
Ben Amaris in yüzüne şaşkınca bakarken o ise cevap beklercesine bakıyordu. Prenses olduğunu nasıl bu kadar rahat bir şekilde söyleyebilirdi* özellikle de benim durumumdaki birine... saraylarına kötü bir amaçla gelmemiş olsam dahi bu ihtimali göz önünde bulundurmalıydı. Amaris beklentiyle yüzüme baktığında kendimi konuşmak zorunda hissettim.
“Bunu bana neden söyledin* böyle bir şeyi bu kadar rahat şekilde söylemen oldukça tuhaf. Belki de sarayınıza ajan olarak geldim.” sesimde bariz bir şaşkınlık vardı.
Söylediğim sözler üzerine gülümsedi, sanırım gülümsemek onun yüzüyle bütünleşmiş bir durumdu. “Sana prenses olduğumu söylediğimde yüzündeki ifadeden bile kolayca ajan olmadığın anlaşılıyor merak etme ayrıca sana açıklama yapmamı istiyorsan öncelikle sen de bana kim olduğunu söylemelisin.”
Duygularımın bu kadar yüzümden okunmaması gerekiyordu. Ve gerçekten surat ifademden mi masum olduğuma inanmıştı. Şaka gibi bir şeydi bu. O zaman beni zindana atanlar yüzümde daha farklı bir şey görmüş olmalılardı.
Bir diğer sorun da... Ona kim olduğumu söylemek mi* kötü birine benzediğini söyleyemeyecektim fakat bu onun bana yüz ifademden güvenmesi gibi bir şeydi. Kafam allak bullak olmuştu ve ben kendimi oldukça bitkin hissediyordum.
Gerçek kimliğimi söyleyip her şeyi tehlikeye atamazdım. Bunun sadece küçük bir oyun olduğunu ve bana tuzak kurma ihtimallerini öylece kenara bırakamazdım.
Yüzümdeki tereddüdü görüp konuşmayacağımı anlamış olmalı ki tekrar araya girdi. “Bana güvenmiyorsun değil mi*” dediğinde, düşünmeden kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. Yalan söylemeye gerek duymamıştım. Asıl ona güvenmem bulunduğumuz durumu daha da absürt kılardı.
Anlayışla kafasını salladı. “Tamam, bana biraz da olsa güvenmen için seninle kendim hakkında birkaç bilgi paylaşacağım. Ve sonrasında sen de bana kim olduğunu söyleyeceksin. Bence gayet adil bir anlaşma ne dersin*”
Neyi kaçırdığımı merak ediyordum. Benim yerimde başka biri olsa da bu şekilde mi davranacaktı* Samimi gözükse de tanımadığım birine güvenmek benim için zordu. Yine de anlaşmayı kabul etmeye karar verdim. Ne olursa olsun bilgi bilgidir diyerek konuşmaya başladım.
“Tamam, kabul ediyorum. Yine de bana böyle bir anlaşma teklif etmenin bile tuhaf olduğu gerçeğini değiştirmiyor.”
Omuz silkti ve konuşmaya başladı. “Ben Ay Krallığı prensesi Amaris. Bunu zaten söylemiştim. Daha önce Ay krallığının soyundan gelen kişilerin güçleri hakkında hiç fikrin var mıydı*”
“Hakkında bir iki kitap okumuştum ama bildiğin gibi kitaplarda çok fazla detay yazmıyor. Krallıkları ifşalamak, onların güçleri hakkında bilgileri ortaya atmak pek hoş karşılanmıyor. Bu yüzden kaynaklardaki bilgiler de sınırlı.”
Söylediklerimi onaylarcasına gözlerini kırptı. “O zaman bu bilmediğin bilgiler için kulaklarını dört açmalısın. Öncelikle konumuzla ilgili olandan bahsedeyim istersen. Sana nasıl güvenip kimliğimi söyledim öyle değil mi*” bu soru cümlesi olsa da cevaplamama fırsat vermeden konuşmaya devam etti. “Biz Ay krallığı soyundan gelen kişilerin güçlerinden biri enerji yayılımı. Yani biz insanların, tamamen olmasa bile etrafına yaydığı ışıkları görebiliyoruz. Bu enerji ışıkları ikiye ayrılıyor. Siyah ve beyaz olarak... renkler saflığı ve kötülüğü temsil ediyor gibi düşünebilirsin. Ben senden yayılan enerjiye bakarak senin iyi biri veya kötü biri olduğunu algılayabilirim. Senden zarar gelmeyeceğini bildiğim içinde kimliğimi saklama gereği duymadım diyebiliriz.”
Kaşlarımı çattım. Hala bunları bana anlatması için yeterli bir sebep gibi gelmiyordu. “O zaman kralın ya da korumaların da benim iyi biri olduğumu anlamaları gerekmez miydi* fakat çok da iyi biri olduğumu düşünür gibi bir halleri yoktu.” sesimdeki kinayeyi fark ettiğimde gerildim. Ne olursa olsun buranın prensesiyle konuşuyordum. Daha dikkatli olmam gerekiyordu.
“Öncelikle halkın büyüsü ve soylu kişilerin büyü kabiliyetleri arasında fark var bunu biliyorsun. Askerler genellikle halktan seçilir ve onlar bu enerji yayılımını anlamada bizim kadar keskin sonuçlara varamazlar. Onların renkleri bizden daha soluktur. Kralın yanına gittiğinde onun neden bir şey yapmadığını soruyorsan, o bir kral ve ne olursa olsun halkını riske atamaz. İyi niyetle bile gelmiş olsan bunu kanıtlaman gerekir. Ayrıca bu yönümüzü keşfeden bazı kişiler yararlanmaya çalışabiliyor. Enerji yayılımını saklayabiliyor ya da üzerinde çok çalışıp rengini değiştirebiliyor. Aslında bu yüzden de krallıklar hakkında yazılan kitaplarda bu bilgilere rastlanmaz. Yani kral senin enerjini görse bile inanamamış olabilir.”
Bu birçok şeyi açıklardı. “O zaman sen neden bana güvenmeyi seçtin*” belki de tüm bunlar büyük bir rolden ibaret.” sonuçta olabilirdi. Dediğine göre bunu deneyenler ya da yapanlar varsa ben neden onlardan biri olmayaydım ki*
“Benimki de bir çeşit iç güdü diyelim. Rol yapıyorsan bile başarılı olduğunu söylemeliyim.” yine bir gülümseme. “Artık sende bana kim olduğunu söyleyecek misin*”
Aslında söylemek istemiyordum fakat bana bu kadar çok bilgi vermişken biraz mahcup hissettiriyordu. Yine de bu kararsız olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Bir süre sessizce bekledim. O da düşünmeme izin verir gibi sesini çıkarmıyordu.
“Senden kimliğimi bir sır olarak saklamanı istiyorum.” derin bir nefes aldım. Umarım kararımdan pişman olmazdım. “Ben...” kimliğimin açığa çıkmasını gerçekten de göze alabilir miydim* “Ben Güneş krallığı prensesi Milena.”
Söylemiştim işte, bu kadardı. Nedenini bilmediğim bir güç ona güvenmemi söylemişti. Mantıklı olan ona asla kimliğimi söylememekti fakat içimdeki sesi dinlemek istemiştim. Pişman olmamayı dilemekten başka şansım yoktu artık.
Ağzımdan çıkan kelimeler ile birlikte önce yüzünde ufak çaplı bir şaşkınlık oluştu. Bu sefer de o söylediklerimi anlamak için duraksamıştı. Sonrasında ise yüzünde beliren memnuniyet ve mutlulukla konuşmaya başladı. “Bir prensesle tanışmak onurdur. Hayatımda ilk defa farklı bir krallığın prensesini görüyorum.”
“Eh, normal şartlarda görmemen gerekiyor zaten. Daha doğrusu görmememiz. Yine de tanıştığımıza memnun oldum. Seninle tanışmak onurdur.”
Ne yapacağımızı bilemez şekilde birbirimize bakarken ilk tepki ondan gelmişti. Yavaşça ayağa kalktı ve karşıma geçti. Tüm zarafeti ile karşımda dikilirken önümde eğilerek selam verdi. Bu beni mutlu ederken beklemeden karşısına geçerek bende selamını karşıladım.
Aklımızdan aynı şeyler geçiyor olmalıydı. Bahsettiğimiz şey ilk defa bir prenses görmekten çok, ilk defa birinin bizi anlayabileceği duygusuna kapılmaktı sanırım. Ne yaşadığını bilmiyordum. Babası benim babam kadar sert miydi* gördüğü eğitimler zor muydu* ya da kardeşi ile ilişkisi nasıldı* kralın odasında gördüğüm kişi kardeşi olmalıydı. Ya da en önemlisi yalnız mıydı* benim gibi... kendimi kötü hissettim. Ailem hakkında daha iyi düşüncelere sahip olmalıymışım gibi. Artık onlar yoktu, sanırım bu saatten sonra gerçek anlamda yalnızdım.
Ne kadar Amaris e karşı böyle duygular hissetsem de aklımla kalbim arasında ikilimde kalıyordum. “Belki bencilceydi ama ne olursa olsun buradan bir şekilde bilgi almalıydım. Kendi krallığım, kendi halkım için... bundan sonra hayatımda duygusallığa yer olmaması gerekiyordu.” aklımda bunlar dönerken kalbim için aynı şeyleri söyleyememiştim.
Fakat söz konusu halkım ve krallığım olduğunda mantığımı seçmek benim hep önceliğim olacaktı. Öyle olmalıydı...
Ortamdan gereksiz ve garip bir sessizlik oluştuğunda Amaris in de en az benim kadar gergin ve ne yapması gerektiğini bilemez ifadesi ile karşılaştım. Açıkçası onunla konuşmak istediğim çok fazla şey vardı. Onun da benimle konuşmak istedikleri olmalıydı ama şartlar ikimiz için de pek uygun değildi. Yıllar sonra ilk defa arkadaş bulmuş gibi hissediyordum. Doğduğumdan beri sarayda küçük çaplı tutsak hayatı yaşadığım için de olabilirdi bu tabi. Yine de yanlıştı. Birbirimizle konuşup, arkadaşlık kurmamız... o da benimle aynı endişeleri paylaşıyor olmalıydı. En sonunda hızlı karar veren o oldu ve konuşmaya başladı.
“Şimdi gitmem gerekiyor. Seni kontrol etmek için tekrar geleceğim. Bünyeni zorlamaman için öğünlerine yavaş yavaş dönsen daha iyi olur. Onun dışında vücudunda ufak tefek yaralar dışında sıkıntın yok zaten.” arkasına dönüp bir iki adım atmıştı ki tekrar dönüp konuştu. “Bu arada sırrın bende güvende.” ufak bir gülümsemenin ardından tekrar ardına bakmadan odadan çıktı.
Benim prenses olduğumu başkalarına söyleyeceği konusunda çok fazla korkmuyordum açıkçası. En azından şu an için söylemeyeceğine neredeyse emindim. Sırra karşılık başka bir sır... o yüzden bunun üzerinde çok durmayacaktım.
Diğer konular hakkında ne yapabileceğimi düşünmeye başladım. Kendimi daha iyi hissediyordum. Bu odaya alınmam çok daha iyiydi ama beni burada ne kadar tutarlardı ya da sonrasında ne yaparlardı işte bunun hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Kendime belirli bir süre vermeliydim. Sonrasında buradan her ne pahasına olursa olsun çıkmam gerekiyordu. En fazla bir hafta dedim kendime, bir hafta sonra burada olmayacaktım. Bu zaman dilimi yeterince uzamıştı, daha fazla uzamasına izin vermeyecektim.
Camdan gökyüzüne baktım, değişik bir huzur timsali sergiliyordu. Ay bu krallıkta daha farklı ve ihtişamlı gösteriyordu kendini. Karanlığın içindeki aydınlık gibi... tıpkı krallığın girişinde yazan yazı gibi. O yazının kime ait olduğunu merak ettim. Acaba bu krallık karanlık mı yoksa aydınlık tarafta mıydı* gerçi herkes içinde az da olsa barındırmaz mıydı iki tarafı da* bence sadece seçimler vardı. İyiliği ve kötülüğü seçmek. Aydınlık ve karanlık... acaba ben bu yolculukta hangi tarafı seçecektim.
Başım ağrıyordu. Şu an için tek yapmam gereken biraz uyuyup güç toplamaktı. Zorlu günler beni bekliyor olmalıydı. Yardım için kimse yanımda olmayacaktı ve benim olabildiğim kadar güçlü olmam gerekiyordu.
Gökyüzünü izleyecek şekilde yatağa iyice yerleştim. Her ne olursa olsun karanlıktan aydınlığa çıkabilmek dileğiyle kendimi uykunun kollarına uğurladım.
* * *
Uyandığımda kendimi çok daha iyi hissediyordum. Amaris”in içirdiği içecek ve bu yatak bana iyi gelmiş olmalıydı. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Küçüklüğümden beri kısa süreli uykulara alışmış olmamadan kaynaklıydı sanırım. Yataktan yavaş hareketlerle kalkıp vücudumu süzdüm. Yeterince sağlam gözüküyordu. Bunu bir de test etmek için esneme hareketleri yapmaya başladım.
Üzerimde hala dün Amaris”in giydirdiği elbise vardı ve esneme hareketleri için çok da uygun olduğu söylenemezdi açıkçası. Yine de vücudumun iyice esnediğinden emin olduktan sonra camlardan birinin yanına doğru gittim. Acaba Amaris ne zaman gelecekti*İyileştiğimi fark ederlerse beni tekrar zindana koyarlar mı diye düşündüm ama Amaris böyle bir şey yapmazdı sanırım.
Sonra kendi düşüncelerime kızarak kafamı iki yana salladım. Amaris”i ne kadar süredir tanıyordum ki böyle bir düşünceye varabiliyordum.
Camdan dışarıya baktığımda güzel bir manzara ile karşılaştım. Uzakta da olsa gördüğüm deniz manzarası ile sarayın bu bölümünün arka tarafa baktığını düşündüm. Bu denizde benim geldiğim yer olmalıydı. Buradan çıkmam lazımdı ama nasıl* plan yapmam gerekiyordu.
Aklıma gelen fikir beni hayal kırıklığına uğrattı. Amaris şu an benim tek çıkış kapım gibi gözüküyordu. Onu kandırabilirsem saray hakkında bilgi alabilirdim ya da nasıl kaçabileceğim konusunda...ilk işim buradan nasıl çıkacağım olmalıydı. Bu odadan çıkamadığım sürece saraydan kaçma hayallerim daha başlamadan biterdi. Büyük ihtimalle odanın dışı korumalarla doluydu. Bu da demek oluyordu ki içeri gelen kişi benim tekrar dışarı çıkışım için yardımcı olacaktı.
Beni kontrol etmek için illa ki birilerinin geleceğini düşünüyordum. Daha fazla dikilmeden yatağa oturup beklemeye başladım. Çok da uzun sürmeyen bir bekleyişin ardından tahmin ettiğim gibi içeri Amaris girdi. Onu görünce elbiseme çeki düzen verip toparlandım.
“Günaydın, erken uyanmışsın. Yorgunluğunu atmak için daha çok uyursun sanmıştım. Rahatsız etmemek için gelmemiştim o yüzden.”
“Açıkçası çok yatmak bana göre değil. Biraz sıkılmaya başlamıştım. Gelmen iyi oldu.” bir bahane bulup beni buradan çıkarmasını sağlamalıydım.
“Sıkıldın mı* Gerçi doğru, kim olsa sıkılır. Kendini nasıl hissediyorsun peki*”
Nasıl cevap vermem gerektiği konusunda tereddüt ettim. Kendimi iyi hissetmediğimi söylersem beni burada tutmaya devam mı edecekti* ama kendimi iyi hissettiğimi söylersem de beni tekrar zindana atmalarından şüpheleniyordum. Bu yüzden kaçamak cevap vermeyi tercih ettim. “Düne göre daha iyiyim.”
Anlıyorum dercesine kafasını salladı. Ardından ne yapacağını bilmiyor gibi etrafına bakındı ve arkasını dönüp kapıya doğru yürümeye başladı. Hareketi karşısında şaşkınlıkla onu izliyordum. Sadece nasıl olduğumu sormak için mi gelmişti* hayal kırıklığına uğradım.
Tam ağzımı açıp bir şeyler söyleyecekken kapıyı açıp kafasını dışarıya uzattı. Kısa bir bekleyişin ardından tekrar bana doğru yürümeye başladı. Hareketlerini anlamlandıramamıştım. Yanıma gelip yavaşça oturdu. “Uyanık olup olmadığını bilmediğim için gelirken yiyecek bir şeyler getirmemiştim. Şimdi korumalara söyledim. Senin için yemek getirecekler. Acıkmış olmalısın.”
Bir anda aydınlanma yaşar gibi kafamı salladım. Aslında yemek düşüncelerim arasında son sıralarda yer alıyordu. Bu yüzden aklıma dahi gelmemişti. Yine de bir şey söylemedim. Biraz yemek yemek vücuduma iyi gelebilirdi.
Hem konuşabileceğimiz çok şey vardı hem de yoktu. Benim hakkımda ya da krallığım hakkında öğrenmek istedikleri olmalıydı. Tıpkı benim de bu krallığı ve Amaris in yaşadıklarını merak etmem gibi. Ama bu ikimiz için de kolay değildi. Öncelikle birbirimize güvenmemiz gerekiyordu. Ancak benim böyle bir durumdayken kimseye kolay kolay güvenmek gibi bir seçeneğim yoktu.
“Canının sıkıntısı için ne yapabilirim bilmiyorum. Sanırım senin hakkında henüz ne yapacaklarına karar vermediler. Bu yüzden ne kadar istesem de seni dışarı çıkarmak gibi bir sorumluluk alma hakkım yok.”
Üzgün gözüküyordu. “Önemli değil.” dedim. Aslında önemliydi ama benim yüzümden Amaris in başının belaya girmesini de istemiyordum. Yine de zor durumda kalırsam elimde yapacak başka bir seçeneğim kalmamış demekti. Böyle bir durumda kimseyi düşünemezdim. Kendime verdiğim süreyi bir gün bile aşmama neden olacak hiçbir şeyi kabul edemezdim. Herkesi düşünmek zorundaydım. Özellikle krallığı ve ailemin bana bıraktıklarını.
Amaris e karşı biraz olsun samimiyet hissetmemedeki sebeplerden biri prenses olmasıydı, bu da empati beslememe neden oluyordu, ikincisi ise bana yardım etmiş olmasıydı. Yaptığı yardımı karşılıksız bırakmak istemiyordum.
“Açıkçası biraz başım ağrıyor. Ve kapalı alanlarda kalmayı sevdiğim de söylenemez. Küçük bir açıklık alana çıksam bile temiz hava almak bakımından benim için iyi olabilirdi. Ya da herhangi bir yer de olabilir... seni zor durumda bırakmak istemiyorum fakat...”
Elini yavaşça havaya kaldırdı. “Ah, anladım. Bunu biraz düşüneceğim. Belki kimse için sorun teşkil etmeyecek bir yöntem bulabilirim.”
Teşekkür edercesine gülümsedim. Yine yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Kontrolün bende olmadığı zamanları sevmiyordum. Gerçi hayatımın bu şekilde geçtiği düşünülürse gülünç bir durumdu.
Amaris yanımda çok da durmadan gitmişti. Oysa ki en azından yemek gelinceye kadar yanımda durur ve sohbet ederiz diye düşünmüştüm.
Giderken kapı çaldığında yemeğimin gelmiş olacağını ve gidip alabileceğimi söylemişti. O gittikten kısa süre sonra kapı iki kez tıklamış ve bende yemeğin geldiğini tahmin ederek kapıyı açmıştım.
Korumlar oldukça ifadesizdi. Yüzüme bakmadılar, gerçi benim canıma minnetti. Bazen görevlerinin getirdiği sorumluluktan olsa sanırım yüzlerinde korkunç ifadeler olabiliyordu. Bu yüzden oyalanmadan korumanın elindeki tepsiyi alıp kapıyı tekrar kapattım. Tepsinin içinde biraz su, küçük bir tasın içinde tanecikleri olan çorba ve kuru ekmek bulunuyordu.
Ne güzel gözüküyorlardı ne de kötü. Canım çok istemese de çorbayı yavaşça içtim ve zaman geçirmek için ne yapsam diye düşünürken kendimi çoktan duvara karşı düşüncelere dalmış halde buldum.
Normalde günlerimi bu kadar hareketsiz geçirmediğim için tekrar sıkılmaya başlamam uzun sürmemişti. Açıkçası formumu kaybetmek de istemiyordum. Bu yüzden günün geri kalanını kendi çapımda ufak tefek egzersizler yaparak geçirdim. İyi gelmiş olmalıydı ki hem günün nasıl geçtiğini anlamamış hem de tamamen verimsiz geçen bir gün olmamıştı. Yine de içimdeki huzursuzluk her an daha da çok büyüyordu. Kafamda hep aynı şeyler dönüp duruyor ve canımı sıkmaya devam ediyordu.
Bir günü daha böyle geçirmek istemiyordum. O yüzden ne olacaksa olsun bu akşam bir şeyler yapacaktım.
Zaten hava yavaştan kararmıştı. İlk başta dışarıdaki korumaları etkisiz hale getirmek aklımdan geçse de bunun her türlü bana zararı olduğunu fark edince vazgeçtim. Onları etkisiz hale getirmem zordu. Hepsi her ne kadar inkar etmek istesem de benden daha eğitimli ve kuvvetliydiler. Büyü gücümle onlarla ne kadar baş edebilirdim bilmiyordum. Bu konuda hala çok yetenekli sayılmazdım. Ayrıca bu gece sadece etraf kontrolü yapmak veya bilgi almak istiyordum.
Eğer yaptığım planda başarılı olamazsam zindanı tekrardan boylamam çok da uzun sürmez diye düşünüyordum. Ayrıca bu sefer oradan çıkmam da şimdiki kadar kolay olur muydu emin değilim.
Beklemeye başladım. Amaris birazdan gelir diye umuyordum. Beklediğim gibi de oldu. Hava tamamen karardığında Amaris tekrar gelmişti. Günlerdir tek konuştuğum kişi oydu. Normalde de çok iletişim kurabildiğim kişiler olmazdı fakat farklı insanlar görmek iyi geliyordu. Şu an git gide yalnızlaştığımın daha çok farkına varıyordum.
“Hoş geldin.” dedim. Yavaşça içeriye giren Amaris, elinde yemek tepsisi tutuyordu ama benim dikkatim yemekten çok onun üzerindeydi.
Amaris tepsiyi kenara bırakırken bir yandan da konuyordu. “Hoş buldum. Nasılsın*”
Yerimde hafiften kıpırdanır gibi oldum. “E, aslında son görüştüğümüzden bu yana çok da farklı değil. Hala sıkılıyorum. Ama sana sormak istediğim bir şey var.” dedim.
Nasıl tepki vereceğini bilmiyordum. Bu yüzden hafiften gerilsem bile çaktırmamaya çalıştım. Ve direkt söze girdim. “Acaba beni bu odadan biraz uzaklaştırma şansın var mı* biliyorum sabah konuşmuştuk ve her ne kadar seni zor durumda bırakmak istemesem de uzun süredir buradayım ve biraz da olsa ortam değişikliğine ihtiyacım var.” belki de araya ufak bir yalan sıkıştırabilirim diye düşünerek sözlerime devam ettim. “Aslında küçükken uzun süre kapalı alanlarda kalmak ile ilgili hoş olmayan anılarım olmuştu...” ağzımdan çıkan sözler Amaris den çok beni şaşkına çevirirken bir süre durakladım. Yalan söylemem gerekiyordu. Aklımdan eski anılarımı çıkarmam gerekiyordu. Hafiften kafamı iki yana salladım. Bir yandan da “Kendine gel.” diyerek kendime kızıyordum. Artık yapabileceğim bir şey yoktu. Devam etmeliydim. “Ah, yani boş ver... sadece beni dışarı çıkarma konusunda aklına bir fikir gelip gelmeyeceğini soracaktım.”
Sözlerim üzerine Amaris durgunlaşmıştı. Gözlerinde az da olsa anlayış pırıltıları dolaştığına yemin edebilirdim. Bir şeyler düşünüyor gibiydi. Uzun süre cevap vermeden bekleyince hayal kırıklığına uğrayarak konuşmaya başladım. “Neyse, o kadar da önem-”
Konuşmam bitmeden Amaris tarafından kesildi. “Tamam. Biraz düşündüm ve seni dışarı şu an için pek mümkün gözükmüyor. Ayrıca korumalar her yerde. Çıksak bile ikimizin de başının belaya girmesi çok uzun sürmez. O yüzden korumaların olmadığı girmesinin yasak olduğu bir yerler düşünelim.”
Korumaların girmesinin yasak olduğu yerler sadece özel odalar olurdu. Ve onda da odaların dışı mutlaka korumalarla korunurdu. Neyden bahsediyordu* kafam karışmaya başlamıştı. Asıl amacım dışarıyı az da olsa görüp kaçış planı oluşturmaktı.
Amaris bir anda yerinden zıplayarak iyice bana döndü. “Kitapları sever misin*” kitap mı* Amaris in beni yeterince iyi anlayıp anlamadığı konusunda kararsızlığa düştüğüm sırada konuşmasına devam etti.
“Kütüphane nasıl* normalde hanedan üyeleri dışında girilmesi yasak. Korumalar orada olmayacak. Eğer güzel plan yaparsak hem buradaki hem de kütüphanenin dışındaki korumaları halledebiliriz diye düşünüyorum. Ayrıca oraya çok fazla giden olmuyor. Tehlikeli bir durumla karşılaşma olasılığımız da düşük.”
Söyledikleri karşısında şaşkınlıkla ona bakıyordum. Bu aşırı iyi bir fırsattı. Krallık hakkında yeni bilgiler öğrenebilirdim. Ve eminim kaçış planımı sonrasında da yapabilirdim fakat krallık bilgilerine her yerde ulaşamazdım. “Tamam.” dedim heyecanla.
“Sadece tek bir şartım var. Benim izin verdiğim kitaplara bakabilirsin. Olur da bu şartı kabul etmek istemezsen seninle karşılıklı yemin etmek durumundayım. İkisinden birini seçmen gerekiyor.”
Söyledikleri üzerine düşünmeye başladım. Hangisi benim için daha iyi olabilirdi. Düşünme sürem sandığımın aksine çok da uzun sürmemişti. Pişman olmamayı dileyerek emin bir şekilde cevap verdim. “Yemin edelim.”
Yalanlar ve doğrular,
Pişman olmak ve olmamak,
İhanet ve sadakat...
Aslında hepsi bir tercih,
Seçmek veya seçmemek...
Hepsinin çıkış noktası ise ağızdan çıkan kelimeler...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |