12. Bölüm

Bölüm 12 : Ayin

seçil yılmaz
secilyl

 

Elimdeki çiçekleri nereye koymam gerektiğini düşünürken aniden önüme uzanıp çiçeklerin alınmasıyla bir adım geriye çekildim. Bu genelde prensin emirleri doğrultusunda benim yanıma gönderilen kadından başkası değildi.

Tabi ki bana iş vermekten kaçınmıyor fakat kontrol etmek için de daima yanımda birilerini bulunduruyordu. Sabahtan beri hunharca bir yerlere koşturup bana verilen görevleri yapmaya çalışıyordum.

Kutlamalar bu akşamdı. Bu da demek oluyordu ki burada geçirdiğim zamanların sonuna yaklaşıyordum. Daha doğrusu umudum bu yöndeydi.

O gece gördüğüm garip rüyadan sonra anlamadığım bir şekilde ağlayarak uyanmıştım. Sandığımın aksine diğer güne kadar kimse beni kontrol etmek için odaya gelmemişti. Bu sayede toparlanabilmek için vakit bulabilmiştim lakin gördüklerimin etkisinden çıkmam o kadar da kolay olmamıştı.

Her şey o kadar gerçekçiydi ki uyandığımda bir an için bulunduğum yeri dahi kavrayamamıştım. Bu kötüydü, dikkatimi daha fazla dağıtacak şeylere ihtiyacım yoktu. Odaklanmam tek bir olay vardı ve benim buradan çıkışımın bileti buna bağlıydı.

Ellerim yavaşça başımı bulup ovalamaya başladım. Lufiks kendi gelip söylemese de yanıma gelen kadın sayesinde kutlamalara benim de katılacağımı ama gözünün önünden ayrılmama müsaade edilmeyeceğini kesin bir dille belirtmişti.

Bense beni oraya kendiliğinden götürmeye karar vermesine şaşırmış fakat tepki vermemeye çalışmıştım. Sonuç olarak şu an akşam için son hazırlıkları yapıyorduk.

“Kutlamalarda giyeceğin kıyafetleri odaya bıraktım. Daha fazla burada oyalanma da hazırlanmaya başla.”

Elimden çiçekleri alıp durması gereken yere bıraktıktan sonra yanıma gelmiş ve beni kışkışlar gibi konuşmuştu. Bu kadının hareketlerinden bana karşı ne hissettiğini çıkarmak benim için oldukça zordu fakat düşünmem gereken şeyler arasında son sıralarda bile olduğundan şüpheliydim.

Bu yüzden tepki vermek yerine onaylayarak revire, yani kişisel odama, gitmeye başladım. Sarayda birden fazla revir odası olduğunu biliyordum. Ben buradan kaldığım için geçici süreliğine birini hizmet dışı yapmışlar gibi duruyordu. Koskoca sarayda nasıl bana bir oda bulamamışlardı orası tartışılırdı ama zindanda kalmadığımdan dolayı buna çok da kötü gözle bakıyor sayılmazdım.

Çok da yavaş olmayan adımlarla revirin yolunu tuttum. Dikkatli bakışların etkisinden kurtulduğuma göre daha rahat hareket edebilirdim.

Hızlı adımlarla odaya girip kafamın içine ufak bir göz gezdirişte bulundum. Neler yapmam gerektiğini kafamda toplamaya ihtiyacım vardı.

Amaris’le son görüşmemizin ardından tekrar görüşme imkanımız olmamıştı çünkü onun sarayda bir konumu olduğu düşünülürse kutlamalar için yapması gereken onlarca şey olmalıydı. Böyle zamanlar herkes için oldukça yoğun geçtiğini bildiğimden zaten kendimi tamamen ona bağlamamak için kendime ufak bir plan şeması çıkarmıştım.

Benim için yatağın üzerine koyulan elbiselere baktım. Buradaki rütbemin hizmetçi olduğu düşünülürse kıyafetler beklediğim kadar kötü sayılmazdı. Günün anlam ve önemine istinaden her zamanki gibi siyah kıyafetlerle karşılaştım. Aslına bakarsam beklediğim gibi her şey siyahlar içinde değildi burada. Oysaki ay krallığı deyince aklımda canlanan ilk şey siyah oluyordu. Buna rağmen özel günler dışında çok siyaha büründükleri söylenemezdi. Prens Lufiks dışında tabiki...

Kutlamalara yetişmek için hızlıca hazırlanmaya başladım. Siyah kolları bileklerime kadar tülden oluşan bu elbise sadeliğin beden bulmuş haliydi. Göğüs kısmı tam otururken belden aşağısı çok da kabarık olmayacak şekilde yerlere kadar uzanıyordu.

Belden aşağısı da kolları gibi hafif tül detayları ile süslenmiş olsa da benim için sadece bir elbiseden ibaretti. Bu yüzden çok da üstünde durmadan elbiseyi giymiş ve saçlarımı dalgalı bir şekilde omzumdan aşağı salmıştım. Normalde olsa daha toplu olması için uğraşacağım saçlarımı bugünlük olduğu gibi serbest bırakmaya karar vermiştim.

Ayağımda ise babete benzer tek bantlı ayakkabılar vardı. Topuklu bir şeyler vermediklerine memnundum çünkü bu ayakkabılarla hareket etmesi oldukça kolaydı.

Hazırlıklarımı bitirdikten sonra kapımın çalmasıyla kafamı o tarafa çevirdim.

“Kutlamalar için şehre ineceğiz atlar hazır.”

Her zamanki gibi bana bakmakla sorumlu olan kadın kapımda dikilmiş beni bekliyordu. Cevap vermek yerine harekete geçerek bir bakıma onu onaylamış oldum. Benimle ilgilenmekten pek memnun olmadığını davranışlarından çıkarabilmiştim. Bu yüzden ikimiz için de işleri zorlaştırmadan hareket etmek daha iyi geliyordu.

Benim yanına gelmem üzerine o da oyalanmadan yürümeye başladı ve sarayın çıkışına doğru beraber ulaşmış olduk. İstemsizce at arabalarına yönelmeden önce arkamı döndüğümde burayı son görüşüm olup olmayacağını düşünüyordum. Gerçekten bu gece kaçmayı başarabilecek miydim? Bu hem imkansız gelirken hem de bir o kadar mümkün gözüküyordu.

Korkuyordum... İçimde hissettiğim onlarca duygu arasında bu duyguyu rahatlıkla seçebiliyordum. Yalnızlıktan, sorumluluklardan, etrafımdan... kısaca her şeyden korkuyordum. Ama devam etmekten başka şansım varmış gibi görünmüyordu. Evren bir şekilde hareket ediyordu ve benim de buna ayak uydurmaktan başka şansım yokmuş gibiydi.

Derin bir nefes aldım ve önüme döndüm. Bir sürü at arabası önümüze dizilmiş saraydaki kişileri şehre götürmek için bekliyordu. Hala neden böyle bir kutlamaya beni de yanlarında götürmekte sorun görmediklerini anlamasam da tek yapabileceğim şey tetikte kalıp doğru anı beklemeye çalışmak olduğundan sessizce hangi arabaya binmem gerektiğini düşünmeye başladım. Kral ve kraliçenin bineceğini tahmin ettiğim araba diğerlerinden daha şaşalı bir şekilde kendini gayet açık bir şekilde belli ediyordu. Belki de Amaris ve Lufik de o arabayla gidecek olabilirdi. Bu şekilde bakarsam benim binmem gereken araba hizmetçileri olduğu araba mıydı?

Sorabileceğim birini bulmak için etrafıma bakındığım sırada benimle ilgilenmek zorunda kalan kadının bir iki metre ötemde birilerine emirler vermekte olduğunu gördüm. Belki de burada düşündüğümden daha önemli bir konuma sahipti ve bu yüzden benim gibi şüpheli biriyle ilgilenmesi için bu görev ona verilmişti.

Ona doğru adım attığım sırada yanıma yaklaşan kişiyi fark etmemle bakışlarımı kadının tersi istikamette döndürerek kim olduğunu görmek istedim.

Bir iki adım uzağımda duran Lufiks’i gördüğümde şaşırdım çünkü onu burada göremeyecek kadar meşgul olduğunu düşünmüştüm.

Büyük ihtimalle aniden ona dönmemden kaynaklı şaşkınlıktan kaşları hafiften yukarı kalksa da bu şaşkınlığı sadece göz kırpıp açıncaya kadar sürmüş ve ardından eski donuk yüz ifadesine geçmişti.

Ben de bu şaşkınlığından istifade üzerindekileri süzme fırsatı yakalamıştım. Üzerinde siyahı görmeye alışık olsam da farklı bir şıklık var gibiydi. Onu ilk gördüğüm günü anımsadım. Tıpkı o günkü gibi siyah gömleği üzerinde yerini almış fakat o günün aksine tüm düğmelerini iliklemişti. Omuzlarından aşağı kadar uzanan siyah pelerine oldukça yakışmıştı. Saçlarını düzenli bir şekilde hafiften arkaya yatırmış ve karizmatik bir görüntü sağlamıştı. Ayrıca belindeki kemerde olan özel yapım olduğu belli olan kılıcı oldukça havalı duruyordu. O kesinlikle bir prens gibi gözüküyor diye düşündüm içimden.

“Sen benimle geleceksin.” dediğinde hem onu süzmekte olduğumdan hem de beklemediğim bir cümle olduğu için bir an için idrak edemedim.

“Seninle mi geleceğim?”

Bu şaşkınlığım gayet normaldi çünkü böyle bir etkinliğe ailesi bile birlikte katılarak boy göstermesi gerekirdi. Öyle olmasa bile kendine özel bir arabayla korumalar eşliğinde gideceğini düşünmüştüm. Onun arabasında benim ne işim vardı ki? Beni gözünün önünden ayırmama işini bu kadar abartıyor olamazdı öyle değil mi? Eğer öyleyse bile bu gece benim için oldukça zorlu geçecek demekti.

“Bir sorun mu var?”

Sorun olmadığını belli edercesine kafamı iki yana salladım. Ne diyebilirdim ki zaten? Bu akşamlık gözünü benim üzerimden ayırırsan daha rahat ederim falan mı?

Kafamı sallamamın üzerine, “İyi o zaman.” dedikten sonra biraz ilerimizde olan arabayı işaret etti. “Onunla gideceğiz.”

Gösterdiği yere baktığımda etrafı tamamen korumalarla çevrilmiş olan arabayı görmemle kaşlarımı çattım. Ardından bir şey belli etmemek adına kendimi toparlamaya çalışarak tepki vermeden arabaya doğru yürümeye başladım.

Peşimden geldiğini adım seslerinden anlayabiliyordum. Bu yüzden adımlarımı durdurmak yerine arabaya gidinceye kadar sessizce yürümeye devam ettim. Sadece iki atın çektiği bu araba prensin bineceği bir arabaya göre oldukça sıradan gözüküyordu. Bu işin içinde çözemediğim bir şey olması beni rahatsız etse de şu an için elimden bir şey gelmeyeceğinin farkındalığıyla arabanın önüne geldikten sonra onun da yanıma gelmesi için bekledim.

Benim beklememe karşın o gözleriyle arabayı işaret ederek önden benim binmem için komut verdi. Sessiz komutunu alıp arabaya adım attığımda köşeye oturarak beklemeye başladım. Yanımda ki küçük bir cam sayesinde az da olsa dışarıyı görebiliyordum. Bu benim için iyiydi çünkü şehre gidene kadar boş boş oturmaktansa dışarıyı izlemeyi tercih ederdim.

Araba hafifçe sarsıldığında içeriye girdiğini anlasam da tepki vermeyerek dışarıya bakmaya devam ettim.

Ben karşıma oturacağını tahmin ederken o beni yanıltarak yanıma oturmayı tercih etmişti. Zaten küçük olan arabanın içinde neden yanıma oturup beni rahatsız ettiğini düşünürken belki de amacının zaten beni rahatsız etmek olabileceğini fark ettim.

Ufak ve gergin bir bekleyişin ardından aracın kapısı açılıp biri içeriye doğru kafasını uzattı. Kim olduğunu anlamak için baktığımda bunun askerlerden biri olduğunu fark ettim.

“Prensim, hareket etmeye başlıyoruz. Haber vermek için geldim.” dedikten sonra onay almak için Lufiks’e baktı.

Lufiks'se kısa bir “Tamam.” demek dışında cevap vermemişti. Yine de asker komutu alıp kapıyı tekrar kapattı ve biz ufak sarsıntılar eşliğinde yola koyulduk.

Şehrin saraydan ne kadar uzak olduğunu bilmiyordum. Burada prensle geçireceğim yalnız dakikaları düşünürsem çok uzun sürmemesini ummaktan başka şansım yok gibi gözüküyordu. Aramızdaki garip sessizlik ve ortam bana gerginlik vermek dışında hiçbir halta yaramıyordu.

Bir şey deyip dememem konusunda emin değildim. Onun hakkında hala aklımda onlarca soru işareti vardı. Büyük ihtimalle o da aynısını benim için düşünüyordu fakat ben sadece beni alakadar eden tarafıyla ilgileniyordum.

Biraz ilerledikten sonra sessizlik iyice rahatsız edici bir hal almışken sesini duyduğumda kafamı camdan ona doğru çevirdim.

“Bu akşam bir sorun çıkarmayacağını umuyorum.” dediğinde sesi öylesine söylenmiş bir cümleden daha fazlasını içeriyor gibiydi.

“Şu ana kadar ne sorun çıkardığımı gördün ki? Gerçekten bana olan yaklaşımını çok kırıcı buluyorum.” derken ellerim kalbimi bulmuş ve üzgün bakmıştım. Zaten gergin olan vücudum her an tepki vermeye hazır bir şekilde beklerken sanırım gerginliğimi saçmalayarak atmaya çalışıyordum.

“Sana güvenmiyorum.” dedi. Bakışları doğrudan gözlerimin içine bakıyor ve dikkatlice beni izleyerek tepkilerimi ölçüyordu. Bu gerçekten rahatsız ediciydi.

“Duygularımızın karşılıklı olması ne güzel.” deyip konuşmanın uzamaması için tekrar cama döndüm. Bana güvenmiyormuş. Bu ne kadar umurumdaydı ki sanki?

Sandığımın aksine yolculuk beklediğim kadar uzun sürmemiş ve sonunda sarsıcı hareketlerle yavaşlayarak durmuştuk.

Durduğumuzda refleksle Lufiks’in yüzüne baktığımda onun zaten bana bakmakta olduğunu görmemle anlamsızca utanma hissiyatı ile sıcaklık basarken bundan rahatsızlık duymuştum. Birinin habersizce sizi izlemesinin ne kadar rahatsız edici olduğunu eminim herkes bilirdi.

Yol boyunca sadece zamanın hızlı geçmesini ve bir an önce şehre inmeyi dilemiştim. Ne kadar dışarıyı izliyormuş gibi yapsam da hem ortamdan dolayı hem de kafamdaki düşüncelerden dolayı aklım çok daha farklı alemlerde dolanıp durmuştu.

Gözlerimiz bir araya geldiğinde bakışmamızı ilk bozan o olmuş ve hızlıca arabadan aşağı inip benim inmem için beklemeye başlamıştı.

Bende beklemeden peşinden inmiş ve etrafa merakla gözlerimi gezdirmiştim. İlerdeki kalabalığın sesini buradan bile rahatlıkla duyabiliyordum.

Direkt meydan denilen yerde inmek yerine biraz daha arkada fakat onları görebileceğimiz bir yerde durmuştuk. Etraf oldukça kalabalık ve şenlik içindeydi. Etrafta herhangi bir ışık kaynağı görmeme rağmen oldukça aydınlatılmış bir ortam vardı. Bunun nasıl olduğunu düşünürken kafamı gökyüzüne çevirdim.

Bu kesinlikle büyüleyiciydi. Dolunay tüm ihtişamı ile karanlığın içinde parlıyor ve etrafındaki yıldızlarla beraber bir bütünlük oluşturuyordu. Daha önce hiç bu kadar güzel bir gökyüzü görüp görmediğimden emin değildim. İstemsizce gökyüzüne doğru bakarken kendi etrafımda bir tur attım. Tanrılar gerçekten de mükemmel varlıklar olmalıydı. Bu görüntü kelimelerin ötesiydi çünkü.

Şarkı sesleri duymamla birlikte kitlendiğim görüntüden ayrılıp kulağımı sese vermeye çalıştım. Kalabalıktan geliyordu. Kutlamalara başlamış olmalıydılar. İçimde garip bir heyecan duydum. Başka kim böyle geleneksel ve krallığa özgü bir olaya tanıklık edebilirdi ki?

“Etrafı şaşkın ördek gibi izlemen bittiyse gidelim.”

Bu sesi duyana kadar her şey güzel gidiyordu oysa... Lufiks, yürümek için beni bekliyor gibiydi. Kendimi fazla kaptırdığımı fark edip kafamı öne eğdim ve yürümeye başladım. Gerçekten kontrol sorunlarım olmalıydı. Önden yürümeye başladığımda nereye gideceğimi bilmediğimin farkındalığıyla arkamı dönüp Lufiks’e baktım. Gözlerinden ne düşündüğünü tam olarak çözemesem de hakkımda kim bilir neler düşünüyordu.

Halime bir süre dik dik baktıktan sonra yanıma gelip benimle yürümeye başladı. Bu sefer daha dikkatli olarak peşine takıldım ve onu takip ettim.

Doğrudan kalabalığa gitmek yerine etrafında dolanarak saray halkı için hazırlandığı gayet belli olan oturma yerlerine geldik. Aslına bakarsak çok da şatafatlı olmayan bu oturma yerlerinin saray halkına ait olduğunu düşünmemdeki tek sebep oturma yerlerinin önünde büyük mermerden yapılmışa benzeyen, büyük ihtimal ritüel için kullanılacağını düşündüğüm büyük ve geniş olan çanağa benzeyen yapıydı.

Etrafındaki işlemeler özel yapım olduğunu oldukça vurguluyordu. Önünde duran iki basamak çanağa yetişmek için oraya koyulmuş olmalıydı. Ne tür bir ritüel yaptıklarını bilmesem de şimdiden oldukça ilgimi çekiyordu.

Lufiks, ilerleyip köşede duran oturma yerine oturduğunda o kısma girmemin uygun olmayacağının bilincindeydim. O yüzden yanına gitmek yerine oturduğu yere bir iki metre uzakta beklemeye devam ettim.

Oturduktan sonra benim nerede olduğumu kontrol etmek istercesine etrafına göz gezdirmiş ve gördüğünde tepkisizce önüne dönmüştü. Bu bana burada durmaya devam etmem gerektiğini hissettirmişti.

Her ne kadar aramızda mesafe olsa da hem onun etrafı hem de benim etrafım bir grup askerle çevriliydi. Bu kadar rahatça benim burada beklememe müsaade etmesinin nedenini de buna bağlamıştım.

Gözlerimi ondan ayırıp etrafa bakarken tanıdık bir şeyler arıyordum. Bu tabi ki de Amaris’ti. Ve maalesef ki onu henüz görememiştim. Şimdiye kadar çoktan burada olur hatta abisinin yanındaki yerini alır diye düşünmüştüm fakat ortalıkta gözükmüyordu.

Şu an kaçmak için doğru an olmadığının bilincinde olduğumdan yavaşça etrafta neler olup bittiğini izlemeye başladım. Gözlerim az önce duyduğum şarkı seslerinin kaynağını bulduğunda merakla karşımdaki bu güzel kadını izlemeye başladım.

Az ileride ufak bir standa sahip olan bu kadın ve etrafındaki adamlar kendilerine özgü şarkılarını oldukça güzel bir şekilde seslendiriyorlardı. Kadın beline kadar uzanan kahverengi tonlarında saçlara sahipti. Üzerinde zarifliğini oldukça ortaya koyan koyu ve tatlı tonlarda mor bir elbise vardı.

Şarkı söylemekten çok onu hisseder gibi gözleri kapalı kendini kaptırmış gözüküyordu. Biraz önünde ise kadınlı erkekli bir grup bu güzel şarkı eşliğinde danslarını sergiliyordu.

Bir süre büyülenmiş gibi dans edenleri izlesem de temkinimi elden kaybetmemek için diken üstünde duruyordum. Yanımdaki askerlere baktım. Hepsi son derece ciddi duruyordu. Önüme daha fazla engel çıkmaması için dualar ederken aklıma Amaris’in sözleri zihnimde tekrar hayat buldu. Bana abisinin genellikle böyle etkinliklerde yanına asker almadığından bahsetmişti.

Bu durumun bana özel mi yoksa başka bir tedbir mi olduğunu anlamaya çalışıyordum. Öyle olsa bile çizdiğim imajın bu kadar büyük bir etki yapacağı konusunda şüpheliydim.

Aklıma kendim dışında gelen ilk sebepse, zaten bir süredir aklımı kurcalamakta olan krallığıma yapılan saldırıyı öğrenmiş olmalarıydı. Böylece kendilerince güvenlik önlemlerini arttırmaları oldukça normaldi.

Krallığıma olanlar zihnimi yokladıkça kalbim sıkışıyor ve ne yapacağımı bilemez hale geliyordum. Her şey o kadar olağan dışı geliyordu ki... sanki bu olanları ben sadece kafamda uydurmuşum gibi.

Derin bir nefes alıp ana geri döndüm. Önümden geçen çifti gördüğümde dikkatimi çeken şey görünüşlerinden daha çok yüzlerini bazı yerlerine siyah boyalarla çizdikleri şekiller olmuştu. Etrafıma daha dikkatli baktığımda bunun sadece onlarda olmadığını çoğu insanın yüzünde anlamını bilmediğim imgeler olduğunu gördüm. Burada olan her şey gerçekten de oldukça ilgi çekiciydi.

Bir anda sesler durup insanlar hareket etmeyi kestiğinde neler olduğunu anlamaya çalıştım. Herkesin baktığı yerin kaynağına baktığımda kralın onun için hazırlanan ve diğerlerinden biraz daha yüksekte olan oturma yerinin önünde dikildiğini gördüm.

Buraya gelişimden sonra kralı sadece bir kere görmüştüm. O da kütüphaneye gittiğim o geceydi. Acaba benim burada olduğumu biliyor muydu? Gerçi ondan habersiz burada kuş uçacağından bile emin değildim. Bir şekilde benim de buraya gelmeme müsaade etmiş olmalıydı. Yine de onunla göz göze gelmek bile beni gereceğinden tüm gece yanına yaklaşmamam gerektiğini aklımın bir köşesine not aldım.

“Hepiniz hoş geldiniz güzel halkım. Biliyorsunuz ki, bu özel gecede burada toplanmamızın nedeni ay döngümüzün bir kez daha tamamlanmış olması. Ve biz bir kez daha Tanrı’ya şükretmek, ona minnettarlığımızı göstermek için buradayız. Vakit de geldiğine göre artık başlayabiliriz.”

Bir iki adım öne çıktı. Gür ve canlı bir sesi vardı. Görmeseniz bile bu sesin krala ait olabileceğini tahmin edebilirdiniz. O öne çıktığında bense istemsize bir adım gerilemiştim. Merakla ne yapacağını beklerken halkın gözlerindeki ışıltıyı görebiliyordum. Bu iyiydi, en azından bu krallık için. Eğer halkını memnun edebiliyorsa iyi bir kral olmalı diye düşündüm.

Öne çıktıktan sonra kendi için ayrılan bölmeden ayrılıp öne doğru ilerlemeye devam etti ve çanağın önündeki basamakları ağır hareketlerle tırmandı. Kendinden emin hareketleri gözlerimin onun üzerinden ayırmamı zorlaştırıyordu.

Önce kafasını göğe doğru kaldırdı. Elleri çanağın kenarındaki yerlerini koruyordu. Onunla beraber diğer insanların kafaları da göğü izlemek için yukarı kalkmıştı. Benimde onları takip etmem çok doğal olarak gerçekleşmişti.

Herkes Ay’ı ve gökyüzünü izlerken ayın son evresi de tamamlandı ve muhteşem bir görüntü ortaya çıktı. Göz ucuyla el ele tutuştuklarını gördüm, bu ilginçti. Bir büyü çemberi gibi kendi güçlerini birleştiriyor ve döngünün sağlıkla çalışmasını sağlıyorlardı. Hepsinin yüzünde huzuru ve umudu hissettiğim güzel bir gülümseme vardı. Her krallığın kendine özgü ritüelleri vardı tabi ki fakat böyle bir ortamın içinde olmak bile insanın etkilenmesi için yeterliydi.

Gökyüzünde parlak bir ışık yandıktan sonra kafalarını tekrar krala çevirdiler. Kralın eli çanağın içindeki parlak sıvıya gitti. Dokunduğunda ufak bir tıslama sesi çıksa da su onu tanımış gibi kısa sürede eline uyum sağlayarak hareket etti. Bu tuhaftı. Su krallığına ait olan bir şeyin onun ellerinde bu şekilde hareket etmesi. Elinin değdiği sıvının özel bir şey olduğu belliydi fakat buradan bile onun su olduğunu anlayabilirdim. Parlaklığını Ay’dan alıyor olmalıydı.

Düşüncelerim günler öncesine kaydı. İş birliği içinde olmalıydılar. Bu iki krallığın arasında özel bir bağ olmalıydı fakat hala ne olduğunu anlayamamıştım ve bu beni germekten başka bir şey yapmıyordu.

Kafamdan sıyrılıp ana tekrar döndüğümde kralın elini kesip kanını suya akıttığını fark ettim. Halk ne kadar güçlerini birleştirse de kralın kanı saf güçten oluştuğu için tabi ki onun yerini tutamazdı. Soyluluk ve aktarım bu yüzden önemliydi. Doğanın devamlılığı için soylu halk gen aktarımına sonsuza kadar devam etmeliydi.

Kan damladığı anda su tekrar ufak bir ses çıkarsa da onun içine karışmasına izin vererek duruldu.

“Hepinize varlığınız için teşekkür ederim. Gece boyunca eğlendiğinizden emin olun.”

Kral beklemeden çanağın yanından indi ve eski yerine döndü. Kraliçeyi ilk defa görüyordum. Çoğunluğa zıt bir şekilde beyaz elbisesinin içinde adeta parlıyordu.

Lufiks annesine benzese de duruşunu ve bakışlarının sertliğini kesinlikle babasından almıştı.

Etrafıma baktığımda kralı dinlemek için toplanan kalabalık dağılarak tekrar eğlencelerine geri döndüler. Saray halkının oturduğu kısma baktım. Amarisle gözlerimiz kesişti. Odağımı ondan alıp yanındakilere baktığımda kralın eşiyle sohbet ettiğini Lufiks’in ise ortalıkta olmalıdğını görmemle kalbimi, ufak da olsa, heyecan sardı.

Tekrar Amaris’e baktığımda hala bana baktığını anladığımda yavaşça kafamı yana eğerek köşeyi işaret ettim. Konuşmalıydık, şu an harekete geçmeliydim yoksa bir daha bu fırsatı yakalayamayabilirdim. Ve ben bu fırsatı kaçırmak istemiyordum.

O da benim gibi etrafı son kez kontrol ettikten sonra sakin adımlarla yanıma gelmeye başladım. Yanımdaki askerlerin şüphelenmemesi için sanki etrafı izliyormuş gibi davranırken Amaris çok da uzak olmayan mesafeyi kapatarak çoktan yanımıza gelmişti. Onu gören askerler yeterince değilmiş gibi daha da dikleşip duruşlarını düzelttiler.

“Bir isteğiniz mi vardı?” diye sorduklarında ben de aynı merakla bakışlarımı Amaris’e çevirdim.

“Kralın etrafındaki korunma sayısını arttırmanızı istiyorum. Saraydan bir grup asker daha çağrıldı fakat yine de temkinli olmalıyız. Siz de bizim oturduğumuz yere geçin.” dediğinde başımda bekleyen iki asker çaresizce birbirlerine baktılar.

“Fakat prensimiz burada beklememizi istediler.” dediğinde Amaris ciddi ifadesinden bir saniye bile taviz vermeden cevapladı.

“Prensesiniz de burada beklememenizi istiyor. Sadece emir almakla yükümlüsünüz sanıyordum, sorgulamakla değil.”

Sözler üzerine iyice kararsız kalan askerler onaylamak zorunda kalırken ben sadece beni ne yapacaklarını düşünüyordum.

İçlerinden biri kolumu tutup kendi ile birlikte beni de ilerletmeye çalıştığında Amaris daha fazla dayanamıyormuş gibi konuşmaya devam etti. “Saray halkının bu kadar yakınına onu da götürmeyi düşünmüyorsunuz öyle değil mi? Sadece size dediğimi yapın ve gidin. Diğer askerler gelmek üzere zaten. Kaçmayı aklından bile geçireceğini düşünmüyorum burası askerlerle dolu.”

Bir an rol yapma yeteneği karşısında hayrete düşsem de sesimi çıkarmadan öylece olanları izlemeye devam ettim.

Askerler daha fazla sorun çıkarmamak için hızla onayladılar ve ikimizi yalnız bırakıp oturma yerlerinin olduğu yere doğru ilerlediler.

Amaris onların tamamen varmasını bile beklemeden konuşmaya başladı. “Kaçmak için çok fazla vaktin yok. Abim halkı selamlamak için aralarına karıştı. Biraz sonra burada olur. Güneş krallığına nasıl gidersin bilmiyorum ama buradan olabildiğince uzaklaşman için ormanlık alana gitmelisin.” derken eliyle çok da belli etmeden arka tarafımı gösterdi. Burada yaşayan kişilerin evlerinin arkasına doğru uzanan, karanlıktan dolayı çok seçilmese de ağaçlarla dolu olan ormanı...

“Yeterince ilerlersen ve doğru gidersen karşına bir nehir çıkacak olmalı. Orda biraz dinlenebilirsin ama tavsiyem bunu çok uzun tutmaman çünkü yokluğun fark edildiği an abim arkandan mutlaka birilerini gönderecektir.”

Nereye varacağımı bilmeden umduğumu bulmak amacıyla bilinmezliğe gidiyordum yani. Tabi ki yapabilirdim.

Elini bana doğru uzattığında askerler görmesin diye arkasında sakladığı küçük paketi gördüm. Ne olduğunu sorgularcasına yüzüne baktığımda, kısaca “Yiyecek.” dedi.

Minnetle gülümsedim ve çaktırmadan etrafı kontrol ederek aldım. Benim için yaptığı fedakarlıkları unutabileceğimi sanmıyordum. Buradan ayrılacak olmamın en kötü tarafı onun varlığı olabilirdi.

Duygulansam da bunu belli etmek istemediğimde sonunda konuşabildim. “Her şey için teşekkür ederim. Sanırım artık gitmem gerekiyor.” sarılamazdık burası vedalaşmak için uygun bir yer değildi.

Gülümsedi. “Son olarak senin için kenarda gördüğün kulübenin arkasına bize özgü olan pelerinden bıraktım. Onu giyersen askerlerin seni rahat bırakması biraz daha kolay olur. Sağ salim evine geri dön.” dediğinde onun da duygulandığını fark ettiysem de ikimiz de daha fazla konuşmadan ait olduğumuz yere doğru ilerledik.

O ailesinin yanına, bense yıkılmış bir krallığa...

     

  

   

 

Bölüm : 05.01.2025 17:27 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...