Tıkırtı seslerine gözlerimi araladığımda onu gördüm. Timuçin dolabıma yaşlanmış ve eline bir fotoğraf karesi almıştı. Kafam güzelken eskileri yâd edip birçok şeyi açığa çıkarmış ama toplamadan sızmıştım.
Baktığı polaroid fotoğrafa takılıyken mırıldandı.
"Yanındaki her kimse seni gerçekten mutlu etmeyi başarabilmiş."
"Halâ resmi sakladığına göre sende iz bırakmış biri olmalı. Kimdi bu Güneş?"
Soruma cevap alamadığım gibi soru yağmuruna tutulmuştum.
Ellerimle saçlarımı geriye attığımda resmin arka kısmına odaklandım.
Notun gördüğümde hangi resme baktığını anlamıştım.
O resimde tam olarak yaşımı hatırlamasam da küçüktüm. Bir yaz akşamı olduğunu hatırlıyorum. Parkta yalnız başıma ağlarken tanıştığım bir yabancıydı. Rastgele girmişti hayatıma ve her hafta pazar akşamları parkta olacağına söz vermiş ve beni o salıncakta yalnız başıma sallanmayağıma ikna etmişti. Ben anne diye ağlarken parkta o tutmuştu elimden. Düşmüş ve dizimi kanatmıştım. Şuan yaptığım gibi,o zaman da ruhumdaki acıyı baskılamak için vücudumda yaralar açardım bile isteye...
Ve o el öyle bir zamanda uzanmıştı ki elime...
Oysa bir yabancı ile konuşmamamı sıkı sıkı tembihlemişti babam. Ama ben dediği her şeyin tersini yaptığım için ve sevgiye aç olduğum için kucak açmıştım ve bu yabancıya.
Resmi bıraktığında düşünceli görünüyordu. Sadece uzun uzun baktı ama sonrasında tek bir kelime bile etmedi.
Benim için güzel ama aynı zamanda acı veren bir anı olarak kaldı. Elim kolyeye uzandığında halâ neden onu atmadığımı anlamış değildim.
Çünkü o sözünde durmamış ve beni yalnız bırakmıştı.
Yine bir pazar gecesi gittiğim o parktan elim boş dönmüştüm. Ve ben her pazar kendimi yine o parkta bulmuş, tekrar ve tekrar gitmeye devam etmiştim.
Bunu yapmayı tam olarak ne zaman bıraktığımı bile hatırlamasam da. Yeri hep ayrıydı.
O güzel anılar nasıl unutulurdu ki?
Daldığım anılardan sesiyle uzaklaştım.
"Büyükbabam. Kalp krizi. Bu gece yanında kalacağım. Merak etme her ihtimale karşı kapıda bir kaç adamım var."
Bakışlarımdan anladığında eli çenemi kavradı.
"Şafak'a haber verdim. Yalnız olmayacaksın."
"Seninle gelmek isterdim ama onun bundan hoşlananacağını hiç sanmıyorum. Beni de haberdar et ve yapabileceğim herhangi bir şey olursa..."
"Biliyorum. İçerde yiyecek bir şeyler var aç kalma."
"Hadi masaya." Derken beni de peşinde sürükledi. Ağzıma bir kaç lokma atana kadar da gitmemişti.
Sonunda yalnız kaldığımda derin bir iç çekerken bulmuştum kendimi. Yalnızlık...
Galiba benim sorunum buydu. Hayatımda hep bir kargaşa istememin sebebi...
Boşluk hissinden kaynaklı olan o his, beni hep farklı yerlere sürükledi.
Dur durak yoktu. Yeterince yaklaşmadığım için değil, bunu yapmıştım. Kendi ellerimle ölümüme sürmeden önce... Denemiştim intiharı. Hayatta kalmıştım ama vazgeçmemiştim.
Kendime acımaktan sorgulamadım. Ta ki başkasının canıyla sınanana dek…
Artık kendimi kandıramıyordum ve bu canımı daha fazla yakıyordu.
Televizyondan herhangi bir kanal açtım ses olsun diye. Tüm ışıkları yaktım. Yemek yerken ne kadar aç olduğumu o an fark ettim. Ayaküstü atıştırmalarım başıma dert olacaktı. Güçten düşmeye başlamıştım ama bunun zamanı değildi. Şimdi, hiç olmadığım kadar güçlü olmaya ihtiyacım vardı.
"Ne zaman gideceğiz Will. Uzun zaman oldu. İçindeki o his halâ anlam kazanmadı. Belki de sen yanıldın."
"Dönüp dolaşıp burada buldum kendimi. Burada olmak istememin nedenini hâlâ bilmiyorum ama burada bir şey var. Var bir sebep hissediyorum."
"O zaman neden yıllarıdır olan bir şey yok."
William usulca ayağa kalktığında İzabel gergindi.
"Belki de beraber buluruz değil mi İzabel. Belki senin güzel yeteneğin benim silik anılarıma bir ayna tutar."
Ellerini uzatıp onu kendine çekti.
"Keşke bu gücümü senden kullanma fikrinden vazgeçmeseydim. Zihninde olmak için can atmıyor değilim." Derken geri çekildi İzabel.
"Mesela şuan ne düşünüyorsun?"
"Bu olmasaydı ve biz bunu engellemeseydik sence de uzun yollarımız, uzun yıllarımız olur muydu?"
"Haklısın. Ben sadece İstanbul'dan çok sıkıldım. Eskisi gibi şehir şehir gezdiğimiz yılları çok özledim."
"Sana hep alan tanıdım. İstediğin yapmakta özgürsün, hâlâ."
"Ben söylemekten bıkmadım değil ama hayat karşına gerçekten aşık olduğun birini çıkardığında benim pekte önemim kalmayacak."
İzabel suratı asık bir şeklide geri çekildiğinde "Evet." Diyebildi.
"Bana aşık olamadın ve benimde senden umudu kesmem için çabalamaktan da geri kalmıyorsun."
"Hava almaya çıkıyorum. Gün doğumunu kaçırmak istemem."
"Bana iyi gelen tek şeyde bu. Güneş, sıcaklık ve aydınlık…"
Senin aksine der gibiydi. William'dan üstün olduğunu vurgularken canı yansın istedi. Çünkü Will Güneş'e hasret, geceye tutsaktı ama İzabel'in önünde hiçbir engel yoktu.
"Bunu bana neden söylemedin Susan?"
Amelia gözyaşları dökerken, öğrendiklerini sindirmeye çalışıyordu.
Susan ise şaşkındı. Zihnine sızmış olması şokunu üzerinden atması kolay olmadı.
"Kardeşlerim. Kardeşlerim ölmüş. Güneş, senin kızın, benim kardeşim?"
Soru sorar gibi çıkmıştı son söz ağzından.
"Elimizden gelen her şeyi yaptık ama biz onu durduramadık!"
Bağırırken geri çekildi ve Amelia'nın ellerinden kurtulup kendini geriye attığında demir parmaklıklara yaslanmıştı.
"Onu bitirmeye yemin etmiş güçlü cadılar ve Darian'dan nefret eden herkes ortak oldu bu oyuna. Bu savaş, o cezasını almadan son bulmayacaktı."
"Peki elindeki silah tamamlandığında ne olacak? Gidecek misin kızının yanına?"
"Hepsini ele geçiremedin mi düşüncelerimin?"
"Zihin çok karmaşık bir şeymiş. Sanki duvarları var."
"Onlardan nefret ederken dost gibi davrandın. Öğrenseler ne olacak?"
"Hayır ben. Ben sadece... Beni de götürür müsün kardeşimin yanına?"
Gözlerinde ki o parıltı, kalbini derinden yaraladı.Sönen o ışık öyle bir aydınlattı ki her şeyi. Sanki bedeni yeniden doğmuş gibiydi. Susan sakladığı sırrın ağırlığı altında öyle ezilmişmişti ki, açığa çıkmasının ve dile gelmesinin verdiği rahatlıkla kendini bırakmış ve uzun yılların acısını çıkarır gibi içli içli ağlamıştı.
Darian sorunu çözüldü. Geriye tek bir şey kaldı.
Diz çökerek ilerledi. Bir eli Amelia'nın yanağına dokundu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
3.33k Okunma |
141 Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |