
Nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmediğim için masum olduğunu düşündüğüm bakışlarımı karşımdaki bu adama çevirdiğimde tahmin ettiğim üzere konuşmayı başlatan o oldu.
“Ne işin var burada? Bizi mi gözetliyorsun?”
Beklediğimden daha farklı bir tepki vermesi üzerine hemen cevap verdim. Gerçi nasıl bir tepki beklediğimden de emin değildim.
“Hayır, sizi gözetlemiyorum. Sadece...” teknik olarak gözetliyordum ama kötü bir amaçla değildi en azından.
“Sadece ne?” dedi tahammülsüzce.
Ne demeliydim? Sadece yemek ve ısınacak bir yer arıyorum mu? İnanır mıydı ki? Yüzümdeki tereddütle ona bakmaya devam ederken arkadan gelen sesle beraber ikimizin bakışları da sese doğru döndü.
“Kim var orada? Ne yapıyorsun?” adım sesleri yaklaştığında duyduğum bu kadın sesi beni de fark etmiş olacak ki, “Bu kim?” diye arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim adama çevirdi.
Gelenin tanıdık olduğunu anlayan adam tekrar bakışlarını bana çevirse de sözleri kadınaydı. “Ben de tam olarak onu öğrenmek üzereydim.” dediğinde artık bir cevap vermem gerektiğinin farkındalığıyla yavaşça toparlandım. Her an tetikte olsam da onlara zarar verecek kişi konumunda ben olduğumdan hareketlerim sakindi.
Önlerinde dikilip yüzlerine baktığımda doğrudan konuşmaya karar verdim. “Amacım size rahatsızlık vermek değildi. Yemeğe ve ısınmaya ihtiyacım vardı. Yolda sizden birileri ile karşılaşınca belki burada bulabilirim diye düşündüm ama yabancı biri olduğumdan dolayı öylece yanınıza gelemezdim.”
Gerginlikle ellerimi birbirine sürterek sanki elimdeki tozları silkeliyormuş gibi hareketler yaptım.
Sözlerim üzerine ikisi bir süre sessiz bir bakışmanın içine girse de konuşan kadın oldu. “Tamam, gel ve sana yiyecek bir şeyler verelim.” dediğinde şaşırsam da sözlerine karşı çıkma gibi bir lüksüm olduğunu düşünmüyordum lakin çoktan karnımdan onların da duyabileceği yükseklikte bir gurultu çıkmıştı. Utançla bakışlarımı kaçırsam da başımda onayladım ve onları takip ederek çadırların olduğu yere doğru ilerlemeye başladık.
Kadın yanımda yürüse de adam arkamdan geliyordu. Ayrıca yürümeye başladığımızda etrafa bir şey arar gibi bakışları da gözümden kaçmamıştı. Tabi ki de şüpheliydim. Gerçekten bir anda hayatım altüst olmuş ve sürüklenmeye başlamıştım. Ait olmadığım her yerde şüpheyle karşılanmam çok normaldi.
Ateşin yanına geldiğimizde kadın oturmam için küçük tahta parçalarından yaptıkları oturakları işaret etti. Sesimi çıkarmadan oturduğumda karşıma da adam oturmuştu.
Aramızda çok mesafe olduğu söylenemezdi. Bakışlarından dolayı yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissetsem de ateşin sıcaklığı karşısında mayışarak daha fazla ısınabilmek için ellerimi sıcaklığa doğru uzattım.
Kadın ise çadırlardan birine girip gözden kaybolmuştu. Biraz sonra geldiğinde ise elinde tuttuğu şeyleri bana uzatarak o da adamın yanına oturarak beni izlemeye başladı. Verdiğine baktığımda bir çeşit sandviç olduğunu anlayınca karnımın bir kez daha guruldamasına izin vermeden ilk ısırığımı alarak yavaş hareketlerle çiğnemeye başladım. Kesinlikle birinin, hatta birilerinin, karşınızda oturup sizi süzerken yemek yemek oldukça zordu. Gerçekten acıkmamış olsam sırf ortamda olmamak için bir saniye beklemeden uzaklaşırdım.
Yemeğimi bitirene kadar tek çift laf etmeden sadece beklediler. Son lokmamı da yavaşça mideme gönderdiğimde kadın bu anı bekler gibi konuşmaya başladı. “Kimsin sen? Buralarda ne yapıyorsun? Görünüşüne bakılırsa bizlerden değilsin. Buraya yabancı olduğun çok belli.” dediğinde bakışlarımı kaçırmadan onu dinledim.
“Evet, buraya yabancıyım. Gitmem gereken bir yer var. Oraya gitmeye çalışıyorum. Ayrıca siz...” bunu söyleyip söylememek arasında kalsam da konuşmaya karar verdim. “Bağımsızlar mısınız?”
Bu sefer söze giren adam oldu. “Bizi tanıyor musun?”
Hızlıca kafamı iki yana salladım. “Sadece okuduğum bir iki kitapta sizden bahsedildiğini görmüştüm.” anladığını gösterircesine kafasını salladı.
Zararlı gözükmüyorlardı. Neden bir krallıkta yaşamak varken bu şekilde derme çatma bir hayatı tercih ettiklerini anlayamamıştım. Belli ki hepsi bir arada yaşamıyorlardı ama bu şekilde gruplar halinde dağıldıklarını varsaysam bile kalabalık olmalılardı. Bu şekilde yaşamak özellikle de çocuklar için sıkıntılıydı.
Ne kadar bu şekilde düşünsem de tabi ki bunları söylemedim. Beni ilgilendirmezdi sanırım. İçlerinde bizim krallıktan olup olmadığını bilmesem de sonuçta bu onların kendi kararıydı öyle değil mi?
“Nereye gidiyorsun?” kafamı tekrar kadına çevirdiğimde yüz hatlarını da inceledim. Kumral gibi gözükse de hafif sarıya kaçan saçları ve güzel teni uyum içindeydi. Bakışları yumuşak olsa da yaşanmışlıklarını belli edercesine omuzları hafifçe çökmüştü.
Krallığıma gittiğimi söylemeli miydim? Krallıklar onların gözünde nasıl gözüküyordu acaba? Yönetimi reddedip bağımsızlığı seçtikleri göz önüne alınırsa kraliyetten biri olduğumu söylemek nedensizce rahatsız hissettirmişti. Ayrıca onlardan olmadığıma göre, eh eşkıya olmadığımda açıkça belli oluyor diye düşünüyordum, krallıkta yaşadığımı tahmin etmeleri zor olmasa gerekti.
Bu yüzden ufak bir detayı atlayarak söylemeye karar verdim. “Ben Güneş krallığına gidiyorum.” bunu söylerken çekinsem de gayet normal gözüküyorlardı.
“Krallığın orası mı?” diyen adama sessiz bir onay verdikten sonra ikisi de sesini bir süre çıkarmadı. Ben de onlara ayak uydurarak ateşi izlemeye başladım. İlk halime göre çok daha iyi hissediyordum. Hem ısınmış hem de karnımın açlığını gidermiştim. Ateşin sıcaklığı beni iyice ele geçirirken istemesem de gözlerim hafiften kapanmaya başlıyordu. Yavaşça kendi kolumu çimdiklediğimde gözlerimi biraz daha açık tutmayı becerebilmiştim.
Kadın ayaklandığında gözlerim onu buldu. “İstersen sabaha kadar burada bekle. Hava aydınlanınca yola çıkabilirsin. Sana uyuyacak bir yer vermek isterdim ama boş yer yok maalesef. Ben Nefel bu arada ve bu da Ares. Sana örtü getireceğim böylece burada uyuyabilirsin. Merak etme Ares nöbet tutuyor olacak.” dediğinde cevabımı beklemeden çoktan tekrar çadırların arasında kaybolmuştu.
Ares ile yalnız kaldığımızdan dolayı yerimde yavaşça kıpırdanıp etrafı izlemeye devam ettim. Gözlerini üzerimde hissetsem de itinayla ona bakmıyordum. Neyse ki bu rahatsız an uzamadan Nefel gelip bana örtü uzattığında aldım. “Teşekkür ederim. Bu arada ben de Milena. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Nefel, yolda gelirken kendi aralarında bahsettikleri o kişi olmalıydı. Genç dursa da sanırım burada belli bir konumu vardı. Teşekkürümü sessizce kabul ederken bu sefer uyumak için çadırına girdiğinde tam anlamıyla Aresle yalnız kalmıştım. Onun yanındayken nasıl uyuyacağım konusunda emin değildim. Bu oldukça garipti. Beni izlediğini bilerek nasıl uyuyabilirdim ki. O ise bu çok da umurunda değilmiş gibi bakışlarını üzerimden ayırmıyordu.
Az da olsa uyumam gerektiğini biliyordum. Havanın aydınlanmasına fazla kalmamıştı ve benim daha ne kadar daha yürüyeceğim bile belli değildi.
Oturduğum yerden yavaşça kalkıp hareketlerime dikkat ederek sandalyeyi kenara doğru çektim ve çok yakın olmasa da ısısından yararlanabileceğim şekilde ateşin yanına örtümü serdim. Isınmış olsam da ateşten uzaklaştığım an tekrar üşüyecek gibi hissettiğimden, örtüyü serdiğim yere çekingen bir şekilde uzanıp yüzümü de ateşe döndüm. Bacaklarımı kendime doğru çekip pozisyon aldıktan sonra geriye tek kalan uyumamdı. Gözlerimi tekrar Ares’e çevirdiğimde bu sefer bana bakmadığını anlamamla rahatlayarak gözlerimi kapattım.
Kapalı gözlerimin ardına vuran ateşin ışığı ve sıcaklığı ile birlikte kendimi rahatsız bir uykunun kollarına bıraktım.
Gözlerim kapalı etraftaki sesleri dinlerken adımın zikredilmesi üzerine kendimi zorlukla ayıltmak zorunda kaldım.
Etrafıma baktığımda nerede olduğumu anlamak istercesine bakınsam da en son nerede ve ne yaptığımı hatırladığımda bu yabancı ortama nasıl geldiğimi sorgulamaya başladım.
Bir sürü lahitin olduğu bu ortam beni gerginliğe sürüklemeye başladığında seslere kulak vermeye çalıştım.
Etraf oldukça karanlıktı ve ben tam olarak nerede olduğumu seçemesem de önümde değişik sıralarda dizilmiş lahitleri ve tılsımlı bir melodinin sesini duyabiliyordum.
Tanımadığım bir kadının sesi kulaklarıma ulaştı. “Artık uyanmalısın.” uyanmalı mıydım? Rüya görüyor olmalıydım. En son bağımsızların yanına gittiğimi ve yerleşkede uyuduğumu hatırlıyordum. O zaman bu kesinlikle bir rüya olmalıydı. Peki nasıl uyanacaktım?
“Bize yardım etmeni istiyoruz. Sana yardım etmek istiyoruz.” bu sefer bir erkekten gelen bu ses kafamı daha da karıştırmaktan başka bir şey yapmamıştı. Ne istediklerini, nerde olduğumu ve bu seslerin anlamını bilmiyordum.
“Bir an önce yola koyul.”
Tekrar yabancı bir ses duyduğumda bu sefer dayanamayarak cevap verdim. “Ne istiyorsunuz benden? Kimsiniz siz?” bu anın benzerini daha önce de yaşamış gibi hissederken ana odaklanmaya çalıştım.
“Yapman gereken ilerleme Bulman gereken güç
Kurtarman gereken gelecek
Başladığın an devam edecek.”
Yine anlamıyordum. Bir şeyleri kaçırdığımı hissediyordum fakat öylece bekliyordum sanki. “Yapmam gereken şey ne? Kimsiniz siz? Yardım edin bana, lütfen.” derken sesim sonralara doğru kısılmaya başlamıştı. Ne için yardım istediğimden bile emin değildim. Sadece istiyordum...
Gözlerim ışığın etkisi ile açıldığında yanına uzandığım ateş çoktan sönmüş, güneş bize kendini göstermeye başlamıştı. Ne kadar uyuduğumu çözemesem de gördüğüm şeyleri hatırlıyordum. Bu sadece basit bir rüya olamazdı. Gördüklerim lahitler ve sesler oldukça gerçekçiydi.
Söylediklerinin ne anlama geldiğini bilmiyordum ya da ne için yardım istediklerini ve bu oldukça rahatsız edici bir histi.
Gözlerimi açtığımda etraf yavaştan hareketlenmeye başlamış gibi duruyordu. Çadırların etrafında dolaşan bir iki kişiyi gördüğümde oyalanmadan kalktım ve örtüyü katlamaya başladım. O sırada Nefel de yanıma gelmişti.
“Günaydın.” diyerek ufak bir gülümseme gönderdiğinde aynı şekilde karşılık verdim.
“Günaydın.”
Gülümsemesi içten değildi bunu ilk bakışta bile anlayabiliyordum. İstemsizce aklıma Amaris geldi. İlk tanıştığımız andan itibaren sonsuz bir neşesi varmış gibi gülüyordu. Nefel’in yüzünde ise gözle görülebilir bir yorgunluk vardı ve gülümsemesi bir alışkanlığı andırıyordu.
“İyi uyuyabildin mi?” dediğinde kafamla onayladım.
Örtüyü ona uzatırken, “Sanırım artık gitmeliyim. Yardımınız için teşekkür ederim.” dediğimde daha fazla oyalanmak istemiyordum. Ayrıca onlar için yabancıydım ve her ne kadar kötü niyetli olmasam da rahatsız edici olmalıydı. Bu yüzden herkes uyanmadan gidersem benim için daha iyi olabilirdi.
“Gideceğin yere kadar sana eşlik edebiliriz.”
Beklemediğim bu teklif karşısında gözlerim şaşkınlıkla Ares’i buldu. Duruşundan hala ödün vermiyor olsa da böyle bir fikri ortaya atması kesinlikle garip gelmişti.
“Kendim gidebilirim, teşekkür ederim.” dediğimde ısrar etmeyeceğini tahmin ediyordum. Tabi ki yanımda eşlikçi güzel olabilirdi ama kimseyi benim için işinden alı koymak gibi bir düşüncem yoktu. Ayrıca yön buldurucu hala benimleydi. Yolu da bildiğime göre kendi başıma gidebilirdim.
“Birazdan yola çıkarsan gece oraya varabilirsin. Yine de yanında birini istemediğin konusunda kararlı mısın?”
Kaşlarım çatıldı, “Daha önce Güneş krallığına gittin mi?” dediğimde bu sorunun belki de yanlış anlaşılabileceğini düşündüm. Sahi hiçbirinin hangi krallıktan çıktığını bilmiyordum. Aralarında Güneş krallığı da olmalıydı.
“Biz günlerimizi dışarıda geçiriyoruz. Yollar bizim için o kadar da karmaşık değil ama sen ilk defa krallık dışına çıkmış gibi gözüküyorsun.” dediğinde ne tepki vermem gerektiğini bilmediğim için başımla onayladım.
Az sonra yanıma koşarak gelen küçük bir şey fark ettiğimde ne olduğunu anlamak için yönümü diğer tarafa çevirdim. Küçük bir kız çocuğu. Hızla yanıma geldi ve pelerinimin ucundan tuttu. “Merhaba, sen bizim misafirimizmişsin.” dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Kim olduğunu bilmiyordum fakat oldukça tatlı gözüküyordu.
“Evet, sanırım ben sizin misafirinizim.” dediğimde yüzüme bakmaya devam ediyordu.
Nefel’in uyarıcı bakışlarını ise görmüyor gibiydi. “Belia! Misafirimizi rahat bırakır mısın?” dediğinde kız kaşlarını çatarak bir iki adım benden uzaklaşsa da hala yüzüme bakmaya devam ediyordu.
Bakışlarım hala kızda olsa da Nefel konuşmaya başlayınca dikkatimi ona verdim. “Kusura bakma. Biraz meraklı, sürekli yeni kişiler görmediği için heyecanlanmış olmalı.”
“Önemli değil.” derken eğilerek Belia ile boylarımızı eşitledim. “Merhaba Belia. Ben de Milena. Tanıştığımıza memnun oldum.” dediğimde yavaşça gülümsedim. Sanırım Belia’nın enerjisi bulaşıcıydı.
“Sen kimsin? Nereden geliyorsun?” diye sorularını sıraladığında onun kıpır kıpır halleri daha da gülmeme sebep oldu.
Arkadan tekrar Nefel’in uyarıcı sesi duyulduğunda Belia elini ağzına kapattı ve gülerek yanımdan uzaklaştı.
Yanımdan ayrılması üzerine arkasından bir süre baksam da tekrar Nefel ve Ares’e döndüm.
“Sanırım yavaştan yola çıksam iyi olur. Bir geceyi daha dışarıda geçirmek istemiyorum.” dediğimde Ares beklediğim gibi bir kez daha eşlik etmeyi teklif etmedi. Böylesi iki taraf için de daha iyiymiş gibi hissettirmişti.
“Sana yiyecekler bir şeyler hazırladım. Yolda acıktığında atıştırırsın.” diyen Nefel, bahsettiği yiyecekleri almak için yanımızdan ayrıldı.
Gün artık neredeyse tamamen aymıştı ve çadırlardan insanlar birer birer çıkmaya başlamıştı. İlk başta gözleri bana çarpsa da yanımda duran Ares yüzünden olmalı ki önlerine dönüp hepsi kendi işiyle ilgileniyordu. Anladığım kadarıyla burada Nefel ve Ares liderleri gibi bir şeydi.
Aramızdaki garip sessizliğe bir de bakışlarımızı eklememek için etrafı izlemeye devam etsem de yine bunu bozan Ares oldu. “Gideceğin istikamette önüne çıkacak pek engel yok. Güneş krallığı bu konularda dikkatlidir. O yüzden giderken bir sıkıntıyla karşılaşacağını düşünmüyorum. Kim olduğunu bize söylemesen de yerimizden oradakilere bahsetmezsen iyi olur.” dediğinde hızla başımı salladım.
“Merak etmeyin, kimseye sizden bahsetmeyeceğim. Yardımınızın karşılığını unutmam.” dediğimde bu sefer sessizce onay veren o oldu. Zaten uzun süre bir yerleşkede kaldıklarını düşünmüyordum, yine de kimseye onlardan bahsetmek gibi bir planım yoktu.
Nefel tekrar yanımıza geldiğinde Ares çoktan yanımdan ayrılmış ve farklı bir grubun yanına gitmişti. “Bunlar senin için. Giderken dikkat et.” dediğinde aramızda ne soğuk ne de sıcak bir mesafe vardı. Temkinli olmaları anlaşılır olsa da beklediğimden daha ılımlı davrandıklarını kabul etmeliydim.
“Her şey için teşekkür ederim. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum. Umarım ileride bir gün tekrar karşılaşırız ve benim de size yardımım dokunur.” dediğimde kederli gülümsemelerinden birini bahşetti bana.
“Umarım.” demek dışında bir şey söylemediğinde arkamı döndüm ve ilerlemeye başladım.
Bağımsızlar hakkında öncesinde çok bir bilgim olmasa da artık onlara karşı içimde bir sempati bulunuyordu. Söylediklerimde gerçekten de ciddiydim. Tekrar karşılaşmayı ve bu sefer benim de onlara yardımım dokunmasını diliyordum.
* * *
Yön buldurucu sayesinde kısa sürede yerleşkeden çıkıp yürümem gereken istikamete varabilmiştim. Yanımda o olmasaydı ne yapacağımı düşünmek bile istemiyordum. Yüksek ihtimal daha ilk dakikadan kaybolup farklı bir yere esir düşerdim.
Ayrıca askerin neden bana yardım ettiğini de hala çözememiştim. Ne kadar minnet duysam da bunu emredenin Lufiks olduğu konusunda şüpheliydim. Yine de artık bu hiçbir şeyi değiştirmezdi. Bir daha onlarla görüşebileceğimi sanmıyordum.
Şu anlık tek temennim bir an önce krallığıma ulaşıp ne halde olduğunu kendi gözlerimle görmekti.
Uzun yürümelerim ardından gün öğle saatlerini aşmaya başlamışken dinlenmem gerektiği bilinciyle kendime güneşten korunabileceğim bir karaltı bulup oturdum. Nefel’in verdiği yiyecekleri açarken aklıma Ares’in dedikleri geldi. Gerçekten de şu ana kadar karşıma kimse çıkmamıştı. Güneş krallığı sınırlarının çok daha dışını bile koruyabiliyordu demek ki. Bu da benim aklımda daha fazla soru işareti oluşturmaktan başka bir işe yaramıyordu.
Madem bu kadar uzak bir koruma sağlayabiliyorduk saldırı gecesi neden savunmasız kalıp bu kadar kayıp vermiştik.
Aklıma gelen bir diğer soru ise Ares’in bunu nereden bildiğiydi. Bana bunları söylediğine göre daha önceden buralarda bulunmuş demekti. Saygısızlık etmek istemediğim için hangi krallıktan olduklarını sormasam da belki de Güneş krallığındandı. Bu yolları bilmesini açıklayabilirdi. Ya da sadece uzun zamandır krallık dışında yaşadığı için her yere hakimdi. Bu da bir seçenekti.
Düşünceleri bir kenara atarak Nefel’in koyduğu ekmek ve meyvelerden biraz yedikten sonra su içtim ve daha fazla oyalanmak istemediğimden tekrar yürümeye başladım.
Günlerin yorgunluğu ayaklarımda birikirken hava çoktan kararmış ve ben artık insanların çoğaldığı krallığın yakınlarına ulaşmıştım. Kalbimde heyecan ve korkunun karmakarışık olduğu duygular sisilesi varken attığım her adım neyle karşılaşacağımın bilinmezliği beni geriyordu.
Krallığım burasıydı. Gelmiştim işte. Büyük surlar krallığımın çevresini sararken geniş kapısı yardımı ile içeriye insan giriş çıkışı sağlanıyordu. Nasıl bir ruh hali içinde hatta tüm bunlara nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyordum.
Daha da yaklaştığımda büyük giriş kapılarının önünde nöbet tutan askerleri görmemle beraber kalbime bir rahatlama geldi. Demek ki durumları düşündüğüm kadar kötü değildi. Hala giriş çıkışlar kontrol edildiğine göre bir şeyler atlatılmış ve önlem alınmış demekti öyle değil mi?
Görmeyi beklediğim manzara bu olmasa da kapının önünde öylece dikilirken krallığıma tekrar dönmenin anlamsız rahatlaması ve güzelliğini hissediyordum.
Evime tekrar dönmüştüm öyle değil mi? Her ne kadar artık eskisi gibi olmasa da... her ne kadar artık eksik olsa da evime dönmüştüm.
Ev nedir? Ait hissedilen mi yoksa ait olunan mı?
Ya Milena ikisi de değilse...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |