
5. BÖLÜM
ZAMAN GEÇİYORDU BİR ŞEKİLDE ,AMA ÖNEMLİ OLAN GEÇMESİ DEĞİLDİ, O ZAMANI DOLU DOLU GEÇİREBİLECEĞNİZ BİRİLERİNİN OLMASIYDI
“Evet Öyleydi” dedim eski anıları anlatan Nehir’i onaylarken.
Nehir’in bir anda ,“Biliyor musunuz? Mira Emir Abim’e çok aşıktı…” demesiyle resmen dondum kaldım. Çakır gözler sanki tepkimi beklercesine bana kilitlenmişti. Nehir tepki bekliyordu Ekin Abi bilmesine rağmen susuyordu , İnci zaten bir şey anlamıyordu. Çağla masaya geldi ardından Arda.
“Mira gitmemiz gerek şirket karışmış” dedi Arda. Dudaklarımda küçük bir tebessüm belirdi o an. Harika zamanlamaların ustasıydı Arda ÖZEN.
“Gidelim” dedim ayaklanırken.
“Ekin Abi ,İnci gitmem gerek” diyerek bakışlarımla özür dilemeden özür dilemiş oldum.
Nehir’e bakarak gülümsedim. Nehir ise “Ya ne olur tekrarlayalım bunu” dedi.
“Olur tekrarlarız” dedim gülümseyerek.
“Ama bende numaran yok ki?” dedi. Haklı bir isyandı.
“Çağla?” dememle zaten Çağla ne diyeceğimi anlamıştı.
“Ben veririm” dedi ve Nehir’e numaramı verdi.
“Bizde tekrarlayalım” dedi İnci ve Ekin Abi bir ağızdan.
“Olur” dedim ve çantamı alıp Arda ile ilerledim.
“Mükemmel zamanlamaydı nasıl yaptın?” dedim Arda’ya.
“Senin gibi bir Mükemmeliyete Mükemmel bir zamanlama yakışırdı zaten” dedi Arda gülümsemem genişledi.
“Öyle olsun” dedim arabama geçerken.
“Şirkette ne olmuş?” dedim aklıma anca gelebilmişti.
“Hira ile Sinan işte şirkete geçip olay çıkartmışlar Özge izin vermeyince daha çok delirmişler, Haber yapılmasın diye arka kapıdan çıkartırdım ama görünmüş olabilirler bilemiyorum Mira.
“Gerçekten fazla oluyor bunlar!” dedim hızlanırken.
Hira hırsından bu kadar karışıyordu Sinan Abim olduğunu zannettiği için karışıyordu.
Şirkete yetiştiğimde arabadan inip anahtarı Valeye verip hızla içeri girdim sanki bu anı bekliyormuş gibi Özge hemen kapıda dikilmişti.
“Merak etmeyin Mira Hanım hiçbir şeye dokundurtmadım bu sefer hiçbir dosyaya erişemediler” dedi gülümserken. Yüzünde işini iyi yapmanın gururlu gülümsemesi vardı.
Arda, “İyi iş çıkardın Özge ama Mira’nın vakti yok” diyerek beni yukarı doğru yönlendirdi.
İlk önce dosyalarımı ondan sonra sistemimi kontrol ettim her şey yerli yerinde duruyordu. Bu sefer erişim sağlayamamışlardı.
“Güzel sistemdi ama yetmiyor maalesef” Arda bir yerde haklıydı daha çok geliştirmem gerekiyordu.
“Ateş nerede? Tüm bunlar olurken acaba kendisi hangi cehennemde?” ben sorumu sorarken Arda gülüyordu.
“Neye güldün ?”
“Belki cehenneminde olabilir” dedi yine gülerken.
“Nasıl yani?” diye sordum çünkü anlamamıştım.
“Taner Amca ile biraz tartıştılar o yüzden, kendi cehennemi yani”
“Ne ara ? İki dakika bile boş bırakmaya gelmiyor !”
“Sen çıktıktan biraz sonra oldu”
“Konu neydi peki?”
“Mekan ve hayat mottosu”
“Şaşırmadım, çıkalım mı ? Aralarını düzelteyim”
“Hadi” beraber şirketten çıkıp eve geçtiğimizde.
Seyfi kapıyı açmıştı ve, “Mira Hanım Taner bey içeride sizi bekliyordu” dedi. Seyfi’yi onaylayıp içeri girdim salondan bahçeye çıkarken dedemi her zamanki yerinde mücevherlerini incelediğini gördüm. “Dedem? Beni bekliyor muşsun?” sorarcasına yanına gidip yanındaki sandalyeyi çekip oturdum.
“Cici kızım anlat bakalım günün nasıl geçti?” Havadan sudan konuşmak istiyordu.
“Güzeldi bugün yeni bir mekan satın aldım dedecim işletmesini Çağla’ya verdim” ben gün içinde yaptıklarımı anlatırken Dedem de kendi işiyle ilgileniyordu.
“İyi yapmışsın Cici kızım” dedi elindeki mücevheri dikkatlice kaldırıp kadife kutusuna koyarken.
“Çağla’nın işi bu zaten güzel yapacağına inanıyorum” dedim sohbeti devam ettirirken.
“Ben sana güveniyorum Cici kızım sen Çağla’ya güveniyorsan tamam” dedi gururla.
“Dede” diyerek sohbetimizi böldü Hira. “Hira?” dedim sorarcasına ama onun umurunda değildi. Elindeki kadeh ile beraber şuursuzca oturdu karşıdaki sandalyelerden birine. Geceden kalmaydı. Sandalyemden kalkıp yanına gittim iyi gözükmüyordu elindeki kadehi almak istediğimde içindeki içkiyi üzerine dökmüştü, arkamdan gelen dedem burnundan soluyordu “Efsun!” Efsun Abla dedemin bağırmasıyla yanımızda ışınlandı resmen.Ben Hira’yı ayakta tutmaya çalışırken çok şükür Arda yardıma gelmişti. “Efsun Abla elindekini alırsan?” dedi Arda sorarcasına,Efsun Abla Hira’nın elindeki kadehi aldı hızla. “Çanta Mira” dedi Arda, Hira’nın çantasına aldığımda Arda eğilldi ve Hira’yı oturduğu sandalyeden kaldırıp kucağına aldı. Arda önde ben arkada Hira’nın odasına gidiyorduk. Kapıyı açmak için Arda’nın önüne geçip kapıyı açtım. İçeri geçtiğimizde Arda Hira’yı yatağına bıraktı. “Ne olmuş buna böyle?” diye sordu Arda bana. “O soruyu benim sana sormam lazım ama neyse,” dedim. Hira yarı baygın yarı uyanık öylece uzanmıştı.
“Efsun Ablayı çağıracağım” dedim odadan çıkarken. Efsun Abla ile merdivende karşılaşmıştık elinde bez ve suyla sanırım Hira’yı ayıltmayı planlıyordu. “Deden çok sinirli kuzucuğum bir an önce ayıltalım şu kızı!” dedi merdivenlerden çıkan Efsun Abla. Onu onaylarcasına başımı salladım odaya girdiğimizde Hira komodinin üstündeki dolu su bardağını Arda’nın üzerine fırlatırcasına döktü evet aynen böyle oldu. Arda birkaç küfür savurduktan sonra sanırım Efsun Ablayı gördüğü için susmuştu. “Hadi kuzucuğum siz çıkın bende burası” dedi Efsun Abla. Arda ile beraber çıkarken o merdivenlerden inerken ben terasa gidiyordum. “Nereye inme aşağı yukarı çıkıyoruz” dediğimde yönünü değiştirdi.
Teras bıraktığım gibiydi evraklar ,anlaşmalar her biri bir yerdeydi.
“İşlerin dondurulmasını konuştun mu?” diye sordu Arda diğer koltuğa otururken.
“Daha değil ATASOY’a ait yapılan kurulan her şirketi ilk önce sunum olarak sunmalıyım” dedim evrakları toparlarken.
“Yalnız bir kilit noktan var onu unutuyorsun”
“Neymiş?”
“ATAHANLI’lar,” dediğinde bende kilit noktamı anlamıştım. Emir ATAHANLI geçmişten günüme tek kilit noktam olarak kalmayı bir şekilde başarmıştı, hem de yokluğuyla.
“Bak Mira,” diye başlamıştı Arda cümlesine ve “Geçmişinde yoktum doğru işlerine müdahale edip seni mutsuz görmek de isteyeceğim son şey olur, ama ATAHANLI’lar senin canını sıkıyorsa ve sen bu durumdan hoşnut değilsen senin yerine ben konuşabilirim?” Diyerek izin alırmışçasına devam ettirdi cümlesini.
Paniklemiştim çünkü Arda’nın konuşurum dediği algı bizim bildiğimiz konuşmak kelimesinin anlamı ile aynı değildi.
“Hayır Arda!” Dedim panikle.
“Ben seni böyle mutsuz görmek istemiyorum Mira, bu cümlelerimi özel koruman olarak değil her şeyden önce dostun olduğumu düşünerek anlatmanı istiyorum senden.” Dedi. Doğru söylüyordu her kelimesinde her cümlesinde haklıydı.
“Anlaşma için konuşmaya gitmek istiyorum,” dedim çünkü en sağlıklısı bu olacaktı. Dedem benim için anlaşmayı bir şekilde de olsa engellemişti her ne kadar kısa süreliğine de olsa, onu kırmadan anlaşmak istiyordum ve bunun için de kilit noktam olan Çakır gözlere gitmeliydim.
Yarım saat sonra evet tamı tamına yarım saat boyunca bütün çıkar yollarımı Arda ile incelemiştim ama maalesef Çakır gözlerden başka yolum yoktu.
Dediği dedik insanları bilirdiniz akıllarına ne koydularsa yapmak isterlerdi ve ben şu an ATAHANLI holdingin önündeydim, gerçi önünde demem saçma olurdu çünkü arka kapıdaydım, sebebi ise ön kapıdan girmem magazinciler için çok güzel haber olmasıydı.
Tam olarak mesai bitimine denk getirmiştim yani şu an şirketin büyük bir kısmı çalışma yerlerini terk etmişti, buda benim işime gelirdi.
Arda belki yüzüncü kere, “Emin misin? İstersen ben halledebilirim?” Derken hiç de bıkmış görünmüyordu. Ona ters bir bakış attığımda ise “En azından beraber gidelim ya bir şey olursa? Her şeyden önce Taner bey bunu duysa?” Diyerek bir umut onunla içeri girmemi bekliyordu.
“Emir bana zarar vermez.” dedim ezbere bildiğim bir şiiri okurmuşçasına, Arda söylediğim cümleyle şaşırsa ve bir anlık donsa da umursamadım çünkü sorunum bu değildi.
“Ama Mira,” dediğinde ise “Arda benimle gelmiyorsun burda beni bekliyorsun, Dedem konusuna gelicek olursak ben anlaşana kadar tek kelime etmiyorsun!” Son sözlerim bunlar olmuştu.
Arka kapıdan içeri girerken görünürlerde kimse yoktu. Kafama fötr siyah bir şapka taktığım için çok da dikkat çektiğimi düşünmüyordum.
Danışmanın önünden geçtiğim sırada ise bir kadının “Hanımefendi nasıl yardımcı olabilirim?” Dediğini duymamla durmak zorunda kaldım.
Evet şimdi birisi bana acilen söylemeliydi bu kadın bana nasıl yardımcı olabilirdi?
Yüzümün görünmemesine dikkat ederek şapkamı sap elimle biraz daha indirdim, Mira ATASOY olduğumu anlamamalıydı. Kendi ses tonumu biraz daha ince çıkmasına dikkat ederek danışmadaki kadına şöyle dedim. “Merhabalar ben Emir bey ile görüşecektim, odası kaçıncı katta acaba tarif edebilir misiniz?” Dedim ama fransızca ve oldukça iyi bir aksanla. Kadın kısa bir kahkaha attı ardından gülmediğimi, fark edince ciddileşti ve ezbere bildiğinden emin olduğum o cümleyi kurdu. “Randevunuz gözükmüyor maalesef randevunuz yoksa görüşemezsiniz” dedi fransızca. Peki şimdi ne yapacaktım?
“Benim randevuya ihtiyacım yok, Emir beyi arayıp benim geldiğimi söylerseniz hemen içeri almanızı söyleyecektir” dedim kendimden emin bir ses tonuyla ve az önceki gibi Fransız davranmaya devam ediyordum. Kadın ise söylediklerimden anlam çıkarmaya çalışıp aksansız bir şekilde kendi bildiği kadarıyla cevap vermeye çalışıyordu.
“Sanmıyorum ama,” dedi ilk başta ardından telefonu alıp numara tuşladı. Telefon açıldığında yüzüne yapay bir mutluluk katarak Türkçe konuşmaya başladı. “Biliyorum rahatsız ediyorum Emir bey ama tam olarak şimdi danışmada sizinle görüşmek isteyen Fransız bir kadın var,” dedi danışmada adını bile bilmediğim bir kadın.
Karşı taraf yani Çakır gözlerin sahibi muhtemelen kim olduğumu sorduğunda kadın bana dönüp “Adınız neydi hanımefendi ?” Diye sordu.
Mira ATASOY dersem bu kadar uğraşım boşa olacaktı.
Bir isim atmalıydım kafamdan ama nasıl?
Aklıma ilk gelen ise Nehir olmuştu çünkü tam olarak danışmaya doğru yürüyordu yani yanıma acilen bir şeyler söylemeliydim. Ama Nehir dersem Türk olduğumu sanabilirdi.
“Anais LİERRE* adım” dedim hızla ve biraz da yüksek çıkan sesimle çünkü panik
LİERRE* Fransızca Sarmaşık.
olmuştum, Emir ile beraber büyürken bana Fransızcaya ilgi duyduğundan bahsetmişti bende bu dili onun geleceği umuduyla öğrenmiştim umarım o da öğrenmiştir diye geçirdim içimden çünkü bu onun hayaliydi ve ben soy adımı fransızca sarmaşık olarak değiştirmiştim.
Danışmadaki kadın Çakır gözlerin sahibi olan adamın sesini dinledikten sonra adımı sorgulamadan hızla telefonu kapattı.
“Emir bey sizi odasında bekliyor Anais Hanım, en son kat koridorun sonundaki oda” dediğinde zafer kazanmışım gibi asansöre yöneldim. Hem Nehir’e yakalanmamıştım hemde kimliğimi açık etmemiştim mükemmeldi!
Asansör düğmesine bastım ve kapılar açıldığında hızla odayı bulmaya çalıştım. Nehir’in odası göründü ilk önce kapısında şöyle yazıyordu ‘Genel Müdür yardımcısı Nehir ATAHANLI” demek satış ve pazarlamadan sorumluydu. Ve sonunda koridorun sonundaki odayı bulmuştum yani Patron Emir ATAHANLI’nın odasını. Kapıyı çalmalı mıydım acaba? Ne münasebetti? Ben Mira ATASOY kapı mı çalacaktım?
Kapıyı çalmadan patavatsızca açtığım kapıdan içeri girerken neredeyse düşmek üzereydim çünkü bu topukla ayakkabılar ve ön kısmı öne bükülmüş siyah bir fötr şapka birleşince tam bir facia oluyordu.
Kısık sesli bir gülüş eşlik etmişti rezilliğime ramak kala.
Ne olduğunu anlamak için şapkamı çıkarıp masanın üzerine fırlatırcasına attım ve tehditkar bir şekilde iki elimi masasının üzerine koyup eğildim. “Hoş geldin Lierre” dedi
“Komik olan bir şey mi var?” Tam olarak bu soruyu sormuştum Çakır gözlerin sahibine bakarken.
Ama ondan cevap gelmiyordu.
“Nasıl tanıdın beni danışmada?” Diye sordum çünkü kadın adımı bile söylemeden önce Emir odama bekliyorum demişti. Daha garip olan bir şey varsa o da Emir’in kim bu Anais LİERRE diye sorgulamamasıydı.
“Sesinden” dedi özlediğim o ses, ve ben sesini duyana kadar özlediğimin farkında bile değildim.
“Nasıl?” Dedim ciddi ciddi sorarak çünkü aksanlı bir şekilde fransızca konuşmuştum.
Yıllardır görmemişti en son on iki yaşındaki sesimi hatırlaması gerekirken o beni sesimden mi tanımıştı?
“Ne saçmalıyorsun?” Dediğimde ciddileşti.
“Şimdi sen diyeceksin ki ‘En son benim sesimi on iki yaşında duydun ne saçmalıyorsun sen Emir?’ diyeceksin ve dedin!” Akıl okumak sanırım böyle bir şeydi ve ben o daha tahminde bulunurken resmen aynı anda aynı cümleyi kurmuştuk. O kahkahasına yine engel olamayıp gülerken ben ne yapacağıma şaşırmıştım.
“Merak ediyorsun biliyorum,” dedi gülüşünün arasından.
“Neyi?” Dediğimde afallamıştım.
“Seni nasıl sesinden tanıdığımı.” Dedi ve ayağa kalkıp yanıma ulaştı birkaç adımda karşımda dikildiğinde konuşmaya başladı,
“Ben seni ezbere biliyorum Sarmaşık. Sesini düşüncelerini düşlerini korkularını kokunu sarmaşık saçlarını gözlerinin o tonunu her şeyini ezbere biliyorum.” kurduğu cümlenin ne yeriydi ne zamanı ama ben her defasında daha fazla afallıyordum. Afallamam hoşuna gitti ve devam etti “Her aksanda her dilde senin sen olduğunu ezbere bilirim” Gelmemin daha ilk beş dakikası bile dolmadan fazla dozda Emir ATAHANLI’ya maruz kaldığımı anlamıştım. Ben şimdi ne yapacaktım ? Bu cümleye karşışılık ne diyebilirdim ne sorabilirdim? Nasıl diyebilirdim mesela, o da küçüklüğümdeki gibi bıkmadan usanmadan sıkılmadan saatlerce anlatırdı hem de saatlerce, kırk kere anlamasam kırk kere anlatırdı saatlerce…
Boğazımı temizleyip “Konumuz bu değil” dedim bir adım gerileyerek.
“Konumuz ne?” Dedi daha çok zorda bırakarak.
Sormamı istiyordu ama ona istediği vermeyecektim bu hatayı o gece yapmıştım aynısını tekrarlayamazdım, ona sarıldığım gece gerçekten her şeyin on iki yaşımdaki gibi olacağına inanarak sarılmıştım ama unuttuğum bir şey vardı ben büyümüş ve Mira ATASOY olmuştum sadece Mira olarak kalmam imkansızdan daha zordu.
Zaman geçiyordu bir şekilde ama önemli olan geçmesi değildi o zamanı dolu dolu geçirebileceğiniz birilerinin olmasıydı.
“Konumuz,” dedim duraklayarak.
“Evet konumuz nedir Anais LİERRE?” Dedi devam ederken sonuna kadar zorda bırakmayı seçiyordu.
Bir dakika konumuz neydi? Bu adam gerçekten insana adını unutturacak cinstendi.
“Konumuz anlaşma” dedim aklıma gelmesiyle aynı hızda.
“Evet dinliyorum,” dedi karşıdaki misafir koltuğuna otururken. Bende yanımdaki koltuğa oturup çantamdaki belgeleri çıkardım hızla. Birkaç gün öncesine kadar yaşadıkları yaşamasını isterken şimdi bunun olmasını istemiyordum. O burada yanımda oldukça ben onun canının yanmasını istemiyordum o yüzden şansımı deneyecek ve sözleşmenin iptalini onaylamasını ardından hayatına devam etmesini isteyecektim.
Soru sorarcasına attığı bakışları size yemin edebilirdim ki aynı küçüklüğümdeki gibiydi.
Saatlerce izleyebilirdim Çakır gözlerin güzelliğini.
“Anlaşma,” dedim gözlerimi zorlukla çakırlarından çekerken. Sanki söylediğim tek bir hece bile olsa pür dikkat dinliyordu.
Evrakları çıkarıp tükenmez kalemi önüne koyduğumda gözlerini gözlerimden ayırmadığını fark ettiğimde gözlerimle imzalaması gereken sözleşmeyi işaret ettim. Kısa bir an sözleşme kağıdına baktı ardından bana yeniden dönüp “Ne bu?” diye sordu.
“Okuyabilirsin okumadan imzalamak zorunda değilsin” dedim ona karşılık, kısa bir ne alaka bu şimdibakışını attıktan sonra kağıdı elinde aldı. Ona okuması için süre tanıdığımda ve o sürenin bittiği anda kağıdı sakince orta sehpanın üzerine bıraktı kısa ve alaycı bir gülümseme yayıldı dudaklarından. Onun aksine ciddi ciddi imzalamasını bekliyordum. “Şirketimde ATAHANLI istemiyorum” dedim oldukça sakindim.
“Şirket ATASOY Ailesine ait” dedi bilmiş bir tavırla, evet ATASOY Ailesi hem Mücevherde hem Yazılımda hem de Turizimde iyiydi ama anlaşma hem Turizm hem de Yazılım bölümüyle ilgili olduğundan yarı yarıya Aileyi kapsıyordu, kısacası kısmen haklıydı.
“Öyleyse ATAHANLILARI kendi alanımda istemiyorum” dedim daha açıklayıcı bir şekilde. O ne demek istediğimi en başında anlamıştı ama oyun oynuyordu.
“Senin ATAHANLILAR ile bir derdin yok. Sen, benim senin alanından gitmemi istiyorsun” dediğinde gülümsedim ve ellerimle ona ağır çekimde alkış tuttum. “Afferim sana anlamışsın bravo, elmalı şeker de ister misin? Ödül olarak” dediğimde o da gülmüştü.
“Ne o canın Elma şekeri mi çekti?” diye sordu gülüşünün arasından. Bir anı daha canlanmıştı sorusunun ardından.
“Bu ne ne aldın bana Çakırcığım?” diye sordu Mira Çakırına.
Emir yani Mira’nın değimiyle Çakır gülümseyerek arkasında sakladığı az önce Bakkal Şahap amcasına cebindeki tüm harçlığını verip aldığı elma şekerini çıkarıp Mira’ya uzattı.
Mira her defasında sanki ilk defa yiyormuş gibi ilk defa Elma şekerinin varlığından yeni haberi olmuş gibi büyük bir heyecanla aldı Emir’in elindeki şekeri. Mira ambalajı açmaya çalışıp açamadığında yeniden Emir’e uzatmıştı. Emir Mira’nın aksine ambalajı açılması gereken doğru yerden açıp çöp olan kısmını hızla yanındaki çöp kutusuna attı ve Elma şekerini Miraya uzattı. Mira ilk kez tadıyormuş gibi yedi elindeki şekeri. Mira Elma şekerini umursamadan Emir’e sıkıca sarıldığında Emir söylenerek geri çekilmişti çünkü bütün tişörtü yapış yapış olmuştu Mira yüzünden. “Ne yaptın Sarmaşık! Her yerim yapış yapış oldu!” dedi Emir sinirle. “Sadece bir tişört neden bu kadar değerli ki senin için?” diye sordu Mira Emir’in bu tepkisine karşılık. Emir, “Çünkü bu tişört senin hediyendi Sarmaşık!” dediğinde Mira ilk önce Emir’in tişörtüne baktı ardından üzerindeki çizgi film karakterini hatıradı ardından tişörtü kendisinin özellikle seçip Emir’in doğum günü için ona hediye ettiğini hatırlamıştı. O çizgi film karakteri Mira’nın en sevdiği karakterdi ve tam olarak yüzünde kırmızı ve pembe rengini andıran yapış yapış tutkala benzeyen lekeleri görünce ağlamaya başladı. “Sarmaşık! Neden ağlıyorsun?” dedi Emir panikle. Emir panik içinde Mira’nın bir yerinin acıdığını düşündüğü için ilk önce yüzünü sonra kollarını incelemek istedi eğer yarası varsa hemen annesinin yanına gitmeliydi Annesi hemşire olduğu için ona yardım edebilirdi. Mira’nın kolunda yara var mı yok mu diye incelerken yanlışlıkla Elma şekerini yere düşürmüştü Elma şekerinin yere düşmesini idrak eden Mira tiz bir çığlık atıp ağlamasını şiddetlendirmişti. Emir ne yapacağını bilemez bir şekilde dona kalmıştı. “Sus sus şimdi duyacaklar sesini! Ya Sarmaşık susar mısın?” dedii panikleyerek. Çünkü Mira hastaydı ve Emir’in Annesi Emir’e bulaşmaması için birkaç gün görüşmelerini istememişti fakat Emir Sarmaşığının hasta olduğunu öğrenince Annesinin nöbet saatini beklemiş ve soluğu Sarmaşığının yanında almıştı, Görünüşe göre hem Mira hem de Emir hoşnuttu bu durumdan. Ama Emir’in hesaba katmadığı şey Mira’nın zırlamasıydı. “Zırlayıp durma Sarmaşık yakalanacağız! Hem yüzün çirkin oluyor hem de iki gözün iki çeşme oluyor” dedi Emir belki bir umut susar düşüncesiyle. Mira Emir’in söylediği cümleden cımbızla seçtiği deyimi Emir’e sormayı tercih edip ağlamayı bıraktı,Çünkü aralarında üç yaş vardı ve Mira çoğu zaman Emir’i bir öğretmen bazı zamanlar ise sözlük gözüyle görebiliyordu. “Gözleri iki çeşme olmak ne demek?” dedi garipseyerek. Emir soracağını biliyormuşçasına zafer kasanmışçasına gülümsedi çünkü onu susturabilmişti artık zırlayıp durmuyordu. Emir sabırla açıklamasını yapacağı sırada Şebnem teyzesi çıktı otelin bahçesine ve o an gördü hızla Emir ve Mira’yı. “Mira! Kızım nerelerdesin sen koskoca otelde seni arıyoruz!” dedi Şebnem ATASOY kızının yanına gittiğinde. “Emir oğlum Annen de seni arıyordu biz size Mira iyileşinceye kadar oyun yok demedik mi?” dedi kızgın olduğunu belirtn bir tavırla ve hemen ardından Betül ATAHANLI çıka geldi üzerinde mavi bir hemşire kıyafetiye. “Anne ama sen hastaneye gitmemiş miydin? Nöbete?” diye sordu Emir aklına gelen ilk sorusuyla çünkü hesaplamalarında hata olması %1 ihtimaldi. “Betüşcüğüm kusura bakma seni de nöbetinden çağırdım ama” dedi Şebnem ATAHANLI çünkü bir saat öncesinde Mira’nın ateşi çıkmıştı. Sadece bir dakikalığına ıslak havlu ile ateş ölçer almaya giden Şebnem ATASOY ‘un yokluğuından faydalanıp nasıl olsa Emir bahçededir diye odasından çıkıp ön bahçeye kadar gelmişti çünkü Mira oyun oynamayı her şeyden çok sevevn o kız çocuğuydu. “Ne kusuru canım Ateş bu!” dedi Betül ATAHANLI. Emir Annesinin ve Şebnem Teyzesinin söylediklerinden Mira’nın ateşinin olduğunu anladığında ilk önce ne yapabileceğini düşündü. Annesi ise sağlık çantasından ateş ölçeri çıkarıp Mira’nın ateşini ölçmekle meşguldü. Emir kendisinin ateşinin çıktığında Annesinin onun kafasına ıslak havlu koyduğunu hatırlayınca koşarak otelin içerisine girdi plaj tarafına doğru koşarken şezlongların üzerine serilmiş temiz havlulardan birini kaptı ve hızla Sarmaşığının yanında belirdi, su şişesindeki suyu havluya dökerek ıslattığında annesine havluyu verdi. Emir Annesine, “Benim ateşim çıktığında böyle geçiyordu yine geçer değil mi Anne Sarmaşık da iyileşecek değil mi ?” diye sorduğunda Betül ATAHANLI oğlu ile gurur duyuyordu. O an Şebnem ATASOY içinden Mira’yı Emir’den başkasına emanet edemeyeceğini geçirmişti.
“Ne münasebet! Gördüğün gibi altı yaşında değilim!” Dedim sinirle.
“Senin altı yaşındaki halinle yirmi altı yaşındaki halin arasında hiçbir farkın yok aynı Sarmaşıksın” dedi kendinden emin bir biçimde. “Bunu sana düşündüren ne?” dedim her şeyi bir kenara bırakıp merak ederek. “Sensin…” dedi ucu açık bir cevaptı bu cevap.
“Mesela?” dedim ciddi anlamda sormuştum. “Mesela buraya kafanda bir şapkayla gizlice bir fransız gibi girmen? Topuklu ayakkabılarından kırmızı rujundan o çok sevdiğin elbiselerinden bembeyaz ojelerinden uzun tırnaklarından…” Her kelimesini vurgulayarak söylüyordu hem de her bir kelimesini…
“Alakası yok” dedim sertçe ama yalan söylediğimi o da biliyordu çünkü ben küçükken de annemin özel üretim olan topuklu ayakkabılarını giyer, kırmızı ruju ile inci gibi bembeyaz ojesini sürer en sevdiğim elbiselerimi giyip bütün oteli annem beni sobeleyene kadar öyle dolaşırdım. Hatta ojelerimi tırnak etlerime kadar taşıra taşıra sürerdim ta ki Emir oje sürmeme yardım edene kadar.
“Çakır bana yardım eder misin?” diye sordum annemin olan ojeyi arkama sakladığımda.
Çakır gözler Sarmaşığına tereddütle bakıyordu çünkü en son yardım istediği şey oteldeki yemek bölümünde pasta savaşı çıkarmasıydı ve şimdi çakır gözler tereddüt etmekte oldukça haklıydı. “Pasta savaşına filan katılmak istemiyorum Sarmaşık o gün ceza almıştım!” dedi Çakır o günkü siniri alevlenirken. “Saçmalama Çakırcığım! Ne pasta savaşı ben ondan mı bahsediyorum?” diye sordu Mira. “Pasta savaşı ve benzeri hiçbir faaliyete seninle katılıp annem ve babam tarafından ceza almak istemiyorum!” dedi Çakır gözlerin sahibi aynı öfkesini korurken. Mira şaşırsa da Çakır gözlüsünü nasıl ikna edeceğini çok iyi biliyordu. “İyi bende seninle oyun oynamayacağım o zaman” dedi ve Emir’in yanından kalkıp karşısındaki koltuğa oturup kollarını biribirine bağladı. Emir’in Mira’dan başka hiçbir arakadaşı yoktu aynı şekilde Mira’nın da Emir’den başka arkadaşı yoktu. Emir birdakika kadar dayanabilmişti sadece. Emir yerinden kalkıp Sarmaşığın yanına gitti. “Tamam…” dedi zor bir kabüllenişle. “Yardım edeceğim peki konu ne?” diye tamamladı cümlesini. Mira her zamanki zafer kazanmış ifadesiyle arkasına sakladığı bembeyaz ojeyi çıkardı ve hızla anlatmaya başladı. Bak şimdi çakır gözlü, annem bu ojeyi çok güzel taşırmadan sadece tırnaklarına sürmeyi yapabiliyor ama ben yapamıyorum bana sürmem için yardım eder misin?” dedi Mira en tatlı hali ile. Emir ojeyi görünce pasta savaşının aksine rahatlamıştı ama sonrasında düşününce ne kadar saçma olduğunu düşündü. “Kızım ben ne anlarım oje sürmekten kız mıyım ben?” demişti sinirle Emir. Mira hemen konuşmaya başladı çakır’ı ikna etmeliydi. “Ama öğretmeninin verdiği noktalı çizgileri hiç taşırmadan birleştireiliyorsun” dedi bir umutla. “Sarmaşık senin o noktalı çizgiler dediğin şeyler harfler!” dedi Emir aynı sinirle ve ekledi “Minareyi çaldığı gibi kılıfını da hazırlamışsın!” dedi. Mira Emir’in son söylediği cümleden bir şey anlamamıştı ve sordu “Minareyi çalmak kılıf hazırlak ne demek?” Emir’in sinirini yumuşatabilmişti sorusuyla çünkü Emir gülümsemişti, ama Mira cevap vermesini beklemden hemen konuştu, “Sen bana yardım edersen ben de sana yardım ederim o çizgili sayfaları bitirmene yardım edebilirim?” dedi Mira. O gün belki on kere belki kırk kere de silip sürse o ojeyi taşırmadan sürmeyi öğrenmişti Emir Mira için…
“Neyse konumuz buda değil!” dedim ve evrağı itebilirmişim gibi daha da önüne ittim. “İmzala da bitsin gitsin” dedim sabırsızca. Onun çakır gözleri bir saniye bile ayrılmamıştı gözlerimden. “Taner Bey,” dedi ve ekledi “Onun haberi var mı bu anlaşmadan?” “En son işleri dondurmuştu,” dedi. “Evet şimdi de iptal etmek istiyorum nesini anlamıyorsun?”
“Sen korkuyorsun,” dedi gözlerimde bir kara delik görmüşçesine.
“Neyden korkacağım nereden çıkardın?”
“O halde neden gitmemi istiyorsun neden aradan çekilmemi istiyorsun?”
“Çünkü,” dedim ama ne diyeceğimi bilmiyordum.
“Evet çünkü?” dedi merakla bekliyordu ama benim bir cevabım yoktu.
“İmzalarsan söylerim” dedim gülümseyerek ama o buna karşılık kahkaha attı.
“Elma şekeri de verecek misin taşırmadan imzalarsam?” dedi gülüşünün arasından.
“Bakarız” dedim oldukça ciddi bir şekilde.
Beklemediğim bir anda ciddileşti eline telefonunu aldı ve bir kaç şeye baktıktan sonra telefonu ort sehpanın tam ortasına bıraktı ardından bir ses kayıdı açtı.
“Yıllar sonra da aynı kalacak Ahmet biliyorum,” dedi geçmişten gelen bir ses , bu ses babamın sesiydi. “Biliyorum Tekin Oğullarım devam ettirecek bizim bıraktığımız hatıraları” dedi Ahmet amca. “Kızları unutuyorsun” dedi babam ve Nehir’den bahsediyordu. “Doğru, evlatlarımız bir olup yönetecekler” dedi Ahhmet amca, “Sinan,Mira,Emir,Ekin,Nehir” dedi babam. Ahmet Amcanın kısa bir kahkahasını duymuştum ardından babamın “Onlar bize verilen birer armağan Ahmet” dediğini Ahmet Amcanın ise “Her biri birer pırlanta” deyişini duymuştum. Ve Emir daha fazlasını dinlememi istemediğini belirtircesine Babam tam konuşacakken durdurmuştu kayıdı. “Devamını dinlemek istiyorum” dedim elindeki telefona ulaşmaya çalışırken. 1.70 boyundaydım ve bu topuklularla beraber ona yetişemiyor muydum? “Ya senin boyun kaç?” Ayağa kalkıp telefonu havaya kaldırdığında yetişmem daha da zorlaşmıştı. “1.94” dedi soruyu aslında içimden düşündüğümü sanıp sesli mi sormuştum? Nasıl bir kafadaydım ben şu an? Soru sormama dayanamayıp hemen cevaplardı. “Verir misin şu telefonu artık?” dedi sinirlenmiştim çünkü. “Devamını dinlemek mi istiyorsun Sarmaşık?” bu bir soru değildi,Çakır cevabını bildiği soruları sormazdı. Bu bir kabullenmekti.
“Cevabını bildiğin soruları sormazdın?” dedim ukalaca.
“Soru sormadığımı anlardın…” dedi, ama o ses tonu cümlesinden daha ağırdı.
Söylediği cümlenin ağırlıyıyla yüzleşirken sanki hayat benim için o an durmuştu, telefona ulaşmaya çalışan ellerimi indirdim karşısında hala dik durabildiğim için utanasım bile gelmişti,hatta yüzüm benden bağımsızca yere düşmüştü. Gözlerimde anlam veremediğim bir ağırlık vardı ve o hafif ıslaklığı da hissediyordum. Buna göz yaşı deniliyordu ve birkaç göz yaşının birleşimine de ağlamak…
Ama ben ağlayamazdım Mira ATASOY ağlamazdı, ağlayamazdı.
Bir el hissettim çenemin ucunda, hissetmemle öne düşşen başım benden bağımsızca dikleşti. Hissettiğim el Çakır’ın elinden baya büyük bir eldi, Emir’in elleri çenemi tutup yukarı kaldırmıştı. Çakır gözler benim gözlerimde sanki kötü bir kabus görmüş kadar dehşetle bakıyordu. Çenemi elinden kurtardığım an orta sehpanın üzerinde özenle duran siyah peçetelikten bir peçete aldım arkamı döndüğümde camdan yansımamı görebiliyordum az da olsa akan maskaramı sildim hemen. Tamamını silemeden bir el omuzlarımdan tutup beni döndürmüştü ayağımdaki topuklu ayakkabılar yüzünden ayaklarım birbirine dolanmış ve onun kollarında bulmuştum kendimi. Cümlesinde geçmiş zaman kullanmıştı bu demek oluyordu ki geçip gitti. Bir daha gelmeyecek demek oluyordu. Ben bu cümleden binlerce anlam çıkarabiliyorken o tek bir detaya takılı kalmıştı gözlerime hem de kendisinin ki gibi eşsiz çakır gözlü olmayan gözlerime…
Onun kollarında olmak eski güzel anılar demekti, Onun kollarında olmak renkli çocukluğum demekti.
“Bırak!” dedim onu sert göğsünden ittirirken ama nafileyfi bir adım bile oynamamıştı yerinden dimdik duruyordu. “Sana bırak dedim!” ben ne kadar bağırırsam bağırayım dinlemiyordu. “Sana beni bırakmanı söyledim! Neden bırakmıyorsun beni?” dediğimden gözleri kısıldı söylememem gereken bir şey söylemişim gibi bakıyordu, sormamam gereken bir soru sormuşum gibi.
“Sakın…” dedi kesin bir tonlamayla. “Sakın bana bir daha seni bırakmamı söyleme Mira!” Mira demişti ismimden nefret edesim gelmişti.O bana Mira deyince ismimden nefret etmek istemiştim. O bana Mira deyince bana Sarmaşık demesini özleyeceğimden bir haberdim. Çakır Sarmaşığa sadece ciddi ve kesin olduğu konularda Mira diye hitap ederdi ve şu an oldukça sinirli oldukça kesin oldukça da ciddi gözüküyordu. Söylediklerinden sonra çırpınmayı bıraktım konuşmayı da.
Güven veren kolları bir anda belime dolanıp sarılmıştı tıpkı sarmaşık gibi.
Saçlarımın kokusunu içine çektiğini fark ettim Çakır’ın deyimiyle Sarmaşıklarımı.
“Zehirliler…” deyişini duydum kokumu içine çekerken.
“Sarmaşıkların…” dedi aynı kadife kadar yumuşak ses tonuyla.
“Zehirli Sarmaşık…” diyebildi en sonunda küçükken de böyle derdi.
Kollarım yine benden bağımsızca sarılmıştı onun bedenine.
Ne kadar süre sarılarak ayakta dikildiğimizi bilmiyordum ama bitmesi gerektiğini adım kadar biliyordum.
_____________________________________________________________________________________________________
Lütfen yorumlarınızı ve oylarınızı unutmayın yeni bölümlerden anında haberdar olmak için sayfamı takip edebilirsiniz sevgili okuyucularım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |