
İsmini bile bilmediğim bu sert bakışlı askerin yönlendirmesi ile yürümeye başlayalı çok olmamıştı fakat ben kendimi yine de bitkin hissediyordum. Nehrin yanındaki ufak bayılmamın ardından, ki bayıldığımdan bile emin değildim, belki de böyle hissetmem normaldi.
Uzun zamandır yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunun tabi ki farkındaydım fakat her düşünmeye çalıştığımda başıma garip sancılar girdiğinden dolayı bunu yapmaktan özel olarak kaçınıyordum. Zaten yeterince derdim varken bir de nedenini dahi bilmediğim bu garip sancılarla uğraşmak istemiyordum.
Asker beni çok da bekliyor gibi gözükmeden önden ilerlerken bende her ihtimale karşı etrafı izleyerek onu takip ediyordum. Son konuşmamızın ardından ikimizin de ağzını bıçak açmamıştı. Açıkçası şu an konuşmak istediğimden de pek emin değildim. Düşündüğüm tek şey yalnızca krallığımı ne durumda bulacağımdı. Bunun dışındaki her düşünceyi itinayla kafamın derinliklerine göndererek bir bakıma kendimi koruma altına alıyordum.
Ormanlık alandan çıkacağımız o açıklığa geldiğimizde Ay krallığının sınırlarının bitip bitmediğini anlamak için etrafıma baktım. Sonuç olarak sınırlarda da askerler bulunmak zorundaydı öyle değil mi? Yine de yürümeye başlayalı çok olmadığını varsayarsam sınıra bu kadar yakın bir yerleşme kurmaları saçma olurdu. Sormak için askere doğru döndüğümde onun da durmuş bana baktığını gördüm.
“Buradan sonrasını kendin gitmen gerekiyor.” dediğinde gözlerimi kısıp onu dikkatle incelemeye devam ettim. Onda tuhaf bir şeyler hissediyordum fakat elimde bunu kanıtlayacak hiçbir şey olmadığından bakışlarımı düzeltip kafamı olumlu anlamda salladım.
“Tamam. Buraya kadar bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim.” dediğimde tepki vermedi. Asker olduğunu göz önünde bulundurarak bunu normal buldum.
“Bu yönden gitmeniz gerekiyor.” derken eliyle önümüzde ikiye ayrılan toprak yollardan birini işaret ediyordu.
“Nereye gittiğimi nereden biliyorsun?”
“Eğer planlarınız arasında yol üstü eşkıyalarına uğramak varsa tabi ki diğer yolu tercih etmek de size kalmış.”
Sözleri üzerine çaktırmadan diğer yola baktığımda doğruyu söyleyip söylemediğini kafamda tartıyordum. Sesimi çıkarmadan onu buraya kadar takip ettiğim düşünülürse bu oldukça saçmaydı fakat belki de orada görmemem gereken bir şey vardı. İçimdeki merak beni kavururken ona yenilmemeye çalışarak gösterdiği yoldan gitmeye karar verdim.
Bu sıralar kararlımı alırken ne kadar da vurdumduymaz olduğumu fark ettiğimde bedenimi bir ürperti geçirse de hala hayatta olduğum gerçeği ile kendimi telkin ettim.
Kararsızlığımı ve ne yapacağımı bilmez halimi fark etmiş gibi konuşmaya başladı. “Bu size yardımcı olacaktır.” dediğinde neyi kast ettiğini anlamak için eline baktım. Elinde ufak bir topa benzer cisim olsa da tam olarak ne olduğundan emin değildim çünkü daha önce görmemiştim. Yine boş bakışlarımı fark ettiğinde yüzünden aşağılanmış hissetmeme sebep olacak bir ifade geçti. O az önce beni bakışları ile küçümsemiş miydi?
“Bu bir yön buldurucu sadece tek bir sefer kullanabilirsiniz, o yüzden her nereye gidecekseniz ona göre karar verin. Çalıştırmak için elinizde tutup gitmek istediğiniz yeri söylemeniz yeterli.” sözlerini bitirdiğinde hala elindeki küçük topu almam için bana uzatmış bir şekilde bekliyordu.
Daha fazla oyalanmamak adına elindekini alıp incelemeye başladım. Bir yandan da “Teşekkür ederim.” demeyi ihmal etmemiştim.
Ama aklımı kurcalayan bir şey varsa bunu neden bana vererek yardım ettiğiydi. “Bunu bana verdiğinden Lufiks’in haberi var mı?” dediğimde cevabını duymak için kafamı kaldırarak ona baktım. Daha doğrusu az önce olduğu yere. Asker ortadan kaybolmuştu. Bir anda nereye kaybolduğunu anlamak için etrafıma baktığımda sadece boşlukla karşılaşmıştım. Kaşlarım anın anlamsızlığı ile çatılırken ilerlemekten başka şansımın olmadığı bilinciyle gözlerimi tekrar elimdeki cisme çevirdim.
Sadece gitmek istediğim yeri söylememin yeterli olacağından emin olmasam da kafamı topa doğru eğdim ve “Güneş Krallığı” diye fısıldadım. Sessiz söylememin hiçbir anlamı yoktu. Daha önce çok dışarı çıkmadığımdan ya da nereye gideceksem askerlerle hareket ettiğimden olsa gerek böyle bir şeye ihtiyaç da duymamıştım. Demek ki kullanılan bir yöntemdi.
Şeffaf topun içinde kırmızı bir ışık hafifçe yanıp söndüğünde en azından çalıştırmayı başardım diye düşündüm. Şimdi sadece nereye gideceğimi anlamam kalıyordu fakat yanıp sönmek dışında bir tepki vermediğinde önümdeki yol ayrımına bakarak askerin ilerlememi söylediği yola doğru birkaç adım attım. Elimdeki top tekrar yanıp söndüğünde bu sefer de yönümü diğer kısma çevirerek bir iki adım attım. Bu sefer hiç ışık yanmamıştı. Demek ki gitmem gereken yönü bu şekilde belli ediyordu.
Açıkçası yolları bilmediğimden elimde duran bu küçük topa güvenmekten başka şansım yok gibi duruyordu. En azından artık bir yol haritam olduğu hissi beni yatıştırdığında çoktan yürümeye başlamıştım. Ara ara ışığın yanıp yanmadığı için topu kontrol etmeyi de unutmuyordum.
Toprak yollarda ilerlemeye devam ederken aklımdan geçen şeyler ne kadar sürede krallığıma ulaşacağım ve en kötüsü de karşılaştığımda ne gibi sonuçlar göreceğim gibi bir sürü karmaşık düğümlerden oluşuyordu. Her seferinde düşünmeye başladığımda biri soru diğer bir soruyu meydana çıkarıyor ve ben kaçınılmaz olarak kapana kısılıyordum.
Ne kadar yürüdüğümü hesaplayamasam da tüm olanlardan sonra gün ışıklarını yavaş yavaş üzerimden çekmeye başlamış ve bedenim yorgunluk ve açlıkla toprak yolun yanında bulan ağacın dibine çökmüştü.
Anlık problemlerimi hızlıca kafamda ölçmeye çalıştım. Öncelikle açtım. Aklıma Amaris’in yemem için verdiği küçük bez parçasına sarılı yiyeceklerden geldiğinde yüksek ihtimalle onları olaylar sırasında düşürdüğümden dolayı bir süre daha bu ihtiyacımı karşılamayacak gibi duruyordum. Bunu kafamda es geçip susuzluğuma odaklanmak istesem de buna da çözüm bulamayacağımın bilinciyle boş vermeye karar verdim. Bir diğer sorunum ise ilerlemeye devam ederken karşıma birilerinin çıkıp çıkmayacağıydı.
Krallıkların sınırları belli olsa da dışlanmışlar diye bir durum vardı. Bazı kişiler yaptıkları suçlar yüzünden ya da bağımsız olmak istemeleri yüzünden krallıklarda yaşamıyorlardı. Bu tiplerin çok da sevecen tipler olmadığını biliyordum ve önüme çıkmamalarını diliyordum. Her ne kadar iki tane bıçağım olsa da nasıl bir durumlar karşı karşıya kalacağımı bilemiyordum. Bıçakları hala elbisemin içine saklasam kimlerle karşı karşıya geleceğimi bilmemek ve yalnız olmak beni geriyordu.
Ayrıca bir krallığa üstüne üstlük bir de soylu kanına sahip olduğumu fark ederlerse beni krallıktan istedikleri şeyler için kullanabilirlerdi. Her şeylerini kendileri yapmak zorunda olduklarından bazen buldukları saçma nedenlerle krallıkları tehdit etmeye kalkabiliyorlardı. Gerçi benim krallığımdan alabilecekleri çok bir şey olduğunu sanmıyordum. En azından artık. Yine de bu içimde onlara karşı bir korku oluşmasını engellemiyordu.
Hava kararmaya başladığı için çok fazla dinlenme şansım olmadığını biliyordum. En azından dinlenmek istiyorsam güvenli saklanacak bir yer bulmalıydım fakat burada öyle bir olacağına inanmıyordum. Bu yüzden elimdeki kırmızı ışıkların beni Güneş krallığına götürmesini umarak yoluma devam etmeye başladım.
* * *
İlerledikçe ağaç kısımlar biraz daha azalmış ve toprak yolun yanındaki alanlar engebeli olmaya başlamıştı. Tek tük ağaçlar olsa bu benim için iyi değildi. Olası bir durumda saklanacak yerim yok gibiydi. Tamamen ortada ava açık bir şekilde ilerliyor gibi hissetmekten kendimi alamıyordum.
Karanlık çoktan çökmüştü. Asker beni eşkıyaların diğer yolda olduğunu söylese de burada da karşıma çıkmayacaklarının hiçbir güvencesi yoktu. Belki de gereksiz yere kendimi paranoyak yapıyordum ama elimde değildi. Nerdeyse her adımımdan sonra etrafımı ve özellikle arkamı kontrol etmekten kendimi alamıyordum.
Sanki ben fark etmesem de arkamdan gölgeler geçiyor ve beni takip ediyorlar gibi hissediyordum. Ayrıca uykusuzluk ve yorgunluğun getirdiği belirtiler yüzünden ne kadar panik halinde olsam da yeterince hızlı yürüyemiyor ve dikkatimi toplayamıyordum.
Elimdeki yön buldurucu yardımıyla farklı bir sapağa saptığımda tekrar ağaçlık kısımların arttığını görmemle rahatlamış olsam da bu rahatlamam uzun sürmedi. Uzakta ilerleyen karaltıları gördüğümde bunların karşılaşmaktan korktuğum bağımsızlar olabileceği gerçeği ile adımlarım yavaşlamaya başladı. Bir diğer farklı seçenek ise eşkıyalardı tabi ki. Bu seçenek ise yavaşlayan adımlarımı durdurdu ve hatta bir iki adım geriye gitmeme sebep oldu.
Henüz beni fark etmemişlerdi ve ne yapacağım konusunda oldukça tereddütteydim. Geldiğim yoldan geri dönerek diğer yoldan ilerlemeyi düşünsem de gitmem gereken yön burası gözüküyordu ve benim kaybolma gibi bir ihtimalim yoktu.
Toprak yoldan hafiften çekilerek yol kenarına doğru ilerledim. Hava zaten karanlıktı ayrıca belki de yollarına devam eder ve beni görmezlerdi. Elimde tutunabileceğim tek ihtimal bu olduğundan dua etmeye başladım. ‘Lütfen ilerlesinler ve beni fark etmesinler. Lütfen...’
Yapacak daha iyi bir şeyim olmadığından bulunduğum yerde hareketlerini izleyerek beklemeye başladım. Gölgelerinden simalarını seçemesem de yedi kişilik bir grup gibi duruyorlardı. Oyalanmak istemiyordum. Bir an önce krallığıma ulaşmam gerekiyordu bu yüzden çekinerek de olsa neyime güvendiğimi bilmeden yolun kenarından doğru ilerlemeye devam ettim.
Aramızda belli bir mesafe olsa da seslerini hafiften duymaya başladığımda yerimde dikleşerek onları duymaya çalıştım. Böylece kim olduklarını anlayabilirdim belki de. İlerlemeye devam ettiklerinden bir yandan da onlarla beraber bende yürümeye devam ediyordum.
“Nefelle konuştunuz mu? Geçmişler mi yerleşkeye?”
Duyduğum kızın sesinden bir tahmin yürütemezken içlerinde bir kız olduğunu bile düşünmediğim aklıma geldi. Hepsi bedenlerine göre çok daha bol şeyler giyiyor gibi gözüküyorlardı. Hepsinde bol dövüş pantolonlarına benzer altlar vardı. Üstlerinde ise hepsinde benzer şekilde koyu renkte bol üstler vardı. Buradan detayları seçmek çok kolay değildi.
Daha önce ne bağımsızları ne de eşkıyaları görmüştüm bu yüzden karar vermek benim için zordu.
İçlerinden bir erkek “Onlar bizden önce çıkmıştı. Etrafı kontrol edeceklerdi.” dediğinde etraftan kasıtlarının ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Soruyu soran kızsa onaylarcasına mırıltılar çıkarıp yürümeye devam etti.
Hava soğumaya başlamıştı. Açlığın getirdiği etkiden olsa git gide daha fazla üşüyordum. Ayrıca pelerin üstümde olsa da elbisem oldukça ince ve ağaçtan inerken düzgün hareket etmediğimden dolayı belli yerleri yırtıktı.
Dikkatimi başka şeylere vermeye çalışarak tekrar onlara odaklandığımda yoldan saparak artan ağaçlık alana daldıklarını fark ettim. Bu benim için iyiydi. Böylece onlarla karşılaşmadan yolumdan ilerleyebilirdim.
“Ateş yakmışlar mıdır?”
Konuşmalarını tekrar dinlediğimde bu sefer dikkatim kim olduklarından çok ‘ateş’e takılmıştı.
“Uyumadan önce bir şeyler yemeliyiz. Ayrıca bu gece ayaz olacak gibi. Az da olsa ısınsak iyi olur. Çocuklar da var.”
‘Yemek’ ve ‘ısınma’ fikirleri üzerine elimdeki yön buldurucuyu tekrar kontrol ettim. Doğru istikametteydim ama onları takip edersem büyük ihtimalle yolumdan sapmış olacaktım. Ama dedikleri gibi bu gece ayaz olacak gibi duruyordu ve benim durup dinlenmeye ihtiyacım vardı. İçimden bir ses onları takip etmemi söylese de mantığım bunun tehlikeye atılmak olduğunu söylüyordu.
Tabi ki içimdeki sese kulak verip onları takip etmeye karar verdim. Her türlü tehlikenin içindeydim zaten ve biraz daha bu şekilde ilerlemeye devam edersem güçten düşüp yolu tamamlayamayacaktım bile. Yerleşke dedikleri bir yerde kalıyorsa onları uzaktan izleyip yakınlarında uyuyabilirdim. Ayrıca çocuklardan bahsettiklerine göre bunlar bağımsızlar olmalıydı. Bildiğim kadarıyla sadece krallığı reddediyorlardı. Beni öldürmeye kalkmazlar diye düşünüyordum. Bir diğer güvencem ise yön buldurucunun hala benimle olmasıydı. Bu yüzden kaybolmayacağımın bilinciyle onları takip etmeye başladım.
Toprak yoldan çıktıktan sonra ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladılar. Rahat hareketlerine bakılırsa çok öncesinden beri burada kalıyor olmalıydılar.
Beni fark etmemeleri için elimden geldiğince saklanarak ve sessizce hareket ediyordum. Sürekli farklı yöne döndüklerinden dolayı kafam karışsa da bunu bilerek yaptıklarını düşünmüştüm. Acaba beni fark etmişler miydi? Onları takip ettiğimi anladıklarından dolayı yolu uzatıyor olabilirlerdi. Vaz mı geçsem diye düşünürken ilerde gördüğüm zayıf ışık kaynağı ile birlikte ilerlemek yerine olduğum yere çöküp ne yapacaklarını bekledim.
Sesler geliyordu ve çadırları bu mesafeden fark edebiliyordum. Gelmişlerdi. Burası yerleşke diye bahsettikleri yer olmalıydı.
Kalabalık değillerdi, en azından beklediğim kadar. Dört tane çadır çember oluşturacak şekilde kurulmuş ve ortalarına da ufak bir ateş yakmışlardı. Bu ateşin onları ısıtmaya yetecek kadar büyük olmadığı buradan bile anlaşılıyordu. Yerlerini belli etmekten çekindiklerinden olsa oldukça sessiz hareket ediyor ve konuşuyorlardı. Şu an için gözüme tekinsiz gözükmeseler de bulunduğum ağacın dibine oturarak onları belli bir mesafeden izlemeye devam ettim.
Herkes uyuduğunda oraya gidip belki de biraz yiyecek bir şeyler bulabilirdim. O zamana kadar soğuktan donmamak için pelerini iyice etrafıma sararak resmen top haline geldim.
* * *
Tabi ki de hiçbir şey beklediğim gibi olmamıştı. Çoğu uyusa da nöbetleşme sistemi ile mutlaka birileri ayakta duruyordu. Gün aymadan önceki en karanlık noktada olmalıydık. Ve ben yoluma devam edecek kadar hareket etme gücünü kendimde bulamıyordum. Soğuk her yerime işlemiş ve ayaklarım uyuşmuştu. Güneş krallığında olduğumdan dolayı hiçbir zaman soğuk duygusunu içime işleyecek kadar tatmamıştım. Şu an krallık sınırları dışında olduğumdan olsa gerek burada hava olayları kendiliğinden gelişiyordu ve ne zaman ne olacağı belli değildi.
İçlerinden biri çadırların arasından çıkıp etrafta yürümeye başladığında gerilsem de buradan kalktığım an kaçamadan beni yakalardı. O yüzden şu an için tek ümidim benden tarafa gelmemesiydi.
Ve Tanrıları aşkına neden hiçbir dileğim kabul olmuyordu ki? Tam da istemediğim şekilde benden tarafa hareket etmeye başladığında kalın ağacın gövdesinin beni sakladığını umarak biraz daha kenara kardım ve görüş açısından çıkmış oldum. Gözlerimi kapattım ve nefeslerimi duymaması için düzene sokmaya çalıştım.
Aradan geçen saniyeleri aklımdan sayarak gelen sesini dinliyordum. Bir süre sonra sesler kesildiğinde derin bir nefes vererek sakinleştim ve gözlerimi yavaşça açarken önümde dikilen kaşları çatık beni süzen biriyle karşılaşmayı tabi ki beklemiyordum. Tek istediğim biraz yemek ve uyumaktı. Neden her şey bu kadar sarpa sarmak zorundaydı ki?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |