Telefon çalması ile ayrılmıştım penikle kollarının arasından. Arayan kişi Arda’ydı Bir çalan telefona birde odanın ortasında bıraktığım Emir’in çakır gözlerine bakıyordum. Telefonu açtım. “İyi misin? Kaç dakikadır bekliyorum geleyim mi?”
“Hayır gelmene gerek yok!” dediğimde rahatsızca bir nefes verdi Arda.
“Peki bekliyorum” dediğinde telefonu kapatmıştım. Olduğum yerde bir şey söylemesini bekledim ama söylemedi. Dosyayı yeniden alıp önüne sunduğumda, “İmzalamayacağım.” dedi kendinden emin ses tonuyla. Ve gülümsüyordu.
Öyle mi? Dercesine baktığımda meydan okuyan Çakır bakışları ile son kez bakışıp odasını terk ettim.
Asansörden inip arabaya doğru giderken birinin omzuma dokunduğunu hissedip aniden önüme dönüp savunma olarak karın boşuğuna tekme atmıştım hemde tanımadığım bir adama, üstelik topuklularla!
“Anais LİERRE” dediğini duydum acıyla. Elinde kırmızı ve fuşya renginin karışımı bir buket vardı ama içindekileri göremiyordum. Arda arkamdan gelip silahını çıkarıp sarışın adamın kafasına dayadığında ben öylece adamın konuşmasını bekliyordum.
“Bayan LİERRE için bu buket,” dedi adam zorlukla.
“Mira ATASOY’un canına kastın mı var?” diye sinirle soludu Arda ve adamın yüzüne bir yumruk geçirdi. Arda’yı durdurmuyordum çünkü daha önce bu olayları yaşamış ve Arda’yı durdurmamın benim kötülüğüme olduğundan haberdardım. Arda’nın arkadaşları olduğunu aynı zamanda çalışanlarım olduğunu bildiğim korumalar sarmıştı etrafımı. “Mira Hanım güvenliğiniz için arabaya geçin lütfen,” dedi korumalardan biri. Ama benim dikkatimi çeken Anais LİERRE diye uydurduğum ismi nereden bilmesiydi? “Mira arabaya geç” dedi Arda çünkü ona göre Anais LİERRE diye biri yoktu sahte de olsa. “Bir dakika,” dedim kırmızı fuşya rengi bukete doğru ilerlerken. Buketi elime aldığımda içinde çiçek görmeyi bekledim ama çiçek değildi bu bir Elma şekeri buketiydi Evet elma şekerinden oluşan bir buketti. Birden fazla elma şekerine kartonlardan yapay papatya şekli verilmişti ve bir not iliştirilmişti. Şöyle yazıyordu,
Lierre, ne vous inquiétez pas, ces marguerites ne se faneront jamais *
Küçükken aldığı her papatya solardı ama elimdeki kartondan yapılan yapay papatyalar solmayacaklardı. Elma şekeri buketimi arabaya koyduktan sonra Arda’nın yanına gittim.
“Bir dakika Arda,” dediğimde Arda durmuştu.
“Ne oluyor? Arabaya geçmeni söylemiştim!” dedi haklı bir tepkiyle.
“Adın ne?” dedim az önce umursamazca topuklularımla tekme attığım çocuğa.
“Çağan ATAHANLI” dediğinde en az benim kadar Arda da şok olmuştu.
“Gidiyoruz Arda,” dediğimde ikiletmeden arkamdan arabaya doğru ilerledi ve onunla beraber diğer koruma arkadaşlarıda uzaklaşmıştı.
“Kimdi o ?” dedi Arda arabayı park ettiği yerden çıkarırken.
“ATAHANLI” dedim kısa ve kaçamak cevapla.
“ATAHANLI olduğunu anladık zaten” dedi.
“Bende bilmiyorum Arda, ama bana zarar vermek için yaklşaşmadığını biliyorum”
Bir şey söylemeden eve sürdüğünde bende sesimi çıkarmadan arka koluğa bıraktığım buketi aynadan bakarak izliyordum. Arabadan indiğimde arka koltuktan elma şekeri buketimi aldığımda Arda’nın soran bakışları ile karşılaştım.
“Bu ne?” dedi, sorarcasına bakışları yetmezmiş gibi soruş moduna geçmişti.
“Neye benziyor?” diye Atladı Hira konuşmaya. Onun bahçede olduğundan bile habersizdim.
“Sana sormadım” dedi Arda sinirle.
“Bana sen diye hitap edemezsin!” dedi Hira.
“Senin çalışanın değilim,” dedi Arda az önceki tavrının aksine sakince.
“Ne o ? Düne kadar Hira Hanım değil miydim ne değişti?” diye soran Hira’nın sorusuna ben karşılık verdim.
“Arda sana saygısından siz diye hitap ediyorsa ve sen bu saygıyı görmüyorsan Arda da sana bu saygıyı layık görmüyorsa bu Arda’nın saygısızlığı ile alakalı değil senin o saygı denilen çizginin üzerinde inatla tepinmen ile alakalı.” Dediğimde Ateş alkışlamaya başladı alkış sesini duyduğumda Ateş’in şezlongda yanında manken olduğunu bildiğim bir kızla güneşlendiğini gördüm. Hira diyecek bir şey bulamayıp Arda’ya sinirle bakıp gitmişti. Arda elini yumruk yapıp benim yumruğumla tokuşturduğunda, “Ateş yine manken getirmiş,” dedi. “Görüyorum,”dediğimde Efsun abla çıkmıştı evin içinden.
“Kuzucuklarım, Taner bey birazdan dönecek ne yapın edin şu kızı gönderin buradan vallahi olay çıkacak yine reklam olacağız magazine!” diyerek bitirmişti motivasyon cümlesini. “Efsun Ablacım sen bunu al Ateş’i bize bırak” dedim elimdeki buketi Efsun Abla’ya verirken.
“Odana bırakıyorum kuzucum,” dedi giderken.
“Hadi Arda,” dedim havuz başına ilerlerken.
Ateş, “Mira havuza da topukluyla mı gireceksin?” diye saçma bir soru yönelttiğinde yanındaki manken kahkaha atmıştı sanırım sarhoştu.
“Ateş içtiniz mi?” diye sordu Arda. Ateş ise o sırada yanında oturan kızın güzelliğini övüyordu. “Adın neydi?” dedim kıza. “Kelia” dediğinde yabancı olduğunu da anlamış oldum.
“Harika, şimdi Kelia kalkıyorsun ve bu evde bir eşyanı bırakmadan toparlanıp gidiyorsun, Arkadaşlar seni evine bırakıcak.” Dediğimde kız hiç de gidecek gibi değildi.
“Bak Kelia sen ilk değilsin son değilsin ve ben bunu biliyorum”
“Ben Ateş’in sevgili!” dedi kız bozuk türkçesiyle.
“Sen Ateş’in sevgilisi değilsin” dedim kızın dağınık çantasını toplayan Arda ise “Takıldığı kızlardan birisin,” dedi. Her kelimemizde haklıydık maalesef Ateş şıpsevdi bir insandı. “Arda şu kızı gidiceği yere bırakın”
“Tamam Buğralar bırakır şimdi” dedi kızın eline çantayı tutuşturup Buğra’nın yanına götürürken.
Ben Ateş’in yanındaki şezlonga oturduğumda buzlu limontanın yarısını uyuklayan Ateş’in üzerine döktküğümde ayıldı.
“Mira sen iyi misin!” diye bağırarak sıçradı yerinden.
“İyiyim Ateşcim sen nasılsın?”
“Üzerine buzlu limonota dökülen biri nasılsa bende öyleyim!” dedi öfkeyle.
“Kusura bakma ayılman lazımdı dedem geliyor,”
“Evet Efsun abla söyledi az önce,” Ateş şezlongdan hızla kalkıp
“Ateş git duş mu alıyorsun kahve mi içiyorsun ne yapıyorsan yap kendine gel” Ateş söylediklerimden sonra hızla evin içine girmişti.
Arda yanıma doğru geliyordu. “Kız nerede?”
“Çok şükür” dedim oh çekerken.
“Bir bitmedi çapınlıkları” dedi Arda.
“Bitmiyor ki!” dedim uzandığım şezlongdan kalkıp.
“Odama üzerimi değişitireceğim,” dedim.
“Akşam dedemle tekne turuna çıkacağım” diye de ekledim.
Odama çıkıp ılık bir duşa girdim. Giyinme odama geçip kıyafet askılarında ellerimigezdirip ne giyeceğimi kafamda kurduktan sonra kahverengi deri bol pantolon üzerine de takımı olan madonna yaka kahverengi deriyi giydim.
Ayakkabılarımın dizili olduğu raftan kahverenngi köşelii bir topuklu ayakkabı seçtim. Takı olarak cam takı masamdan su yolu bir bileklik ona uyum sağlayacak bir saat ve dedemin özel tasarım hediyesi olan baget pırlanta yüzüğümü taktım.
Merdivenlere ilerleyecekken çaprazımda duran Hira’nın odasının kapısının açık olduğunu fark ettim. Bir sorun olup olmadığını kontrol etmek için Hira’nın odasına girdim. Hira küçük terasının sandalyesinde oturmuş elinde bir kağıt bir kalemle bir şeyler yazıyordu. Arkamdan gelen Efsun Ablanın elinde kokuya bakılırsa Ihlamur çayı vardı, Hira’ya getirmişti. “Ben veririm Efsun Abla sen dedem gelince haber verirsin değil mi?” diye sordum. “Tamam kuzucuğum ben haber veririm” Dedi Efsun abla merivenlerden inerken. Effsun abladan aldığım Ihlamur bardağını elimde tutarak cam teras kapısını çaldım Hira elindeki kağıt ve kalemi bırakıp beni incelemeye başlamıştı. “Ihlamur istemişsin Efsun Abladan” dedim küçük sehpaya bırakırken ıhlamuru.
“Müsait misin?” dedim yanına oturmak için. Başını evet der gibi salladığında yanınadaki minik puf sandalyeye oturdum. Demin yazı yazdığını düşündüğüm kağıda bir yüzük tasarımı karalamıştı, adını da Taç koymuştu. Çok güzel gözüküyordu. “Çok güzel olmuş, bakabilir miyim?” diye sorduğumda kağıdı mutsuzca uzatmıştı. Yakından daha da güzeldi. “Dedeme göstersene bu güzel çizimi hayata geçirsin,” dediğimde alaycı bir gülüş gönderdi, anlamıştım ki Hira benimle konuşmayı reddediyordu. “Neden güldün?” dedim. “Gösterdim çünkü o ise benim işimin bu olmadığını söyledi” dedi. Demek ki hüznü bu yüzdendi. “Ama benim işim de tasarım yapmak değil ki” dedim açıklayarak. “Ne var biliyor musun?” dedi alayla. “Mira ATASOY var ve beraberinde Mükemmelliyeti var” dedi.
“Senin işin bu olmasa bile sen bu tasarımı dedeme göstersen sana hayır diyemeyeceğini biliyorum” dedi.
“Abartmıyorum, deneyelim mi? Aynı tasarımın renklendirilmiş halini vereyim sana ve dedeme sor bakalım ne yapacak” dedi bilmişçe.
“Bak biliyorsun sen de adın gibi biliyorsun” dedi.
“O anlamda söylememiştim Hira” dedim yanış anlamasın diye.
“Tamam” dediğimde küçük terastan çıktı bende onu takip ettim, gümüş rengi dosyasından çıkardığı çizimin renklendirilmiş haliydi. Çizimi bana uzattığında diyecek bir şeyim kalmadığı için, “Akşam yemeğinde görüşürüz” deyip çizimi odama bırakıp Efsun Ablanın yanına mutfağa girdim.
“Hoş geldin kuzucuğum” dedi gülümseyerek.
“Hoş buldum Efsun Ablacım da yemekler sence de biraz fazla değil mi?” diye sordum.
“Aa kuzucuğum sen bilmiyor musun? Bugün misafirimiz var” dediğinde misafirimizin kim olduğundan bir haber olan ben merakla, “Misafirimiz kim Efsun Abla?” diye sordum anında.
“Sinan’ın kız arkadaşıymış kuzucuğum, dün dedenle konuştular kıza evlenme teklif etmiş bile bize de en son haber veriyor şuna bak!” diye sinirle anlatan Efsun ablayı dinleyen ben şoktan şoka giriyordum. Abimin kız arkadaşı varmış hatta ona evleneme teklifi bile etmiş ama ben kız kardeşi olarak bunu bilmiyordum. Bana nikah günü söylemeyi planlıyordu sanırım.
“Nerede?” diye sordum Efsun Ablaya.
“Kim Sinan mı? Çatıda Ateş ile beraberler” dediğinde adımlarım benden bağımsızca çatıya çıkıyordu. Çatı katına çıktığımda tavandaki büyük pencere zaten açıktı ve Ateş ile Sinan’ın seslerini duyabiliyordum. Merdivenden çaıtıya çıktığımda Ateş ve Sinan susup benim neden çatıda olduğumu düşünüyorlardı herhalde. “Mira?” diye ilk soru cevap hakkını kullanan Ateş oldu.
“Ateş biliyor musun? Bu akşam yemeğe misafirimiz varmış” dedim. Sinan al işte der gibi bakıyordu. “Dedemin arkadaşları mı?” dedi Ateş saf saf. “Değil” dedim.
“Kim o zaman?” diye sordu Ateş.
“Sinem” dedi Sinan oyunumu uzatmak istemedi ya da sıkıldı.
“Ailemizin yeni üyesi ama biz bunu nikah günü öğrenecektik çok üzgünüm Sinan umarım bozulmadın!” diye sinirle bağırdım.
“Nikah mı? Neyden bahsediyorsun?” Ateş bir şey bilmediği için Sinan’a yönelik sorular soruyordu.
“Sinem AKÇAL evleniyorum onunla” dedi Sinan.
“Bu ciddi mi?” diye sordu Ateş bana.
“Sor bakalım ciddi mi? Bize nikahta söyleyecekti bir de!” dedim bağırışıma karşılık Efsun Abla, “Çocuklar dedeniz geldi!” dedi pencereden bize bakarken onları orada bırakıp merdivenlerden aşağı indim. “Kızım iyi misin?” diye dedem telaşla sordu. “Dede bana neden söylemedin?” sorumla dedem kabahatini biliyormuş gibi üzüntüyle baktı.
“Benimde çok yeni haberim oldu cici kızım çok olmadı, yapmış bir haylazlık kereta başı boş mu bıraksaydım?” diye sordu dedem.
“Cici kızım?” diye seslenen dedemi suyunca daldığım noktadan kaçırdım bakışlarımı.
“Kusura bakma dedecim sana sinirli değilim, seni üzdüm mü?” dedim Dedeme.
“Sen iyiysen bende iyiyim cici kızım” dediğinde onunla beraber yemek masasına geçtik.
“Dedecim Sinem daha gelmedi” dedi Abim olucak Sinan.
“Yani?” diye sorduğumda kapı çaldı. Efsun Abla kapıya gittiğinde herkes ayaklanmıştı ben hariç. “Sevgilim!” dedi Sinan Sinem’e sarılırken ama bu sarılmayı dedemin öksürüğü böldü. Merakıma yenik düşerek Sinem’i incelemeye başladım. Tam bir kumral güzeliydi.
“Merhabalar efendim” dedi Sinem elini dedeme uzatıp el sıkışırken parmağındaki kahve tonlu işlemeli yüzüğü gördüm bu bir tek taştı.
“Merhaba kızım” dedi dedem. Sinem tek tek herkesle tanışırken sıra bana geldi.
“Mira ATASOY değil mi?” dedi gülümsemesiyle.
“Evet tanınıyorum sanırım” dedim şaka yapmıyordum ama Ateş ve Sinem kahakaha atmıştı.
“Bence tüm Türkiye tanıyor” dediğinde ekledi “Sinem bende, memnun oldum Mira.” Sinem masaya geçip oturduğunda Efsun Abla yemeklerimizi servis etti ardından bizimle beraber yemek yemeye oturdu.
Dedem Sinem’e ne işle uğraşıyorsun gibi sorularını sorarken Hira ise Sinan ile tanışma hikayelerini sormuştu Ateş ise bana uyup Tıp oynamayı sürdürüyordu.
Sinem artık gitmeye hazırlanırken Abim onu bırakmak için dışarı çıkacağını söylemişti.
“Ben odama çıkıyorum dinleneceğim” dedim merdivenlerden çıkarken.
Arkamdan bir ses duyduğumda sesin Ateş’e ait olduğunu anladım.
“Pişt Mükemmelliyet” evet bana böyle seslenmişti.
“Neyin var senin Mira?” dedi şüpheyle.
“Yok bir şeyim yatıp uyuyacağım” dediğimde beni durdurdu ve beni terasa yönlendirdi.
“Bağırma bak dedem duyucak hadi hadi!” dedi Çatıya sürüklerken beni.
Ateş kendine her zamanki gibi renkli kokteylerinden birini hazırlayıp bana da sıcak bir kahve getirmişti.
“Sen hayırdır?” dedi renkli puflara otururken.
“Ne demek hayırdır?” dedim ters ters.
“Ne o bayan LİERRE?” dediğinde dondum kaldım.
“Sen, nereden, nasıl yani?” dediğimde ne söyliyeceğimi unutup kahveyi zemine bıraktım. Ateş bu tepkime o kadar güldü ki neredeyse bayılacaktı.
“Şu hayatta Mira ATASOY’u da böyle şaşırtabiliyorsan sen varsın demektir be Ateş ATASOY!” diyerek kendini övdü Ateş.
“Ateş!” diye bağırdığımda gülmeyi kesti.
“Bende biliyorum bir şeyler de asıl sen anlat bakalım” dedi Ateş o turuncu hareli gözlerini kısarak.
“O günü işte Mira ayrıldığınız günü seni almaya geldiğimiz günü,” diye sordu ama sonlara doğru sesi ksık çıkmıştı.
“Zor bir gündü” dedim Ateş sabırla devam etmemi bekledi.
“Annem her zamanki gibi babamla otel akşamlarına festivallere katılmaya gitti tabi onlarla beraber Emir’in annnesi ve babası da gitti, buraya kadar her şey normaldi eğlenmek isteyen iki çiftin bir günü gibi. Ama öyle değildi işte Ateş. Benim o gün Ailem öldü ben öldüm Mira öldü.” Dedim sıkıntıyla nefesimi verirken.
“Bazen, bazen keşke diyorum Mira, keşke o gün seni almaya gelmeseydik”
“Ama sonra seninle geçirdiğimiz güzel anıları hatırlıyıp iyi ki diyorum, Bipolar olacağım herhalde sikeyim böyle işi duygusallık bana göre değil” dediğinde gülümsedim ama gülümsemem bile ağlamaklıydı.
Durmadım anlatmaya devam ettim, “Siyah fötr bir şapka ile bir adam geldi otele dedem. Bana ‘ben senin dedenim cici kızım seni almaya geldim’ dedi yanımda duran Emir ona nefretle bakmıştı çünkü beni ondan alacaktı.” Uzun bir nefes vermek zorunda kaldım.
“Evet biz de o zaman arabada seni bekliyorduk ha bide Sinan’ı” dedi.
Aklıma gelen küçük bir detayla hüznüm uçtu gitti.
“Tabi ki sen dayanamayıp indin beni aramaya-” Ateş devam etmemi istmeyip sözümü kestiğinde gülme gelmişti birden.
“Ya Mira unut git kızım ne fil hafızalı çıktın he” diye konumu dağıtmaya çalışıyordu.
“Güzelim burda konu sensin ben değilim ki” diye konuyu dağıtmaya devam ediyordu.
“Yalnız burda konumuz o gün ki Ateşböceği” dedim bilerek.
“Ben gidiyorum iki konuşmaya gelmiyorsun Mira!” diyerek yanımdan kalkıyormuş gibi blöf yaptı.
“Otur otur da yeniden anlat” dediğimde gözlerinde o günü gördüm.
“Mesela neden Ateşböceği dedin kıza” diye sorarak başladığımda derin bir nefes aldı.
“Dalga geçmeyeceksen anlatacağım” dediğinde bir kere daha güldüm.
“Adını bilmiyordum çünkü ve o gün yanında küçük bir ateşböceği vardı bir kıyafet gibi yada bir aksesuar gibi ona o kadar çok yakılmıştı ki” Ateş kendince yine derin bir iç çekiyordu. O kız her nasıl olduysa Ateş’te onu hatırlatacak bir şeyler bırakmıştı ve bu durumun en komik yanı da Ateş’in o zamanlar çocuk olmasıydı.
“Güzeldi işte çok güzeldi ,güzel gözleri vardı mesela” Ateş kendi hayal aleminde o güne döndüğünde artık ne desem beni duymayacağını anladığımda soğumuş kahvemden bir yudum aldım.
Belli bir süre sonra Ateşi kendince manzarayı izlerken bıraktım ve odama geçtim.
Üstüme saten takımlarımı giydikten sonra rahat bir uyku çekmek adına gözlerimi kapattım…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |