
Amaris geldikten sonra ikimizde farklı yerlere dağılarak kütüphaneyi gezmeye başladık. Arada bana kitaplar hakkında genel bilgiler vermeyi de ihmal etmiyordu. Bir kulağım onda olsa da gözlerim herhangi bir farklılık yakalamak istercesine fıldır fıldır kitapları süzüyor ve incelemeye çalışıyordu.
Kitaplıklar o kadar büyüktü ki bakmaya nereden ve nasıl başlayacağımı seçmek bile benim için zor olmuştu. En sonunda düşünmek yerine harekete geçmiş ve önüme ilk gelen yerden taramaya başlamıştım.
Şu anlık genel okuma kitapları veya herkesin bildiği kraliyet bilgileri dışında bir şeye ulaşamamamın verdiği hayal kırıklığı ile dolaşırken bir yandan da Amaris”in ne yaptığını kontrol ediyordum.
Gayet odaklanmış şekilde kitapları inceliyor ve okuyordu. Kafasından geçenleri tahmin etmek benim için oldukça zordu.
Uzun uğraşlarım sonucunda işime yarayan bir şey bulamamanın vermiş olduğu sıkılganlık ve boş vermişlikle kitapları göz gezdirmeye devam ediyordum ki aniden olduğum yerde durakladım.
Gördüğüm kitap beni istemsizce kendisine çekerken gözlerimi onun üzerinden almak benim için oldukça zordu.
Hafif parlayan cildini gördüğümde daha da heyecanlanarak kitaba doğru yaklaştım. Arada Amaris’i de kontrol etmeyi de unutmuyordum ama benim aksime o bir şey fark etmiş gibi gözükmüyordu. Kendi halinde oturduğu rahat koltuklardan birinde elindeki kitaba dalmış haldeydi.
Bu işime gelirken ilgimi çeken kitaba doğru elimi uzattım. Tıpkı bu anı bekliyormuş gibi tekrar parlayıp söndüğünde kalbimde garip kıpırtılarla kaşlarımı çatmış kitaba bakıyordum. Bu kitabı daha önce fark etmemiş olmaları olanaksız gibiydi. Peki bu kitap neyin nesiydi*
Cildini yavaşça okşadım. Kadife dokusu diğer kitaplarda olmayan bir şekilde beni daha da içine çekerken bulunduğu raftan nazikçe çektim.
Ön yüzünde elimi gezdirirken kitabın ismi karşısında az önce çatılan kaşlarım hafifçe yukarı kalktı. “Kehanetler Günlüğü” bu kesinlikle saklanan bir kitap olmalıydı. Peki bu kitabın Ay krallığında olmasının sebebi neydi* kafam hafiften karışmaya başlarken sanki çok normal bir şeymiş gibi aldığım kitapla beraber bende Amaris gibi rahat koltuklardan birine kendimi bıraktım.
Kapağını açtığımda bu kitabın çok eski zamanlardan beri aktarılarak yazıldığı içinde onlarca belki de yüzlerce kişinin yazısı olduğunu fark ettim. Bu kitap gerçekten de günlüktü.
İlk kehanetten itibaren kehanetlerin geldiği tarihler ve insanların bunlardan çıkardığı nedenler ve sonuçlar ayrıntılı bir şekilde yazılmıştı.
Sayfayı çevirdim ve yıllar önce anlatılan her şeyin başlangıcı sayılan ve artık ezbere bildiğim kehanetle karşılaştım.
O tekrar gelecek, tekrar tekrar doğacak...
Ondan korkun çünkü o acımasız,
Ondan korkmayın çünkü o masum,
O sizin hem düşmanınız hem dostunuz...
Düşmanınızı ve dostunuzu seçin.
Yıkım geliyor*
Bu kehanetin kesinlikle garip bir büyüsü vardı hissedebiliyordum. Daha önce hissetmediğim bir tarzdı. Büyü yapan kişi ne kadar güçlü olursa bu hissederdiniz. Benim daha önce hissettiğim en büyük güç babama aitti. Fakat bu onun gücünden çok daha farklıydı. Belki daha garip, belki de daha ihtişamlı bir varlığa aitti. Tarif etmesi çok güçtü...
Gerçi bu kehanetin ne kadar büyük olaylara meyil verdiğini hesaba katmam gerekirse böyle bir güç hissetmem oldukça normal olmalıydı.
Kafamdaki düşüncelerden sıyrılıp bu sefer de kehanetin altında yazan yazılara odaklandım.
Saray yazıcılarından Armey tarafından yorumlanmıştı kehanet. Görgü tanığı gibi yazılmıştı fakat olayın başından beri bizim krallığımızda geçtiği söylenirken nasıl birinci elden yazılmış olabilirdi ki* burada dönen bir şeyler vardı. Belki de anlamam gerekiyordu fakat ben hiçbir şey anlamıyordum.
Armey tarafından yorumlanan bu kehanet pek de iyiye işaret gibi gözükmüyordu. Tıpkı babamın bana anlattığı hikaye de ki gibiydi düşünceleri. Genel hatlarıyla, seçilmiş kişinin Güneş krallığından çıkacağı düşünülse de tüm krallıklar bir umut seçilmiş kişinin onlara geleceğini düşünmüş ve buna göre hazırlıklar ya da farklı krallıklar arasında anlaşmalar ya da ayrılıklar yaşanmıştı.
Bunları daha önceden babamdan dinlememin de etkisiyle saray yazıcısı Armey”in gerçekten de bizim krallıktan olup olamayacağını düşünüyordum.
Sıkıntıyla ofladığımda Amaris”in sesini duydum.
“Ne oldu? sıkıldın mı?” diyerek başını okuduğu kitaptan bana çevirmişti. Hızla kafamı iki yana sallayarak “Hayır, sıkılmadım.” desem de yaptığım yanlışın farkına sonradan vardım.
“Hangi kitabı okuyorsun* daha önce okumadığım bir şey sanırım.” diyerek oturduğu yerden kalktı ve yanıma geldi.
Kapatmaya çalışırsam daha çok göze çarpacağını bildiğimden sanki normal bir kitap okuyormuş gibi omuz silktim. Her ne kadar beni buraya sokmuş olsa da okuduğum kitapların içeriğinin dikkat çekmesi normaldi ve sanki bu kitapta ayrıyeten bir şeyler var gibiydi.
Yanıma oturduğunda elindeki kitabı koltuğun kenarına bıraktı ve benim elimdeki kitaba bakmak istercesine uzandı. İtiraz etmeden sakince kitabı ona uzattığımda tepkisini izlerken kaşlarının yavaşça çatıldığını fark ettim.
Sanırım ellememem gereken bir kitabı okumuştum. Ben bunu düşünürken o ise bana dönerek, “Bu kitabı mı okuyorsun*” diye sordu. Şaşırmış gibi olduğundan ne diyeceğimi bilemesem de onaylarcasına kafamı salladım. “Evet, bir sorun mu var?” dediğimde gerginliğimi dışarıya belli etmediğimden emin olmaya çalışıyordum.
İfadesi daha da değişirken ben ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.
“Bu kitabın Ay krallığına ait dille yazıldığını biliyor muydun?”
“Anlamadım.” dediğimde tekrar kitaba baktım. Gerçekten de ay krallığına özgü dil ile yazılmıştı. Fakat ben bu dili önceden öğrendiğim için yadırgamamış ve de fark etmemiştim.
Bu yasaktı. Krallıkların dilleri onlara özgüydü ve farklı krallıklar tarafından öğrenilemezdi. Bu bir şifreli dil olurdu çünkü. Tamamen çamura batmış gibi hissediyordum.
“Bizim dilimizi nereden öğrendin?” dediğinde iyice çıkmaza girmiş ve ne cevap vereceğimi bilmiyordum.
Çıkmazdaydım ve önümü göremiyordum. Durumu elimden geldiğince toparlamaya çalışacağımı umarak konuşmaya başladım.
“Biliyorsun ki bazen kendi krallıklarından kaçan kişiler olur. Ben çok küçükken Ay krallığından bizim krallığımıza sığınan biri oldu. Çok fazla hatırlamıyorum çünkü küçüktüm fakat bana sizin dilinizi öğreten oydu. Uzun süre yaşayamadı ve sonrasında hastalıktan öldü.”
Aklıma en hızlı bu yalan gelmişti. Olabilirdi... içlerinden biri onlara ihanet etmiş olabilirdi ve öldüğünü öğrendiğine göre artık arkasına da düşemezdi.
Gözlerinde şüphenin izlerini görebiliyordum. Daha fazlasını istiyordu bu ona yeterli değildi. Çünkü biri gerçekten onlara ihanet etmişse sadece dillerini ifşalamakla kalmaz daha fazlasını yapabilirdi. Konuyu farklı bir yere çekmem gerekiyordu. Ama nasıl*
“Bak, sana bir şey anlatmam gerekiyor.” elimde tuttuğum ve daha fazla incelemek istediğim kitabı istemeyerek de olsa yanıma koydum.
“Benim başıma bir şey geldi.” kafamda kendimle çatışma içerisinde olsam da umursamamaya çalışarak konuşmaya devam ettim. “Yani az çok biliyorsun zaten buraya gelme hikayemi. Daha duyuldu mu bilmiyorum fakat krallığıma ufak çaplı bir saldırı oldu. Ve benim kaçmam gerekti. Bunları sana aramızdaki yemine ve güvene dayanak olarak anlatıyorum.”
İlgisi gerçekten de konudan uzaklaşıyor gibiydi. Bunun verdiği rahatlıkla konuşmaya devam ettim. Artık iyice bana dönmüş ve anlattıklarımı şüpheden çok merakla dinliyor gibiydi.
“Sonrası da bildiğin kısım oluyor... kaçarken düştüm ve gerisi benim için de çok aydınlık değil. Sadede gelecek olursam krallığıma geri dönmem gerekiyor çünkü orada olanların iç yüzünü bende bilmiyorum. Ayrıca yüzüstü bırakamayacağım kişiler ve sorumluluklarım da var. O yüzden artık senden saklamaya gerek duymuyorum ama bir an önce buradan çıkmaya ve kendi krallığıma dönmem gerekiyor.”
Cümlelerim son bulduğunda beklediği sanki bu değil gibiydi. Şaşkınlık vardı tabi ama sanki daha farklı bir şeyler daha düşünüyordu. “Tanrım.” dedim içimden. “Lütfen sorgulamasın ve bana yardım etsin.”
“Krallığına olanları bilmiyorum. Yeterince büyük bir şey olsaydı şimdiye çoktan haberi geliş olurdu diye düşünüyorum. Neden kaçtığını anlamadım ve merak ettiğim onlarca şey var.” dediğinde sorgulayacağını anladım.
“Yine de aramızdaki yemin bağına güveniyorum. Ve de dediğin gibi bir prensesin yeri daima krallığının ve halkının yanıdır. O yüzden belki sana yardım edebilirim. En azından denerim...” dediğinde beklediğim konuşmanın bu olmadığını fark ettim.
Ani sevinçle kendimi tutamadım ve kollarım bedenini buldu. Bu sevinç daha çok olayın kapanmasının ve en azından bana yardım etme ihtimalinin olmasının sevinciydi. Fakat anladığım bir şey daha vardı ki kimseye tamamen güvenmemek gerektiğiydi. Kelimeler sihirdi ve onlar dikkatli kullanılmalıydı.
Onun da beni saran kolları yavaşça geriye çekilmemle birlikte çözüldü. “Gerçekten teşekkür ederim. Sen iyi birisin. Bana yardım edersen sana minnettar olurum.” dediğimde gülümsedi.
“Ufak bir plan daha yapmamız gerekebilir belki.” dediğinde ikimiz de güldük.
“Fakat bu plan ilki kadar kolay olmayacak gibi gözüküyor. O yüzden üstünde daha iyi düşünmeliyiz.” diyerek konuşmaya devam ettiğinde onayladım.
Bana nasıl yapacağımı söylemesi yeterliydi. Kaçarken onunda başını belaya sokmak gibi bir amacım yoktu.
Bu krizi de böyle atlattıktan sonra her şey doğal seyrinde ilerlemiş ve kitaplar hakkında sohbet etmiştik.
En sonunda uykum geldiğinde ve yavaştan gitmemiz gerektiğini fark ettiğimizde nasıl çıkacağımızı sormak için Amaris”e döndüm. Daha sormadan anlamış gibi toparlanmaya başladı.
Bende elimdeki kitabı aldığım yere koymak için ayaklandığımda koltuğun kenarına telaşla bıraktığım ve unuttuğum “Kehanetler günlüğü” nü görmemle birlikte istemeden de olsa dikkatim tekrar ona çekildi. Kehanetlerden şu ana kadar haberim olsa da düzenli aralıklarla gelmeye devam ettiğini bilmiyordum. Ve her ne kadar hepsini okuma şansım olmasa da bir sonraki kehanetin ne olduğunu çok merak ediyordum.
Elimde beklettiğim kitabı sakin adımlarla yerine koymaya giderken, “Nasıl çıkacağız buradan. Bir fikrin vardır umarım.” dediğimde kitabı yerleştirdim.
“Yani yok diyemem ama olaylar daha çok doğaçlama gerçekleşecek gibi.” dediğinde “Nasıl yani*” dercesine kaşlarım çatıldı.
Omuzları hafifçe düştüğünde açıklama yapmaya başladı. “Uyku büyüsü yapabiliyorum doğru ama daha yetişkin olmadığım için gücüm hızlı tükeniyor ve ben az önce tek seferde iki kişiyi uyuttum. Kısaca büyü gücümü şu anlık gözden çıkarmamız gerekiyor.”
Haklıydı, güçlerimiz daha tam olarak elimizde değildi. Ve yaptığı zor bir büyü olmalıydı. “Peki nasıl bir doğaçlama yapmayı düşünüyorsun tam olarak*”
Bir süre elleri belinde düşündü. Bu hali gözüme komik gelse de ciddiyetimi bozmadan ağzından çıkacakları bekledim.
Ellerini iki kez çırptı ve konuşmaya başladı. “Şimdi, şöyle yapıyoruz. İlk ben dışarı çıkacağım ve askerleri geldiğimizdeki gibi oyalayacağım. Asıl önemli kısım da burası zaten. Ben çıktıktan biraz sonra da hazır olduğunu hissettiğinde sen kütüphaneden çıkıp kaldığın revire kimseye görünmeden hızlıca gidiyorsun. Oradaki askerler hala uyuyor olmalı, umarım sınırlarını çok zorlamamışımdır ve sabaha kalmadan uyanırlar çünkü onları uyandırmak için geriye dönebileceğimi sanmıyorum.”
Ben dikkatle ne söyleyeceğini dinlerken ufak bir nefeslenme molası verdi ve ardından devam etti. “Yine de fırsat bulabilirsem gelip onları uyandırır ve senin sağ salim odaya ulaştığından emin olurum.” dediğinde tek düşündüğüm yakalanmadan nasıl döneceğimdi. Gerçi elimde çok bir seçenek var gibi de durmuyordu. O yüzden bu düşünceyi kafamdan atıp farklı bir şeye yöneldim.
“Tamam o zaman. Umarım başımıza bela açmadan bu geceyi kapatabiliriz.” dediğimde beni onaylayarak kapıya doğru ilerledi. Ufak bir beklemenin ardından aradığı şeyi bulmuş gibi duruşunu düzeltti ve bana dönüp, “Dikkatli ol.” dedikten sonra kapıyı açıp dışarı çıktı.
Çıkmasının ardından koca kütüphanede yalnız kalmamın ardından hızla “Kehanetler günlüğü” kitabını elime alıp sayfalarını çevirmeye başladım. Tam bir süre vermediğinden hızlı olmam gerekiyordu. Aklımda tutabilmeyi umarak ikinci kehanetin olduğu sayfaya geldim ve okumaya başladım.
O gelmek istiyor, ruhu izin vermiyor
O size acıyor ve arkasını dönüyor
O size merhamet ediyor ve tekrar deniyor
Dileyin ki merhameti sizin yanınızda olsun
Dileyin ki acımasızlığı sizi yakmasın
Bu dizelerden ne çıkarmam gerektiğini tam olarak anlayamazken kafa karışıklığımla daha fazla burada beklememem gerektiğinin bilincine vardım. Hızlı hareket ederken kitabı ilk aldığım yere yerine koyarken son kez ellerim arasında yanıp söndü. Bunun kitaba yapılan herhangi bir büyüden mi yoksa başka bir şeyden mi kaynaklandığı konusunu sorgulamak istesem de vaktim olmadığını bildiğimden beklemeden kapıya yöneldim.
Ne zaman çıkmam gerektiğini bilmediğim için kulağımı kapıya yaslamış ses gelip gelmediğine bakmaya çalışmıştım ki bu yaptığımın ne kadar saçma olduğuyla yüzleşip geri çekildim tabi ki böyle bir ses geçirmeyecek şekilde korunuyor olmalıydı. Bu yüzden biraz daha bekledikten sonra derin bir nefes aldım ve kapının kulpunu elimden geldiğince sessiz bir şekilde çevirdim.
Açtığım aralıktan kafamı uzatıp koridoru taradıktan sonra kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla tüm bedenimi kapının arkasından çıkarıp etrafı kontrol ederek geldiğim koridoru seri adımlarla geçmeye başladım.
Eteğimin ayaklarıma takılmaması için toplamış olabildiğince kenarlardan gitmeye çalışarak ilerliyordum. Koridorun başında geldiğimde duyduğum ayak sesleriyle kendimi gelirken de saklanmak zorunda olduğum girintiye tekrar atmak zorunda kaldım.
Askerler yerlerine geri gelmişti. Tam zamanında çıkmıştım gerçekten. Artık sadece buradan görünmeden çıkmak ve odama kimseye yakalanmadan ulaşmam gerekiyordu. Büyü kullanamazdım. Bazı büyüler iz bırakıyordu ve ben ne hangi büyümün iz bıraktığını ne de izimi kontrol etmeyi biliyordum. Bu riski alamayacağımdan tamamen kendi imkanlarımla buradan çıkmam gerekiyordu.
Parmak uçlarıma basarak yumuşak adımlarla olabildiğince köşeden olmasına özen göstererek ilerlemeye başladım. Koridorun sonundaki pencereden gelen ayın ışıltısı alanı aydınlatsa da bulunduğum yeri çok aydınlatmadığını umuyordum.
Merdivenlerin başına geldiğimde arkamı dönüp adımlarımı biraz daha hızlandırarak ve dikkatli olmaya özen göstererek ilerledim. Gelirken bu kısımlarda hiç asker yoktu. O yüzden burada yaşayanlar dışında birine yakalanma riskim de azalıyordu.
Sanki çıkışım çok da zor olmamış gibiydi. Askerlerin sayısı normalde de mi azdı yoksa bugün özellikle mi böyle denk gelmişti anlayamadım. Soylu olduğum ve krallıkta yaşadığım düşünürse bu güvenlik gözüme oldukça az gelmişti.
Ben bu düşünceler içinde boğuşurken bir yandan da ilerlemeye devam ediyordum ki ne olduğunu anlamadan birinin kolumdan çekmesiyle dengem sarsıldı ve beni sürüklemesine izin vermiş oldum.
Ani şoktan çıktığımda kendimi duvarla bakışırken ve kolum ters dönmüş bir şekilde buldum. Küçük yaşlardan beri aldığım eğitimin de sağladığı refleksle bileğimi tutan eli ters çevirerek kendimi arkaya verdimde artık konumlarımız yer değiştirmişti.
Şu an kolunu tutup duvara yasladığım bu kişi normal biri olamayacak kadar güçlüydü ve ben bunu tuttuğum bileğinden bile hissedebiliyordum. Reflekslerime şaşırırken düştüğüm saçma durumu anlamaya çalıştım.
Sanırım yolun sonu burası oluyordu tabi önümde dikilen, benden bir hayli uzun ve güçlü olduğunu düşündüğüm bu adamı bayıltıp kaçmayı beceremezsem.
Ya zaman yavaşlamıştı ya da biz çok hızlı hareket ediyorduk ki kolunu kavradığım eli çevik hareketle beni döndürüp yüz yüze gelmemizi sağlayacak duruma geldiğimizde bir süre afalladım. Gözlerimin beni yanıltıyor olmasını dilerken bakıştığım bu gözlerin sahibinin Ay krallığı prensi olduğunu tahmin ettiğim veliaht çocuk olmamasını umuyordum.
“Sanırım küçük bir kaçağımız var.” dediğinde dilim lal kesilmiş gibi öylece kaldım. Gözlerinin içine bakmamak için çabalasam da ne düşündüğünü anlamaya çalışırcasına inceliyor ve kafamda onlarca parça pirçik plandan herhangi birini birleştirip buradan kurtulmak için bir şeyler düşünüyordum.
Lakin bakışlarından da anladığım kadarıyla bu o kadar da kolay olacağa benzemiyordu...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 560 Okunma |
150 Oy |
0 Takip |
23 Bölümlü Kitap |