
Gözlerimle gördüğüm şeyi inkar etmek için çabalarken tek istediğim her şeyin yanlış anlamalardan oluşmuş olmasını diliyordum. O benim Ustamdı. Küçüklüğümden beri yanımda olup bana dövüşmeyi öğreten, yeri geldiğinde sert olsa da yaralandığım zaman nasıl saracağımı öğreten kişiydi. Şimdi ise karşımda durmuş ve beni gördüğündeki ilk şaşkınlığını atarak yerine benim hareketlerimi incelemeye başlamıştı.
“Milena?”
Gerçekten beni unutmuşlar mıydı? Öldüğümü mü düşünmüşlerdi? Bunu istemiyordum. Bir an önce düşüncelerimden kurtulmak ve burada neler döndüğünü öğrenmek istiyordum.
“Usta,” dedim usulca. İlk başta kısık çıkan sesim benim de ortama adapte olmamla beraber daha keskin bir ton almıştı. “Burada tam olarak ne oluyor?” dediğimde sesimde derin bir ima ve sorgulama vardı.
Usta bunu beklemiyormuş gibi duraksamıştı. Sonrasında toparlayarak bana doğru adımlamaya başladı. Üstündeki askeri üniforması ve sert adımlarıyla... içimdeki özlem duygusu onu bu şekilde burada görmemle beraber derinlere saklanırken onun büyük adımlarının aksine ben inkar etmek ister gibi bir adım geri attım.
“Milena,” konuşması benim bir adım geri atmamla duraksa da adımları son sürat yanıma gelmeye devam etti ve kocaman kolları ile bana sarıldı. “Yaşıyor musun gerçekten?”
Afalladım. Son zamanlarda tam olarak ihtiyacım olan şey de buydu. Tanıdık ve sıcak kollar... ama önceliğim buradaki görüntüyü gördükten sonra değişmişti. Kısa bir süreliğine bu sıcak ve kırmaktan korkarmış gibi sarılan kollara direnemesem de zorlukla kendimi geriye çektim ve gözlerine bakmak için hafifçe kafamı kaldırdım.
“Soruma cevap ver.” dediğimde sesimdeki soğukluğa ben bile anlam veremedim. Kafam çok karışıktı.
Sesimdeki soğukluğu ve emir tonunu fark ettiğinde daha fazla kaçamayacağını anlamış gibi toplantı masasından beni görünce ayaklanmış olan korumalara döndü. Askerlerin hepsi masanın önüne tek sıra halinde dizilmiş ve gözlerini üzerimden ayırmıyorlardı. Bakışlarımın onlara dönmesi üzerine hepsi saygıyla selam verdiğinde, selamlarını alsam da şüpheci gözlerim onlar üzerinde de geziyordu.
“Şimdilik çıkabilirsiniz. Daha sonrasında tekrar toplantıya devam edeceğiz.” dediğinde hepsi resmi bir şekilde onay verseler de ben kaşlarımı kaldırmış Usta’ya bakıyordum. Ben varken onlara odadan çıkmaları için emir mi veriyordu? Tabi ki de bunlar normal şartlarda takacağım kurallar değildi fakat biz de çok normal şartlarda sayılmazdık zaten. Bu yüzden askerlerde benim bakışlarımı fark ettiklerinde çıkmak yerine son emri benim vermemi beklediler.
Usta'nın gözlerini tekrar üzerime döndüğünü hissederken umursamadan çıkmaları için izin verdim. İznimle beraber beklemeden salonu boşalttıklarını artık sadece bana buraya gelirken eşlik eden korumalar kalmıştı. Onlara kısa bir bakış atsam da çıkmaları için herhangi bir istekte bulunmadım. Neler olacağını kestiremiyordum ve kendimi güvenceye almak istemiştim.
Bunu fark eden Usta’nın kaşları çatıldı. “Benimle yalnız kalmaktan mı korkuyorsun?”
İkimizin bakışları da birbirini süzerken, “Senden korkmam mı gerekiyor?” dedim. Kalbimde bir yerde sızlarken tüm yaşadıklarım kafamdan geçiyor ve ustamı ne kadar özlediğimi her geçen saniye daha da anlıyordum. Ama kendimi o kadar yıkılmış ve kimsesiz bir krallığa hazırlamıştım ki gördüklerimi zihnimde normal bir yere oturtamıyor ve karışık duygular içerisinde geziyordum.
Kafamın gerisindeki kral figürü, babam, böyle bir durumda ne yapar diye düşünmekten kendimi alamıyordum. Kesinlikle baskın tavrını herkesin gözüne sokup her şeyi öğrenirdi. Sanırım fark etmeden ona benzemeye çalışıyordum.
İrkildim. Ben ne zamandan beri babama benzemeye çalışıyordum. Bakışlarım donuklaştı. Kafama ani bir sızı geçmişi hatırlatırcasına girdiğinde kendime gelerek ifademi sabitledim ve düz bakışlarımı tekrar Usta’ya çevirdim.
“Seni eğiten ben olduğuma göre hayır.” dedi kendinden emin bir ifadeyle. “Sana tüm bildiklerini öğreten bendim ve eminim kendini bana karşı koruyabilirsin.” dediğinde duygularım farklı bir yöne kaydı, eğitimlerimize.
Her zaman beni daha fazla zorlar ve acımasızlığını gösterirdi. Arada isyan bayraklarını çeksem de en iyisi olmam için uğraştığını en başından beri biliyordum.
Sözleri üzerine kafamı arakaya çevirerek hazırda bekleyen iki askere de çıkmaları için işaret verdim.
Tekrar önüme döndüğümde, “Artık yalnız kaldığımıza göre bana her şeyi en başından anlatabilirsin diye umuyorum.”
Bu sefer karşı gelmeyerek kafasıyla beni onayladı ve az önce askerle beraber oturdukları masayı işaret etti. İtiraz etmeden geçerken etrafı süzmeyi de ihmal etmiyordum.
Her şey saldırı olmadan önce nasılsa yine aynıydı. Belki de değişen tek şey salonun başında duran tahtların artık boş olmasıydı.
Tablolar sanki o gece hiç parçalanmamış gibi aynı şekilde duvarlardaki yerini almış, Işıltılı ve göz kamaştıran melek taşları ile süslenmiş şamdanlar hiç kırılmamış gibi tekrar Köşelerde duran çıkıntıların üstüne konmuştu. Girişten itibaren tahtlara kadar olan halı üstünde tek bir toz tanesi olmadan her zamanki salonu tamamlıyordu. Aradığım hiçbir yaşanmışlık belirtisini gözlerimle ne kadar arasam da bulamıyordum.
Usulca baş köşenin yanında duran sandalyeye oturduğumda yaptığım şeyi sonradan fark etmiştim. Babamın yeri olduğu için oraya oturmak içimden gelememiş olmalıydı.
Usta bunu fark ettiğinden yanımdaki sandalyeyi alarak arkama doğru çekti ardından da benim sandalyemi hiç zorlanmadan ona bakacak şekilde döndürdü. Artık ikimizde karşılıklı şekilde oturmuş konuşmayı bekliyorduk.
Önce yavaşça boğazını temizledi, ardından konuşmaya başladı. “Her şey çok karışık. Nasıl anlatacağımı bilmiyorum.” dediğinde az önceki keskin bakışlarım gitmiş, omuzlarım çökmüştü. Omuzlarımı silktim. “En başından başla, saldırı gecesine ne dersin?” dediğimde onaylarcasına kafasını salladı.
“O gün ne olduğu hala açığa çıkmış değil. Bir saldırı beklediğimiz doğruydu ama yine de hazırlıksız yakalanmıştık. Saldırının kutsal orman tarafından olacağını ve direkt krallığı hedef almalarını beklemiyorduk.”
Sözünü keserek konuşmayı devraldım. “Yine de krallıktaki asker sayısını arttırmalı ve ona göre tedbir almalıydınız.” aslında konuyu getirmek istediğim farklıydı.
“Almıştık zaten.” dedi. Kaşları o günü tekrar yaşıyor gibi çatılmış ve yanımdaki boşluğa doğru kaymıştı. “Ben o gün halkı korumak için giden askerleri denetim için şehre inmiştim. Saldırı olduğunu duyduğumda hızla saraya geldim ama ben gelene kadar çoğu şey bitmişti. Tek yapabileceğimiz kalan saldırganları etkisiz hale getirmekti.” dediğinde istediğim konuya gelmenin verdiği durumla beraber kaşlarımı hafifçe kaldırdım. Bu daha çok sorgulama içeren bir bakıştı.
“Peki, o zaman söyler misin o gün neden neredeyse tüm askerler halkı korumak için görevlendirilmişti?”
“Bu kralın isteğiydi.” dediğinde kaşlarımı çattım. Demek istediğimi bu cümleyi kurarken bile anlamıştı.
“Kralın aklında bir plan olmalıydı ama bundan bana bahsetmemişti. O gün o ne dediyse onu yaptık. Bakışlarındaki sorgulama ve güvensizliği görebiliyorum Milena ve emin ol bu hoşuma gitmiyor.”
“Bunun seninle bir ilgisi yok. Sadece olanları anlamaya çalışıyorum ve senin yerine burada farklı bir kişiyi görseydim ilk işim konuşmak değil zindana attırmak olurdu.”
Durumun absürtlüğüne rağmen dudakları kıvrıldı. “Biliyorum ve tavrında haklısın. Şimdi beni sorgulaman bittiyse senin tarafında neler olduğunu öğrenmek istiyorum.” derken çoktan eski ciddiyetine bürünmüştü.
Soracak daha fazla sorum olsa da ona her şeye rağmen güvendiğimi biliyordum. Benimkisi sadece bir çabadan ilerisi değildi. O güne dair her şey beni oldukça geriyordu. Omuzlarım çökerken bende o günü kendi tarafımdan anlatmaya başladım.
“Kral beni saldırı olduğu sırada dışarı çıkmamam konusunda uyarmıştı. İlk başta dediğine uymayı düşünsem de daha sonra aşağı inerek askerlere yardım etmeye çalıştım ama ortalık benim yardımımım dokunamayacağı kadar dağılmıştı çoktan...” yaşananlar bir bir zihnime dolarken asıl olayı unutmak istediğimi fark ettim. “Sonrası oldukça hızlı gelişti zaten. Kraliçe ölmüştü, kral ise o sırada öldürüldü.” bu şekilde söyleyince kulağa oldukça basitmiş gibi gelmişti. Keşke yaşarken de öyle olsaydı...
“Yardım edemezdim... onlar zaten ölmüştü ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Halkın ne durumda olduğuna bakmak istiyordum fakat o sırada saldırganlardan biri beni yakaladı. Onu atlatmayı başarsam da arkamdan gelen daha fazlası vardı. Bu yüzden yapabileceğim tek şeyi yaptım ve kaçtım.” dediğimde her detayı anlatmaktan kaçınmıştım. O uçurumdan nasıl atladığımı ona açıklayamazdım. Bakışlarını ve düşüncelerini bilmek istemiyordum.
Gözlerimi tekrar onun gözleri ile buluşturduğumda beklediğimin aksine anlayışlı bir bakışla karşılaştım. Oysa ki kaçtığım için beni yadırgamasını bekliyordum. Beni anlamış gibi konuşmaya başladı.
“Sen ne yapman gerekiyorsa onu yaptın. Her şeye rağmen üstesinden gelmeyi başardın ve şu an tekrar buradasın. Şimdi çökmüş omuzlarını kaldır ve dinlenmeye çık. Sabah olduğunda ve sen biraz daha iyi olduğunda her şeyi tekrar konuşuruz. İkimizin de hala yanıtlanmamış soruları var.” dediğinde sözünü ikiletmedim. Oldukça yorgun ve bitkindim. Bir an önce temizlenerek kendime gelmek istiyordum.
Oturduğum yerden kalktıktan yavaşça kalktıktan sonra son bir kez yüzüne baktım ve iyi geceler diledikten sonra çıkışa doğru yöneldim. O ise oturduğu sandalyeyi yerine koymak üzere çoktan hareketlenmişti.
Kapıyı açtığımda nöbetçi askerlerin dışında gelirken bana eşlik eden iki askerin de hala beklediğini gördüm. Doğru ya onlara göreve geri dönmelerini söylememiştim.
Bakışlarım ikisinde de dolaştı. Rütbeli olan askere, “Görevine dönebilirsin.” derken çaylak olan hala yerinde dikilerek ona vereceğim emri bekliyordu.
Bir süre düşünsem de sonunda, “Sen bir süre bana eşlik et.” dediğimde beklemeden onay verdi.
Sözlerimin bittiğini anlayan diğer asker selam verdikten sonra çıkışa ilerlerken çaylak olansa benimle birlikte odama ilerlemeye başladı. Arkamı dönmesem de, “Adın ne?” diye sordum.
“Evan.” dediğinde cevap vermek yerine başımı hafifçe kıpırdatarak anladığımı belirttim.
Odaya ulaştığımda beklemeden kapıyı açıp girerek ardımdan kapattım. Gördüğüm tanıdık manzara beni karşılarken derin bir nefes aldım. Burayı özlemiştim.
Şimdi burada öylece dururken tüm buradan uzak olduğum zamanlar birer hayal gibi geliyordu. Ardından sarayın neredeyse bomboş olduğu aklıma geliyor ve içimi anlamlandıramadığım bir boşluk kaplıyordu.
Bu duygularla daha fazla yalnız kalmak istemediğim için ilk işim duşa girmek oldu. Kıyafetlerimden kurtulup soğuk su akıttığım küvete girerken içimi amansız bir titreme kapladı.
Kısa sürede tenime alışan su, ılık bir hal alırken güçlerimin artık güvenebileceğim tek dal olduğunu düşünüyordum. Elimi yavaşça kaldırdığımda akan suya baktım. Bir kısmı elimle yarattığım sıcaklıkla birlikte buharlaşıp ortama karışırken krallığıma tekrar dönmenin tarif edilemez duygusu içimden taşıyordu. Ne olursa olsun özüm buraya bağlı olduğunda geldiğimde yenilendiğimi hissetmiştim.
Tüm bedenimi en ince ayrıntısına kadar arındırdığımı hissettiğimde tenime ince, ipekten yapılmış geceliğimi geçirdim ve günler sonra ilk defa dinlenebileceğimi düşünerek yatağıma doğru adımladım.
Gözlerim odamın kenarında olan pencereye kaysa da en azından bir gece dinlenmek istediğimden zorlukla da olsa kendime engel olarak sonunda yatağıma uzandım ve düşündüğümün aksine rahat bir uykuya daldım.
************************************************************************
Uyandığımda aklıma gelen tek bir şey vardı. Lahitler... bir şeyler hatırlıyordum. O gece bağımsızların yanındayken gördüğüm rüyayı...
Hızla yataktan doğruldum ve çıplak ayaklarımı aşağı doğru sarkıttım. Ne yapmam gerektiğini düşündüm. Onlara yardım etmemi istemişlerdi ama onlar kimdi onu bile bilmiyordum. Tek hatırladığım şey lahitlerle çevrili bir alanda olduğum ve seslerini duyduğumdu. Böyle bir durumda onlara nasıl yardım edebilirdim ki?
Aklıma gelen şeyle beraber duraksadım. Aklım saldırı öncesi gördüğüm rüyaya gitmişti. Rüyamda suda boğulduğumu görmüştüm ve bu gerçekten de gerçekleşmişti. O zaman bu demek oluyordu ki bu rüya da bana gönderilmiş bir mesaj olabilirdi. Kafam karıştı, ya her şey benim uydurmamdan ibaretse.
Yine de bunu riske atamazdım. En azından lahitler hakkında bir şeyler öğrensem belki işime yarayabilirdi. Böylece her ihtimale karşı bilgi sahibi olurdum. Kendi düşüncemi desteklercesine kafamı salladıktan sonra yataktan kalkarak üstümü giyinmeye başlamıştım.
Önceden hazırlanmış elbiselerimi yine aynı yerinde görünce duraksasam da artık herhangi bir şeyle oyalanacak kadar vaktim yok gibi hissediyordum. Bu yüzden elbiselerimden açık turuncu renkte olanı askısından çıkardıktan sonra hazırlanmaya başladım.
Uzun süredir burada olmadığımdan ve dün halka iyi bir karşılama yapamadığımdan özenli olmak istemiştim. Gerçi onlar benim uzun süredir burada olmadığımdan haberdar mıydı ondan bile emin değildim ya...
Yine de her zamanki hazırlandıktan sonra adımlarımı kütüphane ve Usta’nın yanına yönlendirmek arasında kararsız kalsam da dün yarım kalan konuşmamızı hatırladığımdan onun yanına gitmeye karar verdim. Lahitlerle ilgili araştırmamı sonrasında yapabilirdim. Hem belki de onun lahitler hakkında bir bilgisi olup olmadığını sorabilirdim.
Adımlarım düşüncelerimi desteklercesine odadan çıktığımda kapımın yanında dikilen Evan ile karşılaştım. Doğru ya artık benimle birlikte olacaktı.
Beni görür görmez selam vererek tekrar hazır ola geçti. Genç olduğu her halinden belliydi. Yüzü üzerindeki askeri üniforma için fazla sevimli kalsa da tüm ciddiyeti ile içinde dikiliyordu. Hafif dalgalı saçları onun bu sevimli yanını desteklese de bakışları kesinlikle tersini haykırıyordu.
Selamını alıp ilerlemeye devam ederken peşimden gelen adım seslerini duyabiliyordum. Bu his bana bir yerlerden tanıdık gelirken aklıma kahya geldi. Tabi ya her zaman yanımda olan oydu. Onu en son gitmem gerektiğini söylediği o gece görmüştüm. Başına bir şey gelmiş olması ihtimali beni sarsarken adımlarımı daha da hızlandırdım.
Tekrar ana salona girdiğimde boş olmasını ummadığım için arkamı dönerek girişteki askerlere seslendim. “Usta nerede?” dediğimde içlerinden biri cevap vermek için ağzını açmıştı ki içeriye gelen Usta ile susmak zorunda kalmıştı.
Askere geri çekilebileceğini söylerken aynı şekilde Evan’ı da peşinden göndermiştim. Usta da içeri gelmiş ve beni süzmüştü. “Sonunda kendine gelebilmişsin.” dediğinde dünkü üst başımdan bahsettiğini biliyordum.
Ben de tam nerede Usta’nın eski hali diye düşünmeye başlamıştım. Dün gece beklediğimden daha yumuşak bir tarafını göstermişti bana.
“Ne yapıyoruz?” dedim usulca. “Yani bundan sonra nasıl ilerleyeceğiz?” her şey karışıktı. Krallığın altından kendi başıma kalkamazdım ve oyalanmak yerine sorunlarımı birer birer azaltmak için yanıp tutuşuyordum. Bu yüzden beklemeden konuya girmiş ve söylediklerini görmezden gelmiştim.
Arkamı işaret etti, “Artık oraya sahip olduğunu biliyorsun. Kararları sen vermelisin.” dediğinde işaret ettiği yerin taht olduğunu biliyordum. “Kral tüm bunlardan önce sürekli toplantılar düzenleyerek nasıl en az hasarla bu saldırıyı atlatabileceğimizi düşünüyordu. O zamanlar her ihtimale karşı ortalıkta krallığı yönetecek kimse kalmazsa onun yerine bir süre idare etmemi istemişti. En azından ortalık biraz daha toparlana denk. Ama artık sen geri döndüğüne göre bu iş sana kalıyor.” dediğinde mimiklerinden ne çıkarmam gerektiğini bilemiyordum.
Ayrıca bu çok büyük bir sorumluluktu. Nasıl öylece üstlenebilirdim ki? Ve ne demişti? Kral, onun yerine Usta’nın geçmesini mi istemişti? Ben olayları çözmeye çalışırken her defasında daha da karışmasını çığlık atma isteğimi ortaya çıkarıyordu.
“Yani demek istediğin oraya öylece oturup kraliçe gibi davranmam gerektiği mi? Belki de önüme gelene emirler yağdırmalıyım.” dediğimde sesim alaycıydı. Sinirlerime hakim olmakta zorlanıyordum.
“Demek istediğimin bu olmadığını sende biliyorsun.” dedi benim aksime sakince. “Yıllardır bunun için eğitim alıyorsun, hazır olmadığını ve böyle bir şeyin olma ihtimalini düşünmediğini anlayabiliyorum ama yapman gerekenler var. Hiçbirimiz buna hazırlıklı değildik.”
“Kimi kandırıyorsun? Ben başından beri abimi korumak için görevlendirilen bir askerden fazlası değildim. Şimdi gelmiş tüm her şeyin bir gün burayı yönetmem için olduğunu söylemen oldukça ironik.” dediğimde ağzımdan bir hah sesi çıkmıştı. Tüm bu olanlara inanmak istemiyordum.
“Sakinleş.” dedi. Bunu söylerken onun da gergin olduğunu yüzünü sıvazlayan elinden anlayabilmiştim.
Bir süre ikimiz de sessizlik içinde kendi kafalarımıza gömülerek salonun içinde turlamaya başladık.
Ne kadar zaman geçtiğini anlamasam da Usta masaya oturmuş ben de salondaki büyük şaşalı camlardan dışarıyı izliyordum. Güneş tam olarak bu taraftan doğduğu için salonun bu cephesi ışıkları kaçırmamak üzere büyük camlarla kaplanmıştı.
Yeşillikle dolu manzarayı izlerken gözlerim arada karşıdaki dağlara takılıyordu. Derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapattım. Güneşin sıcaklığını tenimde hissederken kısa anlığına bunun tadını çıkarmaya çalıştım.
“Senden bir şey istiyorum, bunu benim için yapabilir misin?” dediğimde sırtımdaki bakışlarının varlığını öngörebiliyordum.
Gözlerimi camın yansımasından onunla buluşturdum. “Bir toplantı düzenlemeni istiyorum. Tüm krallıkları içeren...”
Dediğim şeyi anlamamış gibi kaşlarını çattı. Ya da anlamak istememişti. “Sen ne dediğinin farkında mısın?”
Gözlerimi yansımasından ayırıp ona doğru döndüm. “Eninde sonunda artık kralın olmadığı ortaya çıkacak. Ne kadar beklersek işler o kadar kontrolümüzden çıkar. Bunu lehimize kullanmak için onları beklemeden atağı bizim yapmamız gerekir diye düşündüm.” bir süre tepkisini incelemek üzere bekledim. “Kısacası büyük bir organizasyon düzenliyoruz. Hazırlıklara başlasak iyi olur. Ayrıca o gece kimlerin öldüğünü bilmek istiyorum. Bana bir liste çıkarılsın.” dediğimde bakışları sanki içimi görmek istiyormuş gibi derinlere dalmıştı.
“Beni kişisel hizmetlin mi yaptın?” dedi söylediklerime yorum yapmak yerine.
Omuz silktim, “Kendini nasıl görüyorsan... madem babam sana krallığı idame ettirecek kadar güvenmiş bunları benim için yapabilirsin diye düşünüyorum. Askerlerle ilgilenmeye devam edebilirsin ama bu senin kararın.” dediğimde sözlerime karşı çıkmadı. Usta benim buradaki en büyük dayanaklarımdan biriydi. Tabi ki ona güveniyordum ve bunları yapabileceğini biliyordum. Yine de onun yanımda olduğunu söylemesine ihtiyacım vardı.
“O zaman hazırlıklara başlasak iyi olur.” dediğinde dudaklarım iki yana kıvrıldı. “Malum emir büyük yerden.”
Sözleri üzerine iznimi alıp odadan çıktı. Beni ise şu an bakıştığım boş tahtla baş başa bırakmıştı...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |