
“Yemin edelim.” kelimeler ağzımdan çıktığı an işin ciddiyetine daha çok vardım. Bu karara nasıl varmıştım hala emin değildim fakat en doğrusu bu gibi gelmişti.
Yemin söz konusu olduğunda kolay kolay kimse öne atılmak istemezdi çünkü sorumluluk gerekirdi.
Yemin törenleri çok eskilerden beri bilinen fakat uygulama konusunda çok gerekmedikçe kullanılmayan bir durumdu. Çünkü yemin törenleri büyü paylaşımı gerektirirdi ve büyüler sahiplerine sadık olmalarıyla bilinirlerdi. Ayrıca yeminler sonsuzdur, sonradan düşman da olsan kendi ölümünün sebebi olmak istemiyorsan karşındakine zarar veremezsin.
Amaris”in yüzüne baktığımda ufak bir şaşkınlık geçse de beklediğim tepkiyi alamamıştım. Zaten bunu bana teklif etmesinden bir şeyleri göze aldığını bilmeliydim. Yine de tuhaftı.
“Tamam, o zaman yapalım yeminimizi.”
Aslında başından beri orda olan fakat benim dikkatsizliğimden dolayı görmediğim elbisesinin kemerine bağlı bıçağı sakince kınından çıkardı. Sapıyordum... odaklanmam gereken yerlerden, yapmam gerekenlerden uzaklaşıyor gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Beynimin içinde sanki biri var ve bazen yaptıklarıma yön veriyor gibi hissetmekten kendimi alamıyordum.
Gözlerimin içine baktı, ufak bir iç çekişin ardından koluna ne büyük ne de küçük sayılabilecek çiziği gözünü kırpmadan attı. Beklediğimden daha iyiydi. Eğitimlerini gerçekten merak ediyordum. Benim aksime daha kırılgan gözüküyordu. En azından fiziksel olarak...
Kesiğe şöyle bir bakıp bıçağı bana uzattı. Uzattığı bıçağa baktığımda incelikle işlenmiş, büyüleyici gözüken grimsi renge sahip olan bıçağa daha dikkatli bakma fırsatı buldum. Bıçağı elinden aldığımda bende onun gibi hiç düşünmeden sağ koluma dirseğimle bileğim arasını kaplayacak şekilde kestim.
Kesiğin etkisiyle oluşan keskin acı yerini hafif sızlamaya bırakırken gözlerimi Amaris”e kilitledim. Kolunu uzattığında ona uyarak kestiğimiz yerleri üst üste gelecek biçimde birleştirdik. Ve gözlerimizi kapattık.
“Ben Ay krallığı prensesi Amaris. Yemin bizim sonumuz oluncaya dek, Güneş krallığı prensesi Milena”ya sadık kalacağıma, ona yardım edeceğime ve büyümü onunla paylaşacağıma yemin ederim. İhanet eden kim olursa olsun büyümüz sonsuz sonumuz olsun. Karanlığın içindeki aydınlığın olacağıma emin ol Milena.
İçimde bir şeyler hareketlenmeye başlarken konuşma sırasının bende olduğunun farkındaydım. Tüylerim diken diken olmuş yaptığım şeyin ciddiyeti ile yüzleşiyordum.
“Ben Güneş krallığı prensesi Milena. Yemin bizim sonumuz oluncaya dek, Ay krallığı prensesi Amaris”e sadık kalacağıma, ona yardım edeceğime ve büyümü onunla paylaşacağıma dair sonsuz yemin ederim. İhanet eden kim olursa olsun büyümüz sonumuz olsun. Güneşin sıcaklığıyla daima kalbini ısıtacağıma emin ol Amaris.”
Merakıma dayanamayıp gözlerimi açtığımda Amaris”in de çoktan gözlerini açmış ve yaralarımızın birleştiği yere bakar halde buldum. Önce içimden bir parça çekildi, halsiz hissettim. Sanki damarlarımdan bir şeyler vakumlanıyor ve beni güçsüz kılıyordu.
Sonrasında ise yerini farklı ve tarif edemeyeceğim bir duygu kapladı. İlk defa böyle bir durumla karşılaştığımdan bu eşsiz duyguyu anlamaya çalışıyordum. Kaşlarım çatıldı, gözlerim Amaris”i buldu. O da benim gibi mi hissediyordu*
Çok geçmeden gördüğüm şeyle dikkatimi tekrar birleşen yaralarımıza verdim. Yaralarımızın üzerinde sarı ve gri renkli iki halka oluşmaya başladığında gerçekten büyülenmiştim. Önce iki halka oluştu ve yaralarımızın üzerinde ahenkle dans ederek dönmeye başladılar. Sonrasında aniden havaya doğru süzüldüler ve zikzaklar çizerek birleştiler. Şaşkınlıktan donmuş gibiydim. Bedenim kitlenmiş ve anın hassasiyeti ile sadece olan biteni izliyordum.
Zikzak deseni ikiye ayrılarak yaramızın içine süzüldüğünde ani bir güç dalgası bedenime çarptı. Az önce büyülerimi değiş tokuş yapmıştık. Artık kanımda Ay krallığı büyüsü de geziyordu. Tıpkı Amaris”de Güneş krallığı büyüsü gezdiği gibi...
Biraz önceki halsizliğimden eser kalmazken yaramdaki sızı çoktan geçmişti. Kolumu kendime doğru çektiğimde yara izine dair hiçbir işaret olmadığını fark ettim. Bu kesinlikle tarifsiz bir olaydı.
Aniden başıma giren sızıyla elim alnıma giderken, kafamın içinde yankılanan sesle ne olduğunu şaşırdım.
“Büyü sahibini korur, büyü seni öldürür.”
Ses tüm vücudumu baştan aşağı titretirken anın büyüsünden kopup kendime geldim. Amaris”e de aynı sesin konuşup konuşmadığını anlamak için döndüğümde gayet normal gözüktüğüyle karşılaştım. Bu tuhaf ses sadece bana konuşmuş olamazdı öyle değil mi*
“İyi misin*”
Amaris”in sorusuyla yüzüne dik dik bakmayı kesip sakince kafamı salladım. “İyiyim, sadece...etkiyiciydi.” diyebildim.
“Kesinlikle, ilk defa böyle bir şey deneyimledim ama olağanüstüydü. Kendimi yenilenmiş hissediyorum. Damarlarımda dolaşan farklı büyünün nasıl bana karışmaya çalıştığını görebiliyorum.”
“Bende.” dedim onun gibi heyecanlı gözükmeye çalışarak. Lakin kafamdaki sızı ilk keskinliğini korumasa da varlığının orada olduğunun bilinci beni rahatsız etmeye devam ediyordu.
Kafamı iki yana sallayarak bu histen kurtulmaya çalıştım ve asıl konumuza dönmek istercesine konuşmaya başladım. “O zaman artık yemin ettiğimize göre önümüzde sadece kütüphaneye nasıl fark edilmeden gireceğimiz sorunu kaldı.”
Sözlerim üzerine Amaris”in gözlerindeki heyecanlı hal kendini düşünceli bir ifadeye bıraktı. “İyi bir plan yapmalıyız yoksa ikimizin de başı çok büyük belaya girebilir.”
Ne diyeceğimi bilemediğim için bende onun gibi düşünmeye başladım.
“Öncelikle nöbet değişim saatini kullanmalıyız bence. Buradaki askerleri atlatabilirsek kütüphanenin önündekileri atlatması daha kolay olur. Zaten kütüphaneye benim giriş iznim var. Yani ben onları bir şekilde oyalarken sen içeri girersen planımız başarıyla işlemiş olur. Orası özel bir alan olduğu için askerler izin almadan içeri de giremezler. Geriye sadece buradan kütüphaneye giderken kimseye yakalanmamak kalıyor.”
Dikkatle Amaris”i dinlerken onaylarcasına kafamı salladım. Burası onun mekanıydı ve en iyi planı onun yapması kaçınılmazdı. Bana ise sadece ona ayak uydurmak kalıyordu.
“Ben sana uyacağım... kapıdaki askerleri nasıl atlatacağımız konusunda da bir fikrin var mı*” dediğimde yüzünde anlamadığım bir ifade oluştu. Sanırım Amaris düşündüğümden daha kurnaz ve zekiydi. Artık ona karşı iki kat dikkatli olmam gerekiyor gibi hissediyordum.
“Aklında çoktan bir şeyler varmış gibi hissediyorum.” dediğimde ifadesi küçük bir sırıtışa dönüştü.
“Şimdi gitmem gerekiyor. Akşam nöbet saatine yakın sana yemek getireceğim. Sen yemeğini yedikten sonra da buradan hemen çıkacağız.” dedikten sonra gülümsemesini bozmadan ayaklandı ve kapıya doğru yürümeye başladı. Çıkmadan önce el sallamayı da unutmamıştı. Ben ise sadece arkasından izlemekle yetindim. Sanırım gerçekten yavaş yavaş aklımı kaçırmaya başlayacaktım.
Ne yapmam gerektiğini bilmeden amaçsızca Amaris”i beklemeye koyuldum. Hem gerginlikten hem de heyecandan olsa gerek dakikalar sanki on katı daha yavaş işliyordu. Şimdiden ellerim hafiften terlemiş, beynim ise ne yapacağını düşünerek fıldır fıldır dönüyordu.
Odanın içinde defalarca tur attım. Yetmedi saçma sapan hareketler yaparak vakit geçirmeye çalıştım. En sonunda hiç huyum olmamasına rağmen yatağın içinde debelenerek uyumaya çalışırken içime dolan sıkıntıyla aniden doğruldum.
Ne yapmam gerekiyordu* kütüphaneye girip bu saray hakkında belki de çoğu yabancının bilmediği bilgilere erişecektim. Fakat bu bilgileri saraya zarar verecek şekilde daha doğrusu Amaris”e zarar verecek şekilde kullanamazdım.
Her şeyi geçtim öğrendiğim bilgiler işime yarasa bile buradan çıkamadıktan sonra onları ne yapacaktım ki* peki buradan nasıl çıkacaktım* beynim o kadar karmaşık, o kadar doluydu ki ne yapmam hatta ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum.
Sanırım ben kendime inanmıyordum. Buradan çıkabileceğime, birilerini kurtarabileceğime, halkıma yardım edebileceğime... en kötüsü de kendime yetmeyi bilmezken başkalarına yetebileceğime inanmıyordum. Yeterince üzülmüyordum, yeterince zeki ya da çözüm odaklı olamıyordum. Sanırım tam anlamıyla baş belasıydım.
Ben düşünceler sisilesine dalıp gitmişken hava yavaştan kararmaya başlamış ve revirin kapısı bir kere tıklatılarak açılmıştı.
Beklemediğim bu ani sesle yerimde ufak bir irkilişten sonra kendime gelerek yatağın içinden sıyrılıp yavaşça ayağa kalktım. Gelen Amaristi. Üzerimdeki tuhaf burhanı atıp kendimce sirkelendikten sonra elindeki tepsiyi, üzerinde ilaçların olduğu masaya yer açarak koyduğunu gördüm.
“Bir an hiç gelmeyeceksin sandım.” az önce unuttuğumu sandığım telaş yerine gelirken Amaris benim aksime oldukça sakin gözüküyordu.
“Her zamanki saatinde geldim. Sen iyi misin*” elini alnıma doğru uzattığında irkilerek geriye çekildim.
“Hayır, iyiyim. Üstüme örtü örtmüştüm ondan kızarmış olmalıyım.” dediğimde hafif çatılmış kaşları düzelip eski haline döndü.
“İyi o zaman. Bir şeyler atıştır istersen daha nöbet değişimine var.” dediğinde gayet rahat hareketlerle yatağa geçip oturdu.
Ben de tepsiyi koyduğu yerden alarak yanına yerleştim ve tepsiyi de kucağıma koydum. Getirdiği yemeklere baktığımda artık az da olsa aşına olduğum görüntüyle karşılaşmış olmanın verdiği rahatlık oluştu.
Her krallığın kendine özgü yemek anlayışı olduğundan ilk başta tuhaf olsa da kısa sürede alışmıştım. Bir tas çorba ve lapa onların günlük yemekleri arasında yerini koruyordu. İçimdeki telaş yüzünden çok fazla açlık hissetmesem de elim isteksizce çorbaya doğru uzandı.
“Nasıl çıkacağımızı düşündün mü*” derken çorbadan ilk kaşığımı almış normal bir sohbet havasında konuşmaya çalışıyordum.
“Evet, sen sadece karnını doyur ve gerisini bana bırak. Yaklaşık yarım saat sonra odadan çıkmış oluruz diye düşünüyorum.”
Söyleyecek daha fazla bir şeyim yoktu. Bu yüzden sessizce yemeğimi bitirmeye odaklandım. İçimdeki kötü ve buruk hislerden kurtulmak benim için zor olsa da en azından şu an için kısa süreli de olsa bir amacım vardı.
Yemeğimi çokta hızlı olmayacak şekilde usulca bitirdiğimde Amaris yanımda sakince oturuyor ve gayet rahat gözüküyordu.
Oturduğum yerden kalkarak tepsiyi komidinin üzerine bıraktıktan sonra geri oturmak yerine ayakta dikilmeyi seçerek camın önüne doğru geçtim. Amaris”in gözlerini üzerimde hissedebiliyordum. Rahatsız ediciydi... bu ortam, ben, etrafımdaki alabildiğine her şey garip bir şekilde rahatsız ediciydi.
“Artık vakit gelmedi mi*” diyerek arkamı döndüğümde gözlerim Amarisle karşılaştı.
O da benim gibi ayaklandığında derin bir nefes alıp geri verdi. “Bence geldi.” dediğinde ayakları kapının yolunu bulmuştu. Ne yapacağımı bilemeyerek eteklerimin ucunu sıkıca tutup yavaş adımlarla peşine düştüm.
Tam kapının önünde durduğunda bana doğru döndü. Ani dönüşüyle bende durduğumda diyeceklerini bekliyordum.
“Şimdi ben dışarı çıkacağım. Sen askerlere gözükmemeye çalış, sonrasında seni çağıracağım zaten.” dediğinde onay bekleyerek gözlerimin içine bakıyordu.
Hızla kafamı salladım ve “Tamam.” dedim.
Benden onayı alır almaz kapıyı açtı ve sakince dışarı çıktı. Bense çift kapaklı kapının arkasında görünmeyecek ama herhangi bir durumda hemen dışarı çıkabilecek şekilde duruş almıştım.
Çok da uzun sürmeyen bir bekleyişin ardından, “Milena.” diye fısıldayan sesi duymamla beraber temkinlice başımı kapıdan dışarı uzattım. Gördüğüm manzara karşısında ufak bir duraksayış yaşamıştım. Kapının önünde olması gereken iki asker de yerde boylu boyunca uzanıyordu. Amaris”in her hareketi ile ona karşı daha da meraklanmaktan kendimi alamıyordum.
Şaşkınca yüzüne baktığımda ufak bir gülümseyiş yer buldu dudaklarında. “Ufak bir uyku büyüsü diyelim. Nöbet değişimi zaten olmuştu o yüzden belli bir süre buraya kimsenin geleceğini düşünmüyorum. Yine de bu oyalanmamız gerektiğini göstermez bu yüzden takıl peşime.” dediğinde üstümdeki ifadeden hızlıca sıyrılıp sessiz adımlarla Amaris”i takip etmeye koyuldum.
Ay krallığının uyku büyüsü gücü mü vardı* tabi ki krallıkların milyonlarca yetenekleri vardı fakat ben genel hatları dışında hiçbir şey bilmiyordum ki tek bilmeyen de ben değildim. Bu iş gittikçe çığırından çıkıyordu. Böyle bir güç yeterince etkili olduğunda sonuçlarını düşünmek bile istemiyordum.
Revirin bulunduğu koridoru seri adımlarla geçerken Amaris aniden durarak beni de durduğunda ona soru soracakken aniden eliyle sessiz ol işareti yapıp önünde dikildiğimiz kolonun arkasına doğru çekiştirdi.
Sessizce ne olduğunu anlamaya çalışırken gelen sesleri duymamla bulunduğum yere iyice sokularak görünmemi engellemeye çalıştım.
Birileri geliyordu. Pür dikkat kesilip gelen kişilerin kim olduğunu anlamaya çalışırken içlerinden duyduğum bir sesin çok da yabancı gelmediğini fark ettim.
Bu kral olmalıydı. Buraya geldiğimde ilk onun odasına getirilmiştim, bu sesi hatırlıyordum. Kafamı kimin geldiğine bakmak için kenarsan uzattığımda gerçekten de onun olduğunu gördüm. Yanında başkaları da vardı.
Gözlerim çoktan kısılmış kimler olduğunu anlamaya çalışırken yanındaki çocuğu gördüğümde onu da hatırladım. Oğlu olmalıydı. O odaya geldiğinde bizi aceleyle çıkarmasından anlamış olsam da gerçekten öyle duruyordu. Yanlarında birkaç kişi daha olsa da onları tanımam pek mümkün değildi.
Hararetli bir şekilde tartışmalarına bakılırsa önemli bir konuydu. Keşke ne hakkında konuştuklarını duyma şansım olsa diye düşünürken Amaris”in kolumdan tutup beni hafifçe çekmesiyle görüş alanımdan çıkmış oldular fakat adım sesleri hala kulaklarıma ulaşıyordu.
Amaris kolumdan tutup beni yönlendirdikten sonra yine önüme geçerek onların ilerlediği yönün tersine olacak şekilde ilerlemeye başladı. Bende peşine takıldığımda Amaris ne yaptığını biliyordur mantığıyla ilerlediğimden kral ve diğerlerinin hala görüş açımızdan çıkmadıklarını fark etmemle dikkatsizliğimden kaynaklı ufak bir tökezleme yaşadım.
Endişeyle etrafıma bakındığımda kralın düşündüğümün aksine beni fark etmeyerek yürümeye devam ettiğini gördüğümde ani panik yerini az da olsa rahatlamaya bırakırken aniden gözlerimin birleştiği gözler asıl paniği şimdi yapmam gerektiğini söylüyordu.
Simsiyah bakışları ölümü çağrıştırırken adeta donmuş gibi kendimi ona bakmaktan alamıyordum. O ise benim aksine çatılmış kaşlarını üzerimden çekip yavaşça önüne döndü ve yürümeye devam etti.
Bu anın saçmalığı ve korkutuculuğu arasından kendimi sıyırıp hızla Amaris”e yetişmek için ilerledim. O çokta bir şeylerin farkında gibi gözükmüyordu. Tanrım tamamen çıldırmak üzereydim.
Yaşadığım anın etkisiyle sersem hareketlerle sadece Amaris”in arkasına takılmış o nereye giderse bilinçsizce takip ediyordu. Acaba beni görmesi ne gibi sorunlara yol açacaktı. Ya beni tekrar zindana atarlarsa o zaman ne yapacaktım* buradan çıkmam gerekiyordu. O yer altına tekrar girmem değil.
Önce bir koridor, peşinden merdivenler, ufak bir dönüş ve ardından tekrar koridor. Gittiğim yerleri bir yandan da aklıma kazımaya çalışırken tekrar Amaris”in beni kenara çekmesiyle daha tecrübeli şekilde girdiğimiz çıkıntının arkasına saklandım. Kütüphanenin bulunduğu koridorda olmalıydık çünkü buradan gördüğüm kadarıyla büyük kapıların önünde dikilen iki asker vardı. Bunları nasıl atlatacağımızı düşünürken Amaris bana bekle işareti yaparak bulunduğumuz yerden çıkıp koridorun başındaki merdivenlerin olduğu yere ilerledi. Bense durmuş sadece ne yapacağını beklemeye başlamıştım.
Görünmemek için iyice askerlerin görüş alanının dışına çıkmaya çalışırken duyduğum “Ahh*” sesiyle bakışlarım hızla sese döndü. Ses Amaristen gelmişti. Ne olduğunu anlamak için kafamı eğip bakmaya çalışsam da yakalanma riskini almak istemiyordum. Zaten bana gerek kalmadan askerlerin yaklaşan adımlarını duyduğumda kafamı geri çekerek sadece ne olduğunu duymaya odaklandım.
“İyi misiniz leydim*” askerin telaşlı gelen sesinden sonra çok gecikmeden Amaris”in sesi de duyuldu.
“Ah, iyiyim. Sanırım bileğimi burktum.”
Birkaç küçük sesin ardından Amaris ve askerler görüş açıma girdi.
“Leydim, isterseniz ben sizi odanıza çıkartayım.”
Amaris, askerin konuşması karşısında mazlumca gözlerini kırptı. “Sen beni odama kadar çıkart, sen de bana buz ve merhem getirebilir misin* ikinci kattaki revirde olması lazımdı.” dediğinde amacını anlamıştım.
İki asker sessizce birbirlerine baktıktan sonra içlerinden biri konuşmaya başladı. “Leydim kütüphaneyi askersiz bırakmayalım, isterseniz ben sizi odanıza bıraktıktan sonra merhem ve buzu getirebilirim.” dediğinde Amaris bunu zaten bekliyormuş gibi hızlıca savuşturdu.
“Canım çok yanıyor, ne kadar hızlı olursa o kadar iyi olur. Zaten birazdan buraya asker değişimi için gelecekler eminim uzun süre boş kalmaz.” dedikten sonra başka çareleri kalmadığı için iki asker de onaylayarak işlerine koyuldu. Biri hızla merdivenleri inerken diğeri ise Amaris”in koluna girmiş üst kata çıkartıyordu.
Amarisle göz göze geldiğimde arkayı işaret etti. Sanırım kütüphaneye girmem gereken kısım gelmişti. İkisinin merdivenlerden çıktığına emin olunca hızla kütüphanenin kapısına ilerledim. Kapının kolunu indirdiğimde zorlanmadan açılması beni şaşırtsa da düşünmeye çok da zamanım olmadığından beklemeden içeri girip kapıyı kapattım.
Kapattığım kapıyla bakışırken burada yalnız olduğum gerçeği ile yüzleştim. Arkamı sakince dönüp göz attığımda nutkum tutuldu. Boyutları konusunda benim krallığımdakinden çok farkı olmasa da renkler ve işleniş biçimi beni kendimden geçirmişti. Tek kelimeyle tüm duvarlar boyunca uzanan kitaplıklar ihtişam kelimesinin karşılığıydı.
Üstteki kitaplara ulaşmak için konulan merdivenler bile basit birer merdiven olmaktan çok uzak ve siyah ve grinin mükemmel uyumu içinde kendine yer edinmişti.
Amaris burada olmadan incelemeye başlamak ne kadar doğruydu emin değildim. Ne zaman geleceğini bilmiyordum ve askerler çok da uzun sürmeden tekrar kapının önünde yerlerini alacak gibi duruyordu.
Her ne kadar saray hakkında ne kadar bilgi o kadar iyi diye düşünsem de yanlış bir durumda yakalanıp şimdiden güven sarsmak istemiyordum. Bu yüzden içeriye doğru adımlasam da kitapları ellemek yerine etrafı üstünkörü incelerken Amaris”in gelmesini beklemeye başladım. Yaklaşık on beş dakika sonra kapının kulpunun döndürülme sesini duyduğumda her ihtimale karşı kitaplıklardan birinin arkasına saklanarak geleni beklemeye başladım.
Amaris”in içeri giren bedenini gördüğümde bulunduğum yerden doğruldum.
“Sonunda burada olduğumuza göre vakit geçirebiliriz.” diyerek gülümsedi.
Gülümsemesine karşılık verdim. Evet, sonunda burada olduğumuza göre belki de krallık hakkında daha fazla bilgi edinebilirim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |