Kapının kapanışı bir sona işaret etmiyordu. O dar ve karanlık koridorun soğuk taşlarından çıktığımda, dışarıdaki dünya olduğundan daha büyük ve daha sessiz görünüyordu. Gecenin derin nefesi yüzümü yalayıp geçti, ama o içimde hiç yer bulamadı. İçimde hava yoktu, ses yoktu. Sadece yankılanan bir boşluk vardı.
Şafak oradaydı. Gözleri üzerimdeydi. Hiçbir şey sormadı. Çünkü sorsa, kelimelerim ona ulaşmazdı. Ona bakmaya çalıştım, ama o bakışın ağırlığını taşıyamadım. O an yalnızca ayaklarımın altındaki toprağı görmek istiyordum. Toprağın beni çağırışı, içimdeki sessizlikle uyum içinde bir mırıltıydı.
Arabaya bindim. O ilk anın farkında değildim. Ellerim, yüzüm, ellerimde hissettiğim o soğuk dokunuş… Her şey birbirine karışmıştı. Sanki bedenim bana ait değildi. Sanki ben hâlâ o mahzende, ellerimle geçmişime tutunuyordum. Ama tutunduğum şey, beni bıraktırıyordu.
Motorun sesi yükseldi. Şafak sessizdi. Ben de öyle. Ama bu sessizlik, geceyi delip geçiyor, ruhumu daha derin bir yere çekiyordu. Pencereye başımı yasladım. Camın soğukluğu tenime değdi. Ama hiçbir şey hissetmedim.
---
Gözlerimi dışarıya diktim. Yol kenarındaki sokak lambaları, karanlık ve ışık arasında kayboluyordu. Aynı benim gibi. Karanlık ve ışığın arasında sıkışıp kalmış gibiydim. Ne tam aydınlıkta nefes alabiliyordum, ne de karanlığın tam ortasında boğulabiliyordum. Bu ara yerdeydim, tarifsiz bir uçurumdaydım. Ve hiçbir şey beni o uçurumdan kurtaramıyordu.
"Eve gitmek istiyorum." Cümle aniden döküldü dudaklarımdan. Belki de düşünmeden, belki de sadece o sessizliği bozmaya çalışırken. Ama söyledikten sonra o cümlenin ağırlığını hissettim. O ev, o anılar... Geri dönmek istediğimi fark ettim. Geri dönmek ve onun yokluğunu tekrar yaşamak istedim. Kendimden kaçmayı bırakıp o yoklukla yüzleşmek istedim.
Şafak direksiyonu sıkıca kavradı. Gözlerini benden ayırmadan, yola baktı. Çok şey düşündüğünü hissettim. Ama sadece, "Bu gece olmaz. Bu gece yalnız olmaz Güneş."
Onun haklı olduğunu biliyordum. Ama haklılık, acıma çare değildi. O eve gitmek, her şeyle hesaplaşmak istiyordum. Şimdi ya da sonra, kaçmanın faydası yoktu.
...
Şafak’ların evi sıcaktı. Çok sıcak. Ama bu sıcaklık, içimdeki buzun altında kayboluyordu. Oturma odasında, koltuğun bir kenarına oturdum. Ellerim dizlerimde, parmaklarım hâlâ hatıraların ağırlığını taşıyordu. Yaptığım şeyin gölgesi, üzerimdeydi.
Şafak, mutfağa geçti. Döndüğünde elinde bir bardak su vardı. Suyu bana uzattı, ama onun yüzüne bakmadım. Parmaklarım bardağı kavradı ama hiçbir şey içmedim. Çünkü boğazımdan aşağıya akacak olan tek şey, hâlâ içimde taşıdığım zehir gibiydi.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Şafak’ın başucumda oturduğunu hissettim. Yanımdaydı. Sessizliği bozmadı. Bir şey söylemediği için minnettardım. O an, sözcüklere değil, yalnızca sessizliğe ihtiyacım vardı.
Ama o sessizlik, zihnimde yankılanan o son anı bastıramıyordu. Yüzümdeki sıcaklığı hissederek fark ettim ki, gözyaşları akıyordu. Sessizce, içimdeki çığlıkların sonucuydu.
Ve o çığlıklarda Timuçin’i gördüm. Onun gülüşünü. Onun varlığını, onun yokluğunu ve derin boşluğu...
...
Gece ilerliyordu. Şafak’ın evinde her şey sessizdi, ama bu sessizlik benim için bir huzur değil, bir yük gibiydi. Gözlerimi kapattığım anda, zihnimin derinliklerinde bir uğultu başladı. Sanki yankılanan eski bir çığlık gibi... Önce uzak, sonra giderek yükselen bir çığlık...
Uykunun derin sularına daldığımda sadece zihnimin rahat nefes almasını diledim.
...
(Karanlık bir koridordaydım. Soğuk taş duvarlar, parmak uçlarıma değecek kadar yakındı. Adımlarım, zeminde yankılanıyordu, ama bu yankı bana ait değil gibiydi. Arkadan gelen fısıltılar, her adımda daha da güçleniyordu.
Ses tanıdıktı, ama bir türlü kime ait olduğunu çıkaramıyordum. Arkama döndüm, ama kimse yoktu. Tekrar ilerledim, ama her adımda koridor daralıyordu. Duvarlar neredeyse beni sıkıştıracak kadar yakındı artık. Nefes almak zorlaşıyordu, ama duramadım.
Birden önüme bir kapı çıktı. Ellerim, istemsizce kapının soğuk metaline dokundu. İçeriden başka bir ses yankılandı, daha sert, daha alaycı...
Bu kez ses çok netti. Onun sesiydi. Katilin... Nefesim kesildi. Ellerim kapının koluna uzandı ama o anda kapı kendi kendine açıldı. İçeriden yayılan keskin bir ışık gözlerimi kör eder gibi oldu.
Odaya adım attığımda, Timuçin oradaydı. Koltuğa oturmuş, sırtı bana dönüktü. Ona doğru ilerledim. Ayaklarım yere yapışıyormuş gibi ağırdı. Ağzımı açıp adını söylemek istedim ama kelimeler çıkmadı. Konuşamıyordum.
Sonunda yanına ulaştığımda, onun başını çevirmesini bekledim. Ama o dönmedi. Ellerimi omuzlarına koydum, ama o an vücudu bir anda dağılıp yere çöktü. Gözlerimin önünde küle dönüştü. Çığlık atmak istedim, ama boğazımda bir düğüm vardı.
Arkamdan gelen bir kahkaha ile irkildim. Döndüğümde, katil oradaydı. Gözleri delici, yüzü alaycı bir gülümsemeyle doluydu. “Bu mu senin kurtuluşun?” dedi. “Hadi, bir kez daha yap. Ellerini boynuma uzat. Çünkü ellerin hâlâ kirli.”
Ona bağırmak istedim, ama hareket edemedim. Sonra bir anda oda sular ile dolmaya başladı. Su, dizlerime kadar yükseldi, sonra belime, sonra göğsüme...
Hepsi kısacık bir anda olup bitti.
Nefes almak imkânsız hale geldiğinde deli gibi çırpınıyordum. Oysa ben suda uzun süre kaldığımı bilmeme rağmen neden korkuma engel olamıyordum.
Çırpındım, ama sudan kaçamadım. Katilin yüzü giderek yaklaştı, suyun içinde gülümseyerek usul usul...
Zaman yavaşladı. Herşey ağır çekimde oldu. O kadar çok yakınımdaydı ki... )
Son anda derin bir nefes alarak uyandım. Yatakta oturmuş, ellerimle boğazımı tutuyordum. Nefesim düzensizdi, kalbim göğsümde çılgınca çarpıyordu. Oda karanlıktı, ama karanlık içimdeki boğulma hissini dindirmiyordu. Gözlerimi kapattım, ama suyun soğukluğunu ve katilin o yüzünü yeniden görmekten korkuyordum.
Hâlâ çırpınan bir nefesle yatağın kenarında oturuyordum. Elleri titreyen biri gibi değil, boğulmak üzere olan biri gibiydim. Ama boğulmamı sağlayan su değil, kendi düşüncelerimdi. Zihnim, rüyanın gölgelerine tutunmuştu. O ışık, o sesler, boğazımda parmaklarımı hissederken, her şey içimde yeniden canlanıyordu.
O an kapı yavaşça aralandı. Jake’in uzun gölgesi, karanlığa karışarak içeri süzüldü.
“Uykunun seni dinlendirmediğini söylememe gerek yok. Nefesin buradan duyuluyor.”
Onun sakin ama keskin duruşu, bir anlığına içimdeki karmaşayı durdurdu.
Yatağın kenarına yaklaşarak, beni izlemeye devam etti. O gözleriyle, sözlere dökülmemiş her şeyi görüyordu.
“Yoksa kötü bir kabus mu? Ben onların varlığını hissedebiliyorum.”
Bir süre sustuk. O konuşmadan benim yükümü çözmeye çalışıyordu, ama bu sessizlik, sanki daha ağır bir şey fısıldıyordu.
“Neden buradasın, Jake?” Gözlerimi ona çevirmeden sordum sorumu.
“Çünkü seni izlerken acının kokusunu hissediyorum."
Cümlesi, soğuk ama yumuşak bir dokunuş gibi üzerimde yankılandı. O anda başımı kaldırıp ona baktım. Gözleri, beni anlamaya çalışan birinin sabrını taşıyordu. Ve o anda fark ettim ki, bu odada sadece ben kendimle değil, Jake de benimle yüzleşiyordu. Onları karanlıkla suçlayan bendim. İçten içe farklı gözle bakan bendim. Peki benim ne farkım kalmıştı? Kötü neyden ibaretti? Kötülük kime yapışmıştı?
...
Jake daha da yaklaştı, karanlık odada gölgesi bedenime yakınlaşacak kadar. Bir an duraksadı, hareket etmekten çok izliyordu. Gözlerinde yalnızca bir vampirin keskinliğini değil, aynı zamanda sessiz bir şefkati de hissedebiliyordum.
“Beni rahatlatmaya çalışıyorsan,bunu yapamayacağını bilmelisin."
Jake, dudaklarının kenarında hafif bir hareketle yanıt verdi. “Rahatlatmaktan bahsetmiyorum,” dedi, bir eliyle yatağın kenarındaki boşluğa dokunarak. “Ama eğer yalnız kalırsan, bu karanlık seni içine çekebilir. Ve sen bunun olmasını istemiyorsun.”
"Olmuştu ama ben o çukurdan çıktım."
Başımı ellerimin arasına aldım. Bitkindim, bıkkındım.
“O ellerle yalnızca boğazına değil, kendi vicdanına da dokundun. O günü hatırlıyor musun? Mavi karşındaydı."
Başımı olumlu anlamda yorgunca salladım.
"Cinayet bir seçim olduğunda insanı zorlar. Seçenek kalmadığında kendini kandırman çok daha kolay olur."
"Ama senin bir seçeneğin vardı."
Acı bir tebessüm kaçtı dudaklarımdan.
Benim geçtiğim yollardan çok daha önce geçmişti. Anladığım kadarıyla dibine kadar da yaşamıştı tüm duyguları. İçindeki karanlığı kabul etmiş ve kontrolü öğrenmişti. Belki de beni en iyi anlayan oydu. Çünkü Şafak bana artık eskisi gibi bakmıyordu. Hayal kırıklığı vardı. Belki de bu kadar ileri gitmemi beklemiyordu. Çünkü her şeye rağmen bir seçeneğim vardı. Ve ben seçimimi yapmıştım.
Başıma gelecek her şeyi de hak ediyordum. Tıpkı Savaş'ın da dediği gibi...
O an ona çok öfkelenmiştim. Deli gibi haklıydı.
Ağlayıp sızlamam kendimi kandırma çabamdı.
İçimdeki o küçük kız çocuğunu daha ne kadar suçlayabilirdim ki?
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
3.45k Okunma |
141 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |