeliydim. Özellikle de benim krallığım hakkında olanları. Her gün çözülmesi gereken daha fazla sorun çıkması beni yıpratmaktan başka hiçbir şey yapmıyordu.

Ufak bir oflamanın ardından kendime son kez çeki düzen verip yanımda dünkü kadın eşliğinde prensin yanına gitmek üzere yola koyuldum. Kadın genellikle beni görmezden gelecek şekilde davrandığı için bende bir süre sonra onu yok sayıştım ve en sonunda sadece birbirimize zorunluluktan eşlik eden iki kişi olarak birbirimizi görüyorduk.

Her ne kadar prens benim hizmetçim olacaksın demiş olsa da sadece belli zaman dilimlerinde beni yanında tuttuğunun farkındaydım. At dersi zararsızdı, dosya işine ise bilerek beni çağırdığına emindim. Şu ansa nereye gittiğimizi bilmiyordum ama mutlaka bunun da altında bir şey olmalıydı.

Hızlı adımlarla ilerlerken çok geçmeden bir odaya girdik. İlk başta oldukça basık gözüken bu oda içinde ilerledikçe genişliyor ve türlü çalışma aletlerini içinde barındırıyordu. Burası dövüş odası olmalıydı. Sayamayacağım kadar eşya vardı. Bizim abimle dövüş antrenmanı yaptığımız yerler farklı olduğundan onun çalışma alanı kadar geniş miydi emin değildim fakat benim dövüş alanımdan daha büyük olduğuna emindim.

Peki, ben burada prense tam olarak hangi konuda yardım edecektim. Umarım beni kişisel kum torbası olmam amacıyla buraya çağırmamıştı. Düşüncem kulağa saçma gelse de buradaki varlığımın sebebini anlayamamıştım.

Odanın içinde bir kat çıktığımızda sonunda prensi görebilmiştim. Karşısında epeyce kalıplı bir adamla yoğun bir antrenmanın içinde olduğunu çok net bir şekilde anlayabiliyordum.

Üstünde bana verilen kıyafetlere benzer şeyler olsa da onunkiler kesinlikle daha donanımlı ve iyi gözüküyordu. Yine her zamanki gibi siyahlara bürünmüştü. Siyah tamamen onunla bütünleşmiş gibiydi, onu farklı bir renkle düşünmek benim için artık zordu.

Beni gördüğünde odaklandığı kişiden bakışlarının yönünü bana çevirdi. Çalışmaya çok da yeni başlamış gibi gözükmüyordu büyük ihtimalle çoktan asıl antrenmanını tamamlamıştı çünkü yüzündeki terleri buradan bile fark edebiliyordum.

“Çıkabilirsin.” dediğinde ne kadar bana bakarak konuşsa da sözlerinin hedefinin ben olmadığımı karşısında en az onun kadar terlemiş görünen adamın hareketlenen ifadesinden anlayabilmiştim.

Kafamı yanıma çevirdiğimde boş olduğunu görünce şaşırdım fakat bana eşlik eden çoktan ortamı terk etmiş gibi görünüyordu. Şu an korkmam gereken kısımda olup olmamam gerektiğini düşünürken sadece sorgulayan gözlerimi Lufiks’e dikmekle yetinmiştim.

Adam çok da oyalanmadan eşyalarını alıp odadan çıktığında sessizlik rahatsız edici bir boyuta ulaşmıştı.

Lufiks gözlerinde anlamını bilmediğim bir bakışla bana bakmaya devam ederken, “Antrenmanımın devamında bana eşlik etmeye ne dersin?” diye sordu.

Bu ne kadar bir soru olsa da bakışlarından itiraz etmeye çok da hakkım varmış gibi hissetmemiştim.

“Hayır deme şansım var mı?” diye sorduğumda bulunduğumuz konumlardan ikimiz de haberdar değil gibiydik. Kütüphanede geçirdiğim geceden sonraki ufak karşılaşmamızda az da olsa dövüş konusunda eğitimli olduğumu anlamış olması gayet normaldi. Buraya çağırmasındaki tek nedense bu eğitimin ne kadar olduğunu öğrenmek istemesi olmalıydı. Hamleleri çok açıktı ve ben bunun sonunun nereye gideceğini bilmiyordum. İkimiz de birbirimizin açığını bulduğu an vahşi birer hayvan gibi karşı saldırıya geçecek gibi daima tetikte bekliyorduk.

“Sence?” dediğinde cevap vermeden sakince yürüyerek karşısına geçtim.

Odada bir sürü çalışma aleti vardı. Ortamı kontrol edercesine hafifçe etrafıma göz gezdirdim. Bu eğitmenimin öğrettiği bir hareketti. Alanı kontrol altına almak gibiydi. Buranın çok da benim alanım olmadığını düşünürsek çoktan bir adım geriden başlamıştım fakat bu hareket artık irademden çıkıp öğrenilmiş alışkanlık olarak beynime işlemiş olmalıydı.

“Ne yapacağız? Sana kum torbası tutmamı ister misin?” dediğimde tek istediğim benimle birebir dövüş yapmak istememesiydi. Halktan bir insan belli bir yere kadar kendini koruyabilirdi fakat yıllarca aldığım eğitimler teknik de kapsıyordu ve bu onun sadece daha da şüphelenmesine neden olurdu.

“Bence bundan daha fazlasını da yapabilirsin. Birebir dövüş?”

Beni köşeye sıkıştırıyordu ve bunun farkındaydı. Kabul etmezsem daha çok şüpheleneceğinden dolayı onaylarcasına kafamı salladım. “Yapalım.”

Hiç beklemeden, “Pozisyon al.” dedi. Nasıl pozisyon almam gerektiğini bilmiyorum desem çok mu saçma olurdu acaba?

Pozisyon aldığımda ne yapacağını bekleyerek yüzüne bakıyordum. Kendimi savunmak dışında hamle yapmamaya karar vermiştim. Ne kadar az hareket o kadar iyiydi benim için.

Ne yapacağını görmek için gözlerimi kısmış bir şekilde tetikte beklemeye başladım. İlk başta benden atak beklese de yapmayacağımı anlamış olmalı ki kesinlikle yavaş olmayan bir hareketle yumruğunu yüzüme doğru salladığında ani reflekslerime şükürler olsun ki son anda kafamı eğerek bu hareketinden kurtulmayı başardım.

“Amacın benden bu şekilde kurtulmak mı?” dediğimde beklemeden ikinci yumruğunu salladı. Kesinlikle beni burada öldürerek ortadan kaldırmak istiyor olmalıydı bu normal bir antrenman değildi.

Tekrar hamlesinden kurtulduğumda nefesinin arasında, “Ya kendini çok küçümsüyorsun ya da benimle oyun oynuyorsun.” dediğinde asıl oyun oynayanın hangimiz olduğu oldukça tartışmaya açık bir konu gibi gözüküyordu.

Tekme atmaya kalktığında bacağını iki elimle tutup hızlıca ittirdim. Tamamen normal biri gibi görünmeye çalışıyordum ve umarım sırf bu yüzden buradan dayak yiyip ayrılmazdım. “Belki de sen beni gözünde çok büyüttün.” dedim bacağını ittirirken. Hareketleri her ne kadar hızlı olsa da normal bir karşılaşma yapıyor olsak denk bir müsabaka olurdu. Beni sadece zorluyor ve ona karşılık vermemi bekliyordu. Çünkü bundan çok daha fazlasını yapabildiğine emindim.

Tamamen rol yapıyormuş gibi gözükmemek için bacağını ittirdikten sonra yüzüne doğru yumruğumu sallarken durduracağından emin bir şekilde tüm gücümü vermemiştim.

Beklediğim gibi de oldu ve daha yüzüne yaklaşamadan salladığım kolumu tutup arkama doğru büktü. Kolumun açısı yüzünden hafif öne doğru eğilmişken nefeslerimi düzene sokmaya çalışıyordum. Daha doğrusu öyleymiş gibi yapıyordum.

“Ben o gece ne gördüğümü gayet iyi biliyorum.” dediğinde bu pozisyondan nasıl kurtulduğum geldi aklıma. Kesinlikle yaptığım hatalar sürekli karşıma çıkıyordu.

Kolumu gevşek tuttuğunun farkındaydım. İstesem şu an çok daha kolayca aynı hareketi yapabilirdim. Peki yapmalı mıydım?

Bunu yapabildiğimi zaten biliyordu öyle değil mi? Öyleyse tekrar yapmamda sakınca yoktu bence. Düşüncelerimi desteklercesine o geceki gibi konumlarımızı değiştirerek bu sefer ben kolunu büktüm.

“Sadece kendimi korumaya çalışıyordum.” dedikten sonra çok da uzatmadan kolunu bıraktım ve tekrar karşısına geçtim.

Bakışlarından ne düşündüğünü çözmeye çalışırken arkamdan gelen sesle beraber dikkatim dağıldı ve sese doğru döndüm. Daha önce görmediğim bir kadın gelmişti.

“Kral sizi görmek istiyor.” dediğinde duruşumu dikleştirip tekrar Lufiks’e döndüm. Kafasıyla onaylamak dışında tepki vermezken kadın onayı görünce beklemeden odadan çıktı.

Lufiks'in gözleri kadından bana döndü. “Bugünlük bu kadar. Eğer bir şey olursa seni tekrar çağırırım.” dedi ve beni öylece bırakıp seri adımlarla kadını takip ederek odadan ayrıldı.

Kral belki de Lufik’i Su krallığından gelen mektup hakkında daha detaylı konuşmak için çağırmıştı. Bu mümkündü. Fakat belki de sadece iki gün sonraki ayin hakkında konuşacaklardı. Sızlanarak kafamı öne doğru düşürdüm. Neden her şey bu kadar çıkmazda olmak zorundaydı?

Ne yapacağımı bilemeyerek revire dönmeye karar verdim. Temizlenmeliydim.

   

* * * *

Düşüncelerle revire gidip temizlendim. Ne olduğunu anlamadığım bir pus kafamın içini kaplarken bunun geçici bir şey olduğunu düşünerek yatağa oturup geçmesini bekledim. Her ne kadar geçici bir şey olduğunu düşünsem de beklediğimin aksine pus tüm zihnimi ele geçirirken yavaşça yatağa uzandım.

Zihnim sanki benimle oyun oynuyor gibiydi. Bulunduğum ortamdan siliklenirken karanlığa gömüldüm. Vücudumu oynatmak için hareket etmeye çalıştığımla felç geçirmiş gibi olduğum yerde kalırken panik beni ele geçirmek üzereydi fakat panik dalgasını hissedebilmek için bile oldukça uyuşmuş hissettiğim gerçeğiyle bilinçsizce kendimi karanlığa bıraktım.

Gözlerimi açtığımda bulunduğum yeri anlamak için etrafıma bakınmaya çalıştım. Karanlık yüzünden nerdeyse hiçbir şey göremezken rastgele yürümeye başladığımda, aniden ayağım çamura battı.

Ne olduğunu anlamak için yere baktığımda çamur birikintisine battığımı gördüm. Kurtulma isteği ile ayağımı çekmeye çalıştığımda daha fazla battığımı fark ederek içimde yükselen endişe kırıntıları ile daha fazla çırpındım.

Uğraşlarım dengemi kaybedip düşmeme neden olurken aniden etrafım aydınlandı. Yüzüme gelen ışık huzmesini beklemediğimden dolayı kısılan gözlerimle beraber elimi yüzüme siper ettim. Artık zaten olmayan görüş açım bu sefer de ışık yüzünden kapanmıştı.

Fakat bu saçmaydı. Ben Güneş krallığı prensesiydim. Güneş bana itaat etmek zorundaydı. Onun ışığı beni kör edemez diye düşündüğüm an, bir şeyleri sorgulamaya başladığım andı.

Yavaş yavaş ışık etkisini kaybederken saplandığım çamurdan ayağımın kurtulduğunu anladığımda hızla ayağa kalktım.

Ormanlık bir alandaydım. Burası bana tanıdık gelirken yağmurun yağmaya başlaması ile gökyüzüne doğru baktım. Şiddetli yağmur karşısında afallarken nereye doğru olduğunu bilmeden yağmurun etkisinden kurtulmak için koşmaya başladım. Üstüm başım tamamen çamur olmuş, her yerimi yağmur suları kuşatmışken ne yaptığımı ya da nerede olduğumu anlayamıyordum. Ben gerçekten neredeydim? Ve kimdim ben? Kafamda dolaşan sis bir şeyleri anlamlandırmama engel olurken yüzlerce soru zihnime aynı anda akın ediyordu.

Aklıma gelen düşüncelerle beraber nefes almakta zorlandığımda bunun koştuğum için olduğunu sanıp yavaşlamıştım ama düşündüğümün aksine durduğumda dahi nefes alamadığımı fark ettiğimde, ellerim boğazımı buldu. Nefesimin bana yetmeyeceğini anladığımda olduğum yere çökmüştüm.

Kafam karmakarışık bir şeyleri çözmeye çalışırken irkilerek arkamı döndüm. Ormanda çıkan yangını görmemle birlikte şaşkınlık tüm benliğimi ele geçirirken gözlerim tekrar gökyüzünü buldu. Yağmur durmuştu. Burada tam olarak neler oluyordu?

Zorlukla beraber ayağa kalktığımda aksam adımlarla ağaçlara tutunarak yürümeye başladım. Gücümün son demlerine geldiğimde uçurumun kenarına yaklaştığımı anlamamla durakladım. Bu sahne bana tanıdık gelirken nereden çıkardığımı hatırlayamıyordum.

Neredeyse ayağımın ucuna kadar gelen alevleri gördüğümde tükenmişlikle daha fazla dayanamayarak yere çöktüm. Gözlerimden süzülen damlalar usul usul yollarını bulmaya çalışırken ben öylece bekleyip izliyordum. Yollarını bulmalarını bekliyordum. Belki ben kendimi bulamamıştım ama gözyaşlarım kendi yollarını çizip bana yeni bir kapı açarlardı belki de...

Düşüncelerimle birlikte ağzımdan ufak bir kıkırtı kaçtığında, önümdeki alevlere bakarak gülmemin delilikten başka bir şey olmadığını düşünüyordum. Gerçi her insan biraz deli değil miydi? Belki de delilik dediğimiz şey fazla abartılıyordu. Belki de normal olmak için biraz deli olmamız gerekiyordu.

Yanağımdan süzülen damla yere düşerken gözlerimi kapattım. Aniden ferahlık hissettiğimde gözlerimi tekrar açma hissiyatı duymama rağmen bunu yapmadım. Alevlerin kaybolduğunu gözlerim kapalıyken de hissedebiliyordum.

Birinin bana seslendiğini duyduğumda hala gözlerimi açmamak konusunda direniyordum. Bulunduğum yerin sallandığını hissettiğimde ise daha fazla dayanamayarak gözlerimi araladım.

Çöktüğüm uçurumun kenarı büyük bir hızla çökerken aniden kendimi havada süzülürken buldum. Tanıdık hissiyat beni daha fazla sarıp sarmalarken sonunda onunla buluşacağım anı beklemeye başladım.

Eski dostumu selamlar gibi onunla selamlaşırken sanırım beni tek kabullenenin o olduğunu anlamam gerekiyordu. Su... bana her seferinde kollarını açan.

Saçlarım suyun içinde dans ederken istemsizce ağlamaya devam ediyordum. Nasıl olduğunu bile bilmeden hayatımdaki bir şeyleri değiştiriyormuş gibi hissetmenin beni asıl tüketen şey olduğunu o an kavramıştım. Ben gerçekten kimdim?

Gözlerimi aniden açtığımda bulunduğum yeri kavramak için bir süre beklemek zorunda kalmıştım. Nefes nefese, terden sırılsıklam olmuş bir şekilde revirde olduğumu kavradığımda bana neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Yattığım yerden doğrulurken hızla çarpan kalbimle elim göğsüme doğru gitmişti.

Elime düşen ıslaklığı hissettiğimde bir süre anlamak istercesine dursam da ağladığımı oldukça geç fark etmiştim. Bana gerçekten ne oluyordu? Sanırım yavaş yavaş deliriyordum...

 

  

Bölüm : 29.12.2024 18:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...