32. Bölüm

İÇİNDEKİ ŞEYTAN

Sedef Akmaz
sedeffa

 

Günler birbirine karışıyordu. Hastaneden çıktığım sabahın ağırlığı, içimde bir enkaz gibi taşınıyordu. O anın kokusu, soğukluğu, duvarlara sinmiş sessizliği zihnimden bir an olsun silinmiyordu. Zaman akmıyor, sanki o anıyı her nefes alışımda daha da derinleştiriyordu.

 

Ev dediğim bu dört duvar, beni bir hapishane gibi sarıyordu. Jake’in gölgelerde kaybolan silueti, evin sessizliğine karışıyordu. Şafak… O, yalnız kalmamam için uğraşıyordu ama çabası, uçurumun kenarında birini tutmaya çalışmak gibiydi. Çünkü benim içimde, onun uzanamayacağı kadar derin bir boşluk vardı. Her sabah aynı karanlığa uyanıyor, her gece aynı karanlığa gömülüyordum.

 

Pencerenin önünde oturuyordum yine. Gri gökyüzünün izliyordum. Yağmur yağacakmış gibi ağırdı ama bir türlü başlamıyordu. Tıpkı içimde biriken fırtına gibi; ne dışarı taşıyor ne de beni özgür bırakıyordu. Ellerim, pencere pervazına tutunan parmak uçlarım kadar soğuktu.

 

Kapının aralanışıyla irkildim.

“Güneş...”

Şafak’tı.

Başımı çevirdim ama ona bakmadım. Sessizdim. Ne söylemek istediğini biliyormuş gibi hissediyordum.

Birkaç adım attı, pencerenin karşısına oturdu. Ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi, başını hafifçe eğdi.

“Böyle yaşamıyorsun, Güneş,” dedi sonunda. “Kendini tüketiyorsun.”

Sesi, içimde bir yankı yarattı.

“O sessizlikte de bir şey var.”

“Sessizlik...” diye tekrarladı. “Kendi içine hapsolmuşsun.”

Bana bakıyordu. O bakış... Sanki içimde olup biten her şeyi görüyordu.

İç çektim. Gözlerim doldu. Görmesini istemediğimden, başımı tavana çevirdim.

“Yorgunum, Şafak.”

Kısa bir sessizlik oldu.

“Onu özlediğini biliyorum,” dedi. “Neler yaşadığını da... Ama sen hep aynı şeyi yapıyorsun.”

Bakışlarımı ona çevirdim. Mavi gözlerinde derin bir anlayış vardı.

“Benden gizlemeye çalışma.”

O böyle bakmamalıydı.

“Bana öyle bakma.”

“Nasıl bakıyorum?”

“Acıyormuş gibi.”

“Bu acımak değil.”

Bir eli çeneme uzandı, nazik ama kararlı bir dokunuşla başımı kendine çevirdi.

“Bu, birinin acısını yaşamak, paylaşmak, anlamak... İyi olmasını istemek,” diye devam etti. “Gülmeni, hayata tutunmanı istiyorum, Güneş. Acılar, bizi biz yapan şey. Acılarından utanma. Gözyaşlarından da... Benden utanma.”

Elini uzaklaştırmak için bileğini tuttum. Ama o da ellerimi tuttu.

“Hadi, bana bak.”

Gözyaşlarım süzülürken, başımı tavana kaldırdım.

“Güneş, bana bak.”

Elimi çekmeye çalıştım. Ama o daha sıkı tuttu.

“Yapma,” dedim, gardımı indirerek.

“Asıl sen yapma.” Eli gevşedi.

Sonra beni kendine çekti. Bu içimdeki düğümü çözmeye yetti. Engel olamadım. Çözüldüm.

“Onu çok özlüyorum, Şafak.”

Bütün ağırlığımla ona yaslandım.

“Hem de çok...”

Hıçkırıklar, bedenimi sarstı. Küçük bir çocuk gibi...

Ellerim omuzlarını kavradı. O ise saçlarımı okşadı. Usulca, teselli eder gibi. Bu, canımı daha da yaktı. Gözlerimi sıkıca kapattım.

Timuçin...

Onun gibi kimse olamazdı.

“Zamanla azalacak acı,” dedi Şafak, sesi belli belirsiz titreyerek. “Yara kapanmayacak ama dayanılır hâle gelecek. Ne zaman istersen, yanındayım.”

Yanımda sadece Timuçin olsun istiyordum. Ama yine de bencillik yapıyordum. Şafak buradayken, hâlâ ölümü çağırıyordum.

Tam o anda, telefonun tiz sesi odadaki sessizliği bıçak gibi kesti.

Şafak bana baktı. Ben ona. O birkaç saniyelik bakışma, sessizlikten daha ağırdı.

Telefonu eline aldığında, yüzü gerildi. Derin bir nefes alıp verdi.

“Gölge."

Adını duyduğum an, içimde bir şeyler kırıldı.

Telefonu açtı, karşıdaki sesi dinledi. Onun konuşmaması bile, gelen haberin ağırlığını anlatıyordu.

“Adamı bulmuşlar,” dedi sonunda.

Sesi boğuktu. Sanki bu cümleyi kendi kendine söylüyormuş gibiydi. Ama kelimeleri, benim için bir tokat gibi çarptı.

“Ne?”

Şafak bir süre dinledi.

“Tarık Bey’in çiftliğine götürüyorlar,” dedi. “Gölge gerekenin yapılacağını söylüyor.”

Kalbim yerinden çıkacakmış gibi attı.

“Onu görmem lazım,” dedim. “Hak ettiği şeyi bulduğunu görmem lazım.”

İçimde kaynayan öfke, durgunluğumu parçalamıştı.

“Gitmek zorundayım.”

Bu kesinlik, Şafak’ın kararsız bakışlarını yerle bir etti.

Elimi uzattım.

“Gölge’yi istiyorum.”

Telefonu bana uzattı.

“Gölge?”

“Tarık seni orada istemez. Zaten olanlar yüzünden yeterince öfkeli.”

“Bu benim de hakkım.”

Gözlerim doldu.

“Biliyorsun...” Sesim titredi. Cümleyi tamamlayamadım.

Karşıdaki sessizlik, Gölge’nin de bunu kabullendiğinin işaretiydi.

“Tamam, Güneş,” dedi sonunda. “Onunla konuşacağım. Ama her şeyin yolunda gideceğine dair sana söz veremem. Elimden geleni yapacağım.”

Telefon elimde ağırlaştı.

Bütün dünya, adım adım o ana yaklaşıyordu.

 

 

...

 

Gece, Karalay Çiftliği’nin üzerine bir gölge gibi çökmüştü. Gökyüzü bulutsuzdu, ama yıldızlar bile bu karanlıkta saklanmayı tercih ediyordu. Çiftliğin taş duvarları, ay ışığında soluk ve ürkütücü görünüyordu. Her şey sessizdi, ama bu sessizlik bir fırtına öncesindeki gergin bekleyiş gibiydi. En son geldiğimiz anı anımsadım.

Gerçekler için adım attığım bu yer, geride acı hatıralar bırakmıştı bana. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Hepsi bir hatıradan ibaretti.

Arabadan indiğimde taş zeminin soğukluğu iliklerime kadar işledi. İçimde bir şeyler geri dönülmez bir şekilde değişecekti. Şuan bile çok şey değişmişken üstelik.

Şafak hemen arkamdaydı. Gölge ve adamları, birkaç adım geride sessizce bekliyorlardı.

 

İlerledim. Beni takip eden Şafak ve Gölge oldu.

Açılan kapıdan içeri girdik. Tarık Bey oradaydı. O koltukta boşluğa bakıyordu. Bende baktım ve Timuçin'in hayali hemen oracıkta oturur vaziyette belirirken onun da acısını hissedebiliyordum.

Bekliyordu. Ayağa kalkıp bana döndü.

Sanki beni gecenin karanlığında çoktan görmüş, gelişimi önceden sezmişti. Yüzünde soğukkanlı bir öfke vardı. O anı anımsadım. Daha dün gibiydi. Onunla sohbetim ve şuan geldiğim nokta...

Gözleri karanlık bir deniz gibi derindi. Orada yalnızca nefret yoktu. Orada, bir şeyleri yitirmiş bir adamın bakışı vardı. İkimizde sevdiğimizi kaybetmiştik.

“Buraya geleceğini biliyordum, Güneş.”

Sesi buz gibiydi. Bir suçluyu bekleyen bir yargıç gibi, sabırlı ama acımasızdı.

“Bunu durduramazdınız.”

Tarık Bey hafifçe başını yana eğdi. “Durdurmak mı?” diye mırıldandı. “Sen zaten kendini durduramazsın.”

Bir adım attım. Gözlerimi gözlerinden ayırmadan konuştum.

“Onunla konuşmak istiyorum.”

 

Tarık Bey’in çenesindeki kas gerildi. Ama bu öfke, aniden parlayan bir alev değil, hesaplı bir ateşti.

“Torunumun katili önünde duracak Güneş.”

Sözleri ağır ağır döküldü. “Eline silahı versem, tetiği çekecek misin? Cezasını verecek misin?”

Nefes aldım. O kadar derin ve ağırdı ki, göğsüm sıkıştı.

“Onunla konuşmam gerek.” diyerek tekrarladım sözlerimi.

Sesim sertti ama içinde bir çatlak vardı. Çünkü buraya neden geldiğimi biliyordum. Ama buradan nasıl çıkacağımı bilmiyordum.

Tarık Bey birkaç saniye daha yüzüme baktı. Sonunda, başını hafifçe eğerek bir işaret yaptı.

“Peki."

Yanıma yaklaştıkça kalbim delindi.

"İçindeki şeytanla yüzleşmeye hazır mısın?”

Sessizce sorduğu bu soru bana meydan okumaydı. Ve istediği tek şey, cezamı çekmem,hak ettiğimi bulmamdı. Kana kan.

Yaşamaya hakkım yoktu. Onun yerine sen!

Onun yerine ben.

 

...

 

Merdivenlere yönelip mahzene girdiğimde, içimde bir şeyler sıkıştı.

Hava ağırdı. Küf, metal ve kan kokusu havaya sinmişti.

Işıklar açıldı. Ardımda Tarık Bey, Şafak ve Gölge vardı.

Zincirlenmiş adam, kafesin içinde hareketsiz oturuyordu. Ama gözleri…

O gözler, gölgeler içinde kıpırdanıyordu.

Adım attım. Parmaklarım farkında olmadan yumruk oldu.

“Sen misin?” Sesim keskin ve soğuktu.

Adam başını kaldırdı. Dudaklarında yorgun ama alaycı bir gülümseme vardı.

“Demek sonunda buraya kadar geldin.”

Sesi çatlamıştı ama içinde kibir barındırıyordu.

Kan beynime sıçradı. Parmaklarım farkında olmadan kafesin demirlerine sarıldı.

“Bunu neden yaptın?”

Adam zincirlerini hafifçe şıngırdatarak güldü. “Neden mi?” dedi. “Çünkü yapabildim.”

Sonra başını yana eğdi. “Mavi ve Selin… Onların anısını onurlandırmak için yaptım.”

Bütün kaslarım gerildi.

Ama o devam etti. “Ama...” Eğilip yüzüme doğru sırıttı. “Sıra sende olacaktı.”

İçimde bir ip koptu. “Bağlarını çözün.”

Sözler ağzımdan istemsizce çıktı.

Her şey bir anlığına sessizleşti.

Şafak ile Gölge tetikte, gözleriyle Tarık Bey’e döndü.

Tarık Bey gözlerini kırpmadan bana baktı. Sonra başını hafifçe salladı.

Adamlarından biri kafese yanaştı. Zincirler şıngırdadı, çözüldü.

Adam bileklerini ovuşturdu. Sonra yavaşça ayağa kalktı.

Şimdi gerçekten karşımdakiyle yüz yüzeydim.

Adam gülümseyerek elini kaldırdı. “İşte şimdi eşitiz.”

Öyle miydi?

Kalbim göğsüme çarpıyordu.

“Ne duruyorsun?” dedi. “Hadi. Eğer gerçekten yapabileceğini sanıyorsan... yap.”

Bir adım daha attım. Gözlerinin içine baktım.

"Karşılık vermeyecek misin? Canın için direnmeyecek misin?"

"Buradan sağ çıkamayacağımı biliyorum. Bak bana. Gurursuz birine mi benziyorum."

Yüzüne sert bir yumruk geçirdiğimde pis pis gülmek ile yetindi. Bu beni daha çok öfkelendirdi.

"Herşey seninle başladı. Onlar senin yüzünden öldü ve şimdi de sevgilin toprağı boyladı ama bak sen yine hayattasın!"

İçimde yanan alev tüm bedenimi sardığında titriyordum. Bağırıp çağırıyor ve üstüme geliyordu. Kulaklarım uğulduyor,geride onların da sesini duyuyordum.

Ve sonra ellerim onun boğazına uzandı. Bir anda her şey silindi. Zihnimde sadece Timuçin’in sesi vardı. Ama bu bir fısıltı değildi.

Bu, bir çığlıktı. Parmaklarım sıkıldı.

Adam önce güldü. Sonra nefesi kesilmeye başladı.Ama ben durmadım.

İçimde bir şey bağırıyordu: “Bırak! Geri çekil!”

Ama ben bırakmadım. Çünkü o bunu hak ediyordu. Adamın gözleri panikle açıldı.

Parmakları kollarımı kavradı, beni ittirmeye çalıştı. Ama çok geçti.

Bütün öfkem, bütün acım, bütün kaybettiklerim, ellerime dolanmıştı.Bütün dünya o anın içinde sıkışmıştı.Sonunda ellerim gevşedi.

Adamın bedeni, bir çuval gibi yere düştü.

Ve ben…

Ben nefesimi tutarak, elimde kalan sessizliğe baktım.

Ben bir katil olmuştum.

Ama içimde hiçbir rahatlama yoktu.

Çünkü ellerim hâlâ titriyordu.

Çünkü ben de, o kafesin içinde bir mahkûm gibi hissediyordum.

Arkamda, Tarık Bey duruyordu.

“Demiştim.” dedi yavaşça. “Sen zaten kendini durduramazsın.”

 

...

 

 

 

 

Bölüm : 13.03.2025 19:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...