13. Bölüm

Bölüm 13 : Kaçış

seçil yılmaz
secilyl

 

 

Daha fazla oyalanmadan hızlı ve dikkatli adımlarla yönümü Amaris’İn bana gösterdiği kulübeye doğru çevirdim. Kalbim yaptığım şeyin heyecanıyla ritmini artırırken tek düşündüğüm buradan olabildiğince hızlı bir şekilde uzaklaşmaktı. Gerisini sonrasında düşünebilirdim.

Askerler belli yerlerde dizilmiş olsalar da çoğu beni tanımıyordu. Amaris sayesinde tanıyanları da bir süreliğine de olsa atlatmıştım. Ayrıca üzerimdeki ay krallığına ait siyah elbise şu an için işimi kolaylaştıran faktörlerden biriydi.

Kulübenin önüne geldiğimde beklemeden arka kısmına geçerek pelerinin nerede olabileceğine bakmaya başladım. Kulübenin çok eski olduğu her halinden belliydi. Arka kısmına düzenden uzak bir şekilde odunlar yığılmıştı. Belki de burayı depo olarak kullanıyorlardı.

Üzerinde çok düşünmeden odunların arasına doğru bakmaya başladığımda pelerini odunların arasına iyice yerleştirdiğini gördüm. Biri dikkatlice bakmazsa bulması çok zordu. Gerçi buradaki herkesin gece görüşü olduğu düşünülürse Amaris’in bunu buraya koymasının üzerinden çok geçmiş olamazdı.

İçimden bir kez daha ona minnet duyduktan sonra beklemeden pelerini alıp üstüme geçirdim. Dağınık saçlarımın üzerine şapkasını da geçirdikten sonra karşımdaki ormanla bakıştım. Yolum bir şekilde hep ona çıkacak gibiydi.

Ne taraftan gideceğimi bilmiyordum. Bu yüzden rastgele adımlarımı önüme çevirdiğimde ilk başta hızlı adımlardan oluşan ilerlemem, ayin alanından uzaklaştıkça koşar adımlara dönüştü.

Bırakmıştım, onları arkamda bırakarak kaçmayı başarmıştım. Ama bir şeyler fazla kolaydı. Bu tuhaf gelirken yeterince uzağa gittiğimi düşünüp nefeslenmek için yavaşladım. Adrenalin etkisiyle çarpan kalbim ve titreyen bacaklarımın sakinleşmesi için soluklanarak beklerken bir yandan da tüm vücut hücrelerimle tetikte herhangi bir atağa karşı kendimi hazır tutmaya çalışıyordum.

Burası kutsal ormanlar değildi. Bu da demek oluyordu ki burada askerler bulunabilirdi. Gelirken geçtiğimiz ormanlık yolu hatırladım. Burası aynı yer miydi? Sanmıyordum ama emin olmak benim için oldukça zordu.

Bir anda hissettiğim tedirginlikle en yakınımda olan ağacın yanına doğru yanaştım. Bir gariplik vardı. Lufiks’in beni yanından uzaklaştırması garipti. Bana güvenmediğini kendi ağzıyla söylemişti. Öyleyse bu gece neden başıma sadece iki tane asker yerleştirmek dışında bir şey yapmamıştı.

Etrafımı incelemeye devam ettim. Her yer aynı gibiydi. Her yer ağaçlarla dolu ve karanlıktı. İçimi yavaştan korku doldurmaya başladı. Burada eğer beni gözetleyen birileri varsa bunu nasıl anlayabilirdim?

Elim istemsizce kalbime giderken kafamda onlarca düşünce ile aynı anda savaşıyordum. Kafamı yukarı doğru çevirdim. Yeterince uzaklaşmış mıydım? İzimi takip eden birileri var mıydı?

Eteklerimi toplayıp yanına sığındığım koca ağacın gövdesine tırmanmaya başladım. Keşke dövüş antrenmanları sırasında giydiğim kıyafetler yanımda olsaydı diye düşünürken böyle bir durumda bile çok fazla isteğim olduğu için kendime göz devirirken zor da olsa dallardan birine ulaşmayı başardım. Sağlamlığını, ağırlığımın bir kısmını üzerine vererek tarttıktan sonra beni taşıyabileceğine karar verip dışarıdan gözükmeyeceğim şekilde oturarak iyice yerleştim.

Belki de bir süre burada bekleyerek ne olacağını görmeliydim. Etrafta asker varsa nöbet değişimi sırasında illaki seslerini duyardım ve ona göre hareket ederdim. Yine de bu benim için riskli bir bekleyiş olurdu. Ne yapmam gerektiğinden emin değildim. Tek yaptığım çatılan kaşlarımla beraber etrafı kontrol etmekti.

Ne kadar zaman geçtiğini hesaplayamadığım bir zaman diliminin içindeyken duyduğum hafif çıtırtı sonucu uyuşmuş bedenimle yavaşça dikleştim. Yanlış mı duydum diye düşünürken aşağı doğru sarkıttığım bacaklarımı toplayarak daha hareket etmeye ve saklanmaya uygun bir pozisyona geçtim. Elbisemin etekleri bana sorun çıkarmaktan başka bir şeye yaramadığından dolayı onları toplayıp kenardan düğüm atmıştım. Hoş bir görüntü olmasa da şu an umurumda olan en son şey buydu.

Arka taraftan gelen sesi tekrar duyduğumda kollarım ağacın gövdesine sarılı bir şekilde sesin geldiği yöne doğru kafamı çevirdim. Gözlerimi kısıp gelen biri olup olmadığına baktığım sırada normalde olsa fark edemeyeceğimi bildiğim bir şeyi fark ederek uzaktaki ağaçların arkasına saklanmış birkaç beden fark ettim.

Yemin yüzünden olmalıydı. Artık Ay krallığı büyüsü kanıma az da olsa karışmış ve bana yardım ediyor olmalıydı.

Bu iyi bir şeydi, en azından görüş açısında tam anlamıyla eşit olmasak da kendimi koruyabilirdim.

Ne kadar kalabalık olduklarını anlamak için diğer tarafları da incelemeye başladım. Gelenler kaçtığımı fark edip Lufiks tarafından gönderilmiş olabilirlerdi. Belki de Lufiks de içlerindeydi. İstemsiz panik dalgası benliğimde varlığını hissettirirken bu duygunun nedenini bilmiyordum.

Kafamı iki yana sallayarak kendime gelmeye çalıştım. O burada olsa da olmasa da benim için fark eden bir şey yoktu. Her türlü buradan kaçacak bir yol bulmam gerekiyordu. Benim için gelip gelmediklerinden emin değildim bu yüzden bir anda önlerine çıkarak onlarla dövüşemezdim. Ayrıca gelenler doğru saydıysam beş kişiden oluşuyordu ki bu da benim dövüşerek kaçma şansımı azaltıyordu.

Büyü gücüm yeterli değildi, fiziki gücüm ise beş erkek gücü için zayıf kalırdı. Dikkatlerini dağıtmam gerekiyordu. Böylece farklı yöne giderlerse bende kendi istikametimi sürdürebilirdim.

İçlerinden biri hareket ederek öne çıktı ve bana doğru yürümeye başladı. Ne yazık ki bu simayı tanıyordum ve bu hiç iyiye işaret değildi. Sanırım tanrılar bugün de benim yanımda değildi.

Ne kadar içimden koşmaya devam etmek yerine buraya saklandığım için kendime kızsam da koşmaya devam etsem de şansımın az olduğunu biliyordum. Bu tam olarak Lufiksdi.

Öncelikle yolu bilmiyordum ve tekrar karşılarına çıkma ihtimalim yüksekti. Ayrıca ormandaki askerlerinin konumunu bilmediğimden kendi kendimi ağlarına düşürmem de oldukça olasıydı. Sorun şuydu ki burada kalarak da çok iyi bir duruma düşmemiştim.

Lufiks dikkatli adımlarla etrafı izleyerek yanıma gelirken arkasından diğer askerlerde hem onu koruyacak hem de etrafı kontrol edecek şekilde yürümeye başladılar. Tek ümidim ağaçların tepelerine bakmamalarıydı.

Arkadaki askerlerden biri Lufiks’e yaklaşıp konuştuğunda duyabilmek için kedim hafiften aşağı doğru sarkıttım. Kesinlikle şu an buradan aşağı düşüp ortaya çıksam herkese büyük sürpriz olurdu. Ben de dahil...

Yine de sıkı tutunmaya çalışarak bir yandan da eğilip neyden bahsettiklerini duymaya çalışıyordum.

“Prensim, şu ana kadar temiz gözüküyor. Aramamızı istediğiniz başka bir yer varsa biz bakabiliriz. Siz de böylece kutlamalara kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.”

Konuşan kişinin diğer askerlerden daha üst bir konumda olduğunu anlayabilmiştim. Ayrıca söylediklerine bakılırsa beni aradıkları da tescillenmiş oluyordu.

Heyecanla Lufiks’in vereceği cevabı beklerken o, bana birkaç adım daha yaklaşarak ölümcül olduğunu buradan bile tahmin ettiğim bakışlarını askere çevirdi.

“Sence bir kez daha size güvenir miyim? Ona göz kulak olmakla sorumluydunuz. Şu an ise ortada yok.”

Askeri umursamadan bakışlarını tekrar önüne döndürerek bakınmaya başladı. Sinirini buradan hissedebiliyordum.

Ayrıca başından beri bana güvenmediği de ortadaydı. Başıma askerleri vermesinin öylesine bir şey olmadığının farkındaydım. Fakat söylediklerine bakılırsa arkasındaki dört askerde beni gözetlemekle meşguldü ama benim başımda bekleyen sadece iki kişi vardı. Peki diğer ikisi neredeydi?

Eğer beni uzaktan izlemiş bile olsalar ya ben onları fark ederdim ya da onlar benim nereye gittiğimi bilirdi. Burada aklımın yetmediği bazı konular vardı fakat çözmek benim için oldukça zordu.

“İkili gruplarla etrafa dağılın. Ben kendi başıma arayacağım. Bulan kişi onu doğrudan saraya getirsin. Nöbetteki askerler onu tanımıyor, onlara bundan bahsetmeyin ortalığın karışmasını istemiyorum. Anlaşıldı mı?”

İçlerinden itiraz etmek ister gibi duranlar olsa da kimse ona karşı çıkacak rütbede olmadığından onaylamak dışında bir şey yapmadılar. Ardından ikili gruplara ayrılarak sağ ve sola yöneldiler. Bu durumda Lufiks benden tarafı arayacaktı. Tabi ki de şans benim yanımda değildi.

Hızlıca son durumu gözden geçirdim. Anladığım kadarıyla ormandaki nöbetçiler beni tanımıyordu ve şu anki görünüşüme bakarsam oldukça ay krallığı halkından gibi gözüküyordum. Bu da demek oluyordu ki onlardan biriyle karşılaşırsam rol yaparak işin içinden sıyrılabilirdim. Ayrıca gücüm ne kadar beş kişiye aynı anda yetmese de gruplara ayrıldıklarından dolayı eğer karşılaşırsak onları atlatma olasılığım o kadar artacaktı.

Geriye tek bir sorun kalıyordu ki bu da en büyükleri sayılırdı; Lufiks. Onu atlatmak diğerlerinden daha zordu çünkü fiziksel gücünü hesaba katmasam bile o da bir kraliyet soyundandı ve anladığım kadar benden büyüktü. Bu da demek oluyordu ki gücü üzerinde benden daha fazla hakimiyet kurabiliyordu. Ve bu benim için hiç iyi değildi.

Bedenim kaskatı bir şekilde olduğum yerde durmuş hareketlerini izlerken diğer askerler çoktan gözden kaybolmuştu. Bir süre sonra benim burada olduğumu anlayacağından şüphelensem de ilerlemeye devam ettiğinde sessizce derin bir nefes aldım. Beni fark etmediğine göre o gittikten sonra hiçbiriyle karşılaşmayacağım bir yönden ilerleyebilirdim.

Bir adım, iki adım, duraksama ve üçüncü adım. Neden beklediğini anlamak için kulağımı dört açarak neyin ilgisini çektiğini anlamaya çalıştım.

“Saklanmak için ilginç bir seçim.”

Dediğinde. Baştan aşağı aşağılanma ve ne yapacağımı bilmemenin verdiği o karışık duygu ile kaplandım. Benden mi bahsediyordu? Belki de yeterince iyi değildim. Belki de tam olarak saklanamamıştım. Gözleri iyi görüyor olabilirdi fakat önüm tamamen dallarla kaplıydı. Bilmediğim başka bir gücü daha mı vardı? Son umut kırıntımla benden bahsetmediğini umarak bulunduğum yerden ayrılmadım.

“Ve kime hitap ettiğimi anlayamayacak kadar düşük bir zeka.”

Bu sefer hitabındaki kişinin ben olduğumu gayet iyi bir şekilde anlamıştım. ‘Düşük zeka’ mı? Bu çocuk kendini tam olarak kim sanıyordu?

Daha fazla burada durmamın saçmalık olduğunun farkındalığı ile ağaçtan inmek üzere yerimde dikildim. Hala arkası bana dönük duruyordu ve bu istemsizce üstüne atlayıp onu bayıltma fikrini ortaya atmamı sağlıyordu. Fakat bu yükseklikten atlarsam tek bayılan kişinin o olacağı konusunda şüpheliydim.

Çıktığım şekilde inmek üzere harekete geçtiğimde bastığım çokta sağlam olmayan dal çatırdayarak kırıldığında ayağım boşa çıktı. Refleksle ağacın gövdesine daha sıkı sarılsam da bu kayarak aşağı doğru düşüşe geçmemi engellememişti. Dizlerim ve kollarım sürtünmenin etkisi ile derin bir sızı ile dolduğunda daha fazla kaymamı önlemek için olduğum yerden kendimi olabildiğince iyi bir şekilde aşağı bıraktım. Atlamak kesinlikle daha az yara almamı sağlamıştı. Fakat ne yazık ki kollarımdaki üzerimdeki pelerin ve elbisemin tül detaylar parçalanmış ve kollarım da kızararak bazı yerlerin kanamasına sebep olmuştu.

Elbisenin eteğine attığım düğüm ise takıldığı daldan dolayı çözülmüş ve bazı yerleri parçalanmıştı. En azından hala iyi durumdayım diye düşünerek kafamı kaldırarak Lufiks’e çevirdim.

İlginç bir gösteri izler gibi onu bana bakarken gördüğümde bu çocuğu ne zaman görsem istemsizce sinirlerimin katsayısının arttığını fark ettim.

“Ne istiyorsun?” dedim. Böyle bir durumda söylenecek daha iyi bir şey olduğundan şüpheliydim.

“Hangi krallıktansın?” dediğinde gözüm belinde duran parlak kılıçla kesişti. Sesi tüm duygularını gizlercesine duygusuzluğun vücut bulmuş hali gibi çıkıyordu.

Artık hafızamı kaybettiğim yalanını daha fazla devam ettirmenin bir anlamı olmadığını biliyordum. Buna inanmıyordu.

“Bu seni ilgilendirmez. Önümden çekil ve geçmeme izin ver.” sesimi onun gibi duygusuz tutturmaya özen göstermiştim. Ve dediklerim tam anlamıyla doğruydu. Benim hangi krallıktan olduğum onun bilmemesi gereken bir ayrıntıydı.

“Bunu neden yapayım? Sen hala sınırlarımızda olan bir kaçaksın. Bizim için bir tehditsin.” delici gözlerini üzerimden ayırmazken kafasını hafifçe yana eğdi. “Ve ben krallığıma karşı olan hiçbir tehditten hoşlanmam.”

İtiraz edercesine çenemi kaldırdım. “Krallığın için bir tehdit olmadığımı en az benim kadar iyi biliyorsun. Öyle olsaydı en başından beni o zindandan çıkarmaz, bu kadar yakınında tutmayı geçtim benimle oynamak yerine konuşturuncaya kadar işkence ederdin.”

“Kimsin sen?”

“Bilmemen gereken biri.”

“İstediğim açıklama bu değil.” dediğinde ufak bir nefes çıktı dudaklarımdan. Daha çok dalga geçer gibiydi.

“Kim istediği her şeyi elde ediyor ki?” omuz silktim.

İkimiz de tam anlamıyla birbirimize kilitlenmiş, ilk kim atağa geçecek diye bekliyorduk. Ve beklenen hareketi benim başlatmayacağımdan emindim. Şu an için savunmada kalmamın benim için daha iyi olacağını hissediyordum.

“Kaçak oynuyorsun.” dediğinde bana doğru attığı ve neredeyse fark edilmeyecek olan o adımı görmüştüm. Aklımı karıştırarak bana yaklaşabileceğini mi sanıyordu gerçekten? Bana düşük zekalı diyordu fakat hala az da olsa hiçbir şey bilmeyen çömez bir kız olmadığımı fark edememiş miydi?

“Ben kaçak oynamıyorum. Sen olmaman gereken bir oyunun içindesin. Krallığının umurumda olmadığını şimdiye kadar anlamış olman gerekiyordu. İsteseydim orada kaldığım süre boyunca onlarca bilgiye ulaşabilirdim ve bunları kendi yararıma kullanmaktan çekinmezdim. Ama görüyorsun ki hala burada nezaketimi bozmayan bir kız olarak önümden çekilmeni rica ediyorum.”

Daha fazla beklemeyerek bana doğru atıldığında hamlesini doğru anda fark edip bana uzattığı eli tutarak kendime dayanak oluşturup altından geçerek alanımı genişlettim. Arkamda duran ağaçtan kurtularak daha fazla hareket alanı kazanmıştım.

“Demek artık yeteneklerini göstermekten çekinmiyorsun.” dediğinde cevap vermemi beklemeden tekrar üstüme atıldı. Bu sefer yakalamaktan ziyade gerçek bir dövüşe girdiğini fark edebilmiştim. Bu yüzden cevap vermekle vakit kaybetmek yerine attığı yumruktan kaçmak için eğildim. Karşılık vermek için kalkacağım sırada beklemediğim bir hızla hareket ederek tekmesini yüzüme doğru kaldırırken hareketine karşılık verip kolumla bacağını engelleyerek tuttum ve ters çevirdim.

Fakat yapacağım hareketi çoktan anladığı için bedenini benle aynı anda çevirerek bacağının sakatlanmasını engellemişti. Toparlanmaması için bacağını sıkıca tutarken ters dönüp dirseğimi kaburgasına geçirmek üzere geriye savurduğumda aniden bacağını geriye savurup dengemi kaybetmeme neden oldu. Böylece savuracağım dirseğim boşa çıkarak ona çarpmama neden oldu.

Fırsattan istifade kolunu boynuma dolayıp sıkmaya başladı. Nefessiz kalmanın verdiği ihtiyaçla bir elim kolunu tutarken ayağımla sıkıca ayağına basıp vücudunu kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Bu çabam boşa giderken nefesim de git gide tükeniyordu. Amacını beni öldürmek miydi gerçekten?

Son gücümle yanımızdaki ağaca büyü gücümle ufak bir ışık topu fırlattım. Hareketimle dikkati dağıldığında hareketinden hızla kurtularak kolunu ilk karşılaşmamızdaki gibi arkasına doğru büktüm. Çok fazla bu şekilde dayanamayacağımın ve kimliğimin açığa çıkacak olmasının telaşıyla hareketim yeterince etkili olmadı ve konumlarımız tam tersine döndü.

Tek bir farkla ki, artık boğazıma dayanmış bir kılıç vardı.

“Kimsin sen?” en azından onun nefes sesleri de kulağıma dolarken az da olsa kendimi teselli etmek için bir neden bulmuştum. Demek ki çok da kötü değildim.

Sonumun bu şekilde mi olacağını düşündüm.

“Bilmemen gereken biri.” dedim ilk konuşmamızdaki gibi. İstediği cevabın bu olmadığını belirtecek şekilde kılıcı boğazıma daha da yaklaştırdığında keskin ucunu derimin üzerinde hissedebiliyordum.

“Bir daha sormayacağım.” dediğinde sesinden adeta tehdit akıyordu.

“Prenses.” dedim. Sesim kesik çıkmıştı fakat kafam artık çalışmayacak kadar adrenalinin etkisindeydi. “Ben bir prensesim ve sen şu an kanunları çiğniyorsun.”

Duraksadığını hissetsem de sözlerim onu durdurmamıştı. Dediklerim doğruydu, krallıklar arasında olan kanunlardan biri de neden olmaksızın farklı krallıktaki soyluları öldüremezdiniz. Ve şu an onun elinde geçerli bir neden yoktu.

“Sana inanmıyorum.” duraksaması yerini daha güçlü bir tutuşla değiştirdiğinde kulağıma daha çok eğildi. “Ve emin ol seni burada öldürsem kimsenin ruhu duymaz.”

“Bence kendine çok fazla güveniyorsun. Beni öldürmene öylece izin vereceğimi mi sandın?” sesim fısıltı şeklinde de çıksa en azından güven doluydu. Gözlerim yavaştan dolmaya başlasa da onları sıkıca açıp kapatarak göz yaşlarımı geriye gönderdim.

“Eğer ben ölsem bile sen de buradan sağlam çıkamazsın.” dediğimde elimdeki bıçakla karın boşluğuna baskı yapmaya başladım.

Tabi ki de kaçarken tamamen elim boş değildi. Saraydan çıkmadan önce eteğimin altına ip tarzı bir şeyin yardımıyla iki bacağıma da olacak şekilde bıçak yerleştirmiştim. Belki de beni hizmetçisi yaparak ortalıkta dolaşmamı kolaylaştırması onun için iyi olmamıştı.

Ve dediklerimde ciddiydim. Beni öldürmeye kalktığı anda zarar görmeyi de göze almış olmalıydı. Belki de ölmeyi...

Biliyordu, benim soylu biri olduğumu artık biliyordu. Büyü yaptığımı az önce görmüştü. Ve biliyordu, kimsenin görmeyeceği bir yerde bile olsa bu onların topraklarında öldüğüm gerçeğini değiştirmeyecekti. Büyüm çoktan buraya izini bırakmıştı. Büyü izi üstünden belli bir süre geçmediği sürece varlığı burada devam edecekti. Onlara ait olmayan bu büyünün varlığı illaki ortaya çıkardı. İşte o zaman asıl karışıklık başlardı.

Nefeslerimiz birbirimize karıştı. Ne yapması gerektiği konusunda kafası karışmış olmalıydı, ikimiz için de tehlikeli olan bu konum daha ne kadar bu şekilde durmaya devam ederdi emin değildim. Bir karar vermesi gerekiyordu. Bu sefer ben değildim. Bunun kararını o verecekti.

Sonuçlarına katlanmayı göze alarak...

   

 

Bölüm : 11.01.2025 21:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...