28. Bölüm

O ÖLDÜ

Sedef Akmaz
sedeffa

Telefonumun sesi, sessizliği bıçak gibi kesti. Göz kapaklarımı aralayacak kadar bile gücüm yoktu ama sesin yankısı zihnimi dürtüyordu. Geceden kalma bir ağırlık, her yanımı ele geçirmişti. Kafam zonkluyordu. Bedenim yorgun, ruhum darmadağın…

Telefonu elime almadan önce yanındaki notu aldım ellerimin arasına.

Geleceğim.

Notu yerine bırakıp telefonu aldım. Tanımadığım bir numaraydı. Açtım.

‘’Kapıya senin için bir sürpriz bırakacağım. Mavi ve Selin için. Bu anı unutma.’’

Ses o kadar soğuktu ki… Tüylerim diken diken oldu. Hatttın kesilmesiyle boşluğa yuvarlandım. Kalkmaya çalışırken dönen başım ile sendeledim.

Timuçin geleceğini söylediği bir not bırakmıştı. Peki neredeydi?

Kapıya doğru ilerlerken kalbim deli gibi atmaya başladı. Kapıyı açtığımda buz gibi hava tenimi bir bıçak gibi keserken ileri adımladım.

Şafak hemen karşı tarafta arabadan inmiş ve gözlerini gözlerime dikmişti.

‘’İyi misin?’’ Sesi sakin ama bakışları endişe içindeydi. Konuşamadım. Gözlerim korkuyla sokağı tararken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Nabzım kulaklarımdaydı…

Sonra uğultuyu duydum. Bir arabanın motor sesi… Yaklaşıyor, hızlanıyordu.

Şafak ile göz göze geldik. İkimizde aynı şeyi hissediyorduk; o an, bir şeylerin geri dönülemez bir şekilde değişeceğini…

Araba ani bir fren yaptı. Ön kapı açıldı ve bir beden… Yere bir çöp gibi atılan bir beden.

Timuçin…

Araba hızla uzaklaşmaya başlarken adını haykırdım.

‘’Timuçin!’’

Boğazımdan çıkan ses, kendi bedenimi bile yaraladı. Tüm gücümle koştum. Dizlerimin üzerine çöküp başını kollarıma aldığımda, soğuk bir taş gibi ağırdı bedeni. Onun sıcaklığına alışmış ellerim, şimdi bu soğuk bedeni… Allah’ım…

Parmaklarım boynuna uzanırken titriyordum. Deli gibi titriyordum. Bir nefes, bir nabız ama yoktu.

‘’Benim yüzümden, hepsi benim yüzümden!’’

İleri geri sallanmaya başladım onunla birlikte.

‘’Yalvarırım bırakma beni.’’

‘’Güneş? Bana bak.’’

Öyle sıkı sarıldım ki… Allah’ım nasıl bir şeydi bu… Nasıl bir acı, ne biçim bir çaresizlik…

Sırtımda bedenimi saran eller beni ondan kopartmak için çabalıyor ve adımı haykırıyordu.

Ama ben adımı Timuçin’in dudaklarından duymak istiyordum. Başımı göğe kaldırıp acı içinde bir yakarış kopardım isyan edercesine… Sessizliği çığlıklarım inletirken etrafta kimsecikler yoktu; ölümden başka…

‘’Timuçin hayırrr!’’

‘’Hemen buraya gelmen gerek. Güneş’in evi.’’ Boğucu bir sessizlik… ‘’Timuçin, hemen gel.’’

Ağlayışım daha da şiddetlendi. Bedenim deli gibi titrerken, bağırışlarım Timuçin’in soğuk boynunda boğuklaşıyordu. Boğazıma oturan yumru nefesimi kesecek kadar büyümüştü.

‘’Güneş. Güneş, nefes al!’’

Kilitlendim. Zaman, zamanı o anda durdurmak istedim. Gözlerim kararıyordu. Uyumak ve bir daha uyanmamak istedim.

‘’Nefes al.’’

Omuzlarıma kenetlenen elleri beni dengede tutan tek şeydi o an.

‘’Ti-mu-çin…’’

Ellerim soğuk zemine dayandı. Yüzüne baktım. Uyuyor da uyanacak gibi. Avundum yalanımla. Beş saniye olsa bile inanmak istedim uyanacak olmasına. Gözlerini açıp bana baktığında içimi ısıtan bir sıcaklıkla dolacaktım ve o ellerini uzatıp beni kollarının arasına aldığında her şey daha katlanılır olacaktı.

‘’Sen beni bırak-maz-sın ki…’’

Kulaklarımda peydah olan çınlama ile gözlerim karardığında kendimi kaybettim. Direndim ellerim ona uzansın diye ama beceremedim.

Sonrası, artık sonrası yoktu.

 

Göz kapaklarım yavaşça aralanırken, başımdaki zonklama beni hemen gerçeğe çekti. Her yanım uyuşmuştu, ama göğsümde, içimi kemiren o tanıdık boşluk yine oradaydı. Beyaz duvarlar ve hastane kokusu… Bir hastane odasındaydım.

Kafamı çevirdiğimde Ela’nın bana baktığını gördüm. Gözleri kıpkırmızıydı, belli ki ağlamıştı. Yanında Savaş, omuzları çökük, elleri kenetli oturuyordu. Şafak pencerenin önünde dikiliyordu, ama gözleri uzak bir noktaya kilitlenmiş gibiydi.

"Güneş?" dedi Ela, sesi bir kuş tüyü kadar hafifti.

Cevap vermedim. Boğazım düğümlenmişti. Nefes almak bile zor geliyordu. Kafamı kaldırmaya çalıştım, ama vücudum beni taşımak istemiyordu.

"Güneş?"


Savaş bana yaklaşıp elime uzandı.

"Dokunma bana!" diye bağırdım, birden hiddetle doğrulmaya çalışarak. Kolumda asılı duran serum hattı gerildi, acı bir yanma hissettim. Hızla çekip çıkardım.
Savaş bir adım geri çekildi. Gözlerim onun suratında gezindi, ama umursamıyordum. Odanın boğucu havası, kafamdaki çığlıklarla birleşmişti.


Kendimi yataktan aşağı attım. Dizlerim bir an titredi, ama ayağa kalkmayı başardım. Şafak hızla yanıma geldiğinde onu da ittim.

"Yapma."


Savaş'a ilerledim ve onu hırsla tekrar ittim.
"Sen neden buradasın ki! Sen zaten yoksun neden buradasın?"
"Sana yardım etmeme izin ver."
"Senin benim hayatımda yerin yok. Defol ve istediğin kusursuz hayatına geri dön!"

Öfke ile haykırdım.

‘’İkiniz de gidin hemen!’’


Kapıya yöneldiğimde ağlıyordum. Timuçin… Bedenimi saran kollar Şafak'a aitti. Ama istediğim o değildi ki…
"Bırak beni! Timuçin, onu görmem gerek!"
Elâ elleriyle ağzını kapamış ağlarken ben acıdan yanıyordum. Nefes bile alamaz hale geldiğimde çırpınışlarım devam ederken kapının kulpuna ulaşmış ve kendimi koridora atmıştım. Jake hemen önümde belirdiğinde hemşire yanındaydı. Sonrasında beni zapdetmeye çalışan kollar galip geldi. Koluma saplanan iğneden sonrası hareketsiz hale gelmiştim ama acı, bedenim uykuya dalana kadar sapladı bıçaklarını zihnime.

‘’O benim yüzümden öldü.’’

Timuçin, onun soğuk bedeni ve asla açmayacağı gözleri, yüzü, sesi hepsi... Hepsi onunla gitti. Hepsi onunla beraber gitti. Ve benden yarımı alıp gitti.

 

...

 

 

 

Onunla birlikte bir parçam daha toprağın altına gitmişti. Bedenimden çekip alınmış, kemiklerime kadar hissettiğim o eksiklik... Hayır, bu yalnızca bir kayıp değil, bir katliamdı.

 

Gözlerim mezarına sabitlenmiş, toprağın üzerine düşen her kürek darbesini izliyordum. Her darbe, yüreğimi lime lime ediyor, ruhumun en derin yerlerine saplanıyordu. Bir kürek… Bir darbe daha… Ve bir parçam daha kopuyordu benden.

 

Bir...

Beş...

On...

 

Toprağın altında kalan yalnızca Timuçin değildi. Ben de onunla birlikte gömülüyordum. Her kürek darbesi, atılan toprakla birlikte yok oluyordum.

 

"Senin yüzünden öldü! Torunumun kanı senin ellerinde!"

 

Tarık Karalay'ın öfkesi, mezarlığın o ağır sessizliğini delip geçti. Sesi, içimde yankılanan bir tokat gibiydi. Sarsıldım. Ama bağırıp haykıramadım, çünkü o haklıydı. Çünkü ben de öyle hissediyordum.

 

Timuçin öldü ve sebebi bendim.

 

Tarık'ın üzerime doğru yürüyüşünü, yüzündeki öfke dolu çizgileri hatırlıyorum. Araya girdiler. Gölge, Boris, Şafak... Beni tutup uzaklaştırdılar. Ama her şey flu... Gözlerim toprağa kazınmıştı. Ellerimle onun mezarını kazıp bedenini çekip almak istedim. Geri döndürmek... Ama yapamadım. Kimse beni dinlemiyordu.

 

Uyuşmuş bedenimdeki uyuşturucu damarlarımda dolanırken, gerçeklik benden uzaklaştı. Ama acı, o her zaman olduğu gibi gerçekti. Onun ölümü gerçekti.

 

 

---

 

Eve döndüğümde, sanki o hâlâ buradaymış gibi bir yanılsamaya kapıldım.

Odamda, koridorda, mutfakta... Onun kokusu hâlâ etrafta asılıydı. Parmaklarının değdiği kapı kolları, oturduğu sandalyenin yüzeyi... Her şey onunla doluydu. Ama o yoktu.

 

Hiçbir şey olmamış gibi mutfağa yöneldim. Elimi masaya koydum ve başımı eğdim.

"Geleceğini söylemiştin."

O gece salonun ortasında oturdum. Bir sandalyeye iliştim, elimde bir şişe... İçimde ne öfke ne de gözyaşı vardı, yalnızca derin bir boşluk. Gözlerim karanlığa sabitlenmişti. Belki gelir diye düşündüm. Belki bir kez daha bana bakar, bir kez daha elini uzatır.

 

Ama gelmedi.

 

Saatler geçti, belki de günler. Zamanın ne anlamı vardı ki? Gün ışığı mı, karanlık mı? Artık fark etmiyordu. Çünkü içimdeki karanlık her şeyi yutuyordu.

 

 

---

 

Mezarına gittiğimde, ayakta duracak hâlim yoktu. Elim taşın soğuk yüzeyine dokundu, ama sanki onun soğuk bedenine dokunmuş gibi ürperdim. O an içimde kopan fırtına, beni yerle bir etmeye yetti.

 

“Sen...” dedim, sesi duyulmayan bir fısıltıyla. “Beni yarım bıraktın.”

 

Anılar zihnimin içinde bir kasırga gibi dönüyordu. Onun gözleri, gülüşü, bana uzattığı eli... Hayaletler gibi, her biri birer hançer sapladı kalbime. Ama hepsi yanılsamaydı. Çünkü gerçek apaçık önümdeydi.

O eller artık yoktu. O gözler, bir daha bana bakmayacaktı.

 

“Giden mi ölür?” diye sordum mezarın başında, nefesim kesilmişçesine. “Yoksa kalan mı?”

 

Cevap yoktu. Taşlar, toprak ve ölüm... Sessizlik içinde, beni orada yalnız başıma bıraktılar.

 

Bazı anılar, her zaman can yakar. Güzel bile olsalar, insanın ruhunda kanamaya devam eden yaralar açarlar.

Benim ruhum, artık bir yara izinden ibaretti. Ve o yara, kapanmayacaktı.

 

 

 

 

 

                          

Bölüm : 28.12.2024 11:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş